İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Ahmed-i FĂ‚rûkî Serhendî hazretlerinin talebelerindendir. İran'da BedĂ‚hşĂ‚n'ın Keşm kasabasındandır. Once Seyyid Mîr Muhammed NûmĂ‚n hazretlerinin huzûrunda tovbe edip, ona talebe oldu. Sohbetinde yetişip, Seyyid Mîr Muhammed'in işĂ‚reti ile, 1621 (H.1031) senesinde İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin sohbetiyle şereflendi.

Muhammed HĂ‚şim'in yuksek babası HĂ‚ce KĂ‚sım, o bolgenin buyuklerinden ve meşhûr Ă‚limlerinden olup, BedehşĂ‚n pĂ‚dişĂ‚hı Mîrza Şahrûh'un hocalarındandır. Muhammed HĂ‚şim, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerine kavuşmasını, hocasının hayĂ‚tını yazdığı Zubdet-ul-MakĂ‚mĂ‚t kitabının onsozunde şoyle anlatıyor:

DevĂ‚mlı var olan ve O'ndan başkasıO'nunla varlıkta duran Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ederim. SerĂ‚pĂ‚ nûr olan Peygamberimiz hazret-i Muhammed'e, Âline, EshĂ‚bına, O'na tĂ‚bi olanların hepsine ve kıyĂ‚mete kadar O'nu sevenlere salĂ‚t u selĂ‚m ve iyi duĂ‚lar ederim.

İlim ve irfĂ‚n kaynağı, gizli ve Ă‚şikĂ‚r hazîneler sĂ‚hibi, temkin ve edeb sofrasının efendileri, silsile-i zeheb halkasının mestolmuşları! Biliniz ki, kendi amelinden utanan bu hakîrin baba ve dedeleri, yuksek Kubreviyye yolunda idiler. Daha cocukluğumda, bu yolun buyuklerinden bĂ‚zılarının bereketli sohbetlerinde bulunmuştum. Fakat yaradılışım îtibĂ‚riyle ve aslî munĂ‚sebetim sebebiyle, daha gencliğimin, delikanlılığımın ilk zamanlarında gizli işĂ‚retler ve mujdelerle, kalbimi silsile-i zehebden olan Nakşibendiyye'nin buyuklerine bağladılar. Umid gozum onların rahmet ve bereketi ile acılınca, bu buyuk yolun yol gostericilerinden hangisinin, bu Ă‚cizin kolundan tutacağını bilemiyordum. Bu azîz ve cok yuksek silsileye girmek isteyenleri kabûl edenlerden hangisinin, bu kĂ‚biliyetsizi, kerem ve ihsĂ‚n ederek kabûl edeceğini anlayamıyordum. Bu duşuncenin devĂ‚m ettiği gunlerde, o makĂ‚mlara kavuşmak istemenin verdiği arzû ile, elem ve sıkıntı icinde, dĂ‚imĂ‚; "Haydi! Atımı hazırlayın, muhakkak Hindistan'a gitmem lĂ‚zımdır." diyordum. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur ki:

Beyt:

Hindistan'ı ruyĂ‚mda gorduğum gunden beri,

Umid gozum acıldı, harĂ‚b buldum her yeri.



Bu elemlerden ve şuursuzca soylenen sozlerden sonra, vaziyetim şoyle oldu. İster istemez kendimi tutamayıp, Hindistan'a geldim. Bir sene sonra bir gece bir mecliste, gecmiş evliyĂ‚nın acĂ‚ib hĂ‚lleri, garib tasarrufları uzerinde konuşuluyordu. Kalbimden gecti ve hattĂ‚ zannediyorum, dilimle; "Bu azĂ‚metli hakîkat, yalnız eski zamanlarda ve eski insanlarda olup, bugun bir cevher mevcûd değildir. YĂ‚hut zamĂ‚nımızda da vardır, ama bizim gibi kĂ‚biliyetsizlerin idrĂ‚k gozlerinden saklıdır." dedim.

Beyt:

Ya guzellerin kalbinde ehl-i dile meyl kalmadı.

Ya Ă‚şıklar diyĂ‚rında bir sĂ‚hib-i dil kalmadı.



Bu gunlerde idi. Bir gece ruyĂ‚mda buyuk bir zĂ‚t; "Haydi, kalk, filĂ‚n murşid-i kĂ‚mil ve Ă‚lim, filĂ‚n yerde, talebeleri ile oturmuş seni bekliyorlar." dedi. Oraya gittik, şu sûrette bir ustĂ‚d gordum. Evin sofasında oturmuş murĂ‚kabe ediyordu. Talebeleri sofanın altında başlarını onlerine eğmiş, sessizce oturuyorlardı. Beni oraya goturen zĂ‚t, ustĂ‚dın huzûruna cıkardı. Başlarını kaldırdılar, elini uzatıp elimi tuttular ve; "BismillĂ‚hirrahmĂ‚nirrahîm, Nasr sûresini sonuna kadar oku!" buyurdular. Okudum ve ağladım. Uyanınca bu sûreyi ve ne icin inzĂ‚l olduğunu duşunmeğe başladım ve şoyle buldum: "Feth ve imdĂ‚d-ı ilĂ‚hi yetişince, bircok insanların fevc fevc, yĂ‚ni kitle kitle bu buyukler yoluna ve ana caddeye girdiğini gorursun. O hĂ‚lde tesbih et ve istiğfĂ‚r yolunda ilerle ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ tevvĂ‚bdır (YĂ‚ni ziyĂ‚desiyle tovbe kabûl edicidir)." Allahu teĂ‚lĂ‚nın kelĂ‚mının sonu tevvĂ‚b olunca, buradan tovbeye bir işĂ‚ret buldum.

Bu ruyĂ‚dan sonra diyar diyar gezip, Hindistan'ın buyuk şehirlerinden, hacıların uğradığı BurhĂ‚npûr'a vardım. Gariblerin sığınağı, uzuntulu kalblerin tabîbi, Şeyh BurhĂ‚neddîn-i Garîb'in isminin bereketiyle feyzlenmiş bir ulkedir. İlim, amel, takvĂ‚ sĂ‚hibi ve Kur'Ă‚n-ı kerîme muttalî buyuk bir Ă‚limin ruyĂ‚sına gore, burası bircok beldelerden hayırlıdır. (Allahu teĂ‚lĂ‚ bu şehri ve diğer butun musluman memleketlerini belĂ‚lardan, Ă‚fetlerden korusun.)

BurhĂ‚npûr'da silsile-i şerîfeden, İslĂ‚miyeti yaymak icin uğraşan ve tĂ‚liblerin kalblerini cekmekte mĂ‚hir, seyyidlerin buyuklerinden ve hakîki murşid-i kĂ‚millerden, sĂ‚hib-i zevk ve vicdan, insan gormuş insan, Muhammed NûmĂ‚n'ın huzûr ve sohbetlerine kavuşmak icin cok acele ediyordum. Huzûrlarına buyuk bir heyecanla vardığım zaman, hayretler icinde kaldım. ZîrĂ‚, beni ruyĂ‚da buyuk bir zĂ‚tın huzûruna (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin huzûruna) bu zĂ‚t kavuşturmuştu. Zikri ve bu buyukler yolundaki murĂ‚kabeyi kendilerinden aldım. Huzûr ve hizmetlerinde, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî'nin muhabbet tohumunu gonul bahceme ektim. NihĂ‚yet bin otuz bir senesinde o menkıbeleri cok yuksek olan İmĂ‚m-ıRabbĂ‚nî'nin yuksek dergĂ‚hına kavuştum. Hemen hemen iki sene hazerde ve seferde, yanlarından, eteklerinden ayrılmadım. Bu zamanda, onların sohbetlerinden cok istifĂ‚de ettim. O cihĂ‚nı nûrla dolduranın feyzlerinden, bu kalbi kırığın gonul penceresine o kadar nûr vurdu ve feyz aktı ki, dile gelmez.

Bu fakîr bir gun, Kur'Ă‚n-ı kerîm okurken; "Ey Habîbim, teheccud namazını, fazla bir farz olarak kıl. Allah seni MakĂ‚m-ı Mahmûd'a kavuşturur." (İsrĂ‚ sûresi: 79) meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmesine gelince, aklıma; "Teheccud namazını kılmakla şefĂ‚at makĂ‚mı olan MakĂ‚m-ı Mahmûd'un bereketlerinden nasîb alınıyor mu?" diye geldi.Hazret-i İmĂ‚m'a bunu soracağım dedim. Bu niyetle huzûrlarına geldim. Abdest alıyorlardı. Beni gorunce, hemen; "Teheccud namazını cok kıymetli tut." buyurdular. "Coğu zaman kılıyorum." dedim. Buyurdular ki: "ŞefĂ‚at makĂ‚mı olan MakĂ‚m-ıMahmûd'dan nasîb ve pay almak istiyenler, teheccud namazını hic kacırmasınlar." Sonra aynı Ă‚yet-i kerîmeyi okudular. Bu fakîr, mubĂ‚rek ellerini operek; "Bu muammayı sormak icin huzûrunuza gelmiştim. Elhamdulillah, ben arzetmeden kerĂ‚met buyurarak siz beyĂ‚n ettiniz." dedim.

İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri, muhlislerinden herbirinin ismine birer mektup yazınca, bu fakîrin de, bu devlet ve saĂ‚dete kavuşmak sebebiyle, kalbime; "Allahu teĂ‚lĂ‚nın inĂ‚yeti ile, guzel kokulu mektûplarından bir tĂ‚ne de bu fakîre yazsalar ve bu mektup MektûbĂ‚t'ın birinci cildinin son mektubu olsa, ne guzel olurdu. Cunku ben bu dergĂ‚hın sonuncusu ve en aşağısıyım." diye geldi. Hazret-i İmĂ‚m, bĂ‚tın nûru ile bunu anladılar ve bana bir mektûb yazdılar. O mektubun sonunda da; "Muhammed HĂ‚şim'e gonderilen bu mektupla, şerîat sĂ‚hibi peygamberlerin adedine ve EshĂ‚b-ı Bedr'e uygun olduğundan, birinci cildi burada bitirelim." buyurdular. MubĂ‚rek hocam kerĂ‚meti ile bu isteğimi ihsĂ‚n ettiler.

Beyt:

Vucûdumun her kılı gelse de dile,

Şukrunun binde birini edemez bile.



Onların civĂ‚rında ve duvarlarının golgesinde gecen aylar ve gunler esnĂ‚sında, zamĂ‚nın gavsi ve esrĂ‚r sĂ‚hibi olan eşsiz oğulları, bu kitapta ismi ve hĂ‚lleri gececek buyuk murşid-i kĂ‚mil halîfelerinin her biri (Allah onların tesirlerini dĂ‚imî eylesin) bu Ă‚cize; "İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî'nin husûsî ve umûmî meclislerinde, inci sacılan mubĂ‚rek dilinden, vakte, zamĂ‚na, hĂ‚le ve istidĂ‚da gore cıkan ve mĂ‚rifetler hazînesi olan MektûbĂ‚t'ta bulunmayan, yeni ve tĂ‚ze faydaları, yuksek mĂ‚rifetleri, onların hĂ‚llerinin ve tavırlarının nasıl olduğunu, nûrlarını, bereketlerini, kerĂ‚metlerini, yazman sana lĂ‚zım oldu. Ayrıca İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî muceddid-i elf-i sĂ‚nî'nin hocası kutb-ı zamĂ‚n, cok yuksek makĂ‚mlar sĂ‚hibi, kalblerin nûrlandırıcısı, Ă‚riflerin ışığı, din ve milletin kendisinden rĂ‚zı olduğu, efendimiz HĂ‚ce Muhammed BĂ‚kî Uveysî Nakşibendî (kaddesallahu sirreh) hazretlerinin yuksek hĂ‚llerini bir kitap hĂ‚linde toplayasın. Boylece o iki serveri sevenlere, onların hĂ‚llerini tanıtır ve yĂ‚digĂ‚r bırakırsın" buyurdular. SermĂ‚yemin az olmasına rağmen, emirlerine uymaktan başka cĂ‚rem kalmadı. Bu sozlerden az bir kısmını yazdığımda, takdir-i ilĂ‚hî ile kalbinden nûr ve huzûr sacılan eşsiz hocamdan icĂ‚zet alarak, onun emri ile Burhanpûr'a gittim. Uzakta kaldığım zamanlar, ayrılık elemleri ve hasretimi teskin icin, bu yuksek halleri ve sozleri yazmak arzûsu dayanılamıyacak hĂ‚le geldi. Henuz bir mikdĂ‚r yazınca, hazret-i hocamızın tuyler urpertici vefĂ‚t haberi, kalbi yaralı talebelerini mĂ‚teme gark etti. VefĂ‚tından sonra, teselliyi, hĂ‚llerini ve sozlerini anlatmak ve yazmakta buldum.

Nazm:

Bir balık ki mahrûm kalır Fırat'dan,

Artık yaşayamaz umid keser hayatdan.



Hazret-i İmĂ‚m'ın vefĂ‚t haberi bu garibe gelince, uzuntumun ve ızdırĂ‚bımın cokluğundan ciğerim yandı, gozum yaşlarla doldu. Gonlum perişĂ‚n oldu.SahrĂ‚lara duştum. LisĂ‚n-ı hĂ‚l ile şu rubĂ‚îyi soyluyordum:



MÂdem sen yoksun, yuzumu sahraya doneyim,

Kalbime dağlar kadar gam yuku yukleyeyim.

Her gorduğum dikenden, soracağım gulumu,

Ve her gorduğum kuştan, ankĂ‚mı isteyeyim.



Akşam olunca şehrin kenarında, virĂ‚ne bir mescidde, o pahasız hazînenin hayĂ‚liyle başıma gam ortusunu burudum. İcim yanıyor, kalbim parcalanıyordu. İcimden soğuk Ă‚hlar cekiyor, gozumden yakıcı gozyaşları dokuyordum.



Soğuk Ă‚h Ă‚teş-i gamla, gozumuz yaşlı her zaman,

Aşk habercisinden bir başka Ă‚cizlik var her zaman.



Damarlarım iplik oldu, yanan tenim iflĂ‚h olmaz,

Senin aşkından kalbimiz parcalanıyor her zaman,



Her kılın dibi mĂ‚temden halka oldu, ey HĂ‚şim,

Her halkada nice dille ben ağlarım her zaman.



Bu yanma ve gozyaşları arasında, hazret-i İmĂ‚m gorundu. "Sabretmek lĂ‚zım." buyurdular. Binlerce kırıklık, perişĂ‚nlık ve şaşkınlıkla; "Ey iki dunyĂ‚ seĂ‚detimin sebebi, ateşe kim dayanabilir?" diye arz ettim. "İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚ma benzeme hĂ‚lini yerine getirmek lĂ‚zımdır. O ateşe atılırken sabretmişti." buyurdular. Bu kendinden gecmiş sarhoş Ă‚şığın divĂ‚neliği arttı ve şu rubĂ‚îyi okudum:



DivĂ‚ne gonlum bu sozden daha cok mecnûn oldu,

Acılan yaralardan, feryĂ‚dım efzûn oldu.

Kırılan şişelerin icinde bir şey kalmaz,

Bu kalbim kırıldıkca daha cok kanla doldu.



Tekrar sahrĂ‚lara cıkmak istedim. Mescidin kapısından ayağımı dışarı atınca yere yıkıldım. Kendimden gectim. Bu fakîrin tanıdıklarından biri, o gece oradan geciyordu. Beni tanıyıp evine goturdu. Bizim evdekilere, beni gam ve mĂ‚temle dolu olan evimize goturmeleri icin haber verdi. Orada kalmama rĂ‚zı olmadıklarını anlayınca, ister istemez, gucsuz kuvvetsiz, zorla kendi virĂ‚nhĂ‚neme geldim. Gelirken dilimde şu hasret şiiri vardı:



Yol başlarında goz yaşı dokerek oturayım,

Gelen gecen yolculardan, senden haber sorayım.



BĂ‚zan toz gibi kalkıp, bĂ‚zan yere ineyim,

Bundan iyi seferi olamaz gucsuzlerin,



Ciğerim, seve seve, yanıyor soyleyeyim,

Gozumu kĂ‚se yapıp, altın gumuş ister gibi.



Kapındaki fakirlerden gozyaşı dileneyim,

Evim inilti yatağı, ben de olayım ney gibi.



Belki boylece Yûsuf'tan bir haber edinirim,

SahrĂ‚da yanan bir susuz, deryĂ‚ya inmiş gibi,



Ondan haber verecek birini bekleyeyim.

Bu kĂ‚file erbĂ‚bı, bey' ve şirĂ‚ hayrĂ‚nı,

Gonlu duğum yapıp HĂ‚şim, hayĂ‚lle avunayım.



Omrunu insanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarını bildirmekle geciren HĂ‚şim-i Keşmî hazretleri, 1645 (H.1054) senesinde Burhanpûr'da vefĂ‚t etti. Kalabalık bir cemĂ‚atle kılınan cenĂ‚ze namazından sonra bu şehirde defnedildi.

En muhim eseri BerekĂ‚t-ı Ahmediyye'dir. Bu kitabın bir ismi de Zubdet-ul-MakĂ‚mĂ‚t' tır. Bu eserini İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin vefĂ‚tından bir sene once yazmaya başlayıp, 1627 (H.1037) senesinde tamamlamıştır. Kitap, belĂ‚gat ve fesĂ‚hat bakımından cok yuksek olduğu gibi, ihlĂ‚s ve muhabbetle yazıldığından, cok feyzli ve bereketlidir. EvliyĂ‚nın buyuklerinden Seyyid Abdulhakîm ArvĂ‚sî hazretleri; "BerekĂ‚t kitabını okumak, îmĂ‚nın vicdĂ‚nileşmesine sebeb olur. Benim vardı. Seferde kayboldu. Bulursanız kabrimin başında okuyun" buyurmuştur. Kitap, İhlĂ‚s Holding A.Ş. tarafından neşr edilmiştir.

Kitap iki maksad uzeredir. Birinci maksad; İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin murşidi HĂ‚ce Muhammed BĂ‚kî'yi, ikinci maksad; her cephesiyle, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerini, yuksek oğullarını ve değerli halîfelerini beyĂ‚n eder.

Ayrıca İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin talebelerine yazdığı mektuplarından meydana gelenMektûbĂ‚t kitabının ucuncu cildini 1623 (H.1033) yılında toplamaya başladı. Eseri 1630 (H.1040) senesinde tamamladı.



KAYNAKLAR

1) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1118

2) Zubdet-ul-MakÂmÂt, Onsoz

3) HadarÂt-ul-Kuds; s.368

4) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.82
__________________