CelĂ‚leddîn-i Hindî
(Kutb-i RabbĂ‚nî, Kebîr-ul-EvliyĂ‚)
Hindistan'ın buyuk velîlerinden. İsmi, Muhammed olup babasınınki Mahmûd'dur. Aslen KĂ‚zrûn şehrinden olduğu icin, KĂ‚zrûnî, Hindistan'da PĂ‚ni-put şehrinde yerleştiği icin PĂ‚ni-putî, hazret-i OsmĂ‚n soyundan olduğu icin OsmĂ‚nî nisbet edildi. CelĂ‚leddîn, Kebîr-ul-evliyĂ‚, Kutb-i RabbĂ‚nî lakabları verildi.Hindistan'da CelĂ‚l PĂ‚ni-putî diye tanındı. Yuz yaşından fazla omur surdu ve 1363 (H.765) yılında vefĂ‚t edip, PĂ‚ni-put şehrinde defnedildi. Mezarının ustune buyuk bir turbe yapıldı.
Kucuk yaşta babası vefĂ‚t etti. Amcasının terbiyesinde yetişti. Temel din bilgileri ile Ă‚let, yardımcı ilimleri oğrendi. Asrın buyuklerinden yuksek din bilgilerini tahsîl etti.
Nice buyuk kimseler, CelĂ‚leddîn hazretlerinin buyukluğunu daha kucuk yaşta anlayarak, yetişmesine yardımcı olmak icin zaman zaman ziyĂ‚retine giderlerdi. Bunlardan biri de Kutb-i ebdĂ‚l Şeyh Şerefuddîn Ebû Ali Kalender idi. Kutb-i RabbĂ‚nî CelĂ‚leddîn PĂ‚ni-putî'yi cocuk iken de cok sever, her gun ziyĂ‚retine gider, ona teveccuh ederdi. Eğer evde bulamazsa, gittiği yeri oğrenir ve oraya varırdı. Yine bir gun onun ziyĂ‚retine gitti. Bağa gittiğini soylediler. O da atına binip bağa vardı. Onun geldiğini goren Şeyh CelĂ‚leddîn, bir kap icinde bir mikdĂ‚r yem getirdi. Ebû Ali Kalender; "EvlĂ‚dım, bu nedir?" diye sordu. CelĂ‚leddîn de; "Atınız icin yem getirdim." dedi."Oyleyse, once ata bir sor, bakalım ac mı, tok mu?" buyurunca, ata dondu. Daha birşey sormadan at konuşmaya başlayıp; "Tokum, efendim yem yedirdikten sonra sırtıma bindi." dedi. Cocuk yaştaki CelĂ‚leddîn, bu hĂ‚le cok hayret etti. Kap elinde kaldı. Kutb-i ebdĂ‚l Ebû Ali Kalender; "Ey evlĂ‚d! Kapta getirdiğiniz hediyeyi, biz de size bağışladık ve Allahu teĂ‚lĂ‚dan, bu kaptaki tĂ‚neler kadar sana evlĂ‚t vermesini diledik." buyurdu. Gercekten de CelĂ‚leddîn hazretlerinin sayılamayacak kadar cocukları, torunları oldu.
Şerefuddîn Ebû Ali Kalender hazretlerinin terbiyesine verildi. Yıllarca ilim oğrendi ve riyĂ‚zetler cekti. Collerde, sahrĂ‚larda dolaşıp nefsini terbiye etti. Collere duşmesine, Ebû Ali Kalender hazretlerinin bir sozu vesîle oldu. Birgun Şerefuddîn Ebû Ali Kalender bir yolun kenarında oturuyordu. Kutb-i RabbĂ‚nî de guzel bir atın ustunde uzaktan geldi. Ebû Ali Kalender hazretleri, atlı yanına yaklaşınca; "Ne guzel at, ne guzel binici!" buyurdu. Bu sozu duyan CelĂ‚leddîn birden değişip, bambaşka bir hĂ‚le geldi. Hocasının onune varıp attan duştu. Yakasını yırtıp elbisesini parcaladı. Kalkıp yola revĂ‚n oldu. Senelerce collerde, ıssız yerlerde dolaştı. Pek cok Ă‚lim ve velî ile sohbet etti. Herbirinden ceşitli nîmetlere kavuştu. Yine de aradığını bulamayıp memleketine doğru yola cıktı. Herkes aradığını onda buluyor, fakat o, aradığını kimsede bulamıyordu. Bir kervandaki dervişlerle birlikte memleketine doğru giderken, Hansî şehrine geldiler.
ZamĂ‚nın buyuklerinden SultĂ‚n-ul-meşĂ‚yıh Şeyh CemĂ‚l Hansevî'ye ruyĂ‚sında CelĂ‚leddîn'i karşılamak icin emir verilip; "Şeyh CelĂ‚l Kebîr-ul-EvliyĂ‚ PĂ‚ni-putî geliyor, ona hizmet etmekte acele et. Senin silsilenin devĂ‚mı, onun senin hakkındaki hayırlı duĂ‚larına bağlıdır." denildi. Daha kervan şehre girmeden, gelenleri karşılamaya cıktı. Hizmetcisine de tĂ‚rif edip; "Şoyle şoyle dervişler goreceksin, Onların hepsini al gel!" diyerek gonderdi. Dervişler, eşyĂ‚larını taşıttıkları CelĂ‚leddîn-i Hindî'yi eşyĂ‚ların başında bırakıp geldiler. CemĂ‚l Hansevî, onları gorunce; "İcinizden kimse ayrıldı mı?" diye sorup, CelĂ‚leddîn'in kaldığını oğrendi. Gidip onu da evine dĂ‚vet etti. Hepsine cok izzet ve ikrĂ‚mda bulundu. Dervişleri gonderdikten sonra, Kutb-i RabbĂ‚nî CelĂ‚leddîn PĂ‚ni-putî hazretlerinden duĂ‚ istedi. Aczini ortaya koyup, onun duĂ‚sına cok ihtiyĂ‚cı olduğunu soyledi. Cok ısrĂ‚r etti. Hazret-i Kutb-i RabbĂ‚nî, CemĂ‚l Hansevî'ye duĂ‚ edip, FĂ‚tiha okudu. Onun bu duĂ‚sı bereketiyle, CemĂ‚l Hansevî hazretlerinin silsilesi, oğlu Nûreddîn vĂ‚sıtasıyla devĂ‚m etti.Kutb-i RabbĂ‚nî, derviş arkadaşlarının yanına dondu. Dervişler, onun buyukluğunu anlayıp, cok edeb gosterdiler. EşyĂ‚ları alıp kendileri taşımak istediler. Ancak CelĂ‚leddîn-i Hindî rĂ‚zı olmadı. Zorla eşyĂ‚ları yuklendi. Yola koyuldular. Onlardan onde yuruyen CelĂ‚leddîn Hindî'nin eşyĂ‚ları taşımasına hayret edip baktıklarında, eşyĂ‚ların, başının ustunde asılı olduğunu ve devamlı onu tĂ‚kib ettiğini gorduler. Ona olan bağlılıkları daha da kuvvetlenip, eşyĂ‚ları alarak ozur dilediler. Affedilmelerini istediler. Hazret-i Kutb-i RabbĂ‚nî; "Ey azîzler, bize sizden hicbir sıkıntı gelmedi. Belki sizin sohbetinizde, aranızda mahfûz kaldım. Bir kusûr olmuşsa bile, affedilmiştir." buyurdu.
Bu arada Şeyh CemĂ‚l, henuz oradan fazla uzaklaşmıyan kĂ‚fileye tekrar adamlar gonderip, evine dĂ‚vet etti. Donmek istemediyse de, cok yalvardılar. Birkac gun daha onda misĂ‚fir kaldılar. O gunler, hazretin muhabbetinin coştuğu ve sarhoş olduğu zamanlar idi. Vatanına donmek istemiyordu. Şeyh CemĂ‚l, nasîhatler edip rĂ‚zı etti. "BĂ‚bĂ‚, sen Allah'ın sevgilisisin. İnsanların olgunlaşmasını sana verdi. Senin boyle hayrĂ‚n durman uygun değildir. Memleketinize gidip oturmanız iyi olur. Bu gunlerde oraya bir kemĂ‚l sĂ‚hibi gelecek. Sizin futûhĂ‚tınız onun elinde olacaktır. Onun hizmetinde murĂ‚dınıza kavuşacaksınız. Bana da izin olsa, ben de gelir feyzlenirdim. Bugun hangi yoldan olursa, PĂ‚ni-put'e gidiniz!" dedi. O, SultĂ‚n-ul-evliyĂ‚ Kutb-i Ă‚lem CemĂ‚l Hansevî'nin ısrĂ‚rına dayanamayıp memleketine dondu. O kemĂ‚l sĂ‚hibi bir kimse olarak bildirilen zĂ‚t, Şems-ul-evliyĂ‚ HĂ‚ce Şemsuddîn Turk PĂ‚ni-putî'den başkası değildi. Sonunda o mubĂ‚rek zĂ‚tın sohbetine kavuşmakla şereflendi.
Bir rivĂ‚yete gore ise; bir gun CelĂ‚leddîn-i Hindî, Kutb-i ebdĂ‚l Şeyh Şerefuddîn Ebû Ali Kalender'e, kendini yetiştirmesi icin cok yalvardı. Kutb-i ebdĂ‚l; "Ey azîz oğlum! Senin kalbinin acılması, başkasının eliyle olur. O da bugun yarın bu şehre gelir." dedi. Bekledi. Birkac gun sonra vilĂ‚yet sĂ‚hibi, hidĂ‚yet semĂ‚sının guneşi Şems-ul-evliyĂ‚ HĂ‚ce Şemseddîn Turk, ustĂ‚dının izni ile PĂ‚ni-put'i teşrif etti. O beldeyi vilĂ‚yet nûrları ile aydınlattı. CelĂ‚leddîn-i Hindî, ilĂ‚hî bir ilhĂ‚mla onun huzûruna gitti. Talebeliğe kabûl edildi. Cetin riyĂ‚zet ve mucĂ‚hedeler cekti, hilĂ‚fetle şereflendi, yuksek derecelere kavuştu. Hocasından hic ayrılmak istemedi. HĂ‚ce Şemseddîn buyurdu ki: "Sen benim oğlumsun. Allahu teĂ‚lĂ‚dan, benden sonra benim yerime senin oturmanı istedim. Senin rehberliğin ile cok insanlar maksadlarına kavuşurlar. Yalnız Resûlullah'ın sunnetini, yĂ‚ni evlenmeyi yerine getirmek, iki dunyĂ‚ saĂ‚detlerindendir. TĂ‚ ki, yarın Resûlullah efendimize karşı mahcûb olmayasın." Kutb-i RabbĂ‚nî; "Buyurduklarınız doğrudur. Tekrar ozur dilemem yakışık almaz. Ancak cocuklarımın, kıyĂ‚mette beni mahcûb edecek ameller işlemesinden korkuyorum." diye arz etti. Şems-ul-evliyĂ‚; "Buna uzulme! Allahu teĂ‚lĂ‚nın emri ile sana soz veriyorum ki, iyileri sana, kotuleri bana Ă‚ittir. Onların cevĂ‚bını yarın ben vereceğim. DunyĂ‚da da kimin bir muşkili olursa, gelsin, bana hatırlatsın, ona yardım ederim. Sana bu işte cok yuklenmemin sebebi bunu ben Levh-i mahfûzda gormemdir. Senden cok sayıda evlĂ‚d dunyĂ‚ya gelecek. Bu hususta bir şuphen varsa, gel, başını kaftanımın altına sok ve gor." buyurdu. Emre uyup, başını kaftanın altına sokunca, Levh-i mahfûzu gordu. Orada evlĂ‚dı gercekten sayılamıyacak kadar coktu. Onları silmek icin elini uzattı. Birden gormesi durdu. Şems-ul-evliyĂ‚, o anda elini tuttu ve; "Ey azîz oğlum, Allahu teĂ‚lĂ‚nın irĂ‚desine karışma. O kudret ve kudsiyet sĂ‚hibi, senin amel defterine evlĂ‚d yazınca, sen onu silemezsin." buyurdu. Kutb-i RabbĂ‚nî, hocasının ayaklarına kapandı. İstigfĂ‚r etti ve; "Emir, hazret-i pîrin emridir. Onun rızĂ‚sı nasıl ve nerede ise, bu kul onu kendi icin saĂ‚det bilir." dedi ve evlenmeye rĂ‚zı oldu. LĂ‚kin bir şart koştu. "Sağır, kor, topal ve benzeri kadın olursa, benim nikĂ‚hıma onu verin." dedi. Araştırmalardan sonra, KirnĂ‚l şeyhzĂ‚delerinde onun aradığı gibi temiz, afîf, zĂ‚hide ve benzeri ustun vasıflarda bir kız bulundu. Şems-ul-evliyĂ‚, Kutb-i ebdĂ‚l, akrabĂ‚lar, ileri gelenler, Kutb-i RabbĂ‚nî ile birlikte KirnĂ‚l'e gittiler, duğun yapıp, PĂ‚ni-put'e donduler. Kutb-i RabbĂ‚nî'nin hanımına ilk sozu; "Ey hanım, bana bak, kalk bana abdest suyu getir." oldu. Hanım hemen yuzunu acıp, kalktı ve abdest suyu getirdi. Abdest aldırdı ve emir gereği kendisi de abdest aldı. Sonra o hazret, ağzının temiz suyunu o afîfenin ağzına surdu, Kur'Ă‚n-ı kerîmi onune koydu ve "Oku!" buyurdu. Hemen okudu. Bu hanım, mucĂ‚hede ve riyĂ‚zetle meşgûl oldu. Nefsinin istediklerini yerine getirmeyip, istemediklerini yapmayı Ă‚det edindi. Neticede, bu hanımdan, beş oğlu ve iki kızı dunyĂ‚ya geldi.
RabbĂ‚nî ilhĂ‚mla, Şems-ul-evliyĂ‚ HĂ‚ce Şemseddîn Turk'un sohbet ve hizmetini secen, onun teveccuhu ile kısa zamanda kemĂ‚l mertebelerine ulaşan ve kutb-ul-aktĂ‚b olan Kutb-i RabbĂ‚nî, dunyĂ‚ya hidĂ‚yet sunup, insanları yakınlık mertebelerine kavuşturdu. UstĂ‚dı Şems-ul-evliyĂ‚ HĂ‚ce Şemseddîn Turk PĂ‚ni-putî, Şeyh CelĂ‚leddîn Kebîr-ul-EvliyĂ‚ya icĂ‚zet verip, kendi yerine tĂ‚yin etti. İcĂ‚zetnĂ‚mesinde, talebelerine onun hizmetinde bulunmalarını, duĂ‚larına kavuşmak icin cırpınmalarını bildirdi. Hocası, icĂ‚zetnĂ‚mede onun silsilesini şoyle acıkladı: "Resûlullah efendimiz, hazret-i Ali, Hasan-ı Basrî, AbdulvĂ‚hid bin Zeyd, Fudayl bin İyĂ‚d, İbrĂ‚him-i Edhem, Huzeyfe-i Mer'aşî, Hubeyret-il-Basrî, MimşĂ‚d-i Dîneverî, Kutbuddîn Ebû İshĂ‚k ŞĂ‚mî, Ebû Ahmed Ceştî, Ebû Muhammed, NĂ‚sıreddîn Ebû Yûsuf, HĂ‚ce Mevdûd, HĂ‚cı Şerîf ZendĂ‚nî, Osman HĂ‚rûnî, Mu'înuddîn-i Ceştî, Kutbuddîn BahtiyĂ‚r KĂ‚kî, Ferîduddîn Mes'ûd Şeker Genc, AlĂ‚eddîn Ali Ahmed SĂ‚bir KalyĂ‚rî, o da fakîre hilĂ‚fet vermiştir. Ben de, hırka, asĂ‚, makas ve kĂ‚seyi, maddî ve mĂ‚nevî irşĂ‚dlarımla, halîfem Muhammed bin Mahmûd bin YĂ‚kûb'a verdim. Ona, Ceştî isimlerinden olan CelĂ‚leddîn ile hitĂ‚b ettim. Onu şu anda makĂ‚mına oturttum. Bundan sonra kimseyi bu gorevle vazîfelendirmem. Bendeki her vazîfeyi ona teslim eyledim. Ona icĂ‚zet verdim ve hepinizi ona ısmarladım." buyuran yuksek hocası Şemseddîn Turk PĂ‚ni-putî, talebelerini de, kimsenin erişemeyeceği ustun derecelere yukselmiş olan talebesi CelĂ‚leddîn PĂ‚ni-putî'ye teslim etti. Onun ustunluğunu, zamĂ‚nın buyukleri îtirĂ‚zsız kabûl ederlerdi. Kutb-i RabbĂ‚nî CelĂ‚leddîn hazretlerinin hizmetlerine koşarlar, pekcok nîmetlere kavuşurlardı. DuĂ‚sı kabûl olunanlardandı. Her sozu soylemez, dilinden cıkan bircok şey, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle arzusuna uygun vĂ‚ki olurdu.
Dayanılmayacak riyĂ‚zet ve mucĂ‚hedelerin ve hocasına yaptığı hizmetlerin sonunda kalbden kalbe gelen halîfeliğe ve İsm-i Ă‚zama kavuştu. DunyĂ‚lığı da cok gorunurdu. Mutfağında her gun ceşit ceşit yemek hazırlanır, yemek sofrasında bin kişi hĂ‚zır bulunurdu. Binden aşağı duşse; hizmetciler, emre uyarak sokak ve carşılardan eksik olan kadar adam getirirlerdi. Canı ava cıkmak istese, ava giderdi. BĂ‚zan on beş, bĂ‚zan bir ay avda kalır; orada da o mikdar yemek gĂ‚ibden mevcûd olur, o kadar insan da sofrada hazır bulunur ve yemek yerdi. Butun bu hallerine rağmen, evinde fakirlik hĂ‚kim olup, bir gunluk yiyecek bulunmazdı. Bu hĂ‚li bilenler; "Aman yĂ‚ Rabbî, bu ne ev, bu ne ikrĂ‚m, bu ne buyuk bir tasarruftur." derlerdi.
Tayy-i zaman ve tayy-i mekĂ‚n sĂ‚hibi olup zaman ve mekan elinde durulur, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle, kendisine uzaklar yakın olur, zaman uzar ve kısalırdı. Cok zaman, CumĂ‚ namazlarını KĂ‚be-i şerîfte kıldığı halk arasında meşhûrdu.
Bir gun Kutb-i RabbĂ‚nî hazretleri oturuyordu. Bu sırada ihtiyar bir kadın, elinde boş bir ibrikle, guc belĂ‚ su taşımaya gidiyordu. Kutb-i RabbĂ‚nî kıymetli bakışlarını ona cevirdi ve hĂ‚line acıdı; "Anacığım, sana yetecek kadar suyu taşıyacak kimsen yok mu?" buyurdu. "Efendim, bir kimsem olsaydı, yĂ‚hut ucretle su taşıtacak kadar param olsaydı, bu sıkıntıyı hic ceker miydim?" dedi. Kutb-i RabbĂ‚nî, hemen kalktı, ibriği elinden aldı, kuyunun başına gidip, doldurdu. Omuzuna alıp, kadının evine goturdu ve; "YĂ‚ Rabbî, bu suya bereket ihsĂ‚n et!" diye duĂ‚ etti. O gunden sonra, ihtiyar kadın bu sudan ne kadar harcadıysa, hic eksilmedi ve hayĂ‚tı boyunca su taşımak zahmetinden kurtuldu.
Bir zaman doğu tarafına sefere cıkmıştı. Bir gun bir yere geldi. Gordu ki, o koyun halkı, mallarını toplamış, kacmak uzereler. Halkın ne icin kactığını sordu. Onlardan biri; "Sultan cok vergi istiyor. Biz de veremiyoruz. Başka cĂ‚remiz kalmadı. Koyu terk edeceğiz." deyince; "Reisinizi bana cağırın." buyurdu. Gidip reisi cağırdılar. Reis geldi. "Ey reis, eğer şu kadar altın bulunur, sultĂ‚nın istediğini verdikten sonra, sizin icin de bir miktĂ‚r kalırsa burada kalır mısınız?" buyurdu. Reisleri; "Bu iş, bizim icin imkĂ‚nsız, lĂ‚kinAllah dostlarının teveccuhuyle cok kolaydır." dedi. Bunun uzerine Kutb-i RabbĂ‚nî; "Once koyu bana sat, benim olsun, sen rahat et." buyurdu. O bunu canına minnet bilip kabûl etti. Sonra; "Koyunuzde ne kadar Ă‚let varsa, toplayın." buyurdu. Hemen toplandı. "Bunların hepsini, icine tezek konmuş tandıra atın ve tandırı yakın." buyurdu. Oyle yaptılar. "Şimdi gidin, sabahleyin gelin bunları alın." buyurdu. Kendisi uyudu. Gecenin yarısı gecince ve insanlar uykuya dalınca, oradan kalktı ve memleketine dondu. Sabah olunca, koyluler tandırın yanına geldiler. Atılan her Ă‚leti, saf altın olarak buldular ve bozdurarak vergi borclarını odeyip rĂ‚hata kavuştular. Oyle ki, cocukları bile zengin olup, o gunden sonra sıkıntı cekmedi.
Bir gun dağ başında bir yere gitti. Bir cûkî, (hind fakîri) gordu. Oturmuş, gozu kapalı duruyordu. Onune vardı. Cûkî gozunu actı. Baktı ki, karşısında bir fakir durur. Cebinden bir taş parcası cıkarıp ona uzattı ve; "Buna fĂ‚ris derler. Hangi demire sursen, onu altın yapar." dedi. Hazret onu aldı ve yanlarındaki pınarın havuzuna attı. Cûkî bu hĂ‚li gorunce, şaşakaldı. Kalktı ve hazreti hırpaladı, ağır lĂ‚flar soylemeye başladı ve: "Ağam, bu taş parcasını binlerce gayret ve mihnetle buldum. Yazık ki, kıymetini bilmedin. Ben acıdım da, onu sana verdim. Fakirlikten, darlıktan kurtulmanı istedim. Şimdi senin kurtuluşun, ne yapıp yapıp o taşı bulup bana vermendedir. Senin işine yaramadı ise, nicin bana iĂ‚de etmedin?" dedi. Hazret; "Ey cûkî! MĂ‚demki o taşı sen bana bağışladın, o benim malım oldu. Ne istersem yaparım." buyurdu. Cûkî; "Doğru soylersin, ama gozumun onunden gitseydin, istediğin gibi yapardın. Sen tutup benim yanımda suya attın, beni cok kızdırdın. Sen taşımı vermezsen, yakanı bırakmam." dedi. Adamın istediği olmazsa, rahat edemeyeceğini anlayıp: "Ey kıt duşunceli! O pınara git ve taş parcanı al! Ancak şu şartla ki, orada o cinsten bircok taş gorebilirsin. Seninkinden başkasına tama' edip, el uzatmayacaksın." buyurdu. Cûkî kabûl etti. Pınara geldi. Orada milyonlarca fĂ‚ris taşının olduğunu gordu. En ust taraflarında onun taş parcası duruyordu. Hayran ve şaşkınlığından ne yapacağını şaşırdı. Kendi taşını aldı. Kendi taşına kanĂ‚at etmeyip, bir taş daha aldı. İkinci aldığını gizlemek istedi. Kutb-i RabbĂ‚nî kalb nûru ile onun hĂ‚lini anladı ve; "Ey taş yurekli, kor kalpli (basîretsiz)! Sana oyle yapmayacaksın demedim mi? Sozunde durmadın." buyurdu. Cûkî pişmĂ‚n oldu. Hemen gelip taşların ikisini de hazret-i Kutb'un onune koydu ve yuzunu Kutb-i RabbĂ‚nî'nin mubĂ‚rek ellerine surdu ve; "Ey hazret! Seni bu ihtiyĂ‚csız hĂ‚le getiren ilim ve mĂ‚rifetten bana da bir parca ver ve teveccuh eyle." dedi. Kalp gozu ile, cûkînin saĂ‚det vaktinin geldiğini anladı. Once ona İslĂ‚mı anlattı. O da sıdk ve ihlĂ‚sla Kelime-i tayyibeyi soyledi ve musluman oldu. Sonra hazret-i Kutb'un talebesi olmakla şereflendi, hizmetinde ve sohbetinde bulundu. MucĂ‚hede edip, nefsine karşı gelerek kısa zamanda kĂ‚mil bir velî oldu.
Kutb-i RabbĂ‚nî CelĂ‚leddîn PĂ‚ni-putî hazretlerinin, ilk evlendiği hanımından beş oğlu iki kızı olmuştu. Oğulları; HĂ‚ce AbdulkĂ‚dir, HĂ‚ce İbrĂ‚him, HĂ‚ce Şiblî, HĂ‚ce Kerîmuddîn, HĂ‚ce AbdulvĂ‚hid idi. Temiz, afîf ve zĂ‚hide iki kızları KirnĂ‚l şehzĂ‚deleriyle evlendi. On ikinci torunu, SenĂ‚ullah-i PĂ‚ni-putî, pek kıymetli Tefsîr-i MazhĂ‚rî kitabının yazarıdır.
Kutb-i RabbĂ‚nî CelĂ‚leddîn PĂ‚ni-putî hazretleri pekcok talebe yetiştirdi. Kırk kĂ‚mil halîfesi vardı. Torunlarından Siyer-ul-AktĂ‚b kitabının yazarı HidĂ‚ye bin Abdurrahîm yuksek dedesini oven-bircok şey yazdıktan sonra, şu kıt'ayı ilĂ‚ve eder:
"Bu ne soz, bu ne dil, bu ne bilgidir,
Diyen de, demeyen de pişmandır.
Gonul nerde, bu kol kanat nerede,
Ben kimim, CelĂ‚l'i tĂ‚zîm nerede."
Uzun zaman Hindistan'ı nurları ile aydınlatan ve insanları ebedî saĂ‚dete, Ă‚b-ı hayat suyuna kavuşturmak icin uğraşan Kebîr-ul-evliyĂ‚ Kutb-i RabbĂ‚nî CelĂ‚leddîn PĂ‚ni-putî, bircok kıymetli eser de yazdı. FevĂ‚id-ul-FuĂ‚d ve ZĂ‚d ul-EbrĂ‚r adlı eserleri cok ince bilgileri ihtivĂ‚ etmekte, severek okuyanların kalplerini serinletmekte ve gonullere huzûr, surûr ve neşe vermektedir.
KAZANLAR BOŞ KALDI
Şeyh Ahmed Kalender adında bir derviş, kemĂ‚l sĂ‚hibi bir kimse bulabilmek icin Hindistan'a gitti. Luki-Cengel denilen yerde ikĂ‚met etti. Âlim ve talebe bulunduğunu duyduğu her yere mektup yazıp, onları dĂ‚vet etti. Bu dĂ‚vet uzerine, oraya pek cok kimse geldi. Kutb-i RabbĂ‚nî de gitti. Bir sofra yayıp herkesi sofranın başına dĂ‚vet etti. Sofradaki kazan kapakları acılınca, yemeklerin haram ve şupheli şeyler oldukları goruldu. Her kazanın icinde, eti pişirilen hayvanın başı da vardı. Orada bulunanlar bu hĂ‚li gorunce, ellerini yemeklere uzatmadılar. Uzun zaman hayrette kaldılar. Hepsi Kutb-i RabbĂ‚nî'ye donduler ve; "Ne yapmak lĂ‚zım?" diye arz ettiler. "Dostlar! Niye şaştınız. "Hak teĂ‚lĂ‚, kullarını koruduğu şeylerden kulları yemesin diye, onlara, onları haram eyledi." diyen siz değil miydiniz? Şimdi emredin de, o gibi şeyler bu sofradan cıksın gitsin." dedi. Bu soz ağızlarından cıkmakla, eti pişen ve kellesi kazanda bulunan hayvanların hepsi canlanıp yerinden fırladı ve doğru kapıya koştu. Kazanlar boş kaldı. Ahmed Kalender bu buyuk kerĂ‚meti gorunce, kalktı, Kutb-i RabbĂ‚nî'nin ellerine sarıldı ve; "Ey hazret, fakir bunun icin bu ziyĂ‚feti tertib etmiştim. KemĂ‚l sĂ‚hibi arıyordum. Allahu teĂ‚lĂ‚ benim istediğimi verdi. Bu nîmetin şukrunu hangi dille yapayım." dedi. Sonra ziyĂ‚feti tertib eden Ahmed Kalender, butun Ă‚limleri hurmetle uğurladı. Kutb-i RabbĂ‚nî orada bir muddet kaldı. O sĂ‚dık tĂ‚lib, dileğine hazretin hizmetinde bir defĂ‚da kavuştu ve kĂ‚mil evliyĂ‚dan oldu. Kutb-i RabbĂ‚nî ona hilĂ‚fet verdi ve MultĂ‚n'a gonderdi. Kendisi de PĂ‚ni-put'e geldi.
__________________