Osmanlı Ă‚lim ve velîlerinin en meşhûrlarından. Buyuk devlet ve ilim adamı. Asıl ismi Ahmed Şemseddîn'dir. Dedesi KemĂ‚l Paşaya nisbetle "İbn-i KemĂ‚l" veya "KemĂ‚l PaşazĂ‚de" diye tanınmıştır.

Ahmed Şemseddîn 1468 (H.873) yılında Tokat'ta doğdu. BĂ‚zı kaynaklarda ise Edirne'de doğduğu rivĂ‚yet edilmektedir. Babası SuleymĂ‚n Celebi, devrinin tanınmış kumandanlarındandı. Amasya ve Tokat sancakbeyliklerinde bulunan SuleymĂ‚n Celebi 1530 yılında İstanbul'da vefĂ‚t etti. Annesi ise FĂ‚tih Sultan Mehmed devri Ă‚limlerinden İbn-i Kupeli'nin kızıdır. Ayrıca annesi buyuk Ă‚lim Yûsuf SinĂ‚nuddîn Efendi ile de akrabĂ‚dır.

Baba tarafından asker, anne tarafından ise ilim ile meşgûl olan bir Ă‚ileye mensup bulunan İbn-i KemĂ‚l, kucuk yaştan îtibĂ‚ren Ă‚ilesinin nezĂ‚retinde iyi bir tahsil ve terbiye gordu. Daha sonra baba mesleği olan askerlik yolunu secti. Altı-boluk sipahisi olarak Sultan İkinci BĂ‚yezîd Hanın seferlerine katıldı.

Ancak bu sırada karşılaştığı bir hĂ‚dise onun hayĂ‚tını, geleceğe yonelik plĂ‚nlarını tamamen değiştirerek baba mesleği olan askerliği bırakmasına ve ilmiye sınıfına gecmesine sebeb oldu. Kendisi bu olayı şoyle nakletmektedir:

Sultan İkinci BĂ‚yezîd Han ile bir sefere cıkmıştık. O zaman vezîr, Halîl Paşanın oğlu İbrĂ‚him Paşaydı. Şanlı, değerli bir vezirdi. Ahmed ibni Evrenos adında bir de kumandan vardı. Kumandanlardan hicbiri onun onune gecemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise, vezîrin ve bu kumandanın huzûrunda ayakta, esas vaziyette dururdum. Bir defĂ‚sında, eski elbiseler giyinmiş biri geldi. Bu, kumandanlardan da yuksek yere oturdu ve kimse ona mĂ‚ni olmadı. Buna hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine, kumandandan da yuksek yere oturan bu zĂ‚tın kim olduğunu sordum. "Filibe Medresesi muderrisi, Ă‚lim bir zattır. İsmi MollaLutfi'dir." dedi. "Ne kadar maaş alır." dedim. "Otuz dirhem." dedi. "MakĂ‚mı bu kadar yuksek olan bu kumandandan yukarı nasıl oturur?" dedim. "Âlimler, ilimlerinden dolayı tĂ‚zim ve takdîr olunur, hurmet gorurler. Geri bırakılırsa, bu kumandan ve vezîr buna rĂ‚zı olmazlar." dedi. Duşundum, "Ben bu kumandan derecesine cıkamam, ama calışır gayret edersem, şu Ă‚lim gibi olurum." dedim ve ilim tahsîl etmeye niyet ettim.

Nitekim İbn-i KemĂ‚l ordu ile Edirne'ye donunce bu duşuncesini tatbik mevkıine koydu. Askerlikten ayrılarak ilim tahsîline başladı. Bu sırada Molla Lutfi, Edirne'deki DĂ‚ru'l-hadîs'e tĂ‚yin edilmişti. İbn-i KemĂ‚l bir muddet onun derslerine devĂ‚m etti. Kendisinden Şerhu'l-Metali' ve haşiyelerini okudu. Arkadaşları arasında zekĂ‚sı, kavrayış kabiliyeti ve yeteneği ile temĂ‚yuz etti. Kısa surede ilimde yuksek makamlara kavuştu. Daha sonra Kestelli Muslihiddîn Mustafa Efendi, HatîbzĂ‚de Muhyiddîn Mehmed Efendi ve MuĂ‚rifzĂ‚de SinĂ‚nuddîn Yûsuf Efendilerden usûl ve tefsîr dersleri alarak tahsîlini tamamladı.

İlim adamlarına fevkalĂ‚de hurmet gosteren ve onları teşvik eden İkinci BĂ‚yezîd Han, İbn-i KemĂ‚l'in bilgi ve istidĂ‚d yonunden sĂ‚hib olduğu değerleri duyunca kendisini Edirne'de Taşlık Medresesine tĂ‚yin etti. Ayrıca İdris-i Bitlisî'nin Farsca yazdığı Heşt Behişt adlı Osmanlı tĂ‚rihine benzer Turkce bir Osmanlı TĂ‚rihi yazmasını istedi ve bu iş icin kendisine otuz bin akce ihsĂ‚n eyledi.

İbn-i KemĂ‚l 1511 yılında gunluk kırk akce ile Uskup'teki İshak Paşa Medresesine nakl edildi. Bir yıl kadar sonra Edirne'deki Halebiye Medresesine tĂ‚yin edildi. Bu sırada Osmanlı Devleti icerisinde şehzĂ‚deler kavgası kızışmıştı. Doğuda ŞĂ‚h İsmĂ‚il, Osmanlı Devletinin butunluğunu tehdîd ediyordu. Ahmed ibni KemĂ‚l hazretleri bu nĂ‚zik devrede devlet idĂ‚resi ve siyĂ‚set hakkında goruşlerini ortaya koyarak devlet adamlarının dikkatini cekti. Onun bu goruşleri şoyle ozetlenebilir:


1. Saltanat ve mevkı Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdiri ile olur. Allah vergisidir.

2. Ordunun gorevi memleketi korumak ve gerekirse olumlerin en guzeli ve en şereflisi olan gazĂ‚da olmektir. (Nitekim şiirinde de;

"Olumden kurtuluş yoktur cihĂ‚nda

O derdi cekmez olmaz ins-u canda

Kişinin omri cunkim Ă‚hir ola

Yeg olur kim gaz yolunda ole"

demek sûretiyle Allahu teĂ‚lĂ‚nın dînini yaymak icin carpışırken olmenin ehemmiyetini cok guzel anlatmaktadır.)

3. İdĂ‚reci guzel silĂ‚h kullanacak ve tedbir sĂ‚hibi olacaktır.

4. Duşmanı hor ve kucuk gormemeli ve plĂ‚nlı olmalıdır.

5. SiyĂ‚set yĂ‚ni idĂ‚re cok mukaddes bir vazîfedir. Herkes bunu yapamaz. BĂ‚zı kĂ‚biliyetler doğuştan veya irsî olarak verilmiştir.

6. Bir memlekette bir idĂ‚reci bulunmalı o da Ă‚dil, ihsĂ‚nı bol, affedici, buyuğune hurmetli ve saygılı olmalıdır.

7. İdĂ‚reci, adamı elde etmeyi bilmeli, tehlikeleri işĂ‚ret edip, onları ne yolla avlarsa avlayabilmelidir.

8. İdĂ‚reci kiminle harb ve kiminle sulh yapacağını iyi bilmelidir.

Ahmed ibni KemĂ‚l, İslĂ‚m dînini yaymak, duşmanın vatana el uzatmasına mĂ‚ni olmak ve adĂ‚leti ayakta tutabilmek icin devlet başkanının bu hasletlere sahib olmasını şart koşmaktadır. Ayrıca o dĂ‚imĂ‚ devlet politikasını, devlet-millet butunluğunu onde tutmakta ve bunu kimde goruyorsa onu desteklemektedir. Nitekim o, BĂ‚yezîd Hanın oğlu Selîm lehine tahttan ferĂ‚gatı uzerine diğer kardeşlere karşılık Selîm'i destekledi.

Yavuz Sultan Selîm Han 1512'de Osmanlı tahtına oturup ic işlerini yoluna koyduktan sonra, kıvılcımları Irak ve Horasan'a yayılmış olan şiĂ‚nın fitne ateşini sondurme plĂ‚nına koyuldu. Bunun icin de devrin ilim adamlarını yardıma cağırdı. İbn-i KemĂ‚l, İdrîs-i Bitlîsî, Zenbilli Ali CemĂ‚lî ve daha nice ilim adamları bu goreve koştular. DîvĂ‚nda harb icin tereddud edenler vardı. Mesele fazla oyalamaya gelmemeliydi. Bu durumda İbn-i KemĂ‚l şu fetvĂ‚yı verdi:

"Her turlu hamd ve senĂ‚, kudret ve kerem sĂ‚hibi yuce Allah'a olsun. SelĂ‚tu selĂ‚m da doğru yolu gosteren hazret-i Muhammed aleyhisselĂ‚ma ve O'na tĂ‚bi olanlara olsun.

Haberlerde geldiğine gore, aşırı şiĂ‚ya bağlı bir grup, Ehl-i sunnet vel-cemĂ‚at yolunda olan muslumanların memleketlerinin pekcoğunu işgĂ‚l ettiler. Oralarda kendi bĂ‚tıl yolları ile goruşlerini yaydılar. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Omer ve hazret-i OsmĂ‚n hakkında kufr, fenĂ‚ sozler soylediler. Bunların halîfeliklerini inkĂ‚r ettiler. İlim erbĂ‚bına ve ictihĂ‚d yapan muctehidlere hakĂ‚retler savurdular. Onların başında bulunan Şah İsmĂ‚il'in tĂ‚kib ettiği aşırı şiĂ‚ yolunu tutulacak en kolay ve doğru yol zannettiler. Onlara gore Şah dinde sınırsız bir yetkiye sahiptir. Onun dinde helĂ‚l kıldığı helĂ‚l, haram kıldığı haramdır. MeselĂ‚ Şah ickiyi helĂ‚l kılmıştır, oyle ise icki helĂ‚ldir... Netice olarak onların kotulukleri ve kufurleri sayılamayacak kadar coktur.

Buna gore bizim, onların kufur ve irtidĂ‚dlarında (İslĂ‚miyetten ayrıldıklarında) aslĂ‚ şuphemiz yoktur. Ulkeleri DĂ‚ru'l-harbdir. Erkekleri ve kadınları ile evlenmek cĂ‚iz değildir. Bunlar hakkında verilecek hukum, dinden donenler hakkında verilecek hukum ile aynıdır. Erkeklerden bu sapık yolu bırakıp musluman olanlar serbesttir. Kabul etmezlerse hakları kılıctır, oldurulurler. Savaşa gucu, kudreti olan muslumanların bu cihĂ‚da katılmaları farzdır."

Boylece butun muslumĂ‚nların dikkati cekildi ve gafletten uyanmaları gerektiği belirtildi. Ayrıca İbn-i KemĂ‚l, Şah İsmĂ‚il'in Ehl-i sunnetten olan Akkoyunlu, Gurganlı ve Dulkadirli devletlerinin ahĂ‚lisine yaptığı zulum ve mezĂ‚limi şiirleri ile yaydıktan sonra; "Ama Allah onun insanlara yaptığını yanına koymadı. Bu ejderhayı yutmaya bir asĂ‚ ve o firavunu nehre batıran bir MûsĂ‚ yarattı." diyerek Selîm Hanı ovdu, onun peşinden yurunmesini tavsiye etti.

Haberler ululardan naklolunur
Her Firavun'a bir MûsĂ‚ bulunur.

vecizesi bu goruşunu ifĂ‚de etmektedir.

İbn-i KemĂ‚l Paşanın bu verimli calışmaları ve ilminin derecesi Yavuz Sultan Selîm'in dikkatini cekti. Kendisini cok seven Yavuz, Caldıran seferinden donuşte onu Edirne kĂ‚dılığına getirdi. Cok gecmeden de Anadolu kĂ‚dıaskeri oldu.

Bu sırada Yavuz, Şah İsmĂ‚il'den sonra onların destekcisi olan Mısır Memlûklularına yoneldi. Sefere cıkarken cok sevdiği İbn-i KemĂ‚l hazretlerini de yanına aldı. 1516'dan 1519'a kadar uc yıl suren seferde onu yanından hic ayırmadı.

Mısır donuşu yolculuk sırasında bir ara İbn-i KemĂ‚l hazretlerinin atının ayağından sıcrayan camurlar, Yavuz Sultan Selîm Hanın kaftanını kirletmişti. PĂ‚dişĂ‚hın kaftanına camur sıcrayınca, İbn-i KemĂ‚l mahcûb olup, atını geriye cekerek ne yapacağını şaşırdı. Ancak Yavuz Sultan Selîm Han ona donerek:

"Uzulmeyiniz, Ă‚limlerin atının ayağından sıcrayan camur, bizim icin sustur, şereftir. Vasiyet ediyorum, bu camurlu kaftanım, ben vefĂ‚t ettikten sonra kabrimin uzerine ortulsun." dedi. Bu vasiyet, vefĂ‚tından sonra yerine getirildi. Bu hĂ‚diseyi hatırlatan o kaftan, şimdi de Yavuz Sultan Selîm Hanın kabri uzerinde, bir cĂ‚mekĂ‚n icinde, tĂ‚rihî bir hĂ‚tıra olarak durmaktadır.

Şam'a geldikleri sırada Yavuz Sultan Selîm'e, buyuk evliyĂ‚ Muhyiddîn Arabî'ye bir turbe yaptırılması icin fetvĂ‚ verdi. PĂ‚dişĂ‚h bu fetvĂ‚ uzerine Muhyiddîn Arabî hazretleri adına bir cĂ‚mi, turbe ve imĂ‚ret yaptırdı.

Mısır seferinden dondukten sonra Yavuz, bu değerli ilim adamının bĂ‚zı işlerle uğraşmasını hoş gormeyerek onu Edirne'deki DĂ‚ru'l-hadîs medresesine yeniden tĂ‚yin etti (1519). PĂ‚dişĂ‚hın gĂ‚yesi onun ilim adamı yetiştirmesini temin etmekti. Nitekim adam yetiştirmek ideĂ‚li Osmanlıda cok muhim olup şoyle soylene gelmiştir.

Mesacidu meabidi ko Âdem yap
KÂbe yapmakcadur Âdem yapmak
Taş ağac kaydı ne lĂ‚zım şĂ‚hım
Yaraşır şahlara Ă‚dem yapmak.

(Mescid ve mĂ‚bedleri bırak da insan yetiştir. Bir insan yetiştirmek KĂ‚be yapmak gibidir. Taş ve ağac duşuncesi ile oyalanmak şahlara yakışmaz. Onlara yakışan adam yetiştirmektir.)

Ancak kısa bir muddet sonra dostu ve pĂ‚dişĂ‚hı Sultan Selîm Hanın vefĂ‚tı, devrin yıkılmaz ve eşsiz ilim adamı İbn-i KemĂ‚l hazretlerini cok uzdu.

Yavuz Sultan Selîm'in vefĂ‚tından sonra İbn-i KemĂ‚l hazretleri bir muddet daha medresede talebe yetiştirmeye devĂ‚m etti. 1526'da ŞeyhulislĂ‚m Zenbilli Ali Efendinin vefĂ‚tı uzerine KĂ‚nûnî Sultan SuleymĂ‚n Han tarafından bu goreve getirildi. ŞeyhulislĂ‚mlık makĂ‚mına gelince işleri daha cok ağırlaştı. İlmi ile o kadar buyuk bir şohret kazanmıştı ki, zamĂ‚nındaki bircok Ă‚lim bĂ‚zı meselelerde ona başvururlardı. HattĂ‚ bir kısım ulemĂ‚, yazmış olduğu eserleri tashîh ve kontrol maksadıyla ona gonderirlerdi. On altıncı asrın ilk yarısında, Osmanlı kulturunun en buyuk mumessili olarak gorulmektedir. AhlĂ‚kı guzel, edebi mukemmel, zekĂ‚sı ve aklı kuvvetli, ifĂ‚desi acık ve vecîz olan KemĂ‚lpaşazĂ‚de, iki dunyĂ‚ faydalarını bilen ve bildiren, pek nĂ‚dir simĂ‚lardan biriydi. Cinnîlere de fetvĂ‚ verirdi. Bunun icin "Mufti-yus-sekaleyn" (İnsan ve cinlerin muftusu) adı ile meşhûr oldu. Buyuk bir Ă‚lim olduğu gibi, guclu bir tĂ‚rihci, değerli bir edîb, kuvvetli bir şĂ‚irdi. Tasavvufta da ileri derece sĂ‚hibiydi. Buyuk velîlerin teveccuhunu kazanmıştı. ŞeyhulislĂ‚mlık makĂ‚mında bulunduğu surede, dĂ‚hili ve hĂ‚rici, din ve mezheb duşmanlarına karşı ilmiyle ve yazdığı kitaplarıyla mucadele etti. İbn-i KemĂ‚l hazretleri Yavuz Sultan Selîm'i olduğu gibi KĂ‚nûnî SultanSuleymĂ‚n'ı da EshĂ‚b-ı kirĂ‚m duşmanı Safevîlere karşı mucadeleye teşvik etti. PĂ‚dişĂ‚hın ŞĂ‚h Tahmasb'a gonderdiği mektupları, bizzĂ‚t kaleme alan o idi.

Bir gun İranlı hıristiyan Ă‚lim Molla KĂ‚bız İstanbul'a gelerek ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚mın Muhammed aleyhisselĂ‚mdan daha ustun olduğunu yaymaya başladı. Bunun uzerine derhal tutuklanan Molla KĂ‚bız DîvĂ‚na (Osmanlılarda onemli devlet meselelerinin goruşulduğu yer) cıkarıldı. Molla KĂ‚bız inandığı fikirleri dîvĂ‚nda Rumeli kazaskeri FenĂ‚rizĂ‚de Muhyiddîn Celebi ile Anadolu kazaskeri KĂ‚dirî Celebi huzûrunda tekrarladı. Kazaskerler de hiddetlenerek onun katlini emrettiler. Ancak Molla KĂ‚bız fikirlerini acıklarken Kur'Ă‚n ve hadîsten misaller veriyor, belli bir fikir silsilesi icerisinde iddiasını delillendiriyordu. Bu durum karşısında vezîriĂ‚zam İbrĂ‚him Paşa devreye girerek Molla KĂ‚bız'ın ilmen susturulmasını istedi. Kazaskerler ise KĂ‚bız'ı iknĂ‚ edip inandığı fikirden donduremediler. Boylece Molla KĂ‚bız'ın karşısında ilmî bir ustunluk sağlanamadı. Bu sebeple dîvĂ‚n tatil edildi ve Molla KĂ‚bız serbest bırakıldı.

Ote yandan duruşmayı kafes arkasından tĂ‚kib eden KĂ‚nûnî Sultan SuleymĂ‚n sonuctan hic memnûn kalmadı. FevkalĂ‚de hiddetlenen sultan, vezîriĂ‚zam İbrĂ‚him Paşayı cağırarak; "Bir mulhidin dîvĂ‚na gelerek hazret-i ÎsĂ‚'nın, hazret-i Peygamberden ustun olduğunu beyĂ‚n ettiğini, neden cevabının verilemeyip hakkından gelinemediğini sordu. VezîriĂ‚zam ise kazaskerlerin KĂ‚bız'ın iddialarını ilmen curutemedikleri icin sonucun boyle olduğunu bildirdi. Bunun uzerine pĂ‚dişĂ‚h muftu ile İstanbul kĂ‚dısının hazır bulunacağı dîvĂ‚nda dĂ‚vĂ‚ya yeniden bakılmasını istedi.

O zaman muftu, yĂ‚ni şeyhulislĂ‚m mevkıinde bulunan İbn-i KemĂ‚l hazretleri ertesi gun dîvĂ‚na dĂ‚vet edildi. Molla KĂ‚bız iddiĂ‚larını soyleyince, İbn-i KemĂ‚l bunları Ă‚yet ve hadîslere dayanarak curuttu. KĂ‚bız hicbir şey soyleyemedi. Bunun uzerine kendisine, iddialarının yanlış olduğu ortaya cıktığına gore bu inancından vazgecmesi teklif edildi. İddiĂ‚sında ısrar edince katline hukmedilerek îdĂ‚m edildi.

İbn-i KemĂ‚l hazretleri durmadan geceli gunduzlu devlet-i ebed muddet icin calıştı. Din icin, devlet icin, halk icin gayret etti. Eşsiz ve sayısız ilmî eserler verdi. NihĂ‚yet 16 Nisan 1534 (H.2 Şevval 940)'te kendi deyimi ile son sefer olan Ă‚hiret yolculuğuna cıktı.

Cumle halk ehl-i sefer Âlem musÂfirhÂnedir.
Bir mukîm Ă‚dem bulunmaz hayme-i eflĂ‚kde.

CenĂ‚zesi FĂ‚tih CĂ‚miinde buyuk bir kalabalık tarafından kılınıp Edirnekapı dışındaki Mehmed Celebi zĂ‚viyesine defnedildi. Mezarına "HazĂ‚ makam-ı Ahmed=İşte bu Ahmed'in makĂ‚mıdır!" yazıldığı gibi, kefenine de "Hiye Ă‚hiru'l-libĂ‚s= İşte bu son elbisedir" ibaresi yazıldı.

VefĂ‚t edeceği sırada soylediği; "YĂ‚ Ehad, neccinĂ‚ mimma nehĂ‚f=Ey bir olan Allah'ım! Bizi korktuğumuzdan kurtar!" sozlerinin ebced hesabına gore olum tĂ‚rihini gosterdiği sonradan anlaşılmıştır.

Ahmed İbn-i Kemal hazretlerinin herkese oğut ve nasîhat niteliğinde darb-ı mesel hĂ‚lini almış kıt'a ve beyitleri vardır.

"Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Arş'a cıksan, Ă‚kıbet yer yer seni.

Her ki gayrın yolunda kazdı kuyu,
Kendi duştu kuyuya yuzu koyu."

"Hemişe cok yanılır soyleyen cok
Ki soyler bulduğun dilde kemik yok."

"Kıl iyilik suya at, bile balık
Balık bilmezse bilir anı Halık."

"Ululuk kişiye Hak'tan atadur,
Kucuk gormek uluları hatĂ‚dur."

"Sakla kurt enciğin derin oysun,
Besle kargayı gozlerin oysun."

"Kişinun kadri eldeyken bilinmez,
Yerinde gevhere rağbet kılınmaz."

"Kuru yaş ile Ă‚dem baş olmaz,
Kişiden iş sorulur yaş sorulmaz."

bunlardan bazılarıdır.

Duyup savt-i ilĂ‚hîden sehergĂ‚h
SadĂ‚-yı Ă‚yet-i tûlû ilĂ‚llah
Uyup bilmezleriyle nefs-i şĂ‚ma
HatĂ‚lar itmişuz estagfirullah

dortluğu ise tovbe husûsunda soylenmiştir.

BİZ SIRAMIZI SAVDIK

Yavuz Sultan Selîm Han Mısır'ı tamĂ‚miyle Osmanlı mulku yaptıktan sonra, bir muddet daha idĂ‚rî teşkilĂ‚tı yerleştirmek uzere, burada kaldı. Bu sırada devlet adamları ve askerler asıl vatanları Anadolu'ya, diyĂ‚r-ı Rum'a hasret kalıp donmeyi arzu etmişlerdi. Fakat bu arzularını PĂ‚dişĂ‚ha soyleyememişlerdi. İleri gelenlerden bĂ‚zıları, İbn-i KemĂ‚l Paşaya durumu anlattılar. Cunku Yavuz Sultan Selîm Han onu cok severdi. Ona dediler ki: "Ne zamĂ‚na kadar bu diyĂ‚r-ı gurbette hasret cekeceğiz? Bu durumu PĂ‚dişĂ‚h hazretlerine bir arz edip, gitmeye meylettiremez misiniz?"

Bir gun Ahmed ibni KemĂ‚l, Yavuz Sultan Selîm Han ile gezintiye cıktılar. Konuşmalar arasında PĂ‚dişĂ‚h; "Ortalıkta ne sozler var, durum nasıl?" diye sordu. KemĂ‚l PaşazĂ‚de bu soruyu fırsat bilip derhal konuyu ele aldı ve dedi ki: "PĂ‚dişĂ‚hım! Yolda gelirken askerlerin Nil'de davarlarını suluyorlardı. O askerlerden birinin şu turkuyu soylediğini duydum.

"Nemuz kaldı bizum mulk-i Arab'da,
Nice bir dururuz ŞĂ‚m u Haleb'de,
Cihan halkı kamu ayş u tarabda,
Gel ahî gidelum Rûm illerine."

(Nemiz kaldı bizim bu Arab diyarında, Şam'da ve Haleb'de nicin dururuz? Cihan halkı hep şenlik icinde yaşamakta, gel kardeş, Rum diyarına, Anadolu'ya gidelim.)

Bu şiir, Yavuz Sultan Selîm Hanın cok hoşuna gidip; "Bundan sonra burada durmamızı gerektiren işler de kalmadı, doneriz." diyerek, İstanbul'a doneceğini bildirdi. Bundan bir gun sonra, Yavuz Sultan Selîm Hana KĂ‚be'nin anahtarı ve diğer mukaddes emĂ‚netler teslim edildi ve İstanbul'a donmek icin ordusuyla yola cıktı.

Yolculukta bir sohbet sırasında soz Ahmed ibni KemĂ‚l hazretlerinin hocası Molla Lutfi'den ve onun oldurulme sebebinden acılmıştı. Yavuz Sultan Selîm Han, ona:

"Tokatlı Molla Lutfi hocanız imiş. İlmi, irfĂ‚nı yuksek, değerli, dort başı mĂ‚mur bir ilim adamı iken katline sebeb ne oldu." diye sordu. KemĂ‚l PaşazĂ‚de:

"Hocam hased-i akrĂ‚n belĂ‚sına uğradı. Tam bir Ă‚lim, kĂ‚mil, muteheccid (gece uyanıp namaz kılan), sĂ‚lih, dindĂ‚r bir kişi iken, duşmanı coğalıp hased ettiler ve katline sebeb oldular." dedi. Bu habere fevkalĂ‚de uzulen Sultan:

"Molla Lutfi ilminin ve vakarının yanında şaka yapmayı cok seven biri imiş. BĂ‚zan oyle şakalar yaparmış ki, işitenler şaka değil, gercek zannederlermiş. Siz de ustadınız gibi oyle şakalar yapmaz mısınız ki gercek zannedilsin?" deyince, İbn-i KemĂ‚l hazretleri hemen şu cevabı verdi:

"Biz gecen gun sıramızı savdık. Şimdi sıra PĂ‚dişĂ‚hımız hazretlerindedir." Bu soz uzerine bir muddet duşunen Yavuz Sultan Selîm:

"Yoksa o gecenki gun yeniceriler ağzından soylenen kıt'a da oyle bir şaka mıydı? Yeniceriler ağzından soylenen o sozler sizin sozunuz muydu?" diye sorunca da İbn-i KemĂ‚l:

"Evet, doğrusu PĂ‚dişĂ‚hımızın buyurdukları gibidir." dedi. O espiriyi cok beğenen PĂ‚dişĂ‚h, İbn-i KemĂ‚l hazretlerine ihsĂ‚nlarda bulundu.
__________________