Sekizinci yuzyılın ilk yarısıydı. Horasan’ın Belh şehrinde İbrahim adında bir hukumdar yaşardı. Kendisini alabildiğine dunya zevkine kaptıran bu hukumdar gonlunce bir hayat surer, dilediği her şeyi yapardı. Fakat yaptığı hareketlerin Allah’ın emirlerine aykırı olduğunu duşundukce uzulur, kendini icin icin yerdi. Aslında o hayatın kendisini mutlu ettiği de soylenemezdi. Dunyanın bin bir turlu zevkini de tatsa, neticede hepsi boştu. Birgun Allah huzuruna cıkacak, “Ey İbrahim, sana saltanat ve bunca imkÂnlar verdiğim halde, benim icin ne yaptın?” derse ne cevap verecekti? O bir yana, daha dunyadayken bile tattığı lezzetlerin acısını cekmeye başlamıştı. Cunku lezzetlerin bitmesi, yahut onların gideceğini duşunmesi lezzetleri acılaştırmaya yetiyordu. Devamı olmayan lezzetin ne kıymeti olabilirdi?

Sonra ic dunyasını kemiren sıkıntı da ona bir turlu o lezzetlerin zevkini hissettirmiyordu. Saray, Âdet bir zindan olmuştu. Aslında yaşadığı hayattan zevk alamayışının, doyamayışının tek sebebi Allah’ı hakkıyla tanımayışı, emirlerini tutmayışıydı. Onu tanımayınca saraylar bile zindan oluyordu. Birgun pencereden bakıyordu. Kapının onunde bir dilenci gozune ilişti. Hareketleri dikkatini cekti. Ne yapıyordu dilenci? Torbasından bir kuru ekmek cıkarıyor, sonra da ıslatıp tuza banarak yiyordu. Peşinden kana kana su iciyor, Rabbine şukrediyor ve bir koşeye cekilip uykuya dalıyordu. Hukumdar hemen adamlarından birini cağırdı. Dilenciyi gostererek, “Şu adamı gozetle bakalım, uyandıktan sonra ne yapacak? Sonra da al benim yanıma getir” dedi. Yoksul adam bir muddet sonra uyandı, “Allah’ım! Sana sonsuz şukurler olsun” diye şukredip yola cıktı. Hukumdarın adamı hemen o yoksulu tutup hukumdara goturdu.


“Uyanır uyanmaz Allah’a şukredip yola cıktı Sultanım. Aldım, yanınıza getirdim.”

Hukumdar fakire dondu:

“Ey fakir!” dedi. “Gordum ki kuru ekmeğini iştahla yedin. Karnın doydu değil mi?”

“Evet!” dedi fakir.

“Sonra da suyunu ictin...”

“Evet...”

“Uzuntusuz bir uykuya dalıp dinlendin.”

“Evet...”

Bu cevaplar hukumdarı duşundurmeye yetmişti. “Adama bak!” diyordu. “Bir kuru ekmekle sultanlar gibi yaşıyor. Ne gamı var, ne kederi!” Ama ben alabildiğine refah icinde yaşıyorum, fakat tatmin olamıyorum, bir turlu rahatı bulamıyorum. Boylesine huzursuz bir dunyada daha ne zamana kadar yaşayabilirim? Halbuki şu fakir kuru bir ekmeği suyla ıslatıp tuzla yemekten mutlu oluyor. Sonra da Rabbine şukrediyor. Demek ki, o bu lezzeti Allah’ı tanımaktan, O’na şukretmekten alıyor. Anlaşılan uzuntusuz bir hayat ancak boyle mumkun. Allah’ı tanımayınca saraylar zindana donerken, O’nu tanıyınca zindanlar saray oluyor. Kuru ekmek bile borek lezzeti veriyor!”
Bu hÂdise ve duşunceler, hukumdar İbrahim’in hayatını değiştirdi. Kendini Allah yoluna verdi. Allah’ı tanımanın, O’na şukretmenin zevkine ermeye başladı. Bu yolda o kadar ilerledi ki, meşhûr evliyÂlar arasına girdi, İbrahim Edhem adıyla şohret buldu
__________________