Doğu Anadolu'da yetişen buyuk velîlerden. Silsile-i aliyye adı verilen buyuk evliyĂ‚nın otuz ucuncusudur. Osmanlı Devletinin son devirlerinde yaşamıştır. Seyyiddir. "Hazret-i Şeyh" ve "AllĂ‚me" lakapları vardır. "ArvĂ‚sî" denmekle meşhûr olmuştur. Babası, Seyyid Abdulhamîd ArvĂ‚sî'dir. Annesi aynı Ă‚ilenin DoğubĂ‚yezid kolundan SeyyidHacı İbrĂ‚him Efendinin kızı Seyyide Emine Hanımdır. 1825 (H.1241) senesinde Van'ın Bahcesaray (Mukus) ilcesine bağlı Arvas (Doğanyayla) koyunde doğdu. 1895 (H.1313) senesinde aynı koyde vefĂ‚t etti. Kabri oradadır ve sevenleri tarafından ziyĂ‚ret edilmektedir.

Temiz ve asîl Ă‚ilesi Anadolu'nun doğu vilĂ‚yetlerinin ilim, irfĂ‚n ve guzel ahlĂ‚k vasıflarının timsĂ‚li (sembolu) idi. Zamanlarının Ă‚limi, fazîlet orneği olan dedeleri KĂ‚dirî ve Ceştî yollarına mensûb idiler. Babası, Arvas'ın tekke, zĂ‚viye ve medresesinin sevk ve idĂ‚resini yuruturdu. Seyyid Fehim, kucuk yaşta babası Seyyid Abdulhamîd Efendiyi kaybetti. AnnesiSeyyide Emine Hanım, zĂ‚hide, takvĂ‚ ve verĂ‚ sĂ‚hibi sĂ‚lihĂ‚ bir hanım idi. Pekcok kadın hizmetcileri olduğu halde ilim talebesinin elbisesini kendisi eliyle yıkar ve yardım ederdi.

Kucuk yaştan îtibĂ‚ren ilim oğrenmeye başlayan Seyyid Fehîm, kısa zamanda Kur'Ă‚n-ı kerîmi hatm ve hıfzetti. Sonra dedelerinin kurduğu ve oteden beri ilim yayan buyuk Ă‚limler yetiştiren Arvas Medresesi ile Mukus'teki Mîr Hasan Velî Medresesinde temel dînî bilgileri ve Arabî Ă‚let ilimlerini okudu. Kısa bir muddet ilim tahsîline ara verdi.

Sonra Cizre'ye gidip MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin halîfelerinden Şeyh HĂ‚lid-i Cezerî'nin ders halkasına dĂ‚hil oldu. Kısa zamanda emsallerini gecip ilimde ilerledi. Dînî ilimleri ve zamĂ‚nın fen bilgilerini oğrendi.

Seyyid Fehim, Cezire'de ilim tahsîli ile meşgûl olduğu sırada, amcaoğlu Seyyid Sıbgatullah Efendi de Cezire'ye gelip, MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin talebelerinden Şeyh SĂ‚lih Sibkî hazretlerinden ilim oğrendi. Cezire donuşunde Van'a uğradı. Van'da bulunduğu gunlerde buyuk velî Seyyid TĂ‚hĂ‚-yı HakkĂ‚rî hazretleri de Nehrî'den Van'a gelmişti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin en seckin eshĂ‚bından olan amcası Seyyid Muhammed Efendi, Seyyid Sıbgatullah Efendiye, Seyyid TĂ‚hĂ‚-yıHakkĂ‚rî hazretlerine talebe olmasını tavsiye etti. Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya talebe olan Seyyid Sıbgatullah, onun hizmetinde ve sohbetinde bulunarak, tasavvuf yolunda ilerledi. Kısa zamanda olgunlaşarak insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icĂ‚zet, diploma ve hilĂ‚fet aldı. Van vĂ‚lisi ve halkı Van'da kalmasını ısrarla istediler. Fakat o; "Nehri'ye gidiyorum. Seyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri uygun gorurlerse burada kalırım." buyurdu. Van'da kalmak istediğini Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine arzedince, buyurdu ki: "Yok Molla Sıbgatullah! Van halkı dûn-himmettir (eksik, kısa himmetlidir). Van'ın fethi benim ve senin elinde olmaz. MukĂ‚şefe Ă‚leminden mĂ‚lûmata gore sizin sulĂ‚lenizden, yĂ‚ni ArvĂ‚sî hanedĂ‚nından, ilim ve irfĂ‚nı ile tanınmış, Allah bilir ama onun [Seyyid Fehimi kasdediyor] vĂ‚sıtasıyla, Van'ın irşĂ‚dı gecici olarak mumkundur. O zĂ‚tın hayatta olup olmadığını bilmiyorum." buyurdu. Seyyid Sıbgatullah ArvĂ‚sî hazretleri; "O zĂ‚t amcamın oğludur. Cezire'de ilim tahsîli ile meşgûl, ilim ve irfĂ‚nla meşhûrdur." dedi. Seyyid TĂ‚hĂ‚; "Bir başka gelişinde o zĂ‚tı muhakkak bana getir." diye emir buyurdu.

Seyyid Sıbgatullah hazretleri, hocasını ikinci defĂ‚ ziyĂ‚rete gelişinde, genc yaştaki Seyyid FehimArvĂ‚sî'yi de Nehri'ye getirdi. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin huzûruna gidip sohbetiyle şereflendiler. Kalma zamĂ‚nı bitip ayrılacakları sırada, Seyyid Sıbgatullah ve yanındakiler Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin elini opup izin aldıktan sonra, sıra Seyyid Fehime gelince, Seyyid Sıbgatullah geride kaldığını gorup, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinden onun icin de izin istedi. Fakat Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, Seyyid Fehim'in kalmasını munĂ‚sip gordu ve; "O burada kalsın." buyurdu. Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın hizmetinde kalan Seyyid Fehim, kısa surede kemĂ‚le geldi. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri onun hakkında; "Başkalarının altı ayda aldığı mesĂ‚feyi, Seyyid Fehim yirmi dort saatte aldı." buyurdu.

Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri bir gun CĂ‚mi-i Şerîfin duvarına dayanarak Seyyid Fehim hazretlerine işĂ‚ret ederek yanına cağırdı. O da yanına gelince; "Cok zekîsin, ilme istekli ve kĂ‚biliyetlisin. Muhakkak Mutavvel kitabını okumalısın." buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri; "Kitabım yok. Bizim taraflarda Mutavvel okunmaz." diye arz edince, kendi kitabını hediye etti.Muş'un Bulanık kazĂ‚sının Âbirî koyunde MollaResûl Sibkî ismindeki buyuk Ă‚lime gidip okumasını tavsiye buyurdu. Huzûrundan ayrılırken; "Sen zekî ve tedkik edici bir ilim tĂ‚libisin. SuĂ‚llerine hocalar tatmin edici cevap veremezler ve rahatsız olurlar. Derslerin tĂ‚kibi esnĂ‚sında bir zorlukla karşılaşırsan, onları rahatsız etme. Elini goğsune koy ve beni hatırla. İnşĂ‚allah derhal muşkilini hallederim." buyurdu.

Hocasının elini opup duĂ‚sını alan Seyyid Fehim ArvĂ‚sî, Mutavvel okumak uzere zamĂ‚nın Doğu Anadolu'daki en buyuk Ă‚limlerinden olan Molla Resûl Sibkî'nin huzûruna vardı. Molla Resûl; "Ben Arvas Ă‚ilesinden birisine ders okutmak arzusundaydım. Cunku, Arvas'ta MollaResûl Zekî'den okudum. O Ă‚ileden gelen bu zĂ‚tta zekĂ‚ eseri goremiyorum. Hayret o Ă‚ilenin fertleri cok zekî olurlardı." dedi. Seyyid Fehim ArvĂ‚sî, Molla Resûl'den ders almaya başladı. Fakat Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin tavsiyesine uyarak ders esnĂ‚sında suĂ‚l sormamaya dikkat ediyordu. HattĂ‚ Molla Resûl, Seyyid Fehim'in talebelerinden Molla HĂ‚lid'e; "Senin hocan suĂ‚l sormuyor. ZekĂ‚sız mıdır, yoksa utanıyor mu?" diye sordu. Molla HĂ‚lid de; "Evet ben başlangıctan beri bu zĂ‚tın yanında okuyordum. Bir zaman hocalarına cok suĂ‚l sorar, hocalar ona cevap vermekten Ă‚ciz kalırlardı. Fakat Nehri'den dondukten sonra ne hikmetse suĂ‚l sormayı terk etti. İlim oğrenmedeki kĂ‚biliyetine gelince: "Kusura bakmayın, bendeniz onun sizden yuksek olduğunu tahmin ederim." diye arz etti.

Bir gun Molla Resûl'den Mutavvel'i okurken hocasına; "Burayı anlayamadım." dedi. Molla Resûl tekrar anlattı. Fakat Seyyid Fehim-i ArvĂ‚sî yine anlayamadığını soyledi. Molla Resûl cumleyi birkac defa okuduktan sonra; "Bugun yoruldum, yarın anlatırım." dedi.Ertesi gun okudu fakat yine acıklayamadı. O gece Molla Resûl de, Seyyid Fehim de duşunduler. Ucuncu gun aynı yere gelince, Molla Resûl oradaki inceliği yine acıklayamadı. O sırada Seyyid Fehim hocası Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin; "Ders okurken anlayamadığın yer olursa, beni hatırla." sozunu hatırladı. Molla Resûl dersi mutĂ‚laa etmekle meşgûlken, Seyyid Fehim gozlerini kapayıp, murşidi Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerini gozunun onune getirdi. Seyyid TĂ‚hĂ‚ elinde bir kitab ile gorundu. Kitabı Seyyid Fehim'in onune actı. Mutavvel'in o sayfasıydı. O satırları acık olarak okudu. Seyyid Fehim merakla dikkat ediyordu. O cumlenin arasında bir atıf vavı (ve harfi) fazla okudu. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri kaybolunca, Seyyid Fehim gozlerini actı. Molla Resûl'un o satırları okuyup duşunmekte olduğunu gordu. Molla Resûl'den izin isteyip, hocasından duyduğu gibi bir (ve) ekleyerek okudu. Molla Resûl bunu işitince; "MĂ‚nĂ‚ şimdi anlaşıldı." dedi. İkisi de iyice anlamıştı. Molla Resûl; "Bu satırları yirmi senedir okudum, anlattım. Fakat hep anlamadan anlatırdım. Şimdi iyi anladım. Soyle bakalım bunu doğru okumak senin işin değil. Ben senelerce bunu anlayamadım. Sen nasıl anladın? Bu (ve)yi okudun, mĂ‚nĂ‚ duzeldi." dedi. Seyyid Fehim, murşidi Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerini hatırlayıp yardım istediğini soyledi. Murşidinden nasıl oğrendiğini anlattı. Molla Resûl; "ÎmĂ‚ndan sonra kufur yoktur." diyerek kitabı kapattı. Seyyid Fehim ile birlikte Nehrî'nin yolunu tuttular. Onlar yolda iken Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri; "Hazret-i Seyyid Fehim guzel bir hediye ile geliyor." buyurdu. Kısa bir muddet sonra Seyyid Fehim'le birlikte gelen MollaResûl de Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin sohbetine kavuşup, talebelerinden oldu. Onun huzûrunda mĂ‚nevî olgunluğa erişip, zĂ‚hirî ilimlerde olduğu gibi, tasavvuf ilminde de yetişti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri Molla Resûl'e hilĂ‚fet vererek insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi.

Hocası ve murşidi Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin huzûruna tekrar donen Seyyid Fehim, onun hizmet ve sohbetlerinde bulundu. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine olan muhabbet ve bağlılığı sebebiyle onun yattığı odanın dış tarafında pencereye yuzunu doner ve sabahlara kadar ayakta durup, onun guneş gibi nûr sacan feyizlerinden istifĂ‚deye calışırdı. HattĂ‚ bir defĂ‚sında bununla yetinmeyip, soğuk bir gecede şiddetli kar yağarken, kapının dışında uzandı. MubĂ‚rek başını kapının eşiğine koyarak yattı. Şiddetli yağan kar, mubĂ‚rek vucûdunu orttu. Fakat muhabbetle yanan kalbi ile kar altında ceşit ceşit feyz ve bereketlere kavuştu. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri teheccud namazını kılmak icin mescide gitmek uzere kapıyı actı. Ayağını kapıdan dışarı atınca, Seyyid Fehim'in sırtına bastı. Seyyid Fehim hemen ayağa kalkıp edeple murşidinin karşısında durdu. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri; "Yeter Molla Fehim. Benim kanĂ‚atime gore bugun ilimde bir ummĂ‚nsınız. Seyyid Şerîf CurcĂ‚nî hazretlerinden sonra ilimde seyyidlerin yuzunu siz guldurdunuz. Bu ilmi bu kadar yere sermeyiniz." buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri ise; "Bu ilimden butun istifĂ‚dem, hazretinizin bir nazarıyla olana yetişememiştir. Bendeniz menfaatimi arıyorum." diye cevap verdi. Bunun uzerine Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri onu kucakladı, gecenin karanlığında cihĂ‚nı aydınlatacak mĂ‚nevî nûrları ihsĂ‚n etti. Elini tutarak berĂ‚ber mescide gittiler.

Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin hizmet ve sohbetinde tasavvuf yolunun en yuksek derecelerine kavuşan Seyyid Fehim "kuddise sirruh" , buyuk bir velî oldu. Mutlak hilĂ‚fetle şereflenme zamĂ‚nı gelince, ustadı Seyyid TĂ‚hĂ‚ onu huzûruna cağırdı ve insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmak, onların dunyĂ‚ ve Ă‚hirette saĂ‚dete, kurtuluşa kavuşmalarına vesîle olmakla vazîfelendirdi. Fakat Seyyid Fehim; "Bu bir ağır yuktur. Ben bunu kaldıramam. Hem de buna lĂ‚yık değilim." deyip cekingen davrandı. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri; "Bu bir emr-i ihtiyĂ‚rî, isteğe bağlı bir iş değil, emr-i zarûrî olup, mecbûrî iştir." buyurdu. Memleketi olan Arvas'a gitmesini emretti. Yola cıkacağı zaman tekrar huzûruna cağırdı, kitapların icindeki mektuplarını kendisine gostererek; "Bu ihlĂ‚s ve muhabbet sizin değil midir? Neden imtinĂ‚ ediyorsunuz. Yemin ederim ki sizin hilĂ‚fetiniz, Resûl-i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz tarafından tasdik buyrulmuş ve butun sĂ‚dĂ‚t-ı kirĂ‚m buyukler tasdik buyurmuş, ben de tasdik etmek zorundayım. Siz de kabûl etmek mecbûriyetindesiniz." buyurdu.

KanĂ‚at, tevekkul, zuhd, muhabbet, rızĂ‚ ve teslimiyette cok yuksek bir murşid-i kĂ‚mil olan ve; "Seyyid TĂ‚hĂ‚'yı gordum, tarîkat ve hakîkatin ne olduğunu oğrendim." buyuran Seyyid Fehim hazretleri, hocasının emrine uyarak Arvas'a dondu. Arvas Medresesini yeniden îmĂ‚r ederek talebelere ilim oğretti. Ayrıca, Nakşibendiyye yolunun esaslarını anlatarak insanların saĂ‚detine calıştı. İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarından kıl kadar ayrılmaksızın vazîfesine devĂ‚m etti. Her zaman Ă‚fet kabûl ettiği şohretten kacındı. Arvas Medresesinde en az elli talebeye ders verip Madde-i KubrĂ‚ adlı eseri okuturdu. Seyyid Muhammed Emin, Seyyid Abdulhakîm, Halîfe Derviş, Halîfe Ali, Molla Abdulcelîl ve Şeyh Resûl gibi buyukler onun yetiştirdiği Ă‚lim ve velîlerdendir. Ondan ilim tahsîl edip, mezun olanlar Van ve havĂ‚lisinde Reîsu'l-muderrisîn unvĂ‚nıyla anıldılar. Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve mĂ‚rifetteki ustunluğu kısa zamanda her tarafa yayıldı.

Seyyid Fehim hazretleri hocası Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerini, ders talebesi gibi her yıl, Arvas'dan Nehrî'ye gelerek, ziyĂ‚ret ederdi. VefĂ‚tından sonra, yerine gecen birĂ‚deri Seyyid Muhammed SĂ‚lih hazretlerini de ziyĂ‚ret edip, sohbetlerinde bulundu. ZîrĂ‚ Seyyid Muhammed SĂ‚lih hazretleri Seyyid Fehim hazretlerinin sohbette ustĂ‚dıydı.

UstĂ‚dının vefĂ‚tından sonra daha da tanınan Seyyid Fehim hazretleri, ilim ve fazîlette iyice meşhûr oldu. Mısır, Irak, Suriye ve bu havĂ‚lide halledilemeyen meseleler ona getirildi.Cozulemez gibi gorulen muşkil meseleleri hallederdi. Onun sohbetinde bulunmak uzere Arvas'a giden kimseler dunyĂ‚dan habersiz, nefsin ve şeytanın şerrinden emniyette olup, muhabbet deryasına daldılar. Ondan feyz alıp, yuksek derecelere kavuştular. Sohbet ve dersleriyle pek cok insanın doğru yola kavuşmasına vesîle oldular. Boylece, Doğu Anadolu halkının Sunnî kalmasını, şiîliğin ve mezheb ayrılığının yoreye girmemesini temin ederek, millî birliğe cok hizmet etti. Doksanuc Harbinde Ruslara karşı Doğu BĂ‚yezîd Cephesine gidip buyuk kahramanlıklar ve muvaffakiyetler gosterdiler.

Seyyid Fehim hazretleri hocası Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin vefĂ‚tından sonra onun emir ve tavsiyelerine sıkı sıkıya uydu. Senede iki defĂ‚ Van'a teşrif ederek halka İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlattı. Onların dunyĂ‚da ve Ă‚hirette saĂ‚dete, mutluluğa kavuşmaları icin calıştı. VĂ‚z ve sohbetleriyle Van halkının İslĂ‚miyete bağlılığı ve bu husustaki şohreti arttı. "DunyĂ‚da Van, Ă‚hirette îmĂ‚n." sozu insanlar arasında yaygın olarak soylenmeye başlandı. Seyyid Fehim hazretlerinin Van'a gelişlerinde buyuk bir kalabalık ve izdiham olurdu. ZamĂ‚nın vĂ‚lisi, askerî ve mulkî erkĂ‚nı onu ziyĂ‚ret ederek, sohbetlerinden istifĂ‚de ederler, varsa muşkil meselelerini sorup cevaplarını alırlardı. Maddî ve mĂ‚nevî butun emirleri yerine getirilir, herkes ona saygı ve hurmette kusur etmezdi. Boylece hocası Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın seneler once buyurduğu; "Van'ın fethi ArvĂ‚sî hĂ‚nedĂ‚nından, ilim ve irfĂ‚nı ile tanınmış bir zĂ‚tın vĂ‚sıtasıyla muvakkaten (gecici olarak) mumkundur." sozunun hukmu kerĂ‚met olarak ortaya cıkmıştı.

Seyyid Fehim hazretleri Van'a geldiği zaman umûmiyetle mahkeme başkĂ‚tibi Ahmed Beyin evinde misĂ‚fir olurdu. Bir geceAhmed Beyin evinden cıkıp (Hacı Bekir kışlası diye hizmet goren bir askerî kışla yaptıran) Hacı Bekir isminde Van'ın ileri gelenlerinden birinin evine misĂ‚fir oldu. Birkac gun Hacı Bekir'in evinde kaldı. Hacı Bekir, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emriyle kızı GulizĂ‚r Hanımı, Seyyid Fehim hazretlerine nikahladı. Bir sohbet sırasındaSeyyid Fehim hazretlerine dedi ki: "Şeyhim size burada bir ev yaptırmam lĂ‚zım oldu." Seyyid Fehim hazretleri; "Ey Hacı Bekir! Bir şeyi noksan soylediniz. Yanında bir de cĂ‚mi yaptırın." buyurdu. Hacı Bekir Ağa bu soz uzerine yaptırdığı evin yanına ŞĂ‚bĂ‚niye CĂ‚miini yaptırdı. Sonraları Seyyid Fehim hazretleri, Van'a teşriflerinde kayınpederinin yaptırdığı bu evde kalırdı. İnsanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını ŞĂ‚bĂ‚niye CĂ‚miinde anlattı. Her sene iki uc ay Van'da kaldığı muddet icinde pekcok kimsenin hidĂ‚yete kavuşmasına vesîle oldu. Sonra bu cĂ‚minin yanına bir de medrese yaptırıldı.

Seyyid Fehim hazretlerinin ders verdiği ve vĂ‚z ettiği ŞĂ‚bĂ‚niye Kulliyesi, Arvas'a benzeyen ilim ve irfĂ‚n yuvası bir makamdı. Bu medresede cok Ă‚lim ve velî yetişmişti. Sofu Baba orada yetişen zĂ‚tlardandı. Sonraki devirlerde de ilim ve irfĂ‚n kaynağı olmaya devĂ‚m eden bu medreseden, Seyyid Abdulhakîm hazretlerinin oğlu Ahmed Mekkî Efendi ve kardeşi oğlu CemĂ‚l Efendiler de yetişti. Bu mekanlar şimdi harĂ‚be halde bulunmaktadır.

İlim, fazîlet ve guzel ahlĂ‚kta zamĂ‚nının bir tĂ‚nesi olan Seyyid Fehim hazretleri, İslĂ‚miyetin emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sunnet-i seniyyesine titizlikle uyardı. Onu sevenler namazlarını mutlaka cĂ‚mide cemĂ‚atle kılarlardı. Onun en buyuk kerĂ‚meti, İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarına tam uyması, kendisinden sonra vazîfesini devĂ‚m ettirecek olan Seyid Abdulhakîm gibi Ă‚lim ve velî bir zĂ‚tı yetiştirmesiydi. Bunlardan başka pekcok kerĂ‚metleri gorulmuştur.

Seyyid Fehim hazretleri bir defĂ‚sında talebeleriyle Van Golu kıyısında giderken, goldeki Ahtamar Adasında bulunan Ermeni kilisesinden bir papaz cıkarak su ustunde yurumeye başlar. Talebeler bunu gorunce, bĂ‚zılarının hatırına; "Allah'ın duşmanı dediğimiz papaz, su uzerinde yuruyor da, evliyĂ‚nın buyuğu, Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevdiği, sectiği kulu bildiğimiz, Seyyid hazretleri acabĂ‚ neden yurumez ve kıyıdan dolaşır" diye gelir. Seyyid Fehim, bu duşunceyi anlayıp, mubĂ‚rek ayaklarındaki nalınları ellerine alıp, birbirine carpar. Nalınları carptıkca papaz suya batar. Boğazına kadar gelince, bir daha carpar. Papaz, batar ve boğulur. Sonra, boyle duşunen talebesine donerek; "O, sihir yaparak, su ustunde gidiyor, boylece sizin îmĂ‚nınızı bozmak istiyordu. Nalınları carpınca sihri bozulup battı. Muslumanlar sihir yapmaz. Allahu teĂ‚lĂ‚dan kerĂ‚met istemekten de hayĂ‚ ederler." buyurdu. KerĂ‚meti ile papazın sihrini bozdu. Bu kerĂ‚met, AbdurrahmĂ‚n ArvĂ‚sî hazretleriyle ilgili olarak da anlatılmaktadır.

İstanbul'da, KağıthĂ‚ne'de sabun fabrikası olan Rıfat Beyin babası AbdulvehhĂ‚b Efendi 1963'te vefĂ‚t etti. VefĂ‚tından birkac sene evvel dedi ki: "Erzurum'da medrese tahsîlini bitirmiştim. Daha okumak istedim. Aradığım buyuk Ă‚limin Bitlis'te Abdulcelîl Efendi olduğunu soylediler. Bitlis'e gittim. Kendisini aradım. Van'a gitti, yakında gelir, bekle dediler. Sabredemedim, Van'a gittim. Sorduğumda; "Muks şeyhi Seyyid Fehim hazretleri Van'a geldi. ŞĂ‚bĂ‚niyeCĂ‚miinde, onun yanındadır." dediler. Oraya gittim. Hem de buyuk Ă‚lim Abdulcelîl Efendi, kursuye cıkmış, herkes onu dinleyip istifĂ‚de etmektedir, diye duşunuyordum. CĂ‚miye girdim. Herkes başını eğmiş, edeple oturuyordu. Karşıda nûr gibi, tatlı bakışlı bir zĂ‚t vardı. Herkes buna karşı saygı ile donmuştu. Abdulcelîl Efendi, her hĂ‚lde karşıdaki heybetli, tesirli zĂ‚ttır, diyordum. Fakat, soracak kimse yoktu. Herkes, boynunu bukmuş onune bakıyordu. Ansızın, onume bir genc geldi. "Ne arıyorsunuz?" dedi. "Abdulcelîl Efendi hazretlerini arıyorum." dedim. "İşte budur." diyerek, en geri sırada boynunu bukmuş edeple oturan birini gosterdi. "İstersen sen de otur." dedi. "Karşıda oturan kimdir?" dedim. "Seyyid Fehim hazretleridir." dedi. Nice zaman sonra, bu gencin, Seyyid Abdulhakîm Efendi olduğunu anladım. Biraz sonra ezan okundu. Sunnetler kılındı. Seyyid Fehim hazretleri imĂ‚m oldu. Safları duzelttik. İmĂ‚mla birlikte tekbir getirirken, butun cemĂ‚at, elektrik carpan kimse gibi titremeye başladık. Şimdi altmış sene oluyor. İmĂ‚mın o tekbir sesi hĂ‚tırıma geldikce, titriyorum. Kalbimde, o gun olduğu gibi, bir hal oluyor."

Endis koyunden Hacı Abdullah ismine bir kimse hacca gitmişti. Hac ibĂ‚deti esnĂ‚sında cebindeki paralarını kaybetti. Uc ay muddetle muslumanların yardımıyla idĂ‚re etti. Bir gun, icinde bulunduğu sıkıntılı hĂ‚li duşunerek Mekke-i mukerremenin sokaklarında yururken, birden meyve ağacları, cicekleri, akan suları ve ortasında cok guzel ve suslu bir cĂ‚mi bulunan bir makam gordu. CĂ‚minin kapısında guzel simĂ‚lı bir zĂ‚t oturuyordu. Kendi kendine duşundu. "YĂ‚ Rabbî! Mekke-i mukerremede boyle bağ, bahce ve akan sular yoktur. Bu gorduğum hayal midir, ruyĂ‚ mıdır?" deyip, cĂ‚minin kapısında duran zĂ‚ta gitti. SelĂ‚m verdi. O zĂ‚t selĂ‚mını aldı ve; "Merhaba, hoş geldin, sefĂ‚ geldin ey hacı!" dedi. Hacı Abdullah Efendi hayretini o zĂ‚ta bildirdi. O zĂ‚t; "Burası mĂ‚nevî bir makamdır. EvliyĂ‚ya mahsustur. CumĂ‚ gunu ikindi namazlarını bu mubĂ‚rek mĂ‚bedde kılarlar." dedi. Hacı Abdullah Efendi; "İmĂ‚mları kimdir?" diye sordu. O zĂ‚t; "Herhalde tanırsınız. Seyyid Fehim-i ArvĂ‚sî hazretleridir." diye cevap verdi.

Hacı Abdullah Efendi bu soze cok sevindi. Bahcenin bir kenarına cekilip Seyyid Fehim hazretlerinin gelmesini bekledi. Orada durduğu muddet icinde evliyĂ‚-yı kirĂ‚m tek tek, grup grup geldiler. CĂ‚mi tamĂ‚men doldu. Hepsinden sonra Seyyid Fehim hazretleri buyuk bir vekĂ‚r ve nĂ‚zik bir tavırla geldi. Abdullah Efendi koşup saygıyla ellerini optu. Sıkıntılı hĂ‚lini arz etti. Seyyid Fehim hazretleri; "HayĂ‚tımda bu sırrı ifşĂ‚ etmemek şartıyla sĂ‚dĂ‚t-ı kirĂ‚mın (bu yolun buyuklerinin) himmet ve bereketleriyle îcĂ‚bına bakarız. Eğer sırrı ifşĂ‚ ederseniz, gozlerinizden mahrum olursunuz." buyurdu. CĂ‚miye girince butun velîler ayağa kalkıp onu saygıyla karşıladılar. Seyyid Fehim hazretleri mihrĂ‚ba gecerek ikindi namazını kıldırdı. Sonra guzel sohbetler oldu. ÎzĂ‚hı mumkun olmayan bir muhabbet, vecd ve şevk hĂ‚li hĂ‚sıl oldu. EvliyĂ‚ullah cĂ‚miden geldikleri gibi ayrıldılar. En son Seyyid Fehim hazretleri cĂ‚miden cıktılar. Hacı Abdullah Efendi tekrar eteklerine yapışıp hĂ‚lini arzetti. Seyyid Fehim hazretleri; "Merak etme. İnşĂ‚allah şimdi memleketine gidersin. Paran yoktu, nasıl geldin diyenlere bir tuccar yardım etti geldim, dersin. Tekrar ediyorum bu sırrı ifşĂ‚ etme." buyurdu ve; "Gozlerini kapa!" diye emretti.

Hacı Abdullah Efendi gozlerini kapadı. RuyĂ‚da gibi uctuğunu hissediyordu. NihĂ‚yet koyunun dışındaki bir ceşmenin başında oturduğunu gordu. Yavaş yavaş koye indi. Koyluleri ve akrabĂ‚ları onu karşıladılar. "Hoş geldiniz, haccınız mubĂ‚rek olsun." dediler. Evine gidince, koylu, cemĂ‚at hĂ‚linde gelip, onun hac intibĂ‚larını sordular. Bu arada; "Paranızı kaybettiğinizi, Mekke-i mukerremede perişan olduğunuzu işittik. Para temin edip, yarın Arvas'a gidecek, Seyyid Fehim hazretlerine arz edip, onların emredecekleri bir vĂ‚sıtayla gonderecektik. Elhamdulillah siz geldiniz. Size yardım eden zĂ‚ttan Allahu teĂ‚lĂ‚ rĂ‚zı olsun." dediler.

Hacı Abdullah Efendi o geceyi evinde gecirdikten sonra ertesi gun kalkıp Arvas'a gitti. Seyyid Fehim hazretlerinin huzûruna vardı. Yanlarında birkac talebesi vardı. SelĂ‚m verip ellerini optu. Seyyid Fehim hazretleri; "Bu sene hacca gittiğinizi duydum. Ne zaman geldiniz?" buyurdu. Abdullah Efendi; "Dun geldim?" diye arzedince; "Niye bu kadar gec kaldınız, uc ayı gecti." diye sordu. "Paramı kaybettim, Mekke'de parasız kaldım. Sonra bir tuccar yardım etti, geldim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri; "Allah rĂ‚zı olsun. Dun eve geldiğinize gore, niye bugun buraya geldiniz. Muslumanlar sizi ziyĂ‚rete gelirler." buyurdu. Abdullah Efendi; "Sizi temiz iken ziyĂ‚ret etmek istedim efendim." dedi. "Bu gece kal, sabahleyin durmadan evine git. Sırrın ifşĂ‚sı, acıklaması hatĂ‚dır, hayĂ‚tımda ifşĂ‚ etme!" buyurdular. Abdullah Efendi o gece orada kaldıktan sonra ertesi gun evine dondu. Bu gorduklerini de Seyyid Fehîm-i ArvĂ‚sî hazretlerinin vefĂ‚tından yıllarca sonra anlattı.

Diyarbakır'da adliye mufettişi Mustafa NecĂ‚ti Bey isminde bir kimse vardı. Vazifeli olarak Van'ın Mukus kazĂ‚sına gitti. Bir bayram gunu, bayram namazından sonra kaymakam ve kazĂ‚nın ileri gelenleri Seyyid Fehim hazretlerini ziyĂ‚rete gitmek uzere hazırlandılar. Mustafa NecĂ‚ti Bey de onlarla birlikte gitmek istedi. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra yola cıktılar. Yolculuk esnĂ‚sında guzel şeylerden bahsedildi. Arvas'ın yakınındaki Kırmızı Kopruyu gectikten sonra hepsi de ayrı bir mĂ‚nevî havaya girdiler. Mustafa NecĂ‚ti Bey de o havadan etkilendi. Fakat kendisi icki ictiği icin heybesinde iki şişe icki vardı. Arvas kabristanının altındaki taşlıkta bu şişeleri kimseden habersiz, bir yere sakladı. Arvas'a varıp, Seyyid Fehim hazretlerini ziyĂ‚ret ettiler. Hepsi sırasıyla saygıyla elini optuler. Mustafa NecĂ‚ti Bey de ellerini opup, tasavvuf yolunda talebesi olmak istediğini bildirdi. Seyyid Fehim hazretleri ona; "Şişe ile tarîkat bir arada olmaz. Git şişeleri kır, dok gel, oyle kabûl edelim." buyurdu. Mustafa NecĂ‚ti Bey şişeleri oraya koyduğunu kimsenin gormediğini duşundu. Fakat Allahu teĂ‚lĂ‚ velî kullarına kerĂ‚metle bildirir diye duşunerek gitti. Şişelerden birini kırdı, diğerini de sıkışırsam kullanırım dedi. Seyyid Fehim hazretlerinin huzûruna gelince; "Git oburunu de kır gel!" buyurdular. Mustafa NecĂ‚ti Bey bu durum keyfî değil, zarûrîdir. O şişeyi oraya isteyerek bırakmadım. Zarûrî kalırsam icerim, diye bıraktım." dedi. Seyyid Fehim hazretleri; "Haramda zarûret olmaz." buyurdular. Mustafa NecĂ‚ti Bey gidip o şişeyi de kırdı. Sonra ellerini optu ve talebeleri arasına girdi. Bundan sonra icki alışkanlığı kalmadı. Mustafa NecĂ‚ti Bey, Seyyid Fehim hazretleri hakkında; "Turkiye'yi hemen hemen tamĂ‚men, Arabistan'ın bir kısmını gezdim. Her yerde meşĂ‚yıhtan pek cok kimseyle karşılaştım. Bu zĂ‚t gibi olgun bir ferd gormedim. Peygamber efendimizi ve EshĂ‚b-ı kirĂ‚mı temsil ediyordu. Onlardaki ilim, hilim, yumuşaklık, vakar, letĂ‚fet ve heybeti hic kimsede gormedim." diye anlatır ve ağlardı.

Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin oğlu Seyyid Ubeydullah Efendi hacca gitmek istiyordu. Van'a geldi. Kendi kendine; "Arabistan'da babam TĂ‚hĂ‚-yı HakkĂ‚rî hazretlerini tanıyanlar coktur. İlim sohbetleri olur. Yanımda buyuk bir Ă‚limin bulunması zarûrîdir. Buna lĂ‚yık ancak babamın halîfesi Seyyid Fehim hazretleridir." diye duşunerek onları berĂ‚ber goturmek uzere Van'a dĂ‚vet etti. Seyyid Fehim hazretleri Van'a gelince; "UstĂ‚dım birlikte hacca gidelim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri ozur beyĂ‚n edip; "MĂ‚lî ve bedenî durumum musĂ‚id değildir." buyurdu. Seyyid Ubeydullah Efendi; "Mal ve para işi bana Ă‚ittir. Bedenî durumunuzla ilgili olarak MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin DîvĂ‚n'ına bakalım, ne cıkacak" dedi. DîvĂ‚n'ın bĂ‚zı sayfalarını actıkları zaman Medîne-i munevvere ile ilgili beytler cıktı. Bunun uzerine karar verip birlikte hac yolculuğuna cıktılar. İstanbul'a gecip, FĂ‚tih'teki ReşĂ‚diye Oteline indiler. Onların İstanbul'a geldiklerini haber alan zamĂ‚nın padişĂ‚hı Sultan İkinci Abdulhamîd Han, kendilerini saraya dĂ‚vet etti. Sarayda misĂ‚fir edip, ikrĂ‚m ve ihsĂ‚nlarda bulundu.

Kendisi velî olan, Ă‚lim ve velîlere cok hurmet eden Sultan İkinci Abdulhamîd Han, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, duĂ‚sını aldı. On iki gun kadar İstanbul'da misĂ‚fir ettikten sonra, Haydarpaşa'ya kadar merĂ‚simle, torenle uğurladı.

Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki Ă‚lim ve velîler ile goruşup sohbette bulundular. O devrin onemli ilim merkezlerinden olan Ezher Medresesinden yetişen Ă‚limler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve fazîletteki ustunluğunu kabûl ettiler.

Seyyid Fehim hazretleri, hizmetlerinde bulunan Hacı Omer Efendiyle birlikte CĂ‚mi-ul-Ezher Medresesine gittiler. Bir odaya girdiler. Bu odada oturan bir Ă‚limin etrĂ‚fında cok sayıda kitaplar ve onunde bir kĂ‚ğıt olduğu halde oturduğunu gorduler. Âlim, kitaplara bakıyor fakat onundeki kĂ‚ğıda bir şey yazamıyordu. Seyyid Fehim hazretleri kĂ‚ğıtta olan yazıyı bir defĂ‚da okuyup ezberledi. Cunku bir defĂ‚ okuduğu yazıyı ezberlemek onun husûsiyetlerindendi. Âlim kimse başını kaldırıp; "Sizin okumanız var mıdır?" diye sordu. Seyyid Fehim hazretleri ilimle bir mikdĂ‚r meşgûl olduğunu bildirdi. Âlim; "Siz bu kĂ‚ğıttaki yazının mĂ‚nĂ‚sını bilir misiniz?" dedi. "Evet." cevĂ‚bını alınca, hayret etti ve; "Hayret! CĂ‚miu'l-Ezher Medresesi (Universitesi) butun şûbeleri (fakulteleri) ile bir haftadan beri bu meselenin halli icin tĂ‚til edildi. Reîsu'l-ulemĂ‚ başta olmak uzere butun Ă‚limler gece-gunduz calışmaktadır. Bu yazının mĂ‚nĂ‚ ve mefhûmunu anlamaktan Ă‚ciz kaldı." dedi.Seyyid Fehim hazretleri; "Basit bir meseledir." buyurunca, Ă‚lim daha cok hayret etti.

Seyyid Fehim hazretleri anlaşılamayan meseleyi îzĂ‚h etmeye başladı. Hayretler vĂ‚disinde dolaşan Ă‚lim, saygıyla kalkıp elini optukten sonra, hemen kĂ‚ğıt kalem alıp Fehim-i ArvĂ‚sî hazretlerinin îzĂ‚hını yazdı. Adresini alarak tekrar ellerini optu ve ayrıldı. Seyyid Fehim hazretleri de Hacı Omer Efendiyle birlikte kirĂ‚ladıkları eve dondu.

Bir muddet sonra CĂ‚miu'l-Ezher Medresesi Reîsu'l-ulemĂ‚sının (rektoru) gonderdiği dort Ă‚lim cıkageldi. Reîsu'l-ulemĂ‚ tarafından CĂ‚miu'l-Ezhere dĂ‚vet edildiğini ifĂ‚de ettiler. Seyyid Fehim hazretleri dĂ‚veti kabûl buyurup, gitti. Buyuk bir salonda Reîsu'l-ulemĂ‚ başta olmak uzere beş yuze yakın Ă‚lim buyuk bir saygı ile kendisini karşıladılar. Seyyid Fehim hazretleriyle Reîsu'l-ulemĂ‚ yanyana oturdular. Sohbet başladı.Reîsu'l-ulemĂ‚, Seyyid Fehim hazretlerine; "Efendi hazretleri! Tam istenen şekilde acıkladığınız mesele, CĂ‚miu'l-Ezherce muşkil ve mĂ‚nĂ‚sı anlaşılamayan bir mesele hĂ‚line gelmişti. CenĂ‚b-ı Hakk'ın yardımıyla bu muşkilĂ‚ttan bizleri kurtardınız. CĂ‚miu'l-Ezher size sonsuz şukrĂ‚n borcludur." dedi.

Bircok muşkil meselelerin halledildiği suĂ‚lli cevaplı sohbet, saatlerce devĂ‚m etti. Bu sırada Seyyid Fehim hazretleri, yanındaki Hacı Omer Efendiden tutun cubuğunu doldurmasını ve yakmasını istedi. Hacı Omer Efendinin hazırladığı cubuktan birkac nefes cekip yerine koydu. Reîsu'l-ulemĂ‚, Seyyid Fehim hazretlerinden musĂ‚de isteyip; "Birkac nefes de ben cekebilir miyim?" dedi. Seyyid Fehim hazretleri musĂ‚de ettikten sonra birkac nefes deReîsu'l-ulemĂ‚ cekti. Fakat bu sırada salondaki Ă‚limler arasında fısıltılar başladı. İki Ă‚lim gelerek Reîsu'l-ulemĂ‚'ya; "Efendim tutun icmenin kesin haram olduğuna dĂ‚ir dort fetvĂ‚ vermiştiniz. Şimdi iciyorsunuz, hikmeti nedir?" diye sordular. Reîsu'l-ulemĂ‚ cevĂ‚ben; "Yemin ederim ki bizim ilmimiz bu zĂ‚tın ilmi yanında denizde bir damla gibidir. VerĂ‚ ve takvĂ‚mız da bu zĂ‚tın verĂ‚ ve takvĂ‚sı yanında yok gibidir. Bu zĂ‚ta uyarak bugunden sonra tutun iceceğim. Demek ki yanılmışım. Haram değilmiş. Haram ve gunah olsaydı, bu zĂ‚t ağzına koyar mıydı? Siz serbestsiniz. Benden haram olduğunu duyan herkese haram olmadığını duyurunuz." dedi.

Şohret sĂ‚hibi olmaktan kacınan Seyyid Fehim hazretleri bir an evvel Mısır'dan ayrılmak istedi. Ancak Ă‚limlerin ve Seyyid Ubeydullah Efendinin ısrarlı istekleri uzerine Mısır Ă‚limlerinin ve halkının muşkil meselelerini halletmek uzere bir muddet daha kaldı. Orada bulunduğu sure icinde ilim meclislerinde ve sohbetlerinde İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlattı. Daha sonra Mısır'dan ayrılarak hac ibĂ‚detini yerine getirmek uzere yanındakilerle birlikte Mekke-i mukerremeye gitti. Mekke-i mukerremede bulunduğu sırada pek cok Ă‚lim ve velî ile goruşup sohbette bulundu. ŞĂ‚fiî mezhebi fıkhına dĂ‚ir İĂ‚netu't-TĂ‚libîn adlı kitabı te'lif eden Şeyh Seyyid Ebû Bekr (rahmetullahi aleyh) bircok muşkil meselelerini Seyyid Fehim hazretlerine sorup cevĂ‚bını aldı. Seyyid Ebû Bekr; "Bu mubĂ‚rek beldede bulunduğunuz muddetce teşrif edin, sizden istifĂ‚de edelim." dedi. Bir gun Hacı Omer Efendiye gizlice; "Belki Mısır Reîsu'l-ulemĂ‚sı bu zĂ‚tın derecesinde olabilir. Ondan başka yeryuzunde bu zĂ‚t gibi bir Ă‚lim bulunduğuna inanmam." dedi. Hacı Omer Efendi Mısır Reîsu'l-ulemĂ‚sı ile olan goruşmeyi anlatınca, Seyyid Ebû Bekr; "Allahu teĂ‚lĂ‚ ona uzun omur vermekle bizi nîmetlendirsin. Onun ilminden doğruluğundan, takvĂ‚sından ve himmetinden bizleri nasîblendirsin." diye duĂ‚ etti.

Seyyid Fehim hazretleri Mekke'de bulunduğu sırada İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin torunlarından Ahmed Saîd'in oğlu Muhammed MazhĂ‚r Muceddîdî ile goruştu. Bu sebeple oğullarının birinin ismini Mazhar koydu.

Hac vazîfesini îfĂ‚ ettikten sonra Medîne-i munevvereye giden Seyyid Fehim-i ArvĂ‚sî hazretleri, sevgiliPeygamberimizin mubĂ‚rek kabrini ziyĂ‚ret edip, feyzlerine kavuştu. Sonra tekrar Arvas'a donup irşada devĂ‚m etti.

HayĂ‚tında cemĂ‚atsiz namaz kılmadı. On iki yaşından beri gece teheccud namazını kacırmamıştır. Talebelerinden Molla Abdulhakîm veya Molla ŞĂ‚bĂ‚n bulundukları zaman onlara uyar, bulunmadıkları zaman kendisi imĂ‚m olurdu. MihrĂ‚ba gecip tekbir aldığında elektrik cereyĂ‚nı gibi kalplere tesir ederdi. RamazĂ‚n-ı şerîfte teravih namazını hatimle kılarlar, yĂ‚ni her rekatte bir sayfa Kur'Ă‚n-ı kerîm okunurdu. TerĂ‚vih ve duĂ‚ biter sahur sofrası hazırlanırdı. Sahurdan sonra sabah ezĂ‚nı okunur, namazdan sonra, zikir ve murĂ‚kabe ile meşgûl olunurdu. Guneş yukseldikten sonra kuşluk, namazı kılınır, kaylûle vaktinde iki saat kadar uyurlardı.

Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve hizmetinde bulunanlar, kendilerini dunyĂ‚dan uzaklaşmış gorurlerdi. Arapca, Farsca, Turkce ile diğer mahalli dilleri bilirdi. Her dildeki mahĂ‚reti emsĂ‚linden ustundu. Arapca konuştuğu zaman Mısır CĂ‚miu'l-Ezherinde yetiştiği sanılırdı. Maddî ve mĂ‚nevî butun ilimlerde derin Ă‚lim, fesĂ‚hat ve belĂ‚gatları hĂ‚rikaydı. Seyyid Abdulhakîm hazretleri onun vasıflarını şu şekilde anlatırdı: "O, her ilimde bir okyanustu. Derinliğine kimse inemedi. Ancak oğlu ve halifesi Seyyid Muhammed Emin azıcık anlıyordu. HattĂ‚ Şeyh Sa'dî ŞîrĂ‚zî'nin Gulistan'ından bir beyt okudular ve îzĂ‚h buyurdular. Bir mikdĂ‚rını anlayabildim. Seyyid Muhammed Emin de bir mikdar daha anladı. Sonra o da anlayamadı. HulĂ‚sa hakîkat ve inceliklerini kimse hakkıyla idrĂ‚k edemedi.

Seyyid Fehim hazretleri insanlara İslĂ‚miyeti anlattığı gibi, cin tĂ‚ifesine de anlatırdı. Cinlerden dort binden fazla talebesi vardı.

Seyyid Fehim hazretleri bir gece ruyĂ‚sında Resûlullah efendimizi gordu. Resûlullah efendimiz ona; "Abdulhakîm'in terbiyesini sana ısmarladım." buyurdu. Bu emir uzerine Abdulhakîm Efendinin terbiyesine daha cok ihtimĂ‚m gosterip, onu tasavvuftaki vilĂ‚yet-i Ahmediyye derecesine ulaştırdı.

Seyyid Fehim hazretlerinin onde gelen talebesi Seyyid Abdulhakîm Efendi, onun sohbetlerinden cok istifĂ‚de etmişti. Bir gece benzeri olmayan bir sohbet oldu. Seyyid Abdulhakîm bu sohbette dinlediklerini kendisi icin yeterli gorerek; "Bu sohbet bana yeter, alabileceğim her şeyi bu gece aldım." diye duşundu. Sabah olunca ustĂ‚dı kendisinden ibriğini istedi. Abdulhakîm Efendi ibriği bir elma ağacının altında bulunan hocasına goturdu. Bu sırada hazret-i Seyyid; "Abdulhakîm! Bu ağac ne ağacıdır?" diye sordu. "Elma ağacıdır efendim." diye cevap alınca; "Bu ağacın bir govdesi, dalları, dallarında da meyveleri vardır. Şimdi bir elmanın icindeki cekirdeği yiyen bir kurt, ben butun elmayı ve elma ağacını yedim, onda olanları aldım dese, doğru olur mu?" buyurdu. Boylece Seyyid Abdulhakîm Efendiye akşamki duşuncelerinin yanlış olduğunu bildirip, daha cok gayret etmesi gerektiğini işĂ‚ret buyurdu.

Hazret-i Seyyid talebelerinin en ustunu olan Seyyid Abdulhakîm Efendiye hilĂ‚fetnĂ‚me vermeden beş yıl once, kardeşlerine yazdığı mektupta buyurdu ki:

"Sevdiğim, kıymetli Seyyid İbrĂ‚him ve Seyyid TĂ‚hĂ‚. Allahu teĂ‚lĂ‚ ikinize de selĂ‚met versin. Size cok duĂ‚ ettikten ve selĂ‚m eyledikten sonra, bildiğiniz gibi kardeşiniz Seyyid Molla Abdulhakîm gecen sonbaharda buraya gelmiş, ders okumaya başlamıştı. Bu fakir de onun dersini gĂ‚yet dikkatle ve tahkik ederek anlattım. O da gerek derste, gerek kendi calışmalarında oylece dikkat ve tahkik eyledi. İlimden başka bir şeye bakmasına vakit bırakmadım. Şimdi, zamĂ‚nımızdaki usûle gore kitapları bitirdi. Bu fakir, Ă‚let ilimlerini, fıkıh ve hadîs ilimlerini okutmak icin, ustadlarımdan nasıl mezun olduysam, onu da oyle mezun eyledim. Sizler artık ona kardeş gozuyle bakmayınız. İlmin şerefini gozetmek icin ona karşı cok tevĂ‚zû gosteriniz. Bunları sizin iyiliğiniz ve yukselmeniz icin yazıyorum. Bundan başka ilme tevĂ‚zû gostermek, Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevĂ‚zû etmek demektir. Bu kısa yazımdan cok şeyler anlayınız! Esseyyid Fehim."

Hazret-i Seyyid Abdulhakîm Efendiye 1882 (H.1300) senesinde zĂ‚hirî ilimlerde icĂ‚zet, diploma verdiği gibi, 1888 (H.1305) senesinde tasavvufta Nakşibendiyye, KĂ‚diriyye, Suhreverdiyye, Ceştiyye ve Kubreviyye yollarından hilĂ‚fet de verdi. İnsanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi. Seyyid Abdulhakîm'e yazdığı bir mektupta buyurdu ki: "Sevgili oğlum, gozumun nûru Seyyid Molla Abdulhakîm! Size, sonsuz duĂ‚larımı bildirdikten sonra arz edeyim ki, uzun zamandan beri, sizden haber almadığım icin, gonlum cok uzuluyor. Allahu teĂ‚lĂ‚ her gizli şeyleri bilir. O şĂ‚hiddir ki, kalbim hemen her zaman seninledir diyebilirim. Beni bu uzuntuden kurtarmak icin, gorunur gorunmez hallerinizi sık sık bildirmelisiniz! Boylece sevgi bağları oynatılmış olur. Eğer o, gozumun nûru buradaki fakirlerden soracak olursa, Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ve şukurler olsun! Bedenimizin ve etrĂ‚fımızın rĂ‚hatı ve selĂ‚meti gunden gune artmaktadır. Hak teĂ‚lĂ‚, biz fakirlerin ve butun kardeşlerimizin kalplerine selĂ‚met ihsĂ‚n buyursun! Âmin. Şeyh Abdulhamîd'e ve Şeyh Hasan'a ve Seyyid İbrĂ‚him'e bu fakîrin duĂ‚larını bildiriniz! TĂ‚hĂ‚ Efendiye ve Mazhar Efendiye duĂ‚ ederim. Her kime uygun gorurseniz, bu fakîrin duĂ‚larını bildirmek icin, vekilimsiniz. Bundan başka, Nehri'de olanların, doğru eğri hepsinin hallerini yazınız. Ayrıca, Nastûrîlerin taşkınlık yaptıklarını, dort yuz musluman oldurduklerini işittik. Bunların neler yaptıklarını ve ne icin yaptıklarını da bildirmenizi istiyorum. VesselĂ‚m. DuĂ‚cınız gunĂ‚hkĂ‚r Seyyid Fehim."

Omrunu İslĂ‚miyeti oğrenmek ve oğretmekle geciren Seyyid Fehim hazretleri vefĂ‚tından altı ay oncesinden îtibĂ‚ren sefer hazırlığına başlamıştı. Sohbetlerinde her zamankinden daha cok olumden bahsediyordu. Şimdi medfûn bulunduğu kabr-i şerîfin yerine bakarak, Arvas kabristanına defnedilenlerin îmanlı olduğu takdirde butun gunĂ‚hlarının affedileceğini beyĂ‚n buyururlardı.

Omrunun son gunlerine doğru rahatsızlığı fazlalaştı. Bir CumĂ‚ gunu hasta haliyle cĂ‚miye gitti. O gun halîfesi ve oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendi beliğ ve hazîn bir hutbe okudu. CĂ‚minin arkasındaki ceşmeye kadar saflar bağlamış olan cemĂ‚at bu hutbenin tesiriyle mahzûn olup, ağladı. Seyyid Fehim hazretleri CumĂ‚ namazını oturarak kıldı. Sonra da Seyyid Abdulhakîm Efendi, Seyyid Muhammed Emîn Efendi, Halîfe Derviş ve Halîfe Ali adlı dort halîfesini huzûruna dĂ‚vet buyurarak vasiyetlerini şoyle bildirdi:

"...Muhammed Emin yerime ikĂ‚me edilmiştir. YĂ‚ni benim vazîfemi yurutecektir. İnce kalplidir. Bize karşı sevgisi cok kuvvetli olduğu icin benden sonra fazla yaşayacağını zannetmiyorum. Ondan sonra Seyyid Abdulhakîm mutlak olarak yerime ikĂ‚me buyrulmuştur. Kendisi, Arvas'ta olsun, Başkale'de olsun, İstanbul'da olsun ona itĂ‚at ediniz. Onun rızĂ‚sı benim rızĂ‚mdır. Ona muhĂ‚lefet bana muhĂ‚lefettir." buyurarak SeyyidAbdulhakîm Efendinin zamanla İstanbul'a geleceğini işĂ‚ret etti. Dort halîfesinden başka bĂ‚zı talebelerinin de bulunduğu sırada vasiyetine devĂ‚m ederek buyurdu ki:

"Kitaplarımı Arvas KutuphĂ‚nesine vakfettim. Benim bildiğim kimseye borcum yoktur. İhtiyĂ‚ten îlĂ‚n edin. ŞĂ‚yet alacaklılar cıkarsa, ne kadar iddiĂ‚ ederlerse, Muhammed Emin tereddutsuz versin. İlmin ve Nakşibendiyye yolunun yayılmasına ihtimĂ‚m gosteriniz. Seyyidim ve senedim Seyyid Buzurk (Seyyid TĂ‚hĂ‚-yı HakkĂ‚r&#238 hazretlerinin, her sene asgarî bir defĂ‚ Van'a gidip halkı irşĂ‚d icin fakîre olan emirlerini yerine getiriniz. Huseyin'in annesinin genc olmasına rağmen cocuklarını bırakıp gideceğine kĂ‚ni değilim. Bununla berĂ‚ber himĂ‚ye etmek lĂ‚zımdır." buyurdu. O sırada on yaşında olan Huseyin Efendi orada oynuyordu. Bir ara; "Can fedĂ‚ babacığım. MisĂ‚fir coktur. Dışarıda hep sizi bekliyorlar. Niye yatıyorsunuz. Kalkın misĂ‚fire bakın." deyince, cocuğun sozlerine tebessum ederek; "Bu cocuk sĂ‚lihtir." buyurdu.

Vasiyetine devĂ‚m ederek; "Benden sonra cok fitne cıkacak, kadınlardan hayĂ‚ perdesi kalkıp, carşı pazarlarda dolaşacaklar. İslĂ‚m, Abdulhamîd Hanla kĂ‚imdir." buyurdu. Bir ara Seyyid Abdulhakîm Efendiye donerek; "CenĂ‚b-ı Hak sizi muhĂ‚faza edecektir." buyurdu ve İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın ateşte yanmadığı kıssasını anlattı. "Nakşibendiyye yolunun yayılması icin elimden geldiğince, kıl kadar ayrılmamak uzere hizmet ettim. İnşĂ‚allah mes'ûl değilim. Tam tedkîk etmeden fetvĂ‚ vermeyiniz. Ruhsatlarla yetinmeyiniz. İmkĂ‚n oldukca azîmetleri esas kabûl ediniz." buyurduktan sonra bir muddet kimseyi yanlarına kabûl buyurmadılar. Allahu teĂ‚lĂ‚yı anmakla ve ibĂ‚detle meşgûl oldular. Bir ara karpuz istediler. Fakat o mevsimde Mukus'de karpuz yoktu. Catak'a gidip getirdiler. Fakat karpuzu yemeden vefĂ‚t ettiler.

Fehim-iArvĂ‚sî hazretlerinin hastalığını duyanlar uzak yakın her taraftan gelip ziyĂ‚ret ettiler. TedĂ‚vî icin doktorlar getirdiler. VefĂ‚t ettiği gunun ikindi namazını oturarak kılan Seyyid Fehim hazretlerinin mubĂ‚rek vucudları secdeden mubĂ‚rek başını kaldırmayacak derecede zayıflamıştı. Oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendinin yardımıyla başını secdeden kaldırabiliyordu. Bu sırada huzun ve uzuntu Arvas ve etrĂ‚fını kaplamış, evin etrĂ‚fında yuzlerce seveni ve talebesi onun iyileşmesi haberini bekliyordu. O sırada renk renk, ceşit ceşit kuşlar geldiler, havada sıra sıra durarak herkesin hissettiği şekilde huzunlerini izhĂ‚r ettiler. Yuzbinlerce kuş, Arvas uzerinde şemsiye gibi golge ettiler. O arada gaybdan bir ses; "YĂ‚ eyyetuhennefsu'l-mutmeinneh..." Ă‚yet-i kerîmesini sonuna kadar okudu. Secdeden başını kaldırıp "Er-Refîku'l-a'lĂ‚." dedikten sonra sesli bir kelime-i tevhidden sonra 1895 (H.1313) senesi Şevval ayının on beşinci Salı gunu rûhunu teslim etti. VefĂ‚t haberi duyulunca, başta sevenleri olmak uzere butun halk ve yabĂ‚nî hayvanlar bile uzulduler.

Seyyid Fehim-i ArvĂ‚sî hazretleri, techiz ve tekfinden sonra sevenlerinin gozyaşları arasında Arvas kabristanında daha onceden işĂ‚ret ettiği yerde defnedildi.

Seyyid Fehim-i ArvĂ‚sî hazretlerinin Arvas'ta bulunan kabri, sevenleri tarafından ziyĂ‚ret edilmekte ve bereketlerinden faydalanılmaktadır. Vesîle edilerek yapılan duĂ‚lar kabûl olmaktadır. Cocuğu olmayanlar cocuğa sĂ‚hib olmakta, hasta olanlar şifĂ‚ya kavuşmaktadırlar. Bitlis'in Hizan ilcesine bağlı Karkar Deresi koyunden cocukları olmayan karı-koca Arvas'a gelip Seyyid Fehim hazretlerinin kabrini ziyĂ‚ret ettiler. Cocukları olması icin, Seyyid Fehim hazretlerinin rûhĂ‚niyetini vesîle ederek duĂ‚ ettiler. Sonra ikiz cocukları oldu. 1980 senesi sonbaharında tekrar Arvas'a gelen karı-koca kabr-i şerîfi ziyĂ‚ret ettikten sonra uc defĂ‚ ikiz cocuklarının olduğunu bildirdiler. Hasta olup şifĂ‚ bulanlar da anlatılmaktadır.

Seyyid FehimArvĂ‚sî hazretlerinin vazîfesini bir muddet oğlu ve halîfesi Seyyid Muhammed Emîn Efendi devĂ‚m ettirdi. Onun vefĂ‚tından sonra da mutlak halîfesi Seyyid Abdulhakîm ArvĂ‚sî hazretleri devĂ‚m ettirdi.

Hazret-i Seyyidin, Guster Hanım, Emetullah, NĂ‚hiye ve EsmĂ‚ hanım isimlerinde kızlarından başka on oğlu vardır.

1- Seyyid Muhammed Reşîd Efendi: Genc yaşta Gevaş'ın Tıgnız koyunde vefĂ‚t etti. Kabri Zeve koyu kabristanında SultanZubeyr hazretlerinin turbesi yanındadır.

2- Seyyid Muhammed Emin Efendi: 1867 (H.1284) senesinde Arvas'ta doğdu. Babasının halîfelerindendir. 1900 (H.1317) senesinde, hac donuşunde Tûr-i SinĂ‚'da vefĂ‚t etti.

3- Seyyid MuhammedMazhar Efendi: Genc yaşta vefĂ‚t etmiştir. Kabri Arvas'tadır.

4- Seyyid Muhammed MĂ‚sûm Efendi: 1879 (H.1296)da Arvas'ta doğdu. 1942'de yine Arvas'ta vefĂ‚t etti. Kabri, babasının bitişiğindedir.

5- Seyyid MuhammedSıddîk Efendi: 1879 (H.1296) senesinde Arvas'ta doğdu. 1916 (H.1334) senesinde Gurpınar'da dere kenarında abdest alırken ermenilerce şehîd edildi. Kabri, Van'ın Gurpınar ilcesine bağlı Mejıngir (Yukarı Kaymaz) koyunde olup, ziyĂ‚ret edilmektedir. Seyyid Abdulhakim Efendinin halîfesi idi.

6- Seyyid HasanMedenî Efendi: Van muftusuyken Hicaz'a gidip, yirmi sene Medîne-i munevverede kaldı. 1968 (H. 1388) senesi BerĂ‚t gecesinde vefĂ‚t etti.Cennetu'l-Bakî' kabristanında defnedildi.

7- Seyyid Huseyin Efendi: 1887 (H.1304) senesinde doğdu. 1962 (H.1382) senesinde vefĂ‚t edip, Gevaş'ın Hacı Zive koyunde buyuk birĂ‚deri MollaMuhammed Reşid'in yanında defnedildi.

8- Seyyid Muhammed SĂ‚lih Efendi: 1949 (H.1369) senesinde hacca gidip, Medîne-i munevverede vefĂ‚t etti. Cennetu'l-Bakî'de defnolundu.

9- Seyyid NizĂ‚meddîn Efendi: Van'da Akkopru kabristanında medfundur.

10- Seyyid Şemseddîn: Kucuk yaşta vefĂ‚t etmiş olup, Arvas'ta medfûndur.

Seyyid FehimArvĂ‚sî hazretlerinin oğullarından ve kızlarından meydana gelen torunlarıyla nesli devĂ‚m etmektedir.

EFENDİMİZ SUSLENMEYE BAŞLAMIŞ

Seyyid Fehim hazretlerinin ilim tahsîline ara verdiği gunlerdeydi. Bir bayram gunu Şırnak'ta îmĂ‚l edilen meşhûr tiftik yununden yapılmış bir elbise giymişti. Kendi guzelliğiyle, elbisenin hoşluğu birbirine eklenmiş, fevkalĂ‚de bir guzellikle dikkatleri uzerine cekiyordu. Arvas'a yakın bir koyde oturan, akıllı ve olgun, ArvĂ‚sîlere cok bağlı Şeyhu diye anılan bir zĂ‚t, Arvas CĂ‚miinin karşısındaki damda duruyordu. Onu gorunce; "Bir zamanlar Arvas'tan meşhur Ă‚limler cıkardı. Şimdi ise guzel ve yakışıklı gencler cıkıyor. Ah, "cok yazık" diye inledi. Bu sozu işiten Seyyid Fehim; "Bu sozu nicin soyledin?" diye sorunca; "Hic, icimden oyle geldi." dedi. Seyyid Fehim; "Bu sozu soylemenizin bir sebebi vardır muhakkak, soyleyiniz." dedi. Şeyhu; "Medrese Ă‚limsiz, muderrissiz kaldı. Biz inşĂ‚allah filan efendimiz yetişir diyorduk. Şimdi bakıyorum da, o efendimiz giyinmeye, suslenmeye başlamış." cevĂ‚bını verdi. Bu sozlerin kendisine soylendiğini anlayan Seyyid Fehim hemen eve gidip guzel elbiselerini cıkardı. Kitaplarını cantasına yerleştirip gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra yeniden ilim tahsîline cıktı.

GECE EVDEN NİCİN AYRILDILAR?

Seyyid Fehim hazretleri her sene Van'a gelişinde bir muddet kalırdı. Âşıkları toplanır, feyz alırlardı. Genellikle kendisini cok seven mahkeme başkĂ‚tibi Ahmed Beyin evinde misĂ‚fir olurdu. Bir seneAhmed Bey hacca gitmişti. Van'a bir gelişinde yine onun evinde kaldı. Bir gece yarısı yakınlarından birini cağırdı ve; "Arkadaşlarını uyandır! Şimdi buradan cıkıp, falan eve gideceğiz." buyurdu. O kimse; "Efendim gece yarısı gitmek ayıp olur. Yarın gitsek olmaz mı?" dedi. "Hayır şimdi gideceğiz. Hem Ahmed Beyin oğullarına da haber ver." buyurdu. Durumu oğrenen Ahmed Beyin oğulları gelip yalvardılar. "Efendim bir kusur yaptıksa af buyurun. Bizden ayrılmayın. Babamız işitirse uzulur. Biz ona ne cevap vereceğiz, lutfediniz, ihsĂ‚n ediniz! Kabahatimizi bağışlayınız." dediler. Cok goz yaşı doktuler. Seyyid Fehim hazretleri; "Hayır sizden cok rĂ‚zıyım, bize her hizmeti fazlası ile yapıyorsunuz. Sizlere duĂ‚ etmekteyim. Fakat şimdi gitmemiz lĂ‚zım." buyurdu. Ahmed Beyin oğulları; "Emir buyurduğunuz gibi olsun." dediler. Gece yarısı sevdiklerinden bir başkasının evine gittiler.

Ertesi gun oğlu Muhammed Emin Efendi, Ahmed Beyin oğullarının pekcok uzulduklerini soyledi ve; "Babacığım o evde sabaha kadar kalsaydık ne olurdu?" diye sorunca, Seyyid Fehim hazretleri; "Oğlum! Şimdi kimseye soyleme. Bu geceAhmed Bey Mekke-i mukerremede vefĂ‚t etti. Ev yetim evi oldu. Mal mîrĂ‚scılara kaldı. Evvelce her şeyi kullanıyor, yiyip iciyorduk. Cunku Ahmed Beyin seve seve helĂ‚l edeceğini biliyordum. Şimdi ise tanışmadığımız mîrĂ‚scılarının hakkı olduğundan bir şeyi kullanmak cĂ‚iz olmaz. Kul hakkından kacınmak icin acele ayrıldım." buyurdu.Bir ay sonra hacılar dondu. Herkes geldi. Ahmed Bey gelmedi. "Bir gece yarısı Mekke'de vefĂ‚t etti." dediler. HesĂ‚b ettiler, Seyyid Fehim hazretlerinin evden ayrıldığı geceye rastlıyordu. Onun kerĂ‚meti olduğunu anladılar.

SOFU BABA'NIN AŞKI

Seyyid Fehîm her sene, Van'a gidip bir defĂ‚
Guzel sohbetleriyle, nûr sacardı etrafa.

Mevsim yaz olduğundan, hava bir sıcaktı ki,
İnsanlar harĂ‚retten, kavruluyordu sanki.

Gencten bir kimse vardı, hem de Fehîm isminde,
Yaşardı o zamanlar, gunah işler icinde.

Bu genc, dağdan bir tabak, kar temin edip bir gun,
Getirip huzûruna, arz etti o buyuğun.

Seyyid Fehîm o gence, buyurdu: "İsmin nedir?"
O gĂ‚yet sıkılarak, dedi: "İsmim Fehîm'dir."

Bir makbûl olmuştu ki, getirdiği soğuk kar,
Şefkatle etti ona, bir teveccuh ve nazar.

Bu, oyle bir teveccuh, oyle nazardı ki hem,
Kalbi, Seyyid Fehîm'in, aşkıyla doldu o dem.

Oyle bir muhabbetle, bağlandı ki o zĂ‚ta,
Onun muhabbetiyle yanar oldu ÂdetÂ.

Sonradan Seyyid Fehîm, Arvas'a etti avdet,
O sene kış mevsimi, şiddetli gecti gĂ‚yet.

Ve lĂ‚kin yanıyordu, o aşkla onun gonlu,
Onun ayrılığına, yoktu hic tahammulu.

En son dayanamayıp, dedi ki: "Anneciğim,
Heybemi hazır et ki, Arvas'a gideceğim."

Dedi: "Gitme evladım, bir baksana şu kışa,
Cıkarsan yem olursun, dağlarda kurda kuşa."

LĂ‚kin o, kararını, vermiş idi pek kat'i,
ZîrĂ‚ onun aşkından, kalmamıştı tĂ‚kati.

Heybesini alarak, duştu Arvas yoluna,
Ona kavuşmak icin, bir mĂ‚ni yoktu ona.

Her an olum sacarken, ac kurtlar, soğuk ve kar
O, dağ dere demeyip, gidiyordu bir karar.

ZîrĂ‚ onu goturen, bir sevgiydi, bir aşktı.
Cunku Seyyid Fehîm'e, varıp kavuşacaktı.

Bir dağın tepesinde, tam bu aşkla giderken,
Baktı ki karşısına, bir adam cıktı birden.

Ve sordu ki: "Nereye, gidiyorsun ey Fehîm?
Eğer arzû edersen, sana yardım edeyim."

LÂkin o, cevap bile, vermiyerek hic ona,
Yine aynı aşk ile, devam etti yoluna.

Cunku Seyyid Fehîm'le, berĂ‚berdi o zĂ‚ten,
Ve onun aşkı ile, gidiyordu esĂ‚sen.

Ve bir akşam, Arvas'ta, ezĂ‚n okundu, fakat,
Namaz icin mihrÂba, gecmedi o buyuk zÂt.

Herkes merak ederken, nicin beklediğini,
Seyyid Fehîm bildirdi, bu işin hikmetini.

Buyurdu: "Bir yolcumuz, geliyor, yolda şu an,
Hem de donmak uzere, neredeyse soğuktan."

Biraz sonra genc Fehîm, bir kardan adam gibi,
Kavuştu ma'şûkuna, dinlemeyip kar tipi.

Buyurdu ki: "Ey Fehîm, o yolda rast geldiğin,
Hızır'dı, nicin ondan, bir yardım istemedin?"

Dedi ki: "Beraberdim, o anda sizin ile,
Cok kolay geliyordum, sizin himmetinizle.

Siz de geliyordunuz, o yolda yanım sıra,
Sizinle beraberken, bakar mıyım Hızır'a.

Ben sizin aşkınızla, dağları aşıyordum.
Her adımda daha cok, size yaklaşıyordum."

Sofu Baba derler ki, ona Van civĂ‚rında,
ZiyĂ‚ret etmektedir, sevenler, mezarında.

ŞEYHİN SENİ OLDURTMEZ

Van'ın Gurpınar Muhammed PîrĂ‚n aşîretinden Ali isminde bir zĂ‚t gelerek Seyyid Fehim hazretlerine talebe oldu. Bir yolculuk sırasında vaktiyle hasmı olan bir kimse yolunu kesti. Ali ismindeki zĂ‚tı oldurmek uzere silĂ‚hına sarıldı. Nişan aldığı sırada Ali ismindeki zĂ‚t; "Beni oldurme! Hazret-i Şeyhe (Seyyid Fehim) talebe oldum. Butun dunyĂ‚ duşuncelerinden sıyrıldım." diyerek, hasmını iknĂ‚ etmeye calıştı. Fakat silĂ‚hlı kimse onu dinlemeyip silĂ‚hının tetiğine bastı. Beş tane fişeği vardı. Hepsini attı fakat hic ses duyulmadığı gibi, Ali Efendiye de herhangi bir şey olmadı. SilĂ‚hlı kimse, fişek yuvasına baktı, fişekleri goremedi. Olanlar karşısında şaşırıp kaldı. "Şeyhin seni oldurtmez." diyerek ayrılıp gitti.

Ali Efendi bir muddet sonra Seyyid Fehim-i ArvĂ‚sî hazretlerini ziyĂ‚ret etmek uzere Arvas'a gitti. ZiyĂ‚ret esnĂ‚sında Seyyid Fehim hazretleri ona; "Koyun tepesinde cok korktunuz mu?" diye sordu. Ali Efendi; "Evet efendim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri oturduğu postun altından beş adet fişeği cıkararak Ali Efendiye verdi ve; "Kul hakkıdır. Uzerimizde kalmasın." buyurup fişekleri sĂ‚hibine vermeyi emretti. Ali Efendi bu fişekleri sĂ‚hibine goturup verdi. HĂ‚dise sırasında zĂ‚ten hayret icinde kalmış olan silĂ‚hl&#3