Irak'ta yetişen buyuk velîlerden. İsmi, Muhammed bin Duşem (veya Dusem) olup, lakabı CĂ‚kîr veya CĂ‚kbir el-Kurdî el-GeylĂ‚nî'dir. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. Irak'ta SamerrĂ‚'ya bir gunluk mesĂ‚fede bulunan bir sahrĂ‚da yaşadı. Hanbelî mezhebi Ă‚limlerinin buyuklerindendir. 1155 (H.550) senesinde yaşadığı yerde vefĂ‚t etti. VefĂ‚tı icin başka tĂ‚rihler de rivĂ‚yet edilmiştir. Kabri, ziyĂ‚ret edilmekte olup, kendisini sevenler, mubĂ‚rek rûhundan istifĂ‚de etmektedirler. İnsanlar vefĂ‚tından sonra ona yakın olmak, bereketinden istifĂ‚de etmek icin, kabri etrĂ‚fında bir koy kurdular.
TĂ‚c-ul-Ârifîn Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, CĂ‚kîr hazretlerini over, yuksekliğini anlatırdı. CĂ‚kîr'e, Ali bin Heytî ile bir takke gonderip, bunu kendisine yaklaşmak icin başına koymasını emretti. Takkeyi vermek ve bu emrini bildirmek icin huzûruna cağırmadı. "CĂ‚kîr'in benim talebem olması icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ ettim. Allahu teĂ‚lĂ‚ duĂ‚mı kabûl buyurdu. Onu bana verdi." buyurdu.
Irak'ta bulunan evliyĂ‚ sozbirliği ile; "CĂ‚kîr hazretleri, yılanın derisinden soyunduğu gibi, nefsinin butun arzularından soyunmuştur." buyurdular ve boyle bildirdiler.
CĂ‚kîr hazretleri, Irak'ta bulunan evliyĂ‚nın buyuklerinden, Ă‚riflerin guzîde ve seckinlerinden, muhakkîk, araştırıcı Ă‚limlerin onde gelenlerinden idi. ZamĂ‚nındaki evliyĂ‚ icinde bir tĂ‚ne olup, onların temel direklerinden biri oldu. Cok yuksek derecelerin, kerĂ‚metlerin sĂ‚hibi idi. Yetiştirdiği talebelerin hepsi, cok kıymetli mubĂ‚rek zĂ‚tlardır. Kendisine; "Niye herkesi talebeliğe kabûl etmiyorsun?" denilince; "Bana talebe olmaya gelen herkesin ismini, nasıl olduğunu, Levh-il-mahfûz'da gormedikce, hic kimseyi talebeliğe almadım." buyurdu.
Ebû Muhammed el-Hamîdî anlatır: "UstĂ‚dımız CĂ‚kîr hazretlerinin ne yiyip ictiğini, nafakasının nereden geldiğini kimse bilmezdi. Bir gun yanında idim. Cobanları başında olduğu hĂ‚lde sığırlar oradan geciyordu. İneklerden birisini gostererek; "Bu hayvan, kırmızı bir buzağıya yukludur. Falan ay ve falan gunde doğurur. Doğan o kırmızı buzağıyı, buyuyunce bana vermek icin nezr ederler. Falan gun fakirler onu keserler. Falan ve falan kimseler de ondan yerler." buyurdu. Sonra başka bir ineği işĂ‚ret ederek; "Bu inek dişi bir buzağıya yukludur. O buzağının vasıfları şoyle şoyledir. Bu inek falan zamanda doğum yapacaktır. Buyuyunce, onu da benim icin nezrederler. Fakirlerden filan kişi onu keser. Falan ve falan kimseler de ondan yerler. O ette, kırmızı bir kopeğin de nasîbi vardır." buyurdu. "Vallahi CĂ‚kîr hazretlerinin vasfettiği şeylerin hepsinin aynen vĂ‚ki olduğunu gordum. Anlattıklarından hicbiri noksan olmadı. İkinci anlattığı buzağı kesilip tekkeye getirildiği sırada, kırmızı bir kopek iceri girdi. O etten bir parca kapıp gitti."
Bir gun,CĂ‚kîr hazretlerine bir genc gelerek; "Bugun sizden, bana ceylĂ‚n eti ikrĂ‚m edip, yedirmenizi istiyorum." dedi. O anda bir ceylĂ‚n gelerek, CĂ‚kîr hazretlerinin huzûrunda durdu. O da bu ceylĂ‚nın kesilmesini emretti. Bu emir uzerine ceylĂ‚n kesilip, pişirildi. O yiğit de bu etten yedi." Hamîdî yine dedi ki: "Yedi sene hocam CĂ‚kîr'in hizmetinde bulundum. Bundan başka, bu yakınlarda hic ceylĂ‚n gormedim."
Bir zaman buyuk bir kalabalığın iştirĂ‚kiyle CĂ‚kîr hazretlerinin dergĂ‚hı yapılmıştı. Buyuk bir kalabalığa yemek verilecekti. DĂ‚vetliler, pişirilecek yemekler ve her şey hazırdı. Hizmetlere bakan, o anda bir eksikliğin farkına vardı. Yemekleri pişirecek adam yoktu. Hizmetcilerden biri de hocalarına odun kalmadığını bildirdi. CĂ‚kîr hazretleri mutfağa girdi. Kapıyı kapatmalarını soyledi. Her bir ocağın altına ayağını uzattığında ocaklar ateşle doldu. İki yuz kadar ocakta yemekler hemen pişiverdi. Goren ve duyanlar bunun CĂ‚kîr hazretlerinin bir kerĂ‚meti olduğunu anladılar. Ona karşı olan sevgileri daha da fazlalaştı.
CĂ‚kîr hazretlerinin vefĂ‚tından sonra, yerine kardeşi Ahmed, ondan sonra Ahmed'in oğlu Gars, ondan sonra bunun oğlu Muhammed gecip talebelere ders verdiler.
CĂ‚kîr el-Kurdî hazretleri; "Şunlar ki, Rabbimiz Allahu teĂ‚lĂ‚dır deyip, (O'nun rubûbiyyetini ve vahdĂ‚niyyetini îtirĂ‚f ve ikrĂ‚rdan) sonra (gizlide ve acıkta yalnız Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkmak ve yalnız O'ndan umitli olmakla, amellerinde ihlĂ‚s ve) istikĂ‚met uzere oldular." (Fussilet sûresi: 30) meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi okuyup, burada gecen "İstikĂ‚met uzere oldular" kelimesinin tefsîrinde; "İstikĂ‚met uzere olmak demek, muşĂ‚hede uzere bulunmak demektir. (Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka hicbir şeyin sevgisinin kalpte bulunmamasına muşĂ‚hede denir.) Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚yı tanıyan, O'ndan başka hicbir şeyi bilmez. O'ndan başka her şeyi unutur. Kim bir şeyi severse, ondan başka bir şeye muttalî olmaz. Başka şeye itĂ‚at etmez, tĂ‚bi olmaz." buyurmuştur.
İMDÂDIMIZA YETİŞ
Bir gun CĂ‚kîr hazretlerinin huzûruna bir talebesi gelerek; "Efendim! TicĂ‚ret icin deniz yolu ile Hindistan'a gitmek istiyorum. Uygunsa musĂ‚denizi, duĂ‚nızı istirhĂ‚m etmek icin geldim." dedi. CĂ‚kîr hazretleri tebessum ederek; "Bir sıkıntı durumu meydana gelirse, benim ismimi hatırla, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile imdĂ‚dına yetişirim." buyurdu. Talebe; "Peki efendim!" deyip ayrıldı. Aradan altı ay gecti. Bir gun CĂ‚kîr hazretleri ayağa fırlayıp eliyle bĂ‚zı işĂ‚retler yaptı ve; "...Bunları bizim hizmetimize bağlayan Allahu teĂ‚lĂ‚nın şĂ‚nı ne yucedir. O, butun noksanlıklardan munezzehtir. Yoksa biz, bunlara guc yetiremezdik." (Zuhrûf sûresi: 13) meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi okuyup, sağa sola birkac adım yurudu. Sonra oturdu. Orada bulunanlar bu hĂ‚lden bir şey anlayamayıp sebebini sordular. "FilĂ‚n kardeşiniz, denizde boğulmak uzere idi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile kurtuldu." buyurdu. Onlar, deniz yolculuğunda bulunan arkadaşlarını hatırlayıp rahatladılar. Bir ay sonra o talebe geldi. Hemen hocasının ayaklarına kapanıp; "Efendim, şĂ‚yet sizin yardımınız olmasaydı biz helĂ‚k olacaktık!" diyerek, ayaklarını opmek istediyse de musĂ‚ade edilmedi. Daha sonra, yalnız kaldıklarında arkadaşları sordular. Şoyle anlattı:
"Denizin ortasında gemimiz yol alırken, şimĂ‚l tarafından bir fırtına cıktı. Dalgalar arasında, gemimiz cok su aldı. Herkes sulara gomuldu. HelĂ‚k olacağımı zannedip cok korktum. Dalgaların icine gomulup, boğulmak uzere olduğumuz sırada, hocamın sozunu hatırladım ve Irak tarafına donerek; "Ey CĂ‚kîr hazretleri! HĂ‚limizi gorup anla! Bizim imdĂ‚dımıza yetiş!" dedim. Daha sozumu bitirmemiştim ki, hocamızı yanımızda gordum. Bir gemide idi. ŞimĂ‚l tarafına işĂ‚ret etti. Fırtına durdu. Sonra geminin direğine yaslanıp denize doğru, "...Bunları bizim hizmetimize bağlayan Allahu teĂ‚lĂ‚nın şĂ‚nı ne yucedir. O, butun noksanlıklardan munezzehtir. Yoksa biz bunlara guc yetiremezdik." (Zuhrûf sûresi: 13) meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi okuyup, sağa sola birkac adım attı. Cenûba(guneye) doğru eliyle işĂ‚ret etti. O taraftan tatlı bir ruzgĂ‚r esti. CĂ‚kîr hazretleri su uzerinde yuruyerek gozden kayboldu. Cenûb tarafından cıkan o tatlı ruzgĂ‚r, bizi gitmek istediğimiz yere ulaştırdı. Boylece biz, onun bereketi ile kurtulmuş olduk." Arkadaşları yemin ederek; "Hocamız bir an gozumuzden ayrılmadı. Sen de oraya bizzat geldiğini, sizi kurtardığını soyluyorsun." dediler. Bu hĂ‚dise uzerine talebeleri anladılar ki: "Allahu teĂ‚lĂ‚, evliyĂ‚sına pek cok kerĂ‚metler ihsĂ‚n etmiştir. EvliyĂ‚nın, aynı anda başka başka yerlerde gorulmesi de, onların kerĂ‚metlerindendir. HattĂ‚ bu buyuk velînin, birisi şarkta, diğeri garbda olan iki talebesi olsa ve bu iki talebe aynı anda vefĂ‚t edecek olsalar, şeytanın onların îmĂ‚nlarını calmamaları icin, son nefeste her ikisinin de imdĂ‚dlarına yetişir.
__________________