Osmanlı velî ve Ă‚limlerinden. İsmi Muhammed ZĂ‚hid’dir. Babası ulemĂ‚ ve meşĂ‚yıhtan Hasan Hilmi Efendidir. Kevserî nisbesiyle meşhûr oldu. 1879 (H.1296) senesinde Bolu’nun Duzce ilcesine bağlı CalıcumĂ‚ (Hacı Hasan Efendi) koyunde doğdu. 1951 (H.1371) senesinde KĂ‚hire’de vefĂ‚t etti. Kabri KarĂ‚fe Kabristanında, İmĂ‚m-ı ŞĂ‚fiî hazretlerinin kabrinin yakınındadır.

Babası aslen Kafkasyalı olup, memleketleri Ruslar tarafından işgĂ‚l edilince, hicret ederek Anadolu’ya geldi. Bolu’nun Duzce ilcesi yakınındaki bugunku adı CalıcumĂ‚ olan o zamanki adıyla Hacı Hasan Efendi koyune yerleşti. Muhammed ZĂ‚hidu’l-Kevserî bu koyde dunyĂ‚ya geldi. İlk tahsîlini babasından gordu ve Duzce Ă‚limlerinden ilim oğrendi. Sonra İstanbul’a gelerek Kazasker Hasan Efendinin DĂ‚rulhadîs Medresesinde yerleşti. FĂ‚tih dersiĂ‚mlarından Eğinli İbrĂ‚him Hakkı Efendi ile Alasonyalı Ali ZeynelĂ‚bidîn Efendiden dînî ve Arabî ilimleri okuyarak, icĂ‚zet, diploma aldı. 1907 senesinde yapılan ruûs imtihĂ‚nını kazanarak ders vekîli oldu. Ahmed Âsım Efendinin başkanlığındaki Ahıskalı Ahmed Esad Efendi, Dağıstanlı Mustafa bin Azm Efendi ve Tosyalı İsmĂ‚il Zuhdu Efendilerden meydana gelen heyet huzûrunda dersiĂ‚mlık imtihĂ‚nını kazandı. Bir muddet FĂ‚tih CĂ‚miinde muderrislik yapan Muhammed ZĂ‚hidu’l-Kevserî, 1913 senesinde İstanbul Muderrisliği rutbesine ulaştı. FĂ‚tih CĂ‚miinde muderrislik yaptığı sırada ayrıca DĂ‚ruşşafaka’da Arapca dersleri okuttu.

ZĂ‚hidu’l-Kevserî, DĂ‚rulfunûnda (İstanbul Universitesi) fıkıh ve fıkıh tĂ‚rihi derslerini okutmak icin acılan imtihĂ‚nı birincilikle kazanmış ise de bu vazîfeye, mevcut oğretim uyelerinden birisi vekĂ‚leten getirildiğinden, tĂ‚yini gercekleşemedi. Urguplu Mehmed Hayri Efendinin şeyhulislĂ‚mlığı sırasında ıslĂ‚h edilen medreselerde belĂ‚gĂ‚t, aruz ve ilm-i vĂ‚d' derslerini okuttu. Bu sırada Kastamonu’da acılan yeni bir medreseyi faĂ‚liyete gecirmekle vazîfelendirildi. Uc yıl kadar bu vazîfeyi liyĂ‚katle yuruten ZĂ‚hidu’l-Kevserî, istifĂ‚ ederek İstanbul’a dondu. İstanbul’a donuşu kış mevsimine rastlıyordu. Her taraf karlarla kaplı olduğu icin Karayolundan gitmeyi tercih etmeyip deniz yolundan gitmeye karar verdi. İnebolu Limanından bindiği eski bir gemi kĂ‚h durup kĂ‚h dolanarak Ereğli’ye yaklaştı. ZĂ‚hidu’l-Kevserî yola boyle devĂ‚m etmektense inmeye ve Akteşşehir’e gecmeye karar verdi. Orası Duzce’ye yakındı. Sefere ara verip Duzce’ye gitmeyi ve şartlar yolculuğa musĂ‚it oluncaya kadar orada kalmayı duşunuyordu. Gemiden inip bir kayıkla Akteşşehir’e gitmek uzere yola koyuldu. İkindi vaktine doğru deniz hırcınlaştı. Ard arda vuran dalgalar, ZĂ‚hidu’l-Kevserî ve Akteşşehir yolcularının bulunduğu kayığı devirdi. Fakat yolcular devrilen kayıktan ayrılmayıp kayığın kenarlarına tutundular. Dalgalarla uğraşmadan dolayı bir muddet sonra ZĂ‚hidu’l-Kevserî de diğer yolcular gibi kendini kaybetti. Denizden cıkarıldığında tek hissettiği şey kulağındaki cınlamaydı. Diğer yolcular da guclukle fakat sağ olarak sĂ‚hile cıkarıldılar. ZĂ‚hidu’l-Kevserî’nin Kastamonu’ya goturup de, orada bırakmayıp İstanbul’a geri getirmek icin yanına aldığı cok sayıda eşyĂ‚ları ve nefis yazma kitapları sulara gomuldu. Aralarında asırlarca once yazılmış unlu Ă‚limlere Ă‚it fıkıh, hadîs ve akĂ‚id ilimlerine dĂ‚ir kitaplar da bulunuyordu.

KazĂ‚dan sağ sĂ‚lim kurtulan ZĂ‚hidu’l-Kevserî hazretleri birkac gun kalmak uzere Duzce’ye gitti. Bu esnĂ‚da İstanbul’dan DĂ‚ruşşafaka Medresesine tĂ‚yin edildiğini bildiren telgraf geldi. Bu emir uzerine İstanbul’a gelen ZĂ‚hidu’l-Kevserî, DĂ‚ruşşafaka’daki vazîfesine başladı. Bir ay sonra da Medresetu’l-Mutehassısîne muderris tĂ‚yin edildi. Ders vekĂ‚leti meclisine uye secildi. Bir muddet sonra yetmiş beş Osmanlı lirası aylıkla ders vekilliğine tĂ‚yin edildi.

Sultan İkinci BĂ‚yezîd Han bir medrese yaptırmış ve bu medresede ŞeyhulislĂ‚mın bizzat ders vermesini emretmişti. Fakat zamanla ŞeyhulislĂ‚mlar meşgûliyetlerinin coğalması sebebiyle kendilerinin yerine ders vermek uzere bir vekil gorevlendirmişlerdi. ŞeyhulislĂ‚mın yerine ders veren bu muderrislere ders vekîli denirdi. Ders vekîlinin yetkisi El-Ezher Universitesi rektorunun yetkisine eşitti. Sultan Vahîdeddîn Han zamĂ‚nında ŞeyhulislĂ‚m Mustafa Sabri Efendinin ders vekîli olan ZĂ‚hidu’l-Kevserî bu şerefli vazîfeyi liyĂ‚kat ve ustun başarıyla yuruttu. Sonra Bayındırlık Kurulunun, Sultan İkinci Mustafa Hanın yaptırmış olduğu LĂ‚leli Medresesini yıkmasına karşı cıktığı icin bu vazîfesinden alındı.

İslĂ‚m dînini doğru olarak anlatan Ehl-i sunnet Ă‚limlerinin yolunda giden, her turlu sapık ve bozuk cereyĂ‚nlara karşı olan ZĂ‚hidu’l-Kevserî, Osmanlı Devletini batıran İttihĂ‚d ve Terakkîye ve onlara Ă‚let olan, din Ă‚limi ve şeyh gecinen fakat İslĂ‚miyetten haberi olmayan kimselere şiddetle karşı cıktı. İstanbul’da kaldığı zamanlar yuzlerce talebe yetiştirdi. Bu talebelere tahsillerinin sonunda ehliyetli olduklarına dĂ‚ir icĂ‚zetnĂ‚me, diploma verdi. Fakat Ehl-i sunnet yoluna ve Ehl-i sunnet Ă‚limlerine olan hucûmlar karşısında kale gibi direnmesini surdurduğu icin ittihĂ‚dcılar ve onların maşaları durumunda olanların haksız ithĂ‚m ve hucumlarına uğradı. Ders VekĂ‚leti Meclisi uyeliğini ve muderrislik vazîfesini devĂ‚m ettirdiyse de, bĂ‚zı ihlĂ‚slı kimselerin kendisine, tutuklanması icin turlu oyunların tezgĂ‚hlandığını haber vermeleri uzerine durum yatışıncaya kadar gecici olarak İstanbul’dan ayrılmaya karar verdi. 3 Kasım 1922 tĂ‚rihinde Mısır’a gitmek uzere İstanbul’dan ayrıldı. Deniz yoluyla İskenderiyye’ye oradan da KĂ‚hire’ye gitti. Birkac ay KĂ‚hire’de kaldıktan sonra Şam’a gelip bir yıl burada kaldı. Sonra tekrar KĂ‚hire’ye donerek CĂ‚miu’l-Ezher’de (Ezher Medresesinde) okuyan Turk talebelerin kaldığı Ebu’z-Zeheb Muhammed Bey DergĂ‚hına yerleşti. Orada kaldığı muddet icinde ders okutup talebe yetiştirmekle ve ilmî eserler yazmakla meşgûl oldu. 1928 senesinde tekrar Şam’a gelip bir yıl kaldıktan sonra KĂ‚hire’ye dondu. DĂ‚ru’l-MahfûzĂ‚ti’l-Mısriyye (Mısır Devlet Arşivi)de bulunan bir kısım Turkce belgeleri Arapca’ya tercume etme gibi mutevĂ‚zî bir işte calışarak gecimini sağladı. Bir muddet sonra eşini ve cocuklarını da İstanbul’dan yanına getirtti. Bir oğlu ve uc kızı olan ZĂ‚hidu’l-Kevserî, son senelerini ilmî eserler yazmakla gecirdi. Son yıllarda şeker hastalığı ve yuksek tansiyon rahatsızlığına tutuldu.

Bir oğlu ve uc kızı onun sağlığında KĂ‚hire’de vefĂ‚t ettiler. ZĂ‚hidu’l-Kevserî hazretleri de 1951 (H.1371) senesinde KĂ‚hire’de vefĂ‚t etti. CĂ‚miu’l-Ezher’de kılınan cenĂ‚ze namazından sonra KarĂ‚fe Kabristanında İmĂ‚m-ı ŞĂ‚fiî hazretlerinin kabri civĂ‚rında, dostu İbrĂ‚him Selîm’e Ă‚it bolumde defnedildi. VefĂ‚tından sonra ayağına sıcak su dokulup rahatsızlanan hanımı Turkiye’ye donmuş ve 1957 senesinde Duzce’de vefĂ‚t etmiştir.

ZĂ‚hidu’l-Kevserî hazretleri uzun boylu, geniş omuzlu, dolgun vucutlu bir yapıya sĂ‚hipti. Guclu bir işitme kĂ‚biliyeti ve keskin goruşu vardı. HĂ‚fızası cok kuvvetliydi. Arapca, Turkce, Farsca ve Cerkezce lisanlarını cok iyi bilirdi. Arapca’yı konuştuğu zaman onun Arap olmadığını ancak bir Arap anlayabilirdi. Ceşitli halk lehcelerini ve fasîh Arapca’yı buyuk bir mahĂ‚retle konuşurdu. Kendisinin esas alanı nesir olmasına rağmen şiirde de guclu bir edipti. Hanefî mezhebine mensûb olmasına rağmen, İmĂ‚m-ı ŞĂ‚fiî hazretlerine de buyuk bağlılığı vardı.

İlmî calışmalarını ince bir dikkat ve titizlikle yuruturdu. İlmî munĂ‚zara ve mulĂ‚kĂ‚tlarda kendisine yoneltilen ceşitli sorulara kesin ve iknĂ‚ edici cevaplar verirdi. İslĂ‚m Ă‚limlerinin ve evliyĂ‚ullahın buyukluğunu kavrayamamış olan İbn-i Teymiyye ve onun yolunda olan, dinde reform yapılmasını savunan kimselere karşı cıkardı. Ehl-i sunnetin savunuculuğunu yaptığı, İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarının değiştirilmesine karşı cıktığı icin muĂ‚rızları tarafından taassupla ithĂ‚m edilmişti. Fakat onun ilmi, calışması ve yaşayışı muĂ‚rızlarının haksız ithamlarını curutmekteydi.

Omrunu her fırsatta eser yazmak, nasîhat etmek ve insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmakla geciren ZĂ‚hidu’l-Kevserî hazretleri, talebelerine dĂ‚imĂ‚ faydalı eserler yazıp, basmalarını ve dağıtmalarını tavsiye ederdi.

ZĂ‚hidu’l-Kevserî İstanbul’da ve Mısır’da bulunduğu sırada pekcok talebe yetiştirip icĂ‚zet verdi. Onun talebelerinden bĂ‚zıları şunlardır: Sultan BĂ‚yezîd CĂ‚mii vĂ‚izlerinden Hacı CemĂ‚l el-Asûnî, Mısır’daki Kudsî KutuphĂ‚nesinin sĂ‚hibi HusĂ‚meddîn Kudsî Efendi, Osmanlı Sultanı Abdulazîz Hanın yeğeni ŞehzĂ‚de Huseyin Hayreddîn Efendi. Omrunun son gunlerinde yanından ayrılmayan Cerkez asıllı Şeyh Abdullah bin Osman el-Humûsî, Şeyh AbdulfettĂ‚h Ebû Gudde, Te’nîbu’l-Hatîb adlı eserini neşreden İzzet AttĂ‚r el-Huseynî, İzmir vĂ‚izlerinden Ali Aksoy, Şeyh Muhammed İbrĂ‚him Hatenî ve Şeyh Muhammed İhsĂ‚n bin Abdulazîz'dir.

ZamĂ‚nının tefsîr, hadîs ve fıkıh Ă‚limi olan ZĂ‚hidu’l-Kevserî hazretleri pekcok kıymetli eser yazdı. Turkiye’de iken yazdığı yirmiden fazla eserden sĂ‚dece dordu basılabilmiştir. Bunların birisi Farsca, birisi Turkce, diğer ikisi de Arapcadır. Kendisi Turkiye’de yazdığı eserler arasında tefsîre dĂ‚ir iki ciltlik basılmamış eserinin cok onemli olduğunu soylerdi. Mısır ve Şam’da yazdığı eserlerin sayısı ise otuzu gecmektedir. Arapca kaleme aldığı bu eserlerin coğu basılmıştır. Hadîs, fıkıh, fıkıh usûlu ve İslĂ‚m Ă‚limlerinin hayatlarını anlatan elliden fazla esere uzun onsozler, notlar ve acıklamalar yazmıştır. Mecelletu’l-İslĂ‚m gibi dînî ve ilmî dergilerde cıkan yuzden fazla makĂ‚lesi talebeleri tarafından derlenerek MakĂ‚lĂ‚tu’l-Kevserî adıyla yayınlanmıştır. VehhĂ‚bîliği reddeden Esseyfu’s-Sakîl kitabı ile MakĂ‚lĂ‚t kitabı cok kıymetlidir. “El-İşfĂ‚k alĂ‚ AhkĂ‚mi’t-TalĂ‚k kitabı KĂ‚hire’de ve İrgĂ‚mu’l-Merîd İhlĂ‚s Vakfı tarafından İstanbul’da basılmıştır. Ayrıca Husnu’t-TekĂ‚dî kitabı kıymetlidir. En cok hadîsle meşgûl olan, Hanefî mezhebi imĂ‚mları Ebû Yûsuf, İmĂ‚m-ı Muhammed ŞeybĂ‚nî, İmĂ‚m-ı Zufer gibi talebelerinin biyoğrafileri, goruş ve ictihadları uzerinde duran ZĂ‚hidu’l-Kevserî hazretlerinin, Hatîbu’l-BağdĂ‚dî’ye karşı İmĂ‚m-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretlerini mudĂ‚faa etmek gĂ‚yesi ile yazdığı Te’nîbu’l-Hatîb adlı eseri de onemlidir.

UCRETSİZ DERS

ZĂ‚hidu’l-Kevserî hazretleri İslĂ‚miyetin emirlerine uymakta, yasaklarından sakınmakta, zuhd, dunyĂ‚dan uzaklaşmakta ve takvĂ‚da Ă‚detĂ‚ isminin canlı bir misĂ‚liydi. DunyĂ‚ malına ve makĂ‚mlarına değer vermez, dunyĂ‚ ehlinden uzak olmaya calışırdı. Bu yonuyle seckin bir kişiliğe sĂ‚hipti. Hic kimseye şahsî kin beslemezdi. Bir kimsenin kendisini aldattığını anlarsa, onu tahkik ederek araştırır, o kimseyle bir daha munĂ‚sebet kurmazdı. Darlık ve sıkıntılara sabreder, kendisinde bulunan ilmî ve ahlĂ‚kî ustunluk sebebiyle diğer insanlardan kendini ustun gormezdi. İlmini istismĂ‚r vĂ‚sıtası yapmaktan şiddetle sakınırdı. Bu sebeple cevresi oldukca genişlemişti. Hicbir ucret almadan ders verirdi. Yaptığı kitap tashihlerinden bile herhangi bir para veya karşılık almazdı. HayĂ‚tının son gunlerinde hastalığı iyice artınca, tedĂ‚vî masraflarını karşılayabilmek icin kitaplarını satmaya karar vermişti. O halde iken dahi talebelerinin maddî yardımlarını kabûl etmemişti. Sıkıntılı gunlerinde FuĂ‚d Universitesinden iki profesor, kendisini ziyĂ‚ret ederek universitede ders vermesini istediler. ZĂ‚hidu’l-Kevserî ozur dileyerek bunu yapamayacağını belirtti. Onlar gittikten sonra; “Nicin kabûl etmediniz?” diye sorulunca; “İcinde bulunduğum durumdan dolayı kesinlikle ucretli olarak ders vermemi istiyorlardı. Bunun icin kabûl etmedim. Boyle bir işi aslĂ‚ kabûl edemem.” diye cevap verdi.

1) İrgĂ‚mu’l-Merîd
2) MakĂ‚lĂ‚tu’l-Kevserî; s.1-90
3) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1165
4) İşĂ‚retu’l-MerĂ‚m Mukaddimesi
5) İslĂ‚m Meşhûrları Ansiklopedisi; c.3, s.2083
__________________