EvliyĂ‚nın buyuklerinden olup seyyiddir. Kunyesi Ebu'l-VefĂ‚, ismi Muhammed, lakabı TĂ‚c-ul-Ârifîn'dir. Kakis diye de anılır. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ 1026 (H.417) senesi Receb ayının on ikinci gunu Irak'ın Kusende denilen mevkiinde dunyĂ‚ya geldi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚, kerĂ‚met ve hĂ‚rikada asrının reîsiydi. ZamĂ‚nın bircok Ă‚limleri ondan istifĂ‚de etti ve feyz aldı. Binlerce talebesi vardı. 1107 (H.501) senesi Rebî'ulĂ‚hir ayının yirminci gunu, seksen dort yaşında iken Bağdat'ta vefĂ‚t etti. CenĂ‚zesini Adiyy binMusĂ‚fir yıkadı, kefenledi ve defnetti.
Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin babasının ismi, Seyyid Muhammed Arîzî olup, zamĂ‚nının buyuk velîlerinden idi. Yaşadığı beldenin hĂ‚kimi, seyyidlere cok eziyet vermeye başlayınca, orayı terk ederek Benî-Nercis kabîlesinin yaşadığı koye yerleşti. Bu kabîlede yaşayanlar, dînî yonden cok zayıf idiler. Seyyid Muhammed Arîzî, akşam, yatsı ve sabah ezĂ‚nlarını okuyarak, namaz kıldı. EzĂ‚n sesini duyan oradaki halkın, cenĂ‚b-ı Hakk'ın izniyle, kalbleri yumuşadı ve hepsi namaz kılmaya başladı. Oranın halkı Seyyid Muhammed Arîzî hazretlerini gondermeyerek, beldelerinde yerleşmesini sağladılar. Benî-Nercis kabîlesinin reîsi Omer bin Şirkuve bin Ebî AmmĂ‚r Nercî'nin FĂ‚tıma isimli bir kızı vardı. KunyesiUmmu Gulsum idi. Seyyid Muhammed Arîzî bununla evlendi.
Bir sure sonra Seyyid Muhammed Arîzî hastalandı. Bu hastalığının olum hastalığı olduğunu anladı. Bulunduğu beldenin halkını cağırarak onlara; "Doğru yoldan ayrılmayın. Size gosterdiğim yol uzere olun ve bu yolda ilerleyin." diye vasiyette bulundu. Hanımına ise;"YĂ‚ hĂ‚tun! Erkek bir cocuk dunyĂ‚ya getirsen gerek. Bu cocuk, buyuyunce yuce bir zĂ‚t olur. Cok kerĂ‚metleri gorulur ve pekcok kimselere doğru yolu gosterir ve kerĂ‚metlerinin bĂ‚zıları daha doğmadan gorulur. Bunları bilesin ve bundan gĂ‚fil olmayasın." diye vasiyet etti. VefĂ‚tından sonra, o beldenin halkı oradan goc etti. Bu goc esnĂ‚sında, yolları bir bostan kenarından gecti.KĂ‚fileden birkac kişi, bostandan izinsiz kavun aldılar. Kesip kervandakilere dağıttılar. Bir parca da Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'nın annesine verdiler. Annesi o kavunun sĂ‚hibinden izinsiz alındığından habersiz olduğu icin verilen parcayı yedi. O kavun parcasını yedikten sonra, hemen karnında bir ağrı meydana geldi ve yediklerini cıkarmak icin istifrĂ‚ etti. Bu durum kabîlenin ileri gelenlerine anlatılınca, SeyyidMuhammed Arîzî hazretlerinin soylemiş olduğu, doğum oncesi kerĂ‚metlerinin gorulduğunu anladılar. Bir sure sonra kĂ‚fileyi eşkıyĂ‚lar bastı ve butun eşyĂ‚larını aldılar. KĂ‚filedekiler cĂ‚resiz, uzuntulu bir şekilde dururlarken, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle, eşkıyĂ‚ların karşısına arslanlar ve yırtıcı hayvanlar cıktı. Onlara saldırmaya başladı. EşkıyĂ‚lar, canlarını kurtarmak icin, aldıkları butun eşyĂ‚ları bırakıp kactılar. KĂ‚filedekiler, eşyĂ‚larına eksiksiz kavuştular.
Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, babasının vefĂ‚tından iki ay sonra dunyĂ‚ya geldi. DunyĂ‚ya gelir gelmez, o beldede bir takım değişiklikler oldu. Ekinler gelişti, hayvanlar coğaldı. Her yerde bolluk ve bereket kendini gosterdi. Hic Ă‚fet gorulmez oldu. Beldede herkes zengin oldu.
Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, daha bebek iken oruc tutmaya başladı. Ramazan ayında, gunduzleri annesinin memesinden sut emmez, sĂ‚dece geceleri emerdi. Ne zaman Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismi zikredilse, başını oynatır, dilini hareket ettirirdi. Bebekliğinden îtibĂ‚ren Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det edenEbu'l-VefĂ‚ hazretleri, bir gun annesiyle birlikte bir yere gitmek icin yola cıktı. Yolda, doğmadan once annesinin kavun yiyip, o kavunu cıkarmak mecburiyetinde kaldığı ve eşkıyĂ‚ların baskınına uğradığı yere geldiler. Ebu'l-VefĂ‚ annesine; "Ey ana! Burasının neresi olduğunu hatırladın mı?" diye sordu. Annesi; "Ey oğul, burasının neresi olduğunu hatırlamadım." diye cevap verdi. Bunun uzerine Ebu'l-VefĂ‚, o gunku hĂ‚diseleri anlatmaya başladı: "Ey anne! Burası, babamın vefĂ‚tından sonra goc ederken konakladığınız ve kĂ‚fileden birkac kişinin bostandan kavun caldıkları yerdir. Kavun yerlerken, canın cekmiştir diye sana da vermişlerdi. Sen de bilmeden verilen kavunu yemiştin. O zaman bana hĂ‚mileydin. Ben karnında sana ızdırab vermiştim. Cunku haram lokma yemiştin. Sonra size eşkıyĂ‚lar saldırdı. Uzerinizdeki elbiselere varıncaya kadar, her şeyinizi almışlardı. Siz, cok uzulmuştunuz. Bunun uzerine Allahu teĂ‚lĂ‚ meleklerine, aslan ve yırtıcı hayvan sûretine girerek eşkıyĂ‚ların uzerine saldırmalarını emretti. Melekler de bu emri yerine getirerek, eşkıyĂ‚ların uzerine saldırdılar. EşkıyĂ‚lar butun aldıklarını bırakarak kactılar. Siz de butun malınıza ve eşyĂ‚larınıza kavuştunuz. İşte o yer burasıdır." Annesi bunun uzerine; "Ey oğul!Sen o zaman daha doğmamıştın. Bunları nereden biliyorsun?" diye sorunca, Ebu'l-VefĂ‚; "Bana Allahu teĂ‚lĂ‚ bildirdi anneciğim." dedi. Sonra; "Bana RamazĂ‚n-ı şerîfte meme verdin. Ben ise memeyi ağzıma alıp emmezdim. Cunku Hak teĂ‚lĂ‚ bana hidĂ‚yet nûruyla muĂ‚mele ederdi. Bunun icin meme emmeye ihtiyĂ‚cım kalmazdı. O vakit, sen beni hasta sanıp uzulurdun. İftar vakti meme emdiğimi gorup, hasta değilmiş diye sevinirdin." deyince, annesi; "Ey oğul! Baban senin icin "Cok kerĂ‚metleri gorulur." derdi. Bunlar, o kerĂ‚metlerden bĂ‚zılarıdır." dedi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Ey ana! Doğru soyluyorsun." dedi.
Kendisine Ebu'l-VefĂ‚ denilmesinin sebebi şoyle anlatılır: Ebu'l-VefĂ‚ daha on yaşında iken, Şenbekî hazretleri onun vasıflarını işitip, gormek istedi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri coğunlukla tenhĂ‚ yerlere gider, buralarda Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det ederdi. Şenbekî hazretleri, sık ağacların bulunduğu ormanlık bir yerde onu ibĂ‚det ederken buldu. Yanında, bir kopekle arslan birbirleriyle oynuyorlardı. Şenbekî hazretleri Ebu'l-VefĂ‚'nın arkasından yanına vararak selĂ‚m verdi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri selĂ‚mı aldıktan sonraŞenbekî hazretleri; "Sana bir suĂ‚lim vardı. Şimdi iki oldu." dedi. Ebu'l-VefĂ‚; "Buyur, kac suĂ‚l sorarsan sor!" deyince,Şenbekî hazretleri; "Arslanla kopek yaradılış îtibĂ‚riyle birbirine duşmandır. HĂ‚l boyle iken, nasıl oluyor da senin kopeğinle bu arslan oynuyor, bunun sebebi nedir?" diye sordu.Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Allahu teĂ‚lĂ‚ kudret ve inĂ‚yeti ile kalbimi temizlediğinden beri, kopeğimle bu arslan dost ve arkadaş oldu." dedi.Şenbekî hazretleri; "İkinci suĂ‚lim ise, herkesin bir derecesi vardır. Sana selĂ‚m verdim. SelĂ‚mımı iĂ‚de ederken nicin ayağa kalkıp, bana doğru donup de selĂ‚mımı iĂ‚de etmedin?" diye sorunca, Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "YĂ‚ Şenbekî! Bu hususta Allahu teĂ‚lĂ‚ meĂ‚len şoyle buyuruyor: "Evlere kapılarından gelin ve Allahtan korkun ki, kurtulasınız." (Bekara sûresi: 189). Eğer sen karşımdan gelseydin, senin selĂ‚mını iĂ‚de ederken ayağa kalkardım. Fakat sen, Ă‚det olanın aksini yaparak arkamdan geldin. Ben de senin bu hareketinin karşılığında, ayağa kalkmadan selĂ‚mını aldım." diye cevap verdi.
Daha sonra Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin evine berĂ‚ber gelip, bir sure sohbet ettiler. Sonra Şenbekî hazretleri; "Ey Muhammed! Sende nihĂ‚yetsiz bir nur muşĂ‚hede ettim ve başının uzerinde Hak teĂ‚lĂ‚nın nûrundan bir alem gordum ki, kıyĂ‚mete kadar senin evlĂ‚dının kerĂ‚metleri zĂ‚hir olup, dillerde soylense gerektir. Sana bu mujdeyi vermeye ve talebeliğime dĂ‚vete geldim." dedi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri de; "Annemden izin alıp oyle geleyim." dedi. Bir sure sonra annesinden izin alarak, Şenbekî hazretlerinin yanına gitmek icin yola cıktı. Yolda, butun hayvanlar ona selĂ‚m verirdi. Huzûruna vardığında Şenbekî hazretleri; "MerhabĂ‚ Ebu'l-VefĂ‚'ya! Ahdine vefĂ‚ eyledi, sozunde durdu." dedi. Bunun uzerine ona, Ebu'l-VefĂ‚ kunyesi verildi.
TĂ‚c-ul-Ârifîn lakabının verilmesi ise şoyle anlatılır: Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri ile hocası, bir gun inzivĂ‚ya cekildiler. Uc gun kimse ile goruşmeden sohbet ettiler. Dorduncu gun hocası ona, "YĂ‚ Ebu'l-VefĂ‚! Her yıl bu gece, butun ricĂ‚l-i gayb ehli, falan yerdeki sahrada hazır bulunurlar. Orada Peygamber efendimiz de onlarla berĂ‚ber bulunur. ŞĂ‚yet o gecenin mĂ‚nevî feyzinden nasîbini almak istersen, bu gece orada hazır bulunalım." dedi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ bu teklifi kabûl etti. Gece vakti olunca, hocası ve Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ o sahraya cıktılar. Orada bircok evliyĂ‚nın ibĂ‚det ettiklerini, niyazda bulunduklarını gorduler. Onlar da bu grubun icine girerek ibĂ‚detle meşgûl olmaya başladılar.
Bu esnĂ‚da gok gurultusunu andıran bir ses duyuldu. Ondan sonra nurdan bir tac zĂ‚hir oldu. Onun ışığı her tarafı aydınlattı. O nurdan tac, Allah dostu velîlere doğru geldi. Orada bulunanlar ona ellerini uzattılar ise de ona erişemediler. Nurdan tac, en sonunda Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin mubĂ‚rek başına indi. Hocası bunun uzerine; "CenĂ‚b-ı Hak'tan gelen bu tac sana mubĂ‚rek olsun, yĂ‚ TĂ‚c-ul-Ârifîn!" dedi. Orada bulunanlar da Ebu'l-VefĂ‚'ya, TĂ‚c-ul-Ârifîn dediler. TĂ‚c-ul-Ârifîn ismini alan ilk zĂ‚t Ebu'l-VefĂ‚ hazretleridir.
Derecesi gunden gune artan TĂ‚c-ul-Ârifîn Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, yetiştiği cevrede Arapca konuşulmadığı icin, Arapcayı bilmiyordu. Bir gece ruyĂ‚sında Peygamber efendimiz, mubĂ‚rek parmağını kendi ağzına goturup, mubĂ‚rek tukuruğune bulaştırarak, Ebu'l-VefĂ‚'nın ağzına surdu. Sabahleyin kalktığında, o kadar guzel Arapca konuşmaya başladı ki, Arabistan'da doğup buyuyen ve guzel konuşan kimseler onun kadar fasîh ve belîğ konuşamazlardı.
Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, hocasının emri ile BuhĂ‚rĂ‚'ya gitti. Orada zĂ‚hirî ilimleri tahsil etti. Sonra BuhĂ‚rĂ‚'dan tekrar hocasıŞenbekî hazretlerinin yanına dondu. Hocası, Ebu'l-VefĂ‚'ya cok izzet ve ikrĂ‚mda bulundu. Orada bulunanlar bu duruma cok şaşırdılar. Bunun uzerineŞenbekî hazretleri,Ebu'l-VefĂ‚'nın ustunluklerini orada bulunanlara anlattı. Hocası, Ebu'l-VefĂ‚ icin ırmak kenarında buyuk bir ziyĂ‚fet verdi. ZiyĂ‚fette Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerini tanımayan bircok kimse bulunuyordu. ZiyĂ‚fette bircok ilmî konuşmalar yapıldı. Bu arada Şenbekî hazretleri; "Allahu teĂ‚lĂ‚nın kulları arasında oyleleri vardır ki, hırkasını suya atsa suya batmaz ve su onu goturmez." dedi ve hırkasını suyun uzerine bıraktı. Hırka suda hic batmadı ve olduğu yerden de bir yere gitmedi. Sonra Şenbekî hazretleri kalkıp, o hırkanın uzerinde iki rekat namaz kıldı. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle, hırka hic ıslanmamıştı. Namazdan sonra hırkasını alıp silkeledi. Hırkadan toz dokuldu. Bunun uzerine TĂ‚c-ul-Ârifîn Ebu'l-VefĂ‚ hırkayı aldı. Şenbekî hazretleri, talebesi Ebu'l-VefĂ‚'nın, kendisinden daha buyuk kerĂ‚met gostereceğini biliyordu.Ebu'l-VefĂ‚'nın boşluğa bıraktığı hırka, havada durmaya başladı. Ebu'l-VefĂ‚ hırkanın uzerine cıkıp, iki rekat namaz kıldı. Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin uzerinde namaz kıldığı bu hırkanın, yerden yuz arşın (50 m) yukseklikte olduğu rivĂ‚yet edilir. Bu kerĂ‚met, TĂ‚c-ul-Ârifîn Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri hakkında sû-i zanda bulunanları tovbe ettirdi. Hocası oradakilere; "Her murîdin saĂ‚deti şeyhindendir. Fakat benim saĂ‚detim, talebem Ebu'l-VefĂ‚'dandır." buyurdu. Ebu'l-VefĂ‚, hocasıyla birlikte uc gun uc gece sohbet ettikten sonra, ucuncu yolculuğuna cıktı. Bu yolculuğu on iki yıl surdu.
Ucuncu seyahatinin sonunda, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kudretiyle yolu, Kisrine adıyla bilinen bir koye duştu. O koyde Şeyh Acemî adında velî bir zĂ‚t vardı. KerĂ‚met sĂ‚hibi olan bu zĂ‚ta, o beldenin halkı buyuk bir zevk ile hizmet ederdi. Şeyh Acemî, o koye gelen misĂ‚firi yemek yemeden gondermezdi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, bu zĂ‚tın evinin yanındaki mescide namaz kılmak icin girdiğinde, cemĂ‚at namaza durmuştu. O da namaza durdu. Namaz bittikten sonra Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri gitmek isteyince,Acemî hazretleri; "Sizi dĂ‚vet ediyorum. FakirhĂ‚neye buyurun, yemek yiyelim. DĂ‚vete icĂ‚bet etmek sunnettir." dedi. Bunun uzerine TĂ‚c-ul-Ârifîn Ebu'l-VefĂ‚ dĂ‚veti kabûl etti ve Acemî hazretlerinin evine gittiler. Birlikte yemek yiyip, sohbet ettiler. Aralarında yakınlık hĂ‚sıl oldu ve arkadaş oldular. Acemî hazretlerinin ısrĂ‚rı uzerine, SeyyidEbu'l-VefĂ‚ uc gun uc gece orada kaldı. Dorduncu gun Acemî hazretleri koyun butun halkına, SeyyidTĂ‚c-ul-Ârifîn'in gitmek istediğini anlattı. Bunun uzerine halk, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerine; "Sizden burada yerleşip kalmanızı istirhĂ‚m ediyoruz. Buradaki musluman halk, sizden istifĂ‚de etsin. SĂ‚yenizde bircok kimse hidĂ‚yete kavuşsun." diye ısrĂ‚r ettiler. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "İstihĂ‚reye yatayım. Allahu teĂ‚lĂ‚ ne buyurursa ona gore hareket ederim." dedi. Bu sırada Acemî hazretleri bu sozu yerinde bularak; "YĂ‚ Seyyid! Bir arzum daha var. Bu fakîrin kızını almak icin de istihĂ‚reye yat. Bakalım ne buyrulacak." dedi. Ertesi gun Ebu'l-VefĂ‚; "Bana, ceddim hazret-i Ali'nin kabrine senin ile berĂ‚ber gitmem ve o ne buyurursa ona gore hareket etmem emir buyruldu." dedi. Bunun uzerine Acemî hazretleri ile Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri birlikte mezarlığa gittiler. Burası hazret-i Ali'nin esas kabr-i şerîfi değildi. O gece orada uyudular. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri ruyĂ‚sında atası hazret-i Ali'yi gordu. Hazret-i Ali, ona orada kalıp Acemî'nin kızını almasına izin verdi. Ebu'l-VefĂ‚, sabah oluncaAcemî hazretlerine durumu anlattı. Bu duruma cok sevindi ve buyuk bir Ă‚lim, halk ve sĂ‚lihler topluluğu onunde kızını ona nikĂ‚hladı. Bu hĂ‚tunun ismi HuseynĂ‚ olup, gĂ‚yet guzel, zĂ‚hide ve Ă‚bide idi. Hanımı, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin hizmetini gormekle ve ibĂ‚detle meşgûl olurdu.
Sonra TĂ‚c-ul-Ârifîn Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, Kalmine'ye geldi ve orada yerleşti. Burada halka hakîkî muslumanlığı anlatmaya ve talebe yetiştirmeye başladı. Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin talebeleri cok idi. Bunlardan yuksek derecelere ulaşanlardan bĂ‚zıları şunlardır: Ali ibni Heytî, BekĂ‚ ibni Batû, MĂ‚cid-i Kurdî, Ahmed-i Baklî, RamazĂ‚n-ı Mecnûn, MuhammedMısrî, Muhammed Kemahî, Mahmûd KeyyĂ‚l, Şerafuddîn Ebu'l-AbbĂ‚s, Ali ibni UstĂ‚d, Receb-i VĂ‚sıtî, Ebû Bekr-i Bustî, Mukbil HĂ‚dim, Ebu'l-İzz KalĂ‚nisî, Muhammed TurkmĂ‚nî HĂ‚mid-i Sûfî, Huseyin-i RĂ‚î, Ali ibni Asfer, ŞihĂ‚buddîn ibni Akîl, Muhyiddîn-i Mendelcî, Ebû Bekr-i ZinharĂ‚n, AbdurrahmĂ‚n Duceylî, Osman Mi'berĂ‚nî, Askeri-i Şevdî, AbdurrahmĂ‚n Tafsuncî, Seyyid Matar.
Ebu'l-VefĂ‚, ilim oğretmekle meşgûl olduğu sırada, bir gece ruyĂ‚sında Peygamber efendimizi gordu. RuyĂ‚sını şoyle anlatır: "Resûl-i ekrem, EshĂ‚bı ile berĂ‚ber oturuyordu.Ben EshĂ‚bdan bir zĂ‚ta; "Bu topluluk nedir?" diye sordum. O zĂ‚t da; "Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'ya, Allahu teĂ‚lĂ‚ yedi yĂ‚ren verdi. Bu topluluğun gĂ‚yesi, onları tĂ‚yin etmektir." dedi. Ben bunu duyunca, bir koşede edeble oturdum. O tĂ‚yin olacak kimseleri gormek icin beklemeye başladım. Resûl-i ekrem; İmĂ‚m-ı Hasan, İmĂ‚m-ı Huseyin veİmĂ‚m-ı Zeynel Âbidîn'e;"Gidin, TĂ‚c-ul-Ârifîn'in akrabĂ‚sındanSeyyid Matar, Seyyid KĂ‚zım, Seyyid Muhammed, Seyyid Ali ibni Kamîs, AbdurrahmĂ‚n Tafsuncî, Ali ibni Haytî, Seyyid Askeri-i Şevdî adlı yedi kimseyi alıp getirin." buyurdu. Onları alıp, Peygamber efendimizin huzûruna getirdiler. Ben bu zĂ‚tları gorunce cok sevindim. Peygamber efendimiz; "YĂ‚ Hasan, yĂ‚ Huseyin, yĂ‚ Zeynel Âbidîn! Gidiniz, oğlunuz Ebu'l-VefĂ‚'yı getirin." buyurdu. Bu emir uzerine onlar gelip, beniPeygamber efendimizin huzûruna goturduler. Ben selĂ‚m verip, Peygamberimizin mubĂ‚rek elini optum. Peygamber efendimiz bana; "MerhabĂ‚ yĂ‚ Ebu'l-VefĂ‚! Allahu teĂ‚lĂ‚ sana hem dunyĂ‚da hem Ă‚hirette yĂ‚ren olarak bu yedi kişiyi verdi." buyurdu.Ben; "YĂ‚ Resûlallah, bunların derecesi nedir?" diye suĂ‚l edince; "YĂ‚ Ebu'l-VefĂ‚! Senin yĂ‚renin olan bu yedi kişi dunyĂ‚ ve Ă‚hirette saîd kimselerdir. Bunların nesli kıyĂ‚mete kadar kesilmeyip, butun dunyĂ‚ya yayılsa gerektir." buyurdu. Sonra o zĂ‚tlara donerek; "Birer ellerinizi Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'nın sırtına, birer ellerinizi de benim elimin altına koyup bîat ediniz, ona yĂ‚ren olunuz." diye emir buyurunca bu emri yerine getirdiler.
Peygamber efendimiz, Ebu'l-VefĂ‚'ya donerek; "YĂ‚ Ebu'l-VefĂ‚! Sana yedi yĂ‚ren verdik. Kim bunlara ihlĂ‚s ve sıdk ile riyĂ‚sız muhabbet besler ve murîd olursa, kıyĂ‚met gununde benim bayrağım altında haşrolunur. Benim evlĂ‚dım olan seyyidlere kim hurmet ederse, aynen bana hurmet etmiş olur. Bana hurmet eden, Allahu teĂ‚lĂ‚ya hurmet etmiştir. Allahu teĂ‚lĂ‚ya hurmet eden, Cennet'i kazanmıştır. Benim evlĂ‚dıma kim hurmet etmezse, bana hurmet etmemiş olur. Bana hurmet etmeyen, Allahu teĂ‚lĂ‚ya hurmet etmemiştir. Allahu teĂ‚lĂ‚ya hurmet etmeyenin yeri ise Cehennem'dir.
Ey Ebu'l-VefĂ‚! Sana ve yĂ‚renlerine vasiyetim olsun. KıyĂ‚mete kadar kimseyle kavga ve anlaşmazlık cıkarmayın. Cunku kavga ve anlaşmazlık karışan silsilenin nesli helĂ‚ka uğrar. Ey Ebu'l-VefĂ‚! Benim sunnetimi yerine getirip bu yedi yĂ‚renin eteğine yapışan saĂ‚dete ulaşır. Bunlardan uzaklaşan, benden uzaklaşmış olur." buyurdu. Ben bu ahde sĂ‚dık kalacağımı soyledim ve bu yedi zĂ‚tı da cĂ‚n u gonulden yĂ‚renliğe kabûl ettim. Peygamber efendimiz duĂ‚ ettiler. Kapı calınmasıyla uyandım."
Hanıma, "Git, bak kim gelmiş?" dedim. Hanım kapıyı acınca, o yedi zĂ‚tı gordu ve bana; "Yedi kişi geldi, seni soruyorlar." dedi. Onları iceri dĂ‚vet ederek, yemek yedirdim ve; "Gelmenizin sebebi nedir?" diye sordum. Onlar da; "RuyĂ‚mızda Peygamber efendimizi gorduk. BizeTĂ‚c-ul-Ârifîn Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ sizin zĂ‚hiren ve bĂ‚tınen atanız oldu. Ona gidin, buyurdu." dediler. Ben de onlara gorduğum ruyĂ‚yı anlattım. Onlar zĂ‚hiren de bana bîat ettiler.
TĂ‚c-ul-Ârifîn Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'yı, halka hizmet edip gĂ‚filleri doğru yola sokmak icin devamlı calışır goren Ehl-i sunnet duşmanları, onu cekemediler. Halîfe KĂ‚im Biemrillah'a; "Zeynel Âbidîn oğullarından bir kimse vardır. Ona buyuk bir halk topluluğu tĂ‚bi oldu. HilĂ‚fet benim hakkımdır diye iddiĂ‚da bulunuyormuş. Şimdiden cĂ‚resine bakılmazsa, ileride buyuk fitne olur." diye Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerine iftirĂ‚ ederek şikĂ‚yette bulundular. Bu şikĂ‚yet uzerine halîfe hayli tasalanıp, şupheye duştu. Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin nasıl bir zĂ‚t olduğunu merak ederek, onu cağırmak icin adam gonderdi.
Gonderdiği kimseler, TĂ‚c-ul-Ârifîn'in yanına gelip; "Halîfe hazretleri sizi istiyor." dediler. O da; "DĂ‚vete icĂ‚bet etmek lĂ‚zımdır." deyip, halîfenin yanına gitmeye niyet etti. Bunu duyan halk; "Sizinle biz de gelelim." dediler. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri onları bundan men etti ise de, Dicle kenarına vardığında, arkasında buyuk bir halk kalabalığı vardı. Bunları geri donduremedi. Bu kalabalık icin, bĂ‚zı kimseler on bin kişi, bĂ‚zıları da daha fazla idi, dediler.
Kıyıda bekleyen gemiciler, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin arkasında o kalabalığı gorunce; "Halîfenin huzûruna bu kadar adam goturmek doğru olmaz." diyerek, gemilerine binip oradan uzaklaştılar. SĂ‚dece Osman Mi'berĂ‚nî adındaki bir gemici, Ebu'l-VefĂ‚ nasıl bir zĂ‚ttır? Dedikleri gibi kerĂ‚met ehli midir?" diye merak ederek ve bunları oğrenmek icin orada kaldı. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin yanına gelerek; "YĂ‚ Seyyid, gemi şimdi ucrete tĂ‚bidir. Karşıya gecebilmen icin ucret vermen gerekir." dedi. Ebu'l-VefĂ‚ da hizmetcisine; "Hazırda ne varsa ver." buyurdu. O da, hazırda olan yuz elli dînĂ‚rı Osman Mi'berĂ‚nî'nin onune koydu. O zaman o; "Ben boyle bir ucret istemiyorum." deyince, TĂ‚c-ul-Ârifîn; "Nasıl bir ucret istiyorsun?" diye sordu. Osman Mi'berĂ‚nî de; "Yarın kıyĂ‚met gununde, Sırat koprusunu gecmeme kefil olmanı ve acık bir delîl gostermeni isterim." dedi. Bunun uzerine TĂ‚c-ul-Ârifin murĂ‚kabeye daldı. Sonra da Osman Mi'berĂ‚nî'ye donup; "Allahu teĂ‚lĂ‚nın isminde ibret vardır. Sırat'ı gecersin inşĂ‚allah!" dedi. Osman; "YĂ‚ Seyyid, buna acık bir delîl istiyorum." dedi. Bunun uzerine Seyyid Ebu'l-VefĂ‚, Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ etti. O anda Osman'a bir hĂ‚l oldu ve kendini kaybetti. Bir sure sonra tekrar kendine geldi. Daha sonra TĂ‚c-ul-Ârifîn ve yanındaki buyuk Ă‚limler gemiye binerek, halk ise, kimi suyun uzerinden yuruyerek, kimi bir adımda karşıya gectiler.
BĂ‚zı kimseler ve oğlu, Osman Mi'berĂ‚nî'ye; "Kendini kaybettiğin zaman ne gordun?" diye sordular. O da; "KıyĂ‚metin koptuğunu gordum. Halk mahşer yerine toplanmış, kimi sevincli kimi uzuntuluydu. Sırat koprusu kurulmuştu. İnsanlarSırat'tan gecmeye başladılar. Fakat pek az kimse Sırat'ı gecebildi. Coğu Sırat koprusunden yuvarlanarak, Cehennem'e duştu. Ben bu durumu gorunce, icimde bir korku hĂ‚sıl oldu. O anda yanıma Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri geldi. Elimi tutup beni Sırat koprusunun yanına goturdu. Besmele cekti ve; "Durma gec!" dedi. TĂ‚c-ul-Ârifîn'in bu sozlerinden sonra, "TĂ‚c-ul-Ârifîn Ebu'l-VefĂ‚ hurmetine, OsmanMi'berĂ‚nî ve onun zurriyeti gecsin." diye bir nidĂ‚ işittim. Bunun uzerine ben, Besmele cekerek, Sırat koprusune ayak bastım ve yıldırım gibi gectim. Arkama baktığım zaman, bir grup insanın arkamdan geldiğini gordum. "Bunlar senin zurriyetindir." diye bir nidĂ‚ duydum" diye anlattı.
TĂ‚c-ul-Ârifîn Bağdat'a yaklaştığı zaman, butun halk onu karşılamaya geldi. Buyuk bir hurmetle şehrin kapısından iceri aldılar. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri cĂ‚miye girdi. CĂ‚miye o kadar cok insan geldi ki, iğne atsan yere duşmezdi. TĂ‚c-ul-Ârifîn mimbere cıkıp, halka vĂ‚z ve nasîhatta bulundu ve hakîkatleri acıkladı. Daha sonra, halkı gecmiş gunahları icin tovbe etmeye dĂ‚vet etti. Allahu teĂ‚lĂ‚nın inĂ‚yetiyle, halkın kapalı olan goz ve kalbleri acıldı. Cok kimseler Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin huzûrunda tovbe etti. Yatsı namazına kadar, halkın huzûruna gelip tovbe etmesi surdu. Yatsı namazından sonra Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri hizmetcisine; "Halka soyleyin, kalabalık yapmasınlar, evlerine gitsinler." dedi. Bunun uzerine halkın buyuk coğunluğu evlerine gitti ise de, bir kısmı kalıp ibĂ‚detle meşgûl oldu. Bu durum halîfeye bildirildi. Halîfe kıyĂ‚fet değiştirerek, TĂ‚c-ul-Ârifîn'in bulunduğu cĂ‚miye geldi. Onun nûra gark olmuş bir hĂ‚lde oturmakta olduğunu, yanındaki zĂ‚tların Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det ettiklerini, kendilerini ilĂ‚hî bir rûhĂ‚niyetin nûrunun sardığını gordu. Halîfenin yanındaŞĂ‚fiî mezhebi fıkıh Ă‚limi Saîd ibni Ebî Nasr da bulunuyordu. Halîfe ona; "Ben bu Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'yı imtihĂ‚n etmek istiyorum, sen ne dersin?" diye sordu.Saîd ibni Ebî Nasr ise; "İmtihan etmeye gerek yoktur. ZîrĂ‚ hak uzere oldukları gun gibi acıktır." dedi. Halîfe onun sozunu hic kĂ‚le almadı. O Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerini imtihan etmek ve boylece kalbini tatmin etmek istiyordu. CĂ‚miden ayrılarak sokakları ve kalabalık yerleri dolaşmaya başladı. Bir yerde kadınlar toplanmış, Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚detle meşgûl idi. Halîfe bunların arasına girip bir kadının eline yapışıp sıktı. Kadın, tebdîl-i kıyĂ‚fetle dolaşan halîfeyi tanıyarak; "YĂ‚ halîfe! Benden uzak dur. Ben Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚detle meşgûlum." dedi. Halîfe bu duruma cok şaşırdı. Biraz ileride gorduğu bir kızın elini tutup sıktı. O kız da halîfeyi tanıyarak; "Ey halîfe! Utanmıyor ve Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkmuyor musun? ŞĂ‚yet biraz once elini tutup sıktığınız benim kızkardeşim olmasaydı, seni bağırarak rezîl rusvĂ‚y ederdim. Yanımdan git. Şimdi biz Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasıyla meşgûl değiliz." dedi. Halîfe utanılacak bir duruma duştu. Saîd ibniEbî Nasr; "YĂ‚ emîr-ul-muminîn! Ben size denemeye luzum yok dememiş miydim. ZîrĂ‚ onun nûru buradaki butun halka sirĂ‚yet etmiş. Bu zĂ‚tın velî olduğu mĂ‚lûmunuzdur. Fakat ille de tecrube etmek istiyorsanız, ulemĂ‚dan ve fukahĂ‚dan yuce kimselerin hazır bulunduğu bir meclisde TĂ‚c-ul-Ârifîn'e cozulmesi zor konularla ilgili sorular sorulsun. Eğer o Ă‚limler, Ebu'l-VefĂ‚'yı sorulara cevap veremez hĂ‚le getirirlerse, TĂ‚c-ul-Ârifîn dĂ‚vĂ‚sında yalan soyluyordur. Fakat sorulan sorulara cevap verirse, onun arkasını bırakmaktan başka cĂ‚re yoktur." dedi.
Bu teklif, halîfenin hoşuna gitmedi. Guvendiği hizmetcilerinden biri olan Muhammed KĂ‚dirî'ye yedi parca hamur tulumu vererek Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerine gonderdi. Ve hizmetcisine; "Bunları al, Ebu'l-VefĂ‚'ya gotur. Ona selĂ‚mımı soyle. Halîfe size, erkeklerle kadınların bir arada meclis kurmasını ve bu gonderdiklerimi yemelerini, cunku onun bulunduğu meclise boylesi gerekir diyesin." dedi.
Muhammed KĂ‚dirî, o yedi parca hamur tulumunu alıp, Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin huzûruna gitti. Fakat korkusundan halîfenin soylediklerini ona soyleyemedi. Halîfeye de gidip; "Emriniz uzereSeyyid Ebu'l-VefĂ‚'nın huzûruna gittim. Fakat soylediklerinizi korkumdan soyleyemedim." diyemezdi. TĂ‚c-ul-Ârifîn hazretlerine, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle bu durum mĂ‚lûm oldu. Muhammed KĂ‚dirî'yi yanına cağırıp ona; "YĂ‚ Muhammed KĂ‚dirî! O tulumların icinde yağ ve baldan başka bir şey yok. Bu yağ ve balları, halîfe dervişlere gonderdi diyesin." dedi. Sonra iceriye seslenerek, "Ey dervişler, tabaklarınızı getirin. Halîfe sizlere yağ ve bal gondermiş." dedi.Dervişler tabaklarını alıp getirince, Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Ey MuhammedKĂ‚dirî! Bunları eşit şekilde dağıt!" diye emir buyurdu.MuhammedKĂ‚dirî tulumlardan birini acınca, icinde bembeyaz bal olduğunu gordu. Bal cok temiz ve guzeldi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın kudreti, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin himmetiyle, tulumun icindeki hamur, bembeyaz bir bal olmuştu. Dervişlere bu balı taksim etti. Daha sonra tulumlardan birini daha acınca, icindekinin yağ olduğunu gordu. Bunu da dervişlere dağıttı. Dervişlerin tabakları yağ ve bal ile doldu. Balın guzel kokusu hic unutulmadı.
TĂ‚c-ul-Ârifîn, bir kabın icinin bir tarafına ateş, bir tarafına pamuk, bunların ortasına da kar koyarak, Muhammed KĂ‚dirî ile halîfeye gonderdi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri bununla halîfeye; "İşte erkeklerin şehveti ateş, kadınların ki ise pamuk gibidir. Ateşle pamuk bir arada durmaz. Bu kabda karın, ateşin pamuğu yakmasına mĂ‚ni olduğu gibi, araya bir velînin himmeti girerse, ateşin pamuğu yakmasına mĂ‚ni olur." demek istedi. Halîfe kabı acıp icindekileri gorunce, Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin ne demek istediğini cok iyi anladı.Kabın icindekileri boşalttırarak, icine yılan yavrusu koydurdu ve Muhammed KĂ‚dirî'ye; "Bu kabı alıp Ebu'l-VefĂ‚'ya gotur. İcinde ne olduğunu kimseye soyleme!" dedi. MuhammedKĂ‚dirî o kabı alıp, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin huzûruna getirip onune koydu. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ o zaman; "Ey Muhammed KĂ‚dirî! O mahcûb halîfeden getirdiğin kab nedir? O hic utanmaz mı?" dedi. Muhammed KĂ‚dirî; "YĂ‚ Seyyid! Halîfe bunun icinde olanı soylemememi ve senin keşif yoluyla bilmeni istedi." dedi. O zaman Seyyid Ebu'l-VefĂ‚; "Halîfeniz evliyĂ‚yı boyle Ă‚dî bir şeyle mi imtihan eder? Bu cok cirkin bir harekettir." buyurdu. Kucuk bir cocuk olan kardeşinin oğlu Seyyid Matar'a donerek; "YĂ‚ Matar! Bu kabın icinde ne olduğunu keşif yoluyla bunlara soyle!" buyurdu. O da; "YĂ‚ Seyyid! Butun makamları, yerleri keşif yoluyla inceledim. Bir yılan yavrusunu, annesinin yanında goremedim. Meğer o yavru tutulup, bu kaba konmuş. Bu kabın icindeki yılan yavrusudur!" dedi. Muhammed KĂ‚dirî bunları duyunca kendini kaybetti. Bir sure sonra kendine gelince, uzerinde bulunan değerli elbiseleri cıkararak, yamalı ve ucuz bir elbise giydi. Varını yoğunu fakirlere dağıttı. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin eline yapışarak, cĂ‚n-u gonulden ihlĂ‚s ile tovbe etti ve Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin talebesi olmak istedi. Bu isteği Seyyid hazretleri tarafından kabûl edildi.
Halîfe bunları duyunca, cok huzursuz oldu. Sebebi ise, en yakın adamı olanMuhammed KĂ‚dirî'nin SeyyidEbu'l-VefĂ‚ hazretlerine talebe olması ve diğer yakınlarının da o zĂ‚ta talebe olacağından, makĂ‚mının elden cıkacağından korkması idi. HĂ‚lbuki, TĂ‚c-ul-Ârifîn hazretlerinin nazarında, onun makĂ‚mının hic onemi yoktu.Halîfe hĂ‚lĂ‚ tereddud icinde idi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerini bir daha imtihan etmek istedi.Bunun icin helĂ‚l yoldan kazanılmış yuz dînĂ‚rın icine, haram yoldan kazanılmış on dînĂ‚r koydu. O on dînĂ‚rın uzerine, kendisinin anlıyabileceği bir işĂ‚ret koydu. Bunların hepsini bir kese icine koyarak, adamlarından birine verdi ve; "Bunları Ebu'l-VefĂ‚'ya gotur, talebelerine dağıtsın!" dedi. Gonderdiği kimse, Ebu'l-VefĂ‚'nın huzûruna gelerek, halîfenin dediğini soyledi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Keseyi cevir de muhru acılsın." buyurdu. O kimse soylenileni yaptı ve kesenin icindekileri bir tabağa boşalttı. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚; "Şunları ayır. Şunları da, şunları da." diyerek, halîfenin karıştırdığı haram yoldan kazanılmış olan on dînĂ‚rı birer birer ayırdı. HelĂ‚l yoldan kazanılmış olan yuz dînĂ‚rı alıp kabûl etti. On dînĂ‚rı da bir keseye koydurarak; "Bu dînĂ‚rlar, fakirlere nafaka olarak harcanamaz. Gotur kendisi harcasın." diyerek, halîfeye geri gonderdi. Halîfe, on dînĂ‚rı eline alınca, bunların işĂ‚retlediği, haram yoldan kazanılan dînĂ‚rlar olduğunu gordu. O zaman anladı ki, TĂ‚c-ul-Ârifîn Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî kullarındandır.
MuhammedKĂ‚dirî, Ebu'l-VefĂ‚'ya talebe olunca, kendisine Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Sana, halîfenin karşısında iftihĂ‚r edebileceğin ve onun seni o vaziyette gorup niyetini duzeltebileceği bir vazife vereyim." dedi ve onu talebelerin helĂ‚sını silip supurmek ve temizliği ile uğraşmak işiyle vazifelendirdi. Muhammed KĂ‚dirî bu vazifeyi kabûl edip, ihlĂ‚s ve gonul rızĂ‚sıyla, seve seve talebelerin helĂ‚sını temizlemeye başladı. Halîfenin yanında ve onun yakın adamlarından olmayı, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin yanında bulunarak, dervişlerin helĂ‚sının temizliğiyle uğraşmaya tercih ediyordu.
BĂ‚zı kimseler halîfeye; "Senin en yakın adamın ve en iyi hizmetcin MuhammedKĂ‚dirî, Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'nın en iyi itĂ‚at eden talebelerinden olmuş ve senin yanında olmayı ve sana hizmet etmeyi, talebelerin helĂ‚sını temizlemeye tercih ediyor. Senin adamlarını ayartıp, kendi hizmetinde tutan bu gibi kimseleri şehirde bulundurmanız doğru değildir. Eğer biraz daha burada kalırsa, butun adamlarınızı ayartıp yanında calıştıracak." dediler. Boyle sapık kimselerin sozleri, halîfe uzerinde etkisini gosterdi. UlemĂ‚yı toplayarak, onlarla meşveret etti ve onlara; "Nasıl hareket edelim." diye sordu. Âlimler sukût edip bĂ‚zıları cevap vermediler. Sonra bĂ‚zıları; "Şehirden uzaklaştıralım" dediler. BĂ‚zıları da; "CĂ‚milerde, minberlerde vĂ‚z ve nasîhat etmesine ve halkın tovbe etmesi icin meclisler tertip etmesine musĂ‚ade etmeyiniz." dediler. İbn-i Akîl ise; "YĂ‚ Emîr-ul-muminîn! UlemĂ‚ toplansın. Bunların herbiri, ayrı ayrı gĂ‚yet guc suĂ‚ller hazırlayıp ona sorsunlar. O suĂ‚lleri cevaplandırırsa, ne Ă‚lĂ‚. Yok bu suĂ‚lleri cevaplandırmaktan Ă‚ciz ise, gerisini siz bilirsiniz." dedi. İbn-i Akîl'in bu teklifi halîfenin hoşuna gitti ve; "Ne kadar Ă‚lim ve buyuk fıkıh Ă‚limi var ise toplansınlar. İcinden cıkılması zor olan ne kadar guc mesele ve suĂ‚l varsa sorsunlar. Eğer bu suĂ‚llere cevap verebilirse, onu kendi hĂ‚line bırakalım. ŞĂ‚yet cevaplandıramazsa, kursusunu başına yıkıp şehirden surelim." dedi. SonraSeyyidEbu'l-VefĂ‚ hazretlerine durumu bildirdiler. O da; "İmĂ‚m-ı Ahmed bin Hanbel hazretlerinin turbesinin batı tarafında, gomulu bir minber vardır. O minber demirdendir. O demir minberi halîfenin topladığı Ă‚limlerin, bana suĂ‚l soracakları yere koysunlar. Sonra etrĂ‚fında ateş yakıp, kıpkırmızı oluncaya kadar kızdırsınlar. O minberin uzerine cıkıp, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle, soracakları suĂ‚llerin hepsinin cevĂ‚bını veririm." buyurdu.
Onun bu sozleri halîfeye iletildi.Halîfenin emri ile o yeri kazdılar. Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin dediği gibi o minberi buldular. Binbir guclukle onu cıkarıp, geniş bir alana koydular. EtrĂ‚fına ve yanına cok buyuk odunlar yığdılar. Sonra odunları ateşe verdiler. Ateş, uc gun uc gece yandı. Minber ateşin tesiriyle kıpkırmızı oldu. Bağdat halkı, o alanda toplandı. Halîfenin ve ulemĂ‚nın oturacağı yerin yakınındaki ateşi temizlediler. Halîfe minbere yakın bir yere oturdu. Halkın bircoğu;"Kıpkırmızı olmuş demire, insanoğlunun yaklaşması hic mumkun mu? Nerde kaldı uzerine cıkıp oturmak ve kendisine sorulan suĂ‚llere cevap vermek." dediler. Halîfeye daha once SeyyidEbu'l-VefĂ‚ hazretlerini kotuleyenler de o alana geldiler. Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin, ateşten kızarmış minberin uzerinde yanmasını ve ona sorulacak suĂ‚llere cevap verememesini istiyorlardı. SuĂ‚l soracak Ă‚limlerin sayısı kırk kadardı. Bunların onu Hanefî mezhebi, onu ŞĂ‚fiî mezhebi, onu MĂ‚likî mezhebi, onu da Hanbelî mezhebi fıkıh Ă‚limi idi. Dort mezhebde, o zamanda onlar kadar Ă‚lim kimse yoktu. Onlar gelip yerlerini aldıktan sonra, Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin minbere cıkması istendi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, Besmele cekerek minbere cıktı. Peygamber efendimize salĂ‚tu selĂ‚m getirdikten sonra hutbe okudu. Ateşten kıpkırmızı olan demir minberin uzerinde, ayağını bile kıpırdatmadı. Bu hĂ‚ldeki minber, vucûdunu zerre kadar incitmedi.
Bu hĂ‚li goren halîfe, Ă‚limler ve halk cok şaşırdılar. Halîfenin, Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri hakkındaki tutumu değişti. Hic kimsenin onu inkĂ‚r edecek hĂ‚li kalmadı. Başta halîfe olmak uzere, oradaki herkes, TĂ‚c-ul-Ârifîn'in Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî bir kulu olduğunu kabûl ve tasdîk etti. EsĂ‚sında bu durumu, TĂ‚c-ul-Ârifîn'i sevmeyen ve ona duşman olanlar, onu halîfenin gozunden duşurmek icin hazırlamışlardı.
Daha sonra Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Kim suĂ‚l sormak ve munĂ‚zara etmek istiyorsa gelsin." dedi. Fakat kalabalık meydandan, ozellikle o kırk Ă‚limden hic kimse ona cevap vermedi. Sapıklar, Ă‚limlere; "Biz sizi niye buraya getirdik? Hazırladığınız suĂ‚llerinizi sorsanıza." dediklerinde, Ă‚limler; "Vallahi biz, gercekten cevĂ‚bı zor sorular hazırlamıştık. Fakat şimdi onların hicbirini hatırlayamıyoruz. Bildiğimiz her şeyi unuttuk." dediler. O Ă‚limlerin arasından bir zĂ‚t; "İslĂ‚m nedir?" diye sordu. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚; "Hangi İslĂ‚mı soruyorsun. Senin İslĂ‚mından mı soruyorsun, yoksa benim İslĂ‚mımdan mı?" diye soyleyince o zat; "İslĂ‚m iki turlu mudur diyorsun?" dedi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚; "Evet iki turludur. Sizin İslĂ‚mınız, îmĂ‚nınızın aynıdır. Sen; Allahu teĂ‚lĂ‚ birdir, eşi ve benzeri yoktur. Muhammed MustafĂ‚ hak peygamber diye dilinle soyler, kalbinle buna inanırsın. Hak teĂ‚lĂ‚nın ve Resûlunun emrini tutup onunla amel edersin. Ama bizim İslĂ‚m anlayışımız ve kabûl edişimiz bĂ‚zı değişiklikler arz eder. Şoyle ki: Biz, îmĂ‚nın yanında, hicbir zaman Allahu teĂ‚lĂ‚dan gĂ‚fil olmamak İslĂ‚mdır, deriz. Sizin orucunuz; RamazĂ‚n-ı şerîfte fecrin ağarmasından, guneş batıncaya kadar, yemeden-icmeden, cimĂ‚dan sakınmak ve akşam olunca da iftar etmektir. Bizim orucumuz ise; yiyeceklerden, giyeceklerden ve butun kĂ‚inattan uzak durmaktır. Biz, dunyĂ‚ nîmetlerinden, sĂ‚dece ibĂ‚det ve tĂ‚atte guc kazanmak icin faydalanırız. Bizim icin esas, butun ahlĂ‚k bozucu şeylerden uzak durmaktır. ZekĂ‚ta gelince; altından bu kadar, gumuşten şu kadar ve davardan şu kadar deyip, fıkıh kitaplarında beyan buyurulduğu gibi verirsiniz. Bizim zekĂ‚tımız; mevcud olan her şeyi, fazla fazla vermektir ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın indinde makbûl olan nesnelerle zenginlik hĂ‚sıl edip, butun varlıklardan el cekmektir.
Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, sonra haccı ve diğer emirleri cok acık bir şekilde anlattı. Sonunda; "Bu anlattığım İslĂ‚ma kim sĂ‚hiptir?" diye sorunca, hic kimse cevap vermedi. Bunun uzerine Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Ey CemĂ‚at! Benim icin cok şiddetli bir ateş kızdırdınız, ama Allahu teĂ‚lĂ‚ sondurdu. BĂ‚zı zor suĂ‚ller hazırlayarak, onların cevĂ‚bının verilmemesiyle beni Ă‚ciz bırakmak istediniz. Fakat, Allahu teĂ‚lĂ‚ beni değil, sizi Ă‚ciz bıraktı. Kendinizin fesĂ‚hat ve belĂ‚gatla konuşup suĂ‚l sormanızı, benim ise, fesĂ‚hat ve belĂ‚gattan uzak suĂ‚llerinizi cevaplandırmamı istiyordunuz. Fakat siz de gordunuz, ben de fasîh ve beliğ soz soylemeye muktedir imişim." dedi. Ve; "Hani bana sormak icin suĂ‚l hazırlayanlar nerede? Gelsinler, suĂ‚llerini sorsunlar!" diye uc sefer yuksek sesle seslendi. Hic kimse cevap vermeyince kendisi; "Bana sormak icin hazırladığınız hĂ‚lde, Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından size unutturulan suĂ‚lleri, O'nun yardımıyla sizlere ben sorayım ve cevĂ‚bını vereyim." dedi.
SuĂ‚l hazırlayan kırk Ă‚limden ilkine; "YĂ‚ falan! Senin hazırladığın suĂ‚l şu değil miydi?" diye sorunca, ondan "Evet." cevĂ‚bını aldı. "İşte cevĂ‚bı da budur." diyerek, o suĂ‚li cok guzel bir şekilde acıkladı. Verdiği cevĂ‚bı orada bulunan herkes cok beğendi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, orada bulunan diğer otuz dokuz Ă‚limin hazırladıkları suĂ‚lleri tek tek soyleyerek, cevaplarını gĂ‚yet acık bir şekilde soyledi. Bu durum, başta halîfe ve orada bulunan kırk Ă‚lim olmak uzere, herkesi hayretler icinde bıraktı. Orada bulunanların hepsi, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerine hayrĂ‚n oldular. TĂ‚c-ul-Ârifîn sonra onlara; "Ey Ă‚limler! Ey fakîhler! Biliniz ki, medresede oğrenilen ve kĂ‚ğıt uzerine yazılan ilim zamanla unutulur. Fakat Ledun mektep ve medresesinde oğrenilen ilm-i ledunnî'nin kĂ‚ğıdı gonul sahifesidir. O, gonul sahifesine yazılır ve aslĂ‚ unutulmaz. İlm-i ledunnî'yi oğrenin. Bu ilmi oğrenen, iki cihanda mesûd olur, saĂ‚dete erer ve bahtiyĂ‚r bir hayat yaşar." dedi. Sonra minberden inerek iki rekat namaz kıldı ve bir kenara oturdu. Oradaki halkın bĂ‚zıları, onun yanına gelerek oturdular. İbn-i Akîl ve İbn-i Hubeyre de TĂ‚c-ul-Ârifîn hazretlerinin yanına gelerek himmet istediler. Ebu'l-VefĂ‚ onlara; "Siz, beni fasîh ve beliğ konuşamayan acemi bir kimse mi sanmıştınız?" diye sorunca, onlar; "Evet oyle zannediyorduk." dediler. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚; "Biliniz ki, Allahu teĂ‚lĂ‚nın lutfu kime erişmişse, o kimse nĂ‚kıs ise kĂ‚mil olur. Dilsiz ise konuşur. Konuşması duzgun değilse, fasîh olur. Kor ise gozleri gorur. Ne eksiği varsa, hepsi tamamlanır, hicbir eksiği kalmaz. Allahu teĂ‚lĂ‚ bana da lutufta bulundu. Ceddim Muhammed MustafĂ‚, gece ruyĂ‚mda gorunup, ağzıma mubĂ‚rek tukuruğunden bulaştırdı. O sabahtan beri cok fasîh ve beliğ konuşmaktayım." buyurdu. Bunun uzerine İbn-i Hubeyre, Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin eline sarılarak, cĂ‚n-u gonulden tovbe etti.
TĂ‚c-ul-Ârifîn Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, sonra ikinci defĂ‚ buyuk bir vĂ‚z ve nasîhat verdi. O sırada, daha halîfenin kalbinde inkĂ‚r kokusu vardı. Cunku Ehl-i sunnet duşmanları munĂ‚fıklar, Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri hakkında gece-gunduz ceşit ceşit yalanlar soyluyor ve ona iftirĂ‚ ederek, doğruyu bĂ‚tıl olarak gostermeye calışıyorlardı. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'nın vĂ‚zını dinlerken halîfeye bir hĂ‚l oldu ve onun anlattıklarını cĂ‚n-u gonulden dinlemeye başladı. "Cok guzel yĂ‚ TĂ‚c-ul-Ârifîn" diyerek kendini kaybetti. Bu durum, birkac defĂ‚ daha tekrarlandı. Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerini kotuleyenler, onun boyle soylemesine cok şaşırdılar. Kendisine gelince, ona; "Sizinle Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ arasında bir yakınlık yok iken, ona bu şekilde seslenmenizin sebebi nedir?" diye sordular. Halîfe; "Vallahi o sozu kendi isteğimle soylemedim. Minberin uzerinde yeşil bir kuş bulunuyordu. O kuş; "Cok guzel yĂ‚ TĂ‚c-ul-Ârifîn." deyince, kendi isteğim olmadan o kuşun sozlerini tekrarladım." dedi. Sonra Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri minberden inince, bircok kimse yanına gelerek tovbe etti. Yaptıklarından ızdırap duyan halîfenin, TĂ‚c-ul-Ârifîn hazretlerinin yardımıyla kalbi yumuşadı ve duşmanların sozlerine bakmayarak ona bîat etmek istedi. TenhĂ‚ bir yerde vĂ‚z kursusu kurmaları icin adamlarını gorevlendirdi. Sonra da Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerine, gelip bize tenhĂ‚ bir yerde vĂ‚z versin. Lutfedip bizi şereflendirsin." diye haber gonderdi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚; "Canla başla." dedi. Kursunun kurulduğu yere gitti ve vĂ‚z u nasîhatta bulundu. O mecliste, o kadar cok ilmi-ledunnî ve feyz sactı ki, anlatılması mumkun değildir. Oradakilerin hepsi, derecelerine gore hisselerine duşeni aldılar. Halîfe ve hazır bulunan Ă‚lim ve fakîhler ona hayran kaldılar. Bunların arasında TĂ‚c-ul-Ârifîn icin; "Bu kadar ilmi nereden oğrendi? Bu kadar cok kitap bilgisine nasıl sĂ‚hib oldu ve nasıl mutĂ‚laa edebildi? ZĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerde bir benzeri olmayan bu zĂ‚t, hangi Ă‚limlerden, nerede ve ne zaman ders aldı?" diye hatırlarından gecirenler oldu. Onların bu duşunceleri ona mĂ‚lûm oldu ve; "Ey insanlar! İyi bilin ve anlayın. CenĂ‚b-ı Hak bir kuluna ihsan edip feyz vermişse, o kimse zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerde oyle soz sĂ‚hibi olur ki, sizin Ă‚limlerinizin uzun yıllar calışarak elde ettikleri cok ilim, O'nun verdiği ilme nazaran denizde bir damla gibidir. Bir tarafın ilim oğreteni Allahu teĂ‚lĂ‚, bir tarafın ilim oğreteni insan olursa, hangi tarafın ilminin daha tutarlı olduğunu siz kıyĂ‚s ediniz." buyurdu. Orada bulunanlar, onun bu sozunu işitince cok ağladılar. Bu konuşmadan sonra, bircok kimsede derecesine gore bir hĂ‚l hĂ‚sıl oldu. BĂ‚zıları duşup bayıldılar. Halîfeyi de dehşet kaplıyarak vucûdunu bir titreme aldı. Kalbinde Allah korkusu yer edip, evliyĂ‚ sevgisi hĂ‚sıl oldu. TĂ‚c-ul-Ârifîn hazretleri, minberden inip halîfenin yanına geldiler. Elleriyle halîfenin vucûdunu sıvazladı. O titreme hĂ‚li halîfeden gitti. Bunun uzerine halîfe; "YĂ‚ Seyyid, bana hĂ‚ssaten vĂ‚z et." dedi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri de; "Ey Emîr-ul-muminîn! Sen gerceği gordun. Amma sen bir inat yuzunden bunu anlamadın veya anlamak istemedin. Bir kimseye kendisinin vĂ‚zı tesir etmezse başkasınınki hic tesir etmez. Fakat ben sana bir kıssa anlatayım, sen ondan hisse cıkar:
Bir coban, guttuğu koyunlara şefkatli ve merhametli davransa, onları incitmezse ve zayıf-sağlam demeden her birini iyi ve otlu yerlerde otlatırsa, sıcak bastığı vakitlerde ağac altlarına goturup onları golgelendirirse, susadıklarında onları guzel berrak sulardan sularsa, hulĂ‚sa ne kadar iyi beslerse, koyunlar besili olur ve suru cabuk artar. Koyunların sutleri de cok olur. Koyunları boyle olan suru sĂ‚hibi de, cobandan memnun olarak daha fazla ucret verir. Eğer bunları yapmayıp da tersini yaparsa, koyunların sutleri ve sayısı azalır. Suru sĂ‚hibi memnun kalmayarak cobanı işten cıkarır, onun yerine başka coban getirir.
İşte boyle olduğu gibi, ey halîfe, bir bakıma sen de bir cobansın. Sana itĂ‚at eden tebean da koyun gibidir. Sen insaf ve adĂ‚letle hareket ederek onlara zulum etmezsen, Allahu teĂ‚lĂ‚ da senin hukûkunu gorerek, adĂ‚letle hareket ettiğin icin seni makĂ‚mında devamlı tutar ve sen de boylece ulkeni gunden gune genişletebilirsin. Eğer tebeana şefkat ve merhametle davranmazsan, onlara ezĂ‚, cefĂ‚ ve zulum edersen, Hak teĂ‚lĂ‚ seni memleket pĂ‚dişĂ‚hlığından ve hilĂ‚fet makĂ‚mından alır. Boylece hem bu dunyĂ‚da, hem de Ă‚hirette kovulmuş olursun.
Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri soze devamla; "Ey Emîr-ul-muminîn! Şimdi iyi duşun ve gozunu ac. Kendi hĂ‚line dikkatle bak. Hangi taraftansın? Ona gore amel et ve durumunu duzelt. Kimseye guvenme, Ă‚hirette yarayacak işi kendin gor!" buyurdu. Bunun uzerine halîfe; "Ey Seyyid! Allahu teĂ‚lĂ‚ seni ve ecdĂ‚dını, butun muminlere yardım ve onlardan faydalanmaları icin gonderdi. O yardım ve faydadan, bugun ozellikle ben istifĂ‚de ettim. İdĂ‚rem altında bulunan Ă‚mirlere, halka adĂ‚let uzere muĂ‚melede bulunup, kimseye zulum etmemeleri icin emir gondereceğim. Soylemek benden, emrimi yerine getirmek ise onların vazifesidir. Eğer emrimi yerine getirmezlerse, gunaha girer ve yarın Allahu teĂ‚lĂ‚nın huzûrunda kendileri mesûl olurlar." dedi.
TĂ‚c-ul-Ârifîn Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Ey halîfe! Guzel soyluyorsun, fakat sĂ‚dece dil ile soylemek yetmez. Yapılan işi tartarak yapmak ve her durumda adĂ‚lete riĂ‚yet etmek lĂ‚zımdır. Ey halîfe! Şuphen olmasın ki, gunun birinde oleceksin. Burada oyle bir amel işle ki, yarın kıyĂ‚met gunu o amelin sana faydası dokunsun. Gunun birinde seni, seni yaratan yuce bir varlığın huzûruna goturecekler. O her şeyi bilir, hicbir şey O'na gizli kalamaz. Burada işlediğin her şeyin karşılığını orada goreceksin. Şunu hic unutma ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ seni bir damla meniden yarattı. Sana can verdi, akıl verdi. Goz, kulak, ayak ve dil verdi. Bunlara benzer daha nice Ă‚zĂ‚lar ve saymakla bitmeyecek nîmetler verdi. Butun bunları insanoğlunun emrine Ă‚mĂ‚de kıldı. Boyle nîmetler verdiği insanlar uzerine hukmetmen ve emir vermen icin, Allahu teĂ‚lĂ‚ seni hĂ‚kim kıldı ve halîfe yaptı. Sana tĂ‚bi olan butun insanların hĂ‚lleri senden sorulacaktır. Bu yuzden makĂ‚mınla oğunup mağrur ve gĂ‚fil olmayasın." deyince, halîfe cok ağladı ve harĂ‚reti arttı. İcmek icin su istedi. Bir maşraba su getirdiler. Tam suyu iceceği sırada, Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Ey halîfe, suyu icme! Sabret." dedi. Bunun uzerine halîfe onun diyeceğini beklemeye başladı. TĂ‚c-ul-Ârifîn; "Ey halîfe! Cok susamış bir hĂ‚lde sahrĂ‚da olsan ve bir damla icecek su bulamasan, susuzluktan olecekmiş gibi olsan. Bir kimse elinde bu maşrabayla sana su getirse ve karşında tutarak; "ŞĂ‚yet saltanatının yarısını bana verirsen, şu suyu sana vereceğim." dese ne yaparsın?" deyince, halîfe; "Susuz olmektense, diri kalıp yaşamak daha iyi olacağından, saltanatımın yarısını verir, bir maşraba dolusu soğuk suyu alırdım." dedi.
Bunun uzerine Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "Suyu ictiğinizi kabûl edelim. O ictiğin su, bir muddet sonra idrĂ‚r olarak yol bulup cıkmak istese, fakat Allahu teĂ‚lĂ‚ o suyu veren kimseye bir imkĂ‚n verse, o kimse seni, idrĂ‚rını yapamaz hĂ‚le getirse ve sen de idrĂ‚rını yapamasan, o zaman, o kimse; "Eğer saltanatının diğer yarısını da bana verirsen, idrĂ‚rını yapmanı sağlarım. Yoksa seni bu hĂ‚lde bırakırım." dese ne yaparsın?" diye sordu. Halîfe cevap olarak; "EzĂ‚, cefĂ‚ icinde cĂ‚resiz kalmaktan dirlik iyidir. Saltanatımın yarısını ona verir, o zahmetli hĂ‚lden kurtulurum." dedi ve elindeki suyu icti. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri başını kaldırıp; "Ey halîfe! Bil ki, yarısı bir icim suya, yarısı da bir defĂ‚ idrĂ‚r cıkarmak karşılığında elden cıkacak olan bir devlete, bir makĂ‚ma, Ă‚rif olan kimse hic tamĂ‚ eder mi? Onun icin, beylik ve makamın benim yanımda zerre kadar bir değeri yoktur." buyurdu. Bunun uzerine halîfe; "Ey Seyyid! Beni mĂ‚zur gorunuz. Sizin asıl hĂ‚linizi bilememişim. Biliyorsun ki, nefs kĂ‚firdir. İnsana turlu turlu endişeler verir ve kişi, kendisini vesveseye iten herkesin sozune uyar." dedikten sonra, Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin elini optu ve; "Ey-Seyyid! Bu andan îtibĂ‚ren senin emrinden dışarı adımımı atmayacağım. Yapacağım işleri, once sizinle istişĂ‚re edeceğim, sonra yapacağım." dedi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri de; "Ey Emîr-ul-muminîn! Benim sana, senin de bana ihtiyĂ‚cın yok. Fakat ne yaparsan Allahu teĂ‚lĂ‚nın emrinden dışarı cıkma, Peygamber efendimizin sunnetini bırakma. DĂ‚imĂ‚ Allahu teĂ‚lĂ‚dan kork. Resûlunden utan." dedi. Bunun uzerine halîfe; "Ey Seyyid! Bana, gonlumun dunyĂ‚ya karşı aşırı ve fazla bir hırs gostermeyeceği bir nasîhatta bulun?" deyince, Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri; "DunyĂ‚nın lezzetleri uc şeyde toplanmıştır. Bunların ilki yemek-icmek, oburu giyinmek, diğeri ise cimĂ‚'dır. Yiyeceklerin en tatlısı baldır. Bal, kucuk ve zayıf olan arıdan hĂ‚sıl olur. O hayvancığı, insan dilerse kolayca oldurebilir. Giyeceğin en iyisi ipek olup, onu da kucucuk bir bocek yapar. O bocek, gokgurultusuyle olur. CimĂ‚ ise, bir bevli yerli yerine ulaştırmaktır. Bu da bir anlık lezzettir. DunyĂ‚nın, insan icin gecen sure kadar bile kıymeti yoktur. KĂ‚mil ve Ă‚rif kimse dunyĂ‚ya gonul bağlamaz. Boyle zĂ‚tların gonulleri, Allahu teĂ‚lĂ‚dan bir Ă‚n bile uzak olmaz." buyurduktan sonra, talebelerinden birine işĂ‚ret etti. Talebesi hĂ‚l ehlinden olduğu icin, hocasının ne icin işĂ‚ret ettiğini hemen anladı. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri onun eline, o zamĂ‚na kadar gorulmemiş bir inci koydu. İncinin parlaklığından her taraf ışıl ışıl olmuştu. Halîfe bunu gorunce, Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'dan bakmak icin izin istedi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri inciyi halîfeye verdi. Halîfe eline alınca, inci basit bir taş oluvermişti. Onu tekrar geri verdi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ o taşı eline alınca, yine pırıl pırıl parlayan bir inci oluverdi. Halîfe o inciyi tekrar eline aldığında, yine değersiz bir taş oluverdi. Halîfe onu tekrar Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'ya geri verince, o taş, tekrar gozleri kamaştıran, parlaklığıyla insanları cezbeden bir inci oldu. Halîfe bu duruma cok şaşırdı. Bunun neden ileri geldiğini anlıyarak, cĂ‚n-u gonulden tovbe etti. AdĂ‚let uzere hareket edeceğine, kimseye zulum etmeyeceğine gonulden soz verdi.
Sonra Emîr-ul-muminîn, ceşitli yemekler hazırlamaları icin adamlarına emir verdi. TĂ‚c-ul-Ârifîn hazretlerine ziyĂ‚fet verecekti. Adamları cok mikdĂ‚rda ve ceşitli yemekler hazırladılar. Sofralar kurularak, o yemekleri onların uzerlerine koydular. Halîfe ve Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, talebeleriyle sofraya oturdular. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ talebelerine; "Ramazan Mecnûn aranızda mı?" diye sorunca, Ramazan Mecnûn; "Buradayım." diyerek ayağa kalktı. Ebu'l-VefĂ‚; "Ey halîfe! Once bu Mecnûn'un karnını doyur." dedi. Halîfe de; "Hay hay, yemeğin sonu yoktur. Ne kadar isterse yesin." deyince, Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri Ramazan Mecnûn'a işĂ‚ret etti. Ramazan Mecnûn yemekleri yemeğe başladı. Orada bulunan butun yemekleri yedi ve ey halîfe! Daha yemek yok mu? Karnım doymadı." dedi. Halîfe de; "Bağdat'ta ne varsa yersin, fakat yine doymazsın." deyince, Ramazan Mecnûn; "Bugun rızkımı senden talep ettim, ac kaldım." dedi. Bunun uzerine halîfe ozur diledi ve tovbe istigfĂ‚r etti.
Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, yola cıkmak icin halîfeyle vedĂ‚laştı. Halîfe ona, şehirden cıkıncaya kadar refĂ‚kat etti. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ talebeleriyle Bağdat'tan uzaklaştıktan sonra, halîfe, MĂ‚cid-i Kurdî'yi istedi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚, MĂ‚cid'e izin verince, MĂ‚cid, halîfenin yanına geldi. Halîfe kĂ‚tibine; "Kasendi'nin etrĂ‚fında olan butun koylerin uşrlarını Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'ya yaz." diye emir verdi. KĂ‚tip, halîfenin bu emrini yazdı. Halîfe, bunu MĂ‚cid-i Kurdî'ye vererek; "Bunu Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'ya gotur. Fakat Seyyid hazretleri beldesine varmadan bunu ona verme ve gosterme." dedi." MĂ‚cid-i Kurdî; "Peki." diyerek mektubu aldı ve Seyyid Ebu'l-VefĂ‚'nın arkasından yetişti. Ona hicbir şey soylemedi. Hepsi gemiye bindiler. Fakat gemi, ne yaptıysalar bir turlu hareket etmedi. Bunun uzerine Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın yardımıyla geminin neden yurumediğini anladı ve MĂ‚cid-i Kurdî'yi yanına cağırdı. Ona; "Ey MĂ‚cid sende bir şey var." dedi. MĂ‚cid de; "Evet yĂ‚ Seyyid." deyince; "Nedir o?" diye suĂ‚l etti. MĂ‚cid; "Bende halîfenin size gonderdiği bir mektup var." dedi. Ebu'l-VefĂ‚; "Daha once bana onu niye vermedin?" dedi. MĂ‚cid de; "Yerinize varmadan size vermememi ve ondan bahsetmememi halîfe vasiyet etmişti. Ondan dolayı vermedim." deyince, Ebu'l-VefĂ‚; "YĂ‚ MĂ‚cid! Goruyorsun ki gemi hareket etmiyor. Ne yapmamız lĂ‚zım? Getir mektubu bir goreyim." dedi. MĂ‚cid-i Kurdî mektubu cebinden cıkarıp hocasına verdi. Seyyid Ebu'l-VefĂ‚ mektubu okuduktan sonra, yırtıp, parca parca ederek suya att