Cin, Hindistan, İran ve Anadolu'da İslĂ‚miyetin yayılmasında buyuk hizmeti gecen Ă‚lim ve mucĂ‚hid velî. İsmi İbrĂ‚him bin ŞehriyĂ‚r'dır. Annesinin ismi BĂ‚nuveyh bin Mehdî'dir. Ebû İshak kunyesiyle ve KĂ‚zerûnî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 963 (H.352) senesi RamazĂ‚n-ı şerîf ayında ŞîrĂ‚z civĂ‚rındaki KĂ‚zerûn kasabasında doğdu. 1034 (H. 426) senesinde KĂ‚zerûn'da vefĂ‚t etti.Kabri oradadır.

Mecûsî bir Ă‚ileye mensûb olan Ebû İshak KĂ‚zerûnî'nin babası sonradan hidĂ‚yete kavuşup musluman olmakla şereflendi. Musluman bir anne babadan dunyĂ‚ya gelen KĂ‚zerûnî'nin doğumundan îtibĂ‚ren ustun halleri gorulmeye başladı. Onun dunyĂ‚ya geldiği gece doğduğu evden goğe doğru yukselen bir nûr goruldu. Bu nûr sutununun dalları etrĂ‚fı aydınlatıyordu.Annesi onu emzirmek istedi. Fakat Ramazan-ı şerîf ayı olduğu icin emmedi. Bu hĂ‚li Ramazan ayı boyunca devĂ‚m etti. Gunduzleri annesini emmiyor, geceleri emiyordu. Ayrıca kardeşi emip karnını doyurmadan emmiyordu. Bu da onun buyuk bir zĂ‚t olacağının ilk işĂ‚retleriydi.

Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî'nin, babası musluman olduğu halde dedesiMecûsî yĂ‚ni ateşperest idi. Babası onun ilk olarak Kur'Ă‚n-ı kerîm oğrenmesini isteyince, dedesi; "Ona bir sanat oğretmek daha iyi olur." diyerek mĂ‚ni olmaya calıştı. Kucuk İbrĂ‚him ise Kur'Ă‚n-ı kerîm okumak istiyordu. Anne, baba ve dedesiyle meseleyi konuştuktan sonra, dedesini rĂ‚zı etti. Cunku ilim tahsiline karşı şiddetli bir arzu duyuyordu. Cocuk yaşında ilim tahsiline başlayıp, Kur'Ă‚n-ı kerîm okumayı oğrendi. Okumaya gittiği sırada diğer cocuklardan daha gayretli olup derste hepsinden erken hazır bulunuyordu.

Kur'Ă‚n-ı kerîm okumayı ve temel dînî bilgileri oğrenip, diğer ilimleri tahsîl etmeye başlayacağı sırada buyuk bir Ă‚lim bulup ondan ilim ve feyz almayı arzu etti.

Bunun icin Ebû AbdullahHafif'in derslerine devĂ‚m etti. ZĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimleri tahsîl etti. Ayrıca Ebû Ali bin Huseyin FîrûzĂ‚bĂ‚dî el-Akkar, Ebu'l-Hasan Ali bin Cehdim HemedĂ‚nî ve başka Ă‚limlerden ceşitli ilimleri tahsil etti. Hadîs Ă‚limlerinden bircoğu ile goruştu. Şîraz, Basra, Mekke-i mukerreme ve Medîne-i munevveredeki Ă‚limlerden hadîs-i şerîf rivĂ‚yet etti, velîlerin sohbetlerinde bulundu. ZĂ‚hirî ilimlerde derin Ă‚lim, bĂ‚tın (kalp) ilimlerinde de yuksek bir velî oldu.

Haram ve şuphelilerden sakınmakta, ince din bilgilerini cozmekte ve buyuk Ă‚limlerin eserlerini anlayıp îzah etmekte emsalsiz hĂ‚le geldi.

Nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmaya calıştı. Şefkat, merhamet, guzel ahlĂ‚k ve comertlikte yuksek dereceye ulaştı. ZamĂ‚nın sultanları onu cok sevip saydılar ve onun nasihatleriyle hareket etmeye calıştılar. İlimdeki ve mĂ‚rifetteki yuksek derecesi sebebiyle "SultĂ‚n-ul-EvliyĂ‚" ve "Kutb-ul-AktĂ‚b" unvanlarıyla meşhûr oldu.

Kendisine hakĂ‚ret edenlere, inkĂ‚rcılık yapanlara elinden geldiğince hep tatlı soz, guler yuz gosterip hepsine hayır duĂ‚da bulundu. İyi-kotu herkese, guneş gibi ışıklarını yaydı. İyilik ve ihsĂ‚nlarını kimseden esirgemezdi. Zayıf, gucsuz, yetim ve fakirlere elinden geldiğince yardım eder ve sığınak olur, gorup gozetirdi. MubĂ‚rek nefeslerinin bereketi butun Ă‚lemi kuşattığından, Mekke-i mukerremeden Kirman'a kadar pekcok garip, seyyid ve derviş dergahına koşmuştu. Ebû İshakKĂ‚zerûnî hazretleri her hĂ‚liyle ornek bir muslumandı. Derdi, uzuntusu olanlar onu gorunce neşeyle dolar, gam ve kederleri silinir, zĂ‚limler zulmunu terk ederdi. GunahkĂ‚rların pekcoğu onu bir defĂ‚ gormekle tovbe-i nasûh ederlerdi. GĂ‚yet sĂ‚de giyinir, halk icinde hep Hak teĂ‚lĂ‚ ile olurdu.

Comert ve kerem sĂ‚hibi olan KĂ‚zerûnî hazretleri, cok misĂ‚firperverdi. Maddî yonden zayıf olduğunu bilen babası ona; "Sen fakirsin, gelen misĂ‚firleri ağırlama gucune sĂ‚hip değilsin, sonra bu işte acz icine duşmeyesin." deyince, KĂ‚zerûnî hazretleri cevap vermedi. Derken RamazĂ‚n-ı şerîf ayında bir misĂ‚fir topluluk geldi.KĂ‚zerûnî'nin evinde bir şey yoktu. Akşam yaklaşmıştı. O anda biri iceri girdi. Ekmek, muz ve incir bulunan buyuk bir cantayı bırakıp: "Bunu dervişlere ve misĂ‚firlere ikrĂ‚m et." dedi. Bu hĂ‚li goren babası oğluna donerek; "Gucun yettiği kadar insanlara hizmet et. ZîrĂ‚ Hak teĂ‚lĂ‚ seni yalnız bırakmayacaktır." dedi.

Ebû İshak KĂ‚zerûnî, KĂ‚zerûn'da dîn-i İslĂ‚ma hizmet yolunda ve Ehl-i sunnet îtikĂ‚dının yayılmasında pekcok gayret sarf etti. O devirde KĂ‚zerûn ve civĂ‚rı, putperest ve ateşperest sapık muşriklerle doluydu. Muslumanlar azınlıktaydılar. Onun irşĂ‚d faĂ‚liyetleri netîcesinde KĂ‚zerûn ve etrĂ‚f memleketlerde îmĂ‚n nûru parlayıp muslumanlar coğaldı. Her tarafta bircok vakıf muesseseleri kuruldu. KĂ‚zerûnî'nin sohbetinde yetişen talebeleri, İslĂ‚m dîninin guzel ahlĂ‚kını yaymak icin seferber oldular. CihĂ‚d niyetiyle civĂ‚r beldelere dağıldılar. KĂ‚zerûnî, talebelerinden ve sevdiklerinden bir ordu hazırladı. Kendisi de bircok gazĂ‚lara katılıp, ilĂ‚-yı kelîmetullah, Allahu teĂ‚lĂ‚nın dîninin yayılması yolunda, insanları kufur karanlıkları ve ebedî Cehennem azĂ‚bından kurtarmak icin, ilim ve kılıcla cihĂ‚d etti. Az zaman sonra hidĂ‚yet nûruna kavuşanlar coğaldı. Binlerce putperest, grup grup KĂ‚zerûnî'nin huzûrunda îmĂ‚na geldi. Kendisi de CumĂ‚ gunleri toplanan orduya vĂ‚z ve nasîhatlerde bulunurdu. Onlara cihĂ‚d ve gazĂ‚nın fazîletini anlatıp cihĂ‚da teşvik ederdi. MucĂ‚hidler, bu vĂ‚zları sĂ‚yesinde aşka gelip, ihlĂ‚s ile kĂ‚firler uzerine yuruyup zaferler kazandılar. Bir cok ganîmet elde ettiler.

KĂ‚zerûnî her yıl mucĂ‚hidleri bizzat teftiş ederek onların silĂ‚hlandırılması, giyim-kuşamı ile yakından meşgûl olurdu. Ordusu sefere gittiğinde kendisi mĂ‚nevî başkumandan olarak devamlı duĂ‚ ederdi. MucĂ‚hid ordusu, Hindistan ve Cin'e kadar gitti. Bir kısmı da Anadolu'ya gelerek Rumlarla cihĂ‚d etti. BoyleceAnadolu'da İslĂ‚miyetin yayılmasına calıştılar. MucĂ‚hidler bir defĂ‚sında Rumlarla yapılan bir harpte zor durumda kalmışlardı. Hemen hocaları Şeyh Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî'nin rûhĂ‚niyetinden yardım istediler. O sırada KĂ‚zerûnî mescidde idi. Âniden kalkıp asĂ‚sını eline alarak dışarı cıktı. Askerin gittiği tarafa yonelip kayboldu. Tam bu esnĂ‚da mucĂ‚hidler, heybetli bir suvĂ‚rinin duşman saflarını darmadağın ettiğini gorduler. Bu hĂ‚l, muslumanların kalblerine kuvvet verdi. NihĂ‚yet hocalarının yardımıyla duşman kuşatmasından kurtuldular.

KĂ‚zerûnî tekrar mescide donduğunde, mescidde bulunanlar; "Efendim bu hĂ‚l nedir? Bir an mescidden cıkıp kayboldunuz." diye sordular. "O saatteİslĂ‚m ordusu Rum diyĂ‚rında esir duşmek uzereydi. Yardım istediler, yardıma gittim." buyurdu.Mescidde bulunanlar bu vak'anın olduğu gun ve saati kaydettiler. Daha sonra İslĂ‚m ordusu kĂ‚firlerle cihĂ‚ddan donunce bu hĂ‚li sordular. Onlar da; "KĂ‚firlerle savaşa başladığımızda biz az, duşman cok kalabalıktı. Cok kahramanlık ve cengĂ‚verlik gostermemize rağmen, bir yiğide yuz kĂ‚fir duşuyordu. Bir anda topluca hucûma gecip bizi cepecevre kuşattılar. O anda hĂ‚tırımıza hocamız geldi ve yardım istedik. Hemen heybetli bir suvĂ‚rinin duşman saflarını darmadağın ettiğini gorduk. KĂ‚fir ordusu kırılarak hezîmete uğradı. Boylece gĂ‚lib geldik. Ondan sonra o suvĂ‚ri geldiği gibi kayboldu. dediler. Soyledikleri saat KĂ‚zerûnî'nin kaybolduğu saatti.

Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî'nin tĂ‚lim ve terbiyesinde yetişip cihĂ‚d icin her tarafa dağılan mucĂ‚hidler, gittikleri yerlerde, limanlarda, dergĂ‚hlar ve ilim yuvaları inşĂ‚ ettiler. Bu faĂ‚liyet ve gayret, "KĂ‚zerûniyye yolu" adı ile anılıp meşhûr oldu. Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî ve talebeleri bilhassa vakfiyelerin inşĂ‚ ve inkişĂ‚fında (yapılıp yayılmasında) rehber oldular.

KĂ‚zerûnî hazretlerinin bircok olgun talebeleri ve halifeleri vardı. Bunlar; Ebu'l-Hasan Ali bin Fadl, Ebu'l-AbbĂ‚s bin Fadl, Muhammed bin İbrĂ‚him, Ebû Abdullah Muhammed bin Dehzûr Mayinî, Ebû Abdullah Muhammed bin Cuzeyn, Huseyin Sagîr, Ebû Ali Huseyin Kebir, Hasan bin Ali, Hasan bin Ferhan KĂ‚zerûnî, Ebu'l-KĂ‚sım Kefşen KĂ‚zerûnî, Hasan bin Merdsad, Ahmet bin Firûz gibi Ă‚lim, faziletli, Ă‚rif ve velî-yi kĂ‚mil zatlardı. Bu talebeleri Hindistan, İran ve Anadolu'nun doğu bolgelerinin îmĂ‚n ve hidĂ‚yet nûrlarıyla aydınlanmasına sebeb oldular.

Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî, zengin muslumanları hayra teşvik edip, vakıfların yapılmasını sağladı. Ceşitli beldelerde yuzlerce dergĂ‚h, ribĂ‚t, hĂ‚nekĂ‚h yaptırdı. Buralarda muhtaclara yemekler dağıtıldı. Bu ribĂ‚t ve vakfiyelerde ilim ve edeb oğretildi, cihad rûhu aşılandı. Gerek sağlığında gerekse vefĂ‚tından sonra Musluman hukumdĂ‚rlar, KĂ‚zerûniyye yolunu teşvik edip, ceşitli vakıflar yaptılar. Bilhassa; Bursa, Konya,Erzurum ve Şam gibi beldelerde zĂ‚viyeler coğaldı. Sultan Yıldırım BĂ‚yezîd Han da, Bursa'da Kalealtı (yĂ‚hut Tahtakale) denilen yer arkasında Ebû İshĂ‚k alemdĂ‚rlarına mahsûs bir ZĂ‚viye-i Ă‚lî tahsîs etti. Vakfiyesinde; "Bunu Şeyh Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî eshĂ‚bına Ă‚det olduğu vechile, gelen misĂ‚firlerin, mukîmlerin mumkun olduğu derecede îzĂ‚z ve ikrĂ‚mları hizmetlerinin îfĂ‚sı icin vakfetti." denilmektedir.

Gerek seferde gerek sulh zamĂ‚nında insanlara vĂ‚z ve nasîhat ederek onların dunyĂ‚da ve Ă‚hirette saĂ‚dete, kurtuluşa ermesi icin calışan KĂ‚zerûnî hazretleri talebelerine nasîhat ederek buyurdu ki:

"Ey kardeşlerim! Size dort nasîhatım vardır. Mutlaka tutunuz. Yerime kimi vekil kıldı isem ona hurmetkĂ‚r olup, itĂ‚at ediniz. Kur'Ă‚n-ı kerîm oğrenip, okumaya devĂ‚m ederek emir ve yasaklarını gozetiniz. Bir misĂ‚fir geldiğinde evinizde ağırlayıp, hemen ne var ise hazırlayıp ikrĂ‚m ve hizmet ediniz. Birbirinizle dost olunuz. Birbirinizle muhabbetli olunuz. Sakın duşmanlık edip nifĂ‚ka suruklenmeyiniz. Birbirinizden uzak duşer parcalanırsınız."

"Bu iki parmağımın yanyana durması gibi îmĂ‚n ve muhabbet birliktedir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sı icin her ikisi de mutlaka lĂ‚zımdır. Muhabbetin şartlarına son derece dikkat ediniz. Din kardeşlerinizi seviniz. Yakındayken de, gıyĂ‚bında da seviniz, sevişiniz."

"Alahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmayı ganîmet biliniz."

"Şu uc grup insan aslĂ‚ iflĂ‚h olmaz, salĂ‚h ve seĂ‚dete kavuşamaz: Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendisine bahşettiği nîmetleri onun lĂ‚yık kullarından esirgeyip cimrilik yapanlar. Hak teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det edip de sonra bundan şikĂ‚yet edenler. Bunlar; "Eğer benim ibĂ‚detimin Hak teĂ‚lĂ‚ indinde değeri olsaydı ve kabûl gorseydi, ben bu dunyĂ‚da berhudĂ‚r olur, murĂ‚dıma ererdim." diye duşunup uzulenler ve bu yuzden mahrum kalanlardır. Ucuncusu ise, tembellik ve gevşeklikleri yuzunden ibĂ‚det, hizmet ve tĂ‚atten zevk alamazlar, bu sebeble bunları tam yapamaz, yerine getiremezler."

"Her kim nefis kuşunun etini severse, yĂ‚ni nefsine duşkun olursa, onun gonlu gayb Ă‚lemi fezĂ‚larına aslĂ‚ yukselemez ve yuce alemlerde ucmaktan mahrûm kalır."

"Faydalı veya zararlı olan altın veya gumuş değil, bunların kullanış ve sarf ediliş şekilleridir. HelĂ‚l kazanıp helĂ‚l yere sarfediniz."

"İki lirayı gozlerinize koyun, gozleriniz dışarıyı goremez olur. Peki ya binlerce lira ve parayı kalbine koyan, bunlara muhabbet edenin hĂ‚li nice olur."

Ebû İshak KĂ‚zerûnî hazretleri gencliğinde hep oruc tutar, sĂ‚dece ekmekle iftĂ‚r ederdi.Nefsinin isteklerine karşı cıkardı. Onceleri arasıra et yerdi.Sonra et yemeyi terk etti. Buna sebep şu hĂ‚dise oldu:

KĂ‚zerûnî hazretleri hac yolculuğu sırasında Basra'ya geldi. Orada tasavvuf ehlinden bir toplulukla karşılaştı. Onların toplantısına katıldı. ZiyĂ‚fet verildi. Bu arada sofraya et getirildi.Sofrada bulunanlar eti yediği halde KĂ‚zerûnî hazretleri yemedi. Hac ibĂ‚detini edĂ‚ edip geri memleketine dondukten sonra bir gun canı et yemek istedi. Bir parca pişmiş eti alıp tam yiyeceği sırada kendi kendine "Ey nefsim! Ey İbrĂ‚him! O zaman insanlar arasında ziyĂ‚fette et yemedin ve onlara gosteriş yapmış oldun. Şimdi onların arasında değil de yalnız başınasın ve et yemeye hazırlanıyorsun. Acıktan yapmadığın bir şeyi gizlice yapıyorsun. Sana yazıklar olsun." dedi. Elini hemen etten cekti. Allahu teĂ‚lĂ‚ya artık et yemeyeceğim diye soz verdi. O gunden sonra ağzına et koymadı.

KĂ‚zerûnî hazretleri insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlattıktan ve Allah yolunda cihĂ‚d ettikten sonraki zamanlarını insanlardan uzak olarak ibĂ‚det ve tĂ‚atla gecirirdi. Bu hususta da şoyle buyururdu: "Cok zarûrî bir işiniz olmadıkca, evinizden dışarı cıkmayınız. Yoldan, carşıdan, kalabalıktan ve dunyĂ‚ erbĂ‚bı olan kimselerin yakınından gecmeyiniz. Onları gorunce, kalbiniz belki meyledip, Allahu teĂ‚lĂ‚yı anmaktan mahrum kalır."

Ebû İshak KĂ‚zerûnî hazretleri bir gun talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki: "Siz kendi evinizde ve arkadaşlarınızın evinde bulunduğunuz zaman onunuze yemek veya yiyecek bir şey getirilirse yalnız yemeyiniz." Orada bulunanlardan birisi şoyle anlattı: "Ben her CumĂ‚ gunu namazdan sonra hocamın hizmetini gorur, sonra izin alır, annemin yanına giderdim. Bir Cuma gunu yine aynı şekilde yaptım. CumĂ‚ namazından sonra hocamdan izin alıp annemi ziyĂ‚rete gittim. Eve varıp hurmetle annemin ellerini optum, duĂ‚sını alıp oturdum. Annem gidip biraz hurma getirdi ve onume koydu. Yememi soyledi. Ben yemedim. Annem cok ısrar etti."

"Şunu senin icin saklamıştım." dedi. Annemin bu ısrarı uzerine hocamın bize olan nasîhatlerini anlattım. Annem; "Oğlum. Benim hatırım icin şu birkac hurmayı yiyiver. Senin hocan bunu nereden bilecek." dedi. Annemin ısrarına dayanamayıp bir tĂ‚ne hurma yedim. Fakat kalbime bir sıkıntı coktu. Bir muddet sonra annemden izin alıp hocamın huzûruna dondum. SelĂ‚m verdim. Hocam KĂ‚zerûnî selĂ‚mımı aldıktan sonra; "Annenin yanında bulunduğun sırada neler yaptın ve ne yedin?" diye sordu. Ben sessiz kaldım. Hocam devam ederek yuzume baktı ve; "Orada bir hurma yedin." buyurdu. Hocamın bu sozu uzerine icimi oyle bir heybet ve korku kapladı ki, tĂ‚rif edemem. O gunden sonra hicbir hĂ‚limin, işimin ve sozumun hocama gizli olmadığına ve her şeyimizi Ă‚nında gormekte olduklarına olan yakînim arttı. O hatĂ‚mdan dolayı tovbe ve istiğfĂ‚r ettim. O andan îtibĂ‚ren arkadaşlarımdan ayrı hicbir şey yemedim.

Ebû İshak KĂ‚zerûnî hazretlerinin zamĂ‚nındaBasra'da YahyĂ‚ bin Hasan adında, bir mescid imĂ‚mı vardı. Şeyh KĂ‚zerûnî hazretlerinin oturduğu beldeye geldi.Sabah namazı vaktiydi. KĂ‚zerûnî hazretlerinin mescidine girdi. KĂ‚zerûnî hazretleri imĂ‚m olmuş namaz kıldırıyordu. YahyĂ‚ bin Hasan da ona uyarak namaza durdu. KĂ‚zerûnî, okuduğu uzun bir sûrede bir Ă‚yeti unutarak okumadı. Bunu fark eden YahyĂ‚ bin Hasan kendi kendine; "Yazıklar olsun bana. Buraya kadar boşuna yorulmuşum. TĂ‚ Basra'dan buraya bu adamı ziyĂ‚rete geldim. Halbuki o namazda okuduğu sûreyi yanlış okuyor. Kur'Ă‚n-ı kerîmi doğru okuyamayan kimsenin ne fazileti olabilir? Buraya geldiğime pişman oldum." diye duşundu. Şeyh KĂ‚zerûnî hazretleri namazdan ve duĂ‚dan sonra o kimseyi yanına cağırdı ve buyurdu ki: "Gorduğunuz gibi bizler hatĂ‚ işleyip duruyoruz. Âdemoğluyuz. Âdemoğlu unutkanlıktan kurtulamaz." buyurdu. Yahya bin Hasan ismindeki kimse KĂ‚zerûnî hazretlerinin kerĂ‚met olarak, namazda iken kendi kalbinden gecenleri bildiğini anladı. Duşunduklerine tovbe edip ozur diledi.

ZamĂ‚nın devlet adamlarından Ebu'l-Fadl Buveyh-i Deylemî bir gun Ebû İshak KĂ‚zerûnî hazretlerini ziyĂ‚rete gitti. Goruşme esnĂ‚sında Şeyh hazretleri ona donup; "Şarabı icmekten vazgecip tovbe et." diye nasîhat etti.Ebu'l-Fadl; "İmkĂ‚nı yok efendim. Ben şarab icmeyi bırakamam. Cunku ben, hukumdĂ‚rımız Fahru'l-Mulk'un en yakını, nedîmiyim. Onunla iyi goruşurum. Oturup beraber şarab iceriz. Benim şarabı bırakmama vezirler rĂ‚zı olmazlar. Buna gucum yetmez." dedi. KĂ‚zerûnî hazretleri buyurdu ki: "Sen şarab icmekten vazgecip, benim yanımda tovbe et. Hukumdarın ve vezirlerin yanına vardığın zaman, ziyĂ‚fette icki verdiklerinde hemen bizi hatırla."Ebu'l-Fadl, Şeyh hazretlerinin sozunu dinleyip icki icmekten vaz gecti ve gecmişteki gunahlarına da onun huzûrunda tovbe etti.

Aradan bir muddet gectikten sonra hukumdar Fahru'l-Mulk ziyĂ‚fet tertipletip devlet ileri gelenleriyle birlikte Ebu'l-Fadl'ı da dĂ‚vet etti. Ziyafette şarap dağıtılacak, calgılar calınıp eğlence yapılacaktı. Ebu'l-Fadl olacakları ve fitneden nasıl kurtulacağını duşundu. ZiyĂ‚fet icin gerekli hazırlıklar yapıldı, eğlence ve ziyĂ‚fet başladı. Vezirlerden birisi Ebu'l-Fadl'a da şarab getirdi ve icmesi icin zorladı. Ebu'l-Fadl o anda KĂ‚zerûnî hazretlerinin sozlerini hatırladı. Onun rûhĂ‚niyetine sığınıp; "Efendim himmet buyurup beni bu fitneden kurtarın." diye yalvardı. Ebu'l-Fadl buyuk bir endişe icinde beklediği sırada iceriye buyuk bir kedi atıldı. SurĂ‚hi ve bardakların ortasından sıcrayıp bir cırpıda hepsini devirip, yıktı. SurĂ‚hi ve bardaklarda bulunan şarap yere dokuldu.Sofradaki yiyecekler de dokuldu. Oradakilerden kimse kediye mĂ‚ni olamadılar ve şaşkın şaşkın bakakaldılar.

KĂ‚zerûnî hazretlerinin kerĂ‚metini goren Ebu'l-Fadl, olanlar karşısında ağlamaya başladı. Fahru'l-Mulk, Ebu'l-Fadl'a donup; "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Ebu'l-Fadl olanların ic yuzunu anlattı. KĂ‚zerûnî hazretlerinin kendisine tovbe ettirdiğini soyledi. Fahru'l-Mulk ona; "Serbestsin istersen gidebilirsin, tovbeni bozma. Bizim hĂ‚limizi bize bırak." dedi. Orada bulunanlar da durumu oğrenip KĂ‚zerûnî hazretlerinin kerĂ‚metine şĂ‚hid oldular.

Omrunu İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını oğrenmek, oğretmekle geciren, ilim, fazîlet ve guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi bir zĂ‚t olan KĂ‚zerûnî hazretleri, vefĂ‚tından once şu vasiyette bulundu:

"...Kıymetli yavrum! Sana yaptığım bu vasiyete sıkı sarılıp onunla amel edesin. Boylece Allah yolunda muvaffak olup saîdlerden ve reşîdlerden olasın.

Sana birinci vasiyetim, din ilimlerini, ilmihĂ‚lini iyi oğrenip, bunu dĂ‚imĂ‚ arttırmandır. Cunku tarîkat ve hakîkat ehli olsun kim olursa olsun herkes bu ilme muhtactır. Tabii din bilgilerini Ehl-i sunnet Ă‚limlerinden ve eserlerinden oğrenmek insanın derece ve kıymetini artırır.

Tasavvuf ilmini oğrenmek yĂ‚ni kalbini temizlemek, kotu huylardan kurtulmak icindir. Allahu teĂ‚lĂ‚ Peygamberimize (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur'Ă‚n-ı kerîmde; "YĂ‚ Rabbî! İlmimi artır." diye duĂ‚ buyurmasını emretti. Fıkıh ilmini oğrenmeyi ve bu ilmin dunyĂ‚ ve Ă‚hiret saĂ‚detine vesîle olacağını bildirdi.

Fıkıh ilmini ve ilmihĂ‚lini oğrendikten sonra butun işlerini, ibĂ‚detlerini buna uygun yapmalısın. İlim ile dunyĂ‚lık elde etmekten uzak dur. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her kim Ă‚hiret amelleri ile dunyĂ‚lık taleb ederse, o kimsenin bu amellerden Ă‚hirette hic nasîbi yoktur, fayda ve bereketini goremez. Yuzunun nûru gider, onu saîdler, cennetlikler zumresinden yazmazlar, adını cehennemlikler arasına yazarlar." Ubey bin KĂ‚'b'ın (radıyallahu anh) rivĂ‚yet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Bu ummetten olup da Ă‚hiret işlerini dunyĂ‚ işlerine tercih edenlere mujdeler olsun. Onlar yuce insanlardır. Allahu teĂ‚lĂ‚nın yardımına kavuşmuşlardır. DunyĂ‚yı Ă‚hirete tercih edenlere ise Ă‚hirette hic nasîb yoktur."

Abdullah bin MubĂ‚rek'e; "Selef-i sĂ‚lihîn kimdir?" diye sorduklarında; "Dîni icin dunyĂ‚dan yuz cevirenlerdir." buyurdu. İşte bu hĂ‚le erdikten sonra, dĂ‚imĂ‚ takvĂ‚ uzere olman Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkman lĂ‚zımdır. Boylece Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kullarından olabilirsin. İnsanların yanında azîz ve kıymetli olursun. Acık ve gizli iken Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkup, icini ve dışını edeplendiren kimse, Hak teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sını kazanmış olur. EvliyĂ‚ ve secilmişler zumresine katılmış olur. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde ustunluğun ancak takvĂ‚ ile, evliyĂ‚nın da ancak muttakî yĂ‚ni Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkan kimseler, olduğunu beyĂ‚n buyurmuştur.

Bunu Allahu teĂ‚lĂ‚nın yardım ve inĂ‚yeti ile başardıktan sonra, senin icin en muhim vazîfe helal kazanc ve helal lokma taleb etmektir. Yediğin, ictiğin, kullandığın her şey mutlak helalden olmalıdır. Allahu teĂ‚lĂ‚ peygamberlerine meĂ‚len; "HelĂ‚l ve tayyib olanları yiyiniz ve sĂ‚lih ameller işleyiniz." buyuruyor. Buradan anlaşılıyor ki helĂ‚l yemedikce, sĂ‚lih ameller işlenemez. Demek ki, helĂ‚l yemek, helĂ‚l kazanc sĂ‚lih amel işlemekten once gelmektedir. Cunku helĂ‚l lokma ve helĂ‚l kazanc, sĂ‚lih amellerin yapılabilmesi icin birinci şarttır.

Bunda da başarılı isen, gosterişten ve suslu giyinmekten kacınman gerekir. Hazret-i Omer; "Benim atımı suslemeyiniz. Ona binince gonlum perdeleniyor." buyurdu. Hasan-ı Basrî hazretlerine; "Hangi elbiseyi seversiniz?" diye sordular. CevĂ‚bında; "Ey zavallı!Eğer iyilik elbisede, iyi giyinmekle olsaydı, fĂ‚sıklar ve gunahkĂ‚rlar Hak teĂ‚lĂ‚ indinde sĂ‚lih kimselerden kıymetli olurdu. Sozun doğrusu şudur ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ Cemîl'dir, tĂ‚atın ve yaşayışın guzelini yĂ‚ni İslĂ‚miyete uygun olanını sever, bunlardan rĂ‚zı olur." buyurdu.

Bunda da muvaffak olursan, sana lĂ‚zım olan şey kanĂ‚atkĂ‚r olmaktır. Bir gunluk azık ile yetinmelisin. Cok yemek, şehvetleriyle meşgûl olmak ve her bulduğunu yemek kotulenmiştir. Bunlar insanı Allahu teĂ‚lĂ‚dan uzaklaştırır.

Bunda muvaffak olduğun zaman, sana duşen vazîfe, Allah adamlarıya, dervişlerle, sĂ‚lih kimselerle sohbet edip doğru kimselerle bulunmaktır. Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len; "Ey îmĂ‚n edenler! Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkunuz ve sĂ‚dıklarla bulununuz." buyurdu. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚ya yaklaşmak, O'nun sevgili kullarından olmak, ancak sĂ‚lihler ve sĂ‚dıklarla sohbet etmekle, onlarla bulunmakla ele gecer. Allah adamlarının sohbeti bereketiyle takvĂ‚, zuhd, tĂ‚at, ibĂ‚det, huzûr ve kalp topluluğu, Allahu teĂ‚lĂ‚ ile unsiyet ve yakınlık halleri hĂ‚sıl olur. Onların sohbetinde bulunarak bu mĂ‚nevî nîmetlere kavuşanlar, Allah icin sĂ‚lihler, sĂ‚dıklar ve muttakîler ile bulunanlar dunyĂ‚da Allahu teĂ‚lĂ‚nın himĂ‚yesinde ve Ă‚fiyet uzeredirler. YĂ‚ni gunahlardan uzaktırlar. Âhirette de oraya mahsus nîmet ve ihsĂ‚nlara kavuşurlar. Âhiretin dehşetli ve korkulu hallerinden korunurlar. Peygamber efendimiz; "Kim şeref ve izzet sĂ‚hibi olmak istiyorsa, zĂ‚hidler ve Allah adamları ile bulunsun, Allah icin Ă‚limler ve salihler meclisinde otursun. Hakîkî Ă‚limler Allahu teĂ‚lĂ‚yı Ă‚riftirler, onu tanırlar, O'na kulluk vazîfelerini tam olarak yerine getirirler, aslĂ‚ nefislerinin isteklerine uymazlar. Onlar oyle kıymetlidirler ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ onları insanlar arasından secip ayırmış, yuceltmiştir."

Buyuklerden birisi buyurdu ki: "Allahu teĂ‚lĂ‚ bir kuluna iyilik yapmak murĂ‚d ederse, onu Allah adamlarıyla karşılaştırır ve onlarla sohbet etmeye muvaffak kılar. Boylece saĂ‚det yoluna kavuşup Allahu teĂ‚lĂ‚nın rĂ‚zı olduğu ahlĂ‚k ve hallere kavuşur." Butun anlatılanlar sebebiyle dĂ‚imĂ‚ sĂ‚lihlerin sohbetinde olmalısın. Fakirler ile bulunmalısın. DunyĂ‚ ehlinden ve dunyĂ‚nın arkasından koşanlardan uzak durmalısın. Cunku dunyĂ‚ ehli ile bulunmak, onların yaptığı işleri sevmeye surukler. Bu ise Ă‚hirette husrĂ‚na sebeb olur.

ZĂ‚limlerden ve bunlara yakın kimselerden uzak dur. Her kim bunlara meylederse, Ă‚lim ve fazîletli bile olsa, sĂ‚lihler ve Allah adamları yanında kıymetli olmaz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Şu uc şeyi yapanlar curum işlemiş olur. İki topluluk arasında bozgunculuk yapıp, fitne cıkaranlar; ana-babasına Ă‚sî olanlar; zĂ‚limlerle dostluk kurup, onların zulmune yardımcı olanlar." ve yine; "Allahu teĂ‚lĂ‚ buyuruyor ki: "Ben Ă‚lemlerin Rabbiyim. İzzet ve celĂ‚lim hakkı icin zĂ‚limlerden intikam alırım. Bir kimse bir zĂ‚limin elinde bir mazlûmun zulme uğradığını gorse, buna mĂ‚ni olmaya gucu yetip de, o mazlûma yardım etmezse, ondan intikam alırım." buyurdular.

Sultanlar ve devlet adamlarıyla birlikte bulunmaktan sakın. Onların adamlarına da yaklaşma ki, yabancı kadınları gormuş olmayasın. CenĂ‚b-ı Hak Kur'Ă‚n-ı kerîmde mumin erkeklere ve mumin kadınlara, nĂ‚mahreme bakmamalarını, muhakkak gozlerini haramdan korumalarını emir buyurdu. Resûlullah efendimiz de sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Yabancı kadınlara bakmak, şeytanın oklarından bir oktur. Kim bundan sakınırsa, Allahu teĂ‚lĂ‚ ona ibĂ‚detin tad ve lezzetini tattırır. O da bundan mesûd olur."

Sevgili yavrum! Bid'at sĂ‚hiplerinin sohbetinden, onlarla bulunmaktan sakın. Onlarla oturup munĂ‚kaşa ve mucĂ‚deleye girişme. Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîminde bunu yasaklamıştır. Resûlullah efendimiz de; "Bir kimse haklı bile olsa, dinde munĂ‚kaşa ve husûmeti terk etmedikce îmĂ‚nın hakîkatine eremez." buyurdu.

Her hĂ‚linde iyi huylu olmaya dikkat et. Rıfk ve yumuşaklık tevĂ‚zû ve alcak gonulluluk bir de tahammul senin mayan olmalıdır. Affedici, kerem sĂ‚hibi, comert, hoşgorulu ol. Bunun icin de Resûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem yuksek ahlĂ‚kı ile ahlĂ‚klan.

Bir vasiyetim de şudur; Din kardeşlerine kolaylık goster, onlara yardımcı ol. Her sabah onlar ile toplanıp Kur'Ă‚n-ı kerîm oku. Her nerede Kur'Ă‚n-ı kerîm okunursa, oraya hayır ve bereket yağar. Nitekim Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Herhangi uygun bir yerde Allahu teĂ‚lĂ‚nın kitabı okunursa, melekler oraya gelip, okuyana yardım ederler. Oraya Allahu teĂ‚lĂ‚nın rahmeti yağar. Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîm okuyanı, melekleri, peygamberleri, şehîdleri ve muminleri ile yĂ‚d eder. O kuluna rahmet ve mağfiret eder." ve yine; "Benim ummetimin şereflileri, Kur'Ă‚n-ı kerîmi okuyanlar ve gece namazı kılanlardır." buyurdular.

Bir vasiyetim de şudur ki, dostlarını ve talebelerini mezarlığa Kur'Ă‚n-ı kerîmi para ile okumaları icin gonderme. Cunku bu muruvvete sığmaz. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Her kim insanlardan dunyĂ‚lık ele gecirmek icin Kur'Ă‚n-ı kerîm okursa, kıyĂ‚met gununde, yuzunde sırf kemik olarak yĂ‚ni yuzu etsiz olarak getirilir."

Din kardeşlerine, arkadaşlarına yedirip icirirken, sakın israfa kacma. Seni muhtac bırakacak şekilde masrafa girme.

Sevgili yavrum! Bir de şu fazîletli ibĂ‚dete devĂ‚m etmeni vasiyet ederim. Bunu, sevgili Peygamberimize Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde emir buyurdu. O ibĂ‚det, gece namazı kılmaktır. Bunu sakın ihmĂ‚l etme. CenĂ‚b-ı Hak gece namazı kılanlara tĂ‚rif edilmez ihsĂ‚n ve nîmetlerini vĂ‚d ediyor.

Sabah namazını kıldıktan sonra seccadeni toplayıp hemen kalkma. Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikri ile meşgûl ol. Guneş doğuncaya kadar buna devĂ‚m et. Bundan sonra gunun bir parcasını insanlardan uzlet, ayrılık uzere gecirmeyi kendine vazîfe bil. İnsanlarla olmakta buyuk belĂ‚ ve fitneler olduğu gibi, uzlette de bircok hayır ve bereketler vardır. Fakat uzlete cekilince şartlarına ve edeplerine dikkat gerekir. Yapılanlar, Ehl-i sunnet vel-cemĂ‚at Ă‚limlerinin fıkıh ve ilmihĂ‚l kitaplarında bildirdiklerine uygun olmalıdır. Bunu, nefsin ve şeytanın mudĂ‚halesi ile kirletmemelidir.

Son vasiyetim ise şudur: Dostlara hizmeti canına minnet bil. Cunku hizmet, peygamberlerin sunnetidir. Hizmet et, fakat kendine hizmet ettirme. Cunku Peygamber efendimiz; "Bir kavmin, topluluğun efendisi, o topluluğa hizmet edendir." buyurmuştur. Yine; "Muminlere hizmet edenlere hesab yoktur, azĂ‚b da yoktur." buyurdular.

Bu vasiyetlerimi yerine getir. Muvaffakiyet, Allahu teĂ‚lĂ‚dandır. YĂ‚ Rabbî! Bize hizmetinin edeplerini, evliyĂ‚na, dostlarına ve takvĂ‚ sĂ‚hiplerine hizmet etmenin edeplerini oğret. Bizi bunlar ile rızıklandır. YĂ‚ ErhamerrĂ‚himîn!.."

Kendisinden başka Muhammed ve Hasan isminde iki erkek kardeşi ve Meykûr ve Hadîce isminde iki kız kardeşi olan Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî hazretleri, omrunu İslĂ‚m dînini oğrenmek, oğretmek ve yaymakla gecirdikten sonra, 1034 (H.426) senesinde ZilkĂ‚de ayında KĂ‚zerûn'da vefĂ‚t etti. Kabr-i şerîfi KĂ‚zerûn'dadır. Hint ve Cin denizi gemicileri Ebû İshak KĂ‚zerûnî'nin kabrini ozellikle ziyĂ‚ret edip, onu vesîle ederek duĂ‚ ederler ve turbesine komşu fakirler icin adaklarda bulunurlardı. Bugun de sevenleri tarafından ziyĂ‚ret edilmektedir.

Şeyh Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî, her sene kĂ‚firlerle cihĂ‚d icin ordu gonderirdi. VefĂ‚tından sonra KĂ‚zerûn halkı şeyhin yolunu tuttu ve nevbet calarak her sene gazĂ‚ya asker gonderdi. Yine bir sene ordu duzenleyip kĂ‚fir şehirlerinden birine gonderdiler. BağdĂ‚t halîfesi de ordu duzenleyip gondermişti. İki ordu yolda karşılaşıp birleştiler. KĂ‚fir şehirlerinden birini muhĂ‚sara ettiler. Kale surları muhkem olduğundan bir şey yapamadılar. Ustelik muslumanlar ne yaparsa kĂ‚firler de aynı şekilde karşılık veriyorlardı. MeselĂ‚, mancınık atışı yapsalar mancınıkla cevap veriyorlar, toplu hucûm edince topluca karşı koyuyorlar, hic acık vermiyorlardı. Halîfe bu durumdan uzuntuye ve umitsizliğe duştu. Geri donmek istedi. Hatîb ve KĂ‚zerûnlular ile meşveret etti. Hatîb:

"Ne yapmak lĂ‚zım geldiğini, bu gece hocam KĂ‚zerûnî'nin rûhĂ‚niyetinden sorar oğrenirim. Ertesi gunu ona gore davranırız." dedi.

Hatîb o gece ibĂ‚detle meşgûl oldu ve gonlune KĂ‚zerûnî'nin rûhĂ‚niyeti, ne yapmak lĂ‚zım geldiğini bĂ‚tınî yoldan oğretti. Ertesi gun Hatîb, halîfeye giderek, cĂ‚reyi soyledi. Buna gore; herkes onune bir kab alacak ve gurultu yapacak, ses cıkaracaktı. Ateş yakılmayacak, yuksek sesle konuşulmayacak, silĂ‚hlar yanlarında bulunacak, KĂ‚zerûnlular davul ve def gibi şeylerle ses cıkarınca diğerleri de ses cıkaracak, onlar susunca onlar da susacak ve hep birden hucûm edilecekti. Akşam, kararlaştırıldığı gibi, konuşulmadı ve ateş yakılmadı. Seher vaktinde KĂ‚zerûnlular ses cıkarmaya, davul, def gibi şeyleri calmaya başladılar. Diğerleri de aynı şekilde davranınca, gok gurultusu gibi bir ses cıkmaya başladı. Sanki kıyĂ‚met kopmuş, dağlar buyuk gurultulerle şehrin uzerine duşmuştu. KĂ‚firler bu sesten şaşırmışlar, ne yapacaklarını bilmez bir hĂ‚le gelmişlerdi. Sonra hucûm eden ordu şehri fethetti. Malları, mulkleri, silĂ‚hları muslumanların eline gecti. Ganîmetler taksim edildi. Muslumanlar kalenin fethine cok sevindiler. Mujde nevbeti calarak şehirlerine geri donduler.

Bundan sonra KĂ‚zerûnlular gazĂ‚ya gittiklerinde ve duşman kale ve şehrine ulaştıklarında "kudûm nevbeti", duşman safları ile karşılaşıp savaştıklarında "sugrĂ‚ nevbeti", kafirleri hezîmete uğrattıklarında ise "mujde nevbeti" calarlardı. İşte bu uc nevbet o zamandan kalmadır.

Ebû İshĂ‚k KĂ‚zerûnî şoyle duĂ‚ ederdi: "Allah'ım! Bu toprakları zikrinle, velî ve sĂ‚lih kullarınla kıyĂ‚mete kadar mĂ‚mûr kıl, rızkımızı helĂ‚lden ve ummadığımız yerden gunluk olarak ver.

Allah'ım! Peygamberin Muhammed aleyhisselĂ‚m hurmetine bizleri senin uğrunda birbirini seven, sayan ve ziyĂ‚ret eden kullarından eyle!" (Âmîn).

MİSÂFİRE İKRÂM

Yahûdînin biri gelip kendisine misĂ‚fir oldu. Yahûdî, mescidde bir sutunun arkasına oturup kendini gizliyordu. Ebû İshak hazretleri her gun ona yemek gonderiyordu. Bir muddet sonra yahûdî gitmek icin musĂ‚ade istedi. Ona; "Ey yahûdî! Nicin buradan gitmek istiyorsun, yoksa yerinden memnun değil misin?" dedi. Yahûdî mahcûb oldu ve; "MĂ‚dem benim yahûdî olduğumu biliyordun. Nicin bana bu kadar cok ikrĂ‚mda bulundun?" dedi. Bu suĂ‚le; "Gayr-i muslim de olsa misĂ‚fire ikrĂ‚m edilir." cevĂ‚bını verdi. Bunu işiten yahûdî Kelime-i şehĂ‚det getirerek musluman oldu.

YAĞIN SUYA CEVABI

Derin ilim, guzel ahlĂ‚k ve yuksek mĂ‚nevî dereceler sĂ‚hibi olan Ebû İshak KĂ‚zerûnî hazretleri bircok kerĂ‚metler gosterdi. Bir gun talebeleri ve sevenleriyle sohbet ediyorlardı. Bu sohbette Ă‚lim biri vardı. KĂ‚zerûnî hazretleri pekcok şey anlattı, vĂ‚z ve nasîhatte bulundu. Sohbet bittikten sonra ayrılacakları sırada Ă‚lim zĂ‚t Ebû İshĂ‚k hazretlerinin ellerine, ayaklarına kapandı. Ebû İshĂ‚k hazretleri adama sordu: "Sana ne oldu da boyle hareket etmek ihtiyĂ‚cını duydun?" Âlim anlattı: "Siz mecliste konuşurken benim icimden şoyle bir fikir gecti:

Benim ilmim onunkinden ziyĂ‚dedir, buna rağmen ben rızkımı calışıp cabalayarak kazanıyorum, bir lokmayı zahmet ile elde ediyorum. Bu ise bunca nufûz ve îtibĂ‚ra sĂ‚hip, elinden hadsiz hesapsız mal gecmektedir. AcabĂ‚ bundaki hikmet nedir, diye duşunuyordum. Tam ben boyle duşunuyorken, siz yağ kandiline bakıp şoyle bir îzĂ‚hatta bulundunuz.

Kandildeki su ile yağ birbiriyle oğunme yarışına girerler. (Bilindiği gibi su ile yağ birbiriyle karışmazlar, yağ hafif olduğundan suyun ustunde durur.) Su yağa der ki: "Ben senden daha aziz ve daha fazîletliyim. Senin ve butun canlıların hayĂ‚tı benim sĂ‚yemdedir. HĂ‚l boyleyken sen nicin benim uzerimde bulunuyorsun?" Yağ, suya şu cevĂ‚bı verir: "Cunku ben cok eziyet cektim. Beni kırdılar, hasad ettiler, dovduler, sactılar, cenderelerde sıktılar.

Sen boylesine meşakkatlere mĂ‚ruz kalmış değilsin. Butun bu saydıklarım yetişmemiş gibi bir de yanıyor ve etrĂ‚fı aydınlatıyorum. Sen ise istediğin yerlerde akıp duruyorsun. Uzerine bir şey atacak olsalar feryĂ‚dı basıyor ve ortalığı karıştırıyorsun. İşte bundan dolayıdır ki tepene cıkıp oturuyorum." Bunu dinleyince kalblerden gecenleri bilen bir zĂ‚t olduğunuzu anladım."

ŞEHRİN SURLARI

Bir grup musluman KĂ‚zerûnî hazretlerinin ziyĂ‚retine gelip;

"Efendim! Emir buyursanız da şu şehrin etrĂ‚fını sur ile cevirseler. Boylece şehir, emniyet ve himaye altına alınır." dediler.

KĂ‚zerûnî hazretleri cevĂ‚ben;

"Bu şehrin surları vardır. Fakat gorunmez. Oyle sağlamdır ki, Ă‚fet, belĂ‚ ve musîbet bu şehre zarar vermez. AhĂ‚li de himĂ‚yededir." buyurdu.

ZiyĂ‚retciler bir şey anlamayıp donup gittiler. KĂ‚zerûnî'nin kerĂ‚meti vefĂ‚tından tam yetmiş iki sene sonra zuhûr etti. On iki bin kadar muşrik, kĂ‚fir, şehri ele gecirmek icin KĂ‚zerûn'a yoneldiler. Yaklaştıklarında duşmanlar gozlerini acıp, şehre bakmaya bile guc yetiremeyip buyuk bir kargaşalığa duştuler. İclerine korku duşup, Ă‚detĂ‚ hezîmete uğramış bir ordu gibi şaşırmış halde geri cekildiler. Allahu teĂ‚lĂ‚, KĂ‚zerûnî'nin (rahmetullahi aleyh) hurmetine şehri muhĂ‚faza buyurdu.

__________________