EvliyĂ‚nın meşhurlarından. İsmi Muhammed bin Omer'dir. Kunyesi Ebû Bekr, lakabı VerrĂ‚k'tır. Doğum tĂ‚rihi bilinmemekte olup 893 (H.280) senesinden once vefĂ‚t ettiği tahmin edilmektedir. Aslen Tirmizli olup, Belh şehrine yerleşmiştir. ZamĂ‚nının buyuk Ă‚limlerinden ve evliyĂ‚nın meşhurlarından olan Ahmed bin Hadreveyh ve Muhammed bin Ali HĂ‚kim Tirmizî'nin derslerinde ve sohbetlerinde bulunup kemĂ‚le ermiştir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kuluydu. DunyĂ‚ya ve dunyĂ‚lığa aslĂ‚ duşkunluk gostermezdi. Devamlı ibĂ‚det eder, gunahlardan şiddetle sakınırdı. Velî yetiştiren mĂ‚nĂ‚sında "Mueddib-ul-EvliyĂ‚" lakabıyla anılmıştır.
Ebû Bekr VerrĂ‚k hazretleri şoyle anlatmıştır: Hocam Muhammed bin Ali Tirmizî bir gun bana; "Seni bir yere goturmek istiyorum." deyince; "Emir sizindir efendim!" dedim. Sonra birlikte yola cıktık. Cok gecmeden buyuk bir sahrĂ‚ya ulaştık. SahrĂ‚nın ortasında yeşil bir ağac ve ağacın altında bir ceşme ve ceşmenin yanına konulmuş bir taht vardı. GĂ‚yet guzel giyimli bir zĂ‚t bu tahtın uzerine oturmuştu. Hocam yanına yaklaşıp selĂ‚m verdi. SelĂ‚mdan sonra yerinden kalkıp hocamı yerine oturttu. Bir muddet sonra başkaları sağdan soldan gelmeye başladı. NihĂ‚yet kırk kişi oldu. Taht uzerinde ilk gorduğumuz zĂ‚t semĂ‚ya işĂ‚ret etti. SemĂ‚dan ceşitli yiyecekler indi. Bunları yedikten sonra hocam o zĂ‚ta bĂ‚zı suĂ‚ller sordu. Her birine uzun uzun cevap verdi. Fakat ben bir kelime bile anlayamamıştım. Bir muddet sonra hocam izin istedi. Oradan ayrıldık. Dondukten sonra bana; "Ey Ebû Bekr! Haydi git! Hic şuphen olmasın ki ebedî saĂ‚dete erdin!" buyurdu. "Efendim o gittiğimiz yer neresiydi? O goruştuğumuz zĂ‚t kimdi?" dedim. "Orası Sina Coluydu. Goruştuğumuz kimse evliyĂ‚nın kutbuydu." dedi. "Kısa surede Tirmiz'den Sina Colune nasıl ulaştık?" diye sorunca, bunun hal olduğunu ifĂ‚de eden bir cevap verdiler.
Ebû Bekr VerrĂ‚k hazretleri Omru boyunca Hızır'la aleyhisselĂ‚m goruşmeyi murĂ‚d ederdi. Her gun kabristana gider gelir ve bu arada bir cuz Kur'Ă‚n-ı kerîm okurdu. Bir gun yine bu maksatla evinden cıkarken, kapıda nûrĂ‚nî yuzlu bir ihtiyar kendisine selĂ‚m verip; "Benimle sohbet etmek ister misin?" diye sordu. O da "İsterim." deyince, berĂ‚berce konuşarak kabristana gidip geldiler. Evin kapısına gelince, o nûr yuzlu ihtiyar; "Bunca zamandır gormek istediğin Hızır benim. Benimle sohbet edeceğim derken bugun bir cuz Kur'Ă‚n-ı kerîm okumaktan mahrûm kaldın. Hızır'la sohbet etmenin sonucu bu olunca, diğer insanlarla konuşmanın netîcesi ne olur?" buyurdu.
Biricik oğlunu mektebe gonderdi. Birgun cocuğun benzinin sararıp bedeninin titrediğini gordu. Sebebini sorduğunda: "Hocam bana bir Ă‚yet-i kerîme oğretti. O Ă‚yette cenĂ‚b-ı Hak meĂ‚len; "Eğer siz (dunyĂ‚da) kufrederseniz, cocukları aksaclı ihtiyarlara cevirecek olan bir gunde (kıyĂ‚met gununun şiddet ve azĂ‚bından) kendinizi nasıl koruyabilirsiniz?" (Muzzemmil sûresi: 17) buyuruyordu. Bu Ă‚yetin şiddetinden boyle oldum." dedi. Cocuk hastalandı. Bir muddet sonra da vefĂ‚t etti. Babası Ebû Bekr el-VerrĂ‚k oğlunun mezarının başında ağlayarak kendi kendine şoyle dedi: "Ey Ebû Bekr! Cocuğun bir Ă‚yet işitmekle hastalanıp can verdi. Bunca yıldır Kur'Ă‚n-ı kerîm okur hatmedersin, sana birşey olmuyor. Yoksa kalbin taş mıdır?"
Ebû Bekr VerrĂ‚k hazretlerini, vefĂ‚tından sonra ruyĂ‚da gorduler. Benzi sararmış bir hĂ‚lde hıckıra hıckıra ağlıyordu. Sebebini sorduklarında; "Gomulu bulunduğum şu kabristana defnedilen cenĂ‚zelerden, onda biri bile mumin olarak olmemiş." buyurdu. "Oldukten sonra sana nasıl muĂ‚mele edildi?" diye sorduklarında: "Elime bir sevap ve gunah defteri verildi. Bunu okurken, bilmediğim bir gunahtan dolayı, amel defteri baştan başa simsiyah oldu. Geriye kalan kısmını okuyamadım. O sırada bir nidĂ‚ geldi ve; "DunyĂ‚da iken lutuf ve ihsĂ‚nımız olarak bu gunĂ‚hını gizlemiştik, burada acıklamak bize yakışmaz, affettik." buyruldu.
Talebelerinden Bekr-i Sugdî; "Ebû Bekr-i VerrĂ‚k, ibĂ‚detini Allahu teĂ‚lĂ‚yı tĂ‚zim icin yapardı. Ondan karşılık almak icin değil." derdi.
Yine talebelerinden HĂ‚şim-i Sugdî nakleder: Ebû Bekr-i VerrĂ‚k hazretleri buyurdu ki:
"Cok uyumak, cok yemek, cok konuşmak gonlu katılaştırır."
"Cok sozden murĂ‚dım hayır ve şerden bahsederken sarfedilen sozlerdir. Hicbir işe yaramayan kelimeler ise, değil katılaştırmak, kalbi oldurur bile."
"DunyĂ‚ peşinde koşanların yanında, ilim ve mĂ‚rifetten bahseden kimse Ă‚rif değildir."
"İnsanlarda uc sınıf onemlidir: Devlet adamları, Ă‚limler ve zĂ‚hidler. Devlet adamları bozulunca, halkın huzûru bozulur. Âlimler bozulunca, halkın dîni zayıflar. Varını yoğunu Allah yolunda harcayan zĂ‚hidler bozulunca da, ahlĂ‚k fesĂ‚da uğrar. Devlet adamlarının kotuluğu zulum ile, Ă‚limlerin bozukluğu hırs ve tamah ile, dunyĂ‚ya duşkun olmayanların, zĂ‚hidlerin bozulması da riyĂ‚ ve gosteriş ile olur."
"Uzuvlarını nefsinin istekleriyle tatmin ederek memnun eden, kalbine pişmanlık ağacı dikmiş demektir."
"İyiliği gorup, kıymetini takdir ederek ona karşı saygılı olmak, nîmetin şukrudur."
"Cok defĂ‚ Allah rızĂ‚sı icin iki rekat namaz kılar, selĂ‚mdan sonra O'na lĂ‚yık ibĂ‚det yapamadığım icin kendimi hırsızlıktan tovbe eden biri gibi suclu hissederim."
"Derviş, dunyĂ‚ ve Ă‚hirette mes'ûddur." sozunun mĂ‚nĂ‚sı soruldu. "Dervişten dunyĂ‚da sultan vergi almaz. Âhirette Allahu teĂ‚lĂ‚ hesap sormaz." buyurdu.
"Kotu huydan, haramdan sakınır gibi sakınınız."
"Allahu teĂ‚lĂ‚ ile kendi aranda doğruluğu, halkla kendi aranda da yumuşaklığı sağla."
"Yeterli ilme sĂ‚hip ve ehil olmadan kelĂ‚m ilmiyle uğraşmak, insanı dinsizliğe goturur."
"Fıkıh oğrenmeyip tasavvufla uğraşan dinden cıkar, zındık olur. Fıkıh oğrenip tasavvuftan haberi olmayan, bid'at sĂ‚hibi yĂ‚ni sapık olur. Her ikisini edinen hakîkate varır."
"AvĂ‚mın (sıradan halk) kalbleri saf, dilleri temiz olmalı ve bunlar nĂ‚musunu korumalıdır. Bu huylardan nasipsiz olanların işi gucu kotuluk olur. Onlar şeytana iş bırakmazlar."
"Âlimler bozulunca din ortadan kalkar, cunku Ă‚limler dînin bağıdır. Bağ curuyunce neyi bağlayabilir?"
"Kotu istekler, insana hĂ‚kim olunca kalp kararır. Netîcesinde goğus, kalp daralır, huy kotuleşir, sevilmez olur. Zulmetmeye başlar. Bu artık insan değildir. İnsan kılığında bir şeytandır."
"BelĂ‚nın gelişi ceşitlidir, bunlardan biri ihtilĂ‚ftır. İhtilĂ‚f, duşmanlığa sebeb olur. Duşmanlık da, ortalığı belĂ‚ ve Ă‚fetlere boğar."
"Nefsine Ă‚şık olan, kibirli, kıskanc, aşağı ve hakîr olur."
"İhlĂ‚s sĂ‚hibi mi olmak istiyorsun, once baş olma sevgisini kalbinden at. Sonra kendini kimseden ustun gorme."
"Seni Allah'a yaklaştıran şey, ihtiyacını O'ndan istemendir. Halka sevdiren şey de onlardan bir şey istememendir."
"Sabahleyin insanlara bakar; kimin helĂ‚l, kimin haram yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz, boş lĂ‚f ve sovup saymakla dilini acarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikri ve kelime-i tevhidle acar ve istiğfĂ‚rla meşgûl ederse, o kişinin helĂ‚l yediğini bilirim."
"Muminin dort alĂ‚meti vardır: Dili zikreder, sessizliğinde tefekkur eder, ibret nazarıyla bakar, hayırlı amel işler."
"Hikmetin birinci husûsiyeti sukût edip, ihtiyac kadar konuşmaktır."
"Allahu teĂ‚lĂ‚ bir kulundan şunları ister. Kalbin; Allahu teĂ‚lĂ‚nın evine hurmet, yarattıklarına şefkat etmesi. Lisanın; Kelime-i tevhidi soyleyip, yaratıklara yumuşaklıkla muĂ‚mele etmesi. Bedenin; ibĂ‚det ve tĂ‚atte bulunup, muminlere yardım etmesi. Huyun; Allahu teĂ‚lĂ‚nın hukmune sabır gosterip, yarattıklarına karşı halîm-selîm olması."
"Buyuklerden birinden duydum; Şeytanın bir mumini yoldan cıkarma taktiği şudur: O, bir mumine ilk once; "KĂ‚fir ol!" diye vesvese verecek kadar budala değildir. İlk once onu mubahlara karşı hırslandırır. Mumin kimse, nefsinin helĂ‚l isteklerine esir duşunce de, işini daha da kolaylaştırmak icin gunah işlemeye teşvik eder ve sonunda "KĂ‚fir ol!" teklifini vesvese yoluyla yapar."
"Akıllılara tĂ‚bi ol, dunyĂ‚ya duşkun olmayanlarla guzel gecin, cĂ‚hillere karşı da sabırlı ol!"
DĂ‚imĂ‚ seninle olması gereken beş şey vardır. Bunlar, Allah, nefis, şeytan, dunyĂ‚ ve halktır. Eğer bunlara karşı şu beş şeyi tatbikte muvaffak olursan saĂ‚dete erersin. Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerine itĂ‚at edip, yaptığı her şeyi beğenip rĂ‚zı olmak, nefse muhalif olup, şeytana duşman olmak, dunyĂ‚dan sakınmak, halka karşı da şefkatle muĂ‚mele etmek lĂ‚zımdır."
"Halktan uzak durmadıkca Hak'la berĂ‚berliği duşunme, dunyĂ‚ ile meşgûl olduğun muddetce tefekkuru duşunme, gonlunu makam ve mevki duşuncesinden temizlemedikce de ilhĂ‚m ve hikmeti duşunme. Cunku bunlar birbirinin bulunduğu yerde bulunmazlar."
"Eskiden futuvvet sĂ‚hipleri (başkasını kendine tercih edenler) arkadaşlarını over, kendilerinden bahsetmezlerdi. HattĂ‚ kendilerini kotulerlerdi. Rahatlığı dostları icin, zahmeti kendilerine secerlerdi. Şimdiyse herkes kendini ovup, dostlarını kotuluyor. Zahmeti arkadaşlarına, rahatı kendilerine alıyorlar."
"Harem bin Hayyam el-Abdî, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan HamĂ‚me'nin yanında gecelemişti. HamĂ‚me radıyallahu anh butun gece sabaha kadar ağladı. Sabahleyin; "Nicin ağladın?" diye sorunca; "Kabirlerin icerisinde bulunanları ortaya cıkardığı, gokteki yıldızların dağıldığı, gecenin sabahını, kıyĂ‚metin kopacağı gunu hatırladım da ağladım." diye cevap verdi."
"Gunahlara baktık, îmĂ‚nın gitmesine sebeb olan en kotu gunahın, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kullarına zulmetmek olduğunu gorduk."
"Edep, konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız kaldığın zaman kalbini korumak, dışarıya cıktığın zaman gozunu korumak, yediğin zaman boğazını korumak, uzattığın zaman elini korumak, yuruduğun zaman ayağını korumak ve butun işlerinde vaktini korumaktır. Kim Ă‚zĂ‚larını korumaz ve vaktini zĂ‚yi ederse, onun uzuvları edepsizliğe gider. Kim vaktini değerlendirir, sırrını gozetlerse, Allahu teĂ‚lĂ‚ onun vakitlerini ve uzuvlarını korur."
Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerine uymayı tercih etmek, nefsi ayıplamak ve dostların nasîhatini oğut kabûl etmek husûsunda da şoyle buyurmuştur: "Kul, gizli ve acık her zaman Allahu teĂ‚lĂ‚ya itĂ‚at eder, hic bir an O'nun emrinden cıkmaz. Kendisine kotuluk edene iyilik eder, nefsin arzusuna uymaz, nîmet zamĂ‚nında şukreder, şiddet zamĂ‚nında sabreder. Kendinden aşağı olana ikrĂ‚m eder. Kendisiyle istişĂ‚re edenin sozunu dinler."
Birisi ziyĂ‚retine gelmiş huzûrundan ayrılırken; "Bana ne tavsiye edersiniz?" deyince; "DunyĂ‚ ve Ă‚hiretin hayrını, halvette ve kıllette (yalnızlıkta ve azlıkta) buldum. Şerrini ise, halk arasına karışıp halkla berĂ‚ber olmakta buldum." demiştir.
"İnsana nefsin hĂ‚kim oluşunun temeli, arzulara, isteklere uymaktır. Arzu ve heveslere uyma gĂ‚lip gelince kalbi kararır. Kalp kararınca can sıkılır, can sıkılınca huy kotuleşir."
"Kalbin altı hasleti vardır: HayĂ‚tı ve olumu, sıhhati ve hastalığı, uyanıklığı ve uyuması. O, hidĂ‚yetle diri olur. DalĂ‚letle olur. Temizlik ve saflıkla sıhhat bulur. DunyĂ‚ya meyletmek ve kararmakla hastalanır. Zikirle uyanır, gafletle uyur. Bunlardan her birinin alĂ‚metleri vardır: Kalbin diriliğinin alĂ‚meti; iyiliğe rağbet, kotulukten el cekmek ve hayırlı amel işlemek. Olumu de bunların tersidir. Sıhhati, bunlarla sıhhat ve lezzet bulması, hastalığı da tersidir. Uyanıklığının alĂ‚meti duyması ve gormesidir. Uyuması da sağırlığı ve korluğudur."
"DunyĂ‚ rahatlığının peşinden koşmak, dunyĂ‚ ve Ă‚hirette sıkıntıya sebeb olur. DunyĂ‚yı terkedip Hakka yakın olmak, sevĂ‚bın rahatlığını getirir. Nefsinin arzularını terk eden, onların musîbetlerinden de kendisini korumuş olur."
"Secilmişlerin kalbleri temiz, ahlĂ‚kları guzeldir. Onlar insanların onderleridir. İnsanları hayırlı amellere dĂ‚vet eder, sultan ve devlet adamlarına emr-i mĂ‚rûf nehy-i anilmunker yaparak, yĂ‚ni Allahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarını bildirerek huzur ve Ă‚sĂ‚yişi sağlarlar. Secilmişler bozulduğu zaman yalancılar hĂ‚kim olur.
OYLEYSE ATMADIN
Ebû Bekr VerrĂ‚k şoyle anlatır: Hocam Muhammed bin Ali Tirmizî bir gun bana yazdığı eserlerden bĂ‚zılarını verdi. "Bunları gotur, Ceyhun Nehrine at!" dedi. Bunları alıp atmaya kıyamadım, goturup evime bıraktım. Huzûruna gelince; "Kitapları nehre attın mı? Ne gordun deyince; "Hicbir şey gormedim." dedim. "O halde atmadın." dedi. Kendi kendime dedim ki: "Şimdi bu husûsu merak ediyorum. Atarsam acaba ne olacak?" diyordum. Evime donup kitapları aldım, gonlum rĂ‚zı değildi ama nehrin kenarına varıp kitapları nehre attım. Bir de baktım ki nehrin suyu ikiye ayrıldı. Suyun dibinde ağzı acık bir sandık ortaya cıktı. Attığım kitaplar sandığın icine duştu. Sonra sandığın kapağı kapandı, nehrin yarılan suyu birleşti. Hocama gidip gorduğum hĂ‚diseyi aynen anlattım. "İşte şimdi atmışsın." dedi. Bu işin sırrını sordum. Buyurdu ki: "Tasavvuf ilmine dĂ‚ir yazdığım o kitapları benden kardeşim hazret-i Hızır istedi. O gorduğun sandığı onun emriyle bir balık getirdi. Su onu ulaştırır." dedi.
DİLE BİZDEN
KĂ‚be'yi ziyĂ‚ret icin giderken yolda yaşlı bir kadın; "Delikanlı sen kimsin?" diye sordu. "Garip bir adamım." deyince de; "Rabbinle berĂ‚berken, O'nun yolunda yururken, gurbetin verdiği sıkıntıdan şikĂ‚yet mi ediyorsun?" şeklinde sordu. Ebû Bekr VerrĂ‚k, yuruyecek tĂ‚katı kalmayıp dona kaldı. Orada ona mĂ‚nevî kapılar actılar. "Dile bizden dilediğini." dediler. O da; "YĂ‚ Rabbî! Sen bilirsin ki, peygamberlerin ve yaratılanların serveri olan Muhammed aleyhisselĂ‚mın başına her turlu dert ve belĂ‚ geldi. Halbuki sen hicbir kimseye hayırdan başka bir şey vermezsin. BelĂ‚ya katlanmaya tĂ‚katım kalmadı. Bulunduğum cĂ‚resizlikten beni kurtar." diye yalvardı.
__________________