Mumtaz sahabiler arasında birisi vardı ki, gayret, dikkat ve azimde diğerlerin*den ustun olduğu, hayatının şahitliğiyle acıktı. Re*sû*lul*lah’ı bir golge gibi takip ediyor, butun hareket ve sozlerini tespit etme gayretiyle yanıyordu. Aclığa, su*suzluğa, işkence ve ıstıraba, imanın kalbine ve hakikatin aklına verdiği ışıltıyla hep sevap hep guzel nazarıyla bakıyordu.
Hz. Peygamber’in duasına mazhar olan bu eşsiz, fedakÂr insan, butun sahabilerin kendisine derin bir sevgi duydukları, nur yuzlu, yumuşak huylu sahabi, “Ebû Hureyre” ismiyle anılan Abdurrahman’dı (r.a.).[1]
Kıyamete kadar hukmu surecek olan “hablu’l-metin”e ait dinî hukumlerin yarısına yakınını tespit edip nakletmek şerefi, Ebû Hureyre Hazretleri’ne nasıp olacaktı.
Kedileri şefkatle sevdiğinden “kedicik babası” manasına gelen “Ebû Hureyre” lakabını bizzat Re*sû*lul*lah’tan alan bu yuksek sahabi, Devs kabilesinin bir ferdi ve hatt imandan nasibi olmayan biriyken bile guzel hasletler taşıyordu. Şef*katli ve merhametli, iyimser ve iyiliksever, insanların yardımına koşan, sevilen bir insandı.
Bu vasıfları ona, İslamiyet guneşinin tebliğcisi Hz. Peygamber’i tanıma ve onun neşrettiği hakikatlerin pervanesi olma ateşini vermişti. İcinde kabaran sevgi dalgaları, onu Hz. Peygamber’in doğduğu denizin sahiline surukleyecekti. Fakat Ebû Hureyre fakir, yetim ve kimsesizdi. Kalkıp Medine’ye gitmek bir hayli zordu. Ebû Hureyre hep o gunu bekledi. O kutsi ve mumtaz gunu…
Nihayet o gun geldi. Kabilenin reisi Musluman olmuştu. Tufeyl bin Amr’ın Musluman olduğunu duyunca, Ebû Hureyre sevinc cığlıkları atıyordu. Re*sû*lul*lah ile goruşup biat etmek icin sabırsızlanıyordu. Zamanın aydınlık olduğunu, onu tanıdıktan sonra anlayacaktı. Tufeyl bir gun, kavminden Musluman olanları topladı, Medine’ye doğru yola cıktılar. 70-80 kişiydi bu mesut topluluk. Ebû Hureyre, Medine’ye yaklaştıkca, artan bir heyecan hÂlesiyle kuşatılmış ulvi heyecan ve urpertiler yaşıyordu.
Nihayet Medine’ye vardılar. Oysa Hz. Peygamber, Medine’nin kuzeyindeki Şam ticaret yolu uzerinde bulunan ve Yahudilerin elinde olan Hayber’i fethe cıkmıştı. Hay*ber, Medine’ye sekiz gun uzaklıktaydı. Tufeyl bin Amr, yanındakilerle birlikte Hay*ber’e yoneldi.
Ebû Hureyre, bir daha donmeyeceği inkÂr beldesi olan yurdundan ayrılışı ve hakikat guneşine yaklaşışıyla, imanın gercek saadet ve huzurunu yaşamaya başlıyor gibiydi. Nur iklimine yaklaşmanın heyecanını, Arap şiirinin kuvvetli sesiyle belagatlaştı*rı*yor ve okuyordu.[2]
Kavim Hayber’e vardığında savaş bitmiş, Hayber teslim alınmış, sıra ganimetlerin taksimine gelmişti. Şehadet getirerek Re*sû*lul*lah’a biat eden Devslilerin gelişi, Hayber mucahitlerinde bayramı ikileştirdi. Re*sû*lul*lah, gazilerin muvafakatini alarak, savaşa katılmadıkları hÂlde Devslilere de ganimet dağıttı.
Ebû Hureyre, işte bu mesut ve kutsi gunden sonra, Re*sû*lul*lah’ın cevresinde bir pervane, bir golge gibi hep dolaştı ve hep dinledi. Hz. Peygamber neredeyse, Hz. Ebû Hureyre mutlaka orada olmayı dilerdi.
Hz. Ebû Hureyre’nin, bir turlu İslamiyet’e girmeyen bir annesi vardı. Butun derdi buy*du. Zaman zaman onu ziyarete gidiyor, tebliğ vazifesini yerine getiriyordu, fakat an*nesi Musluman olmuyordu.
Bir gun annesine gitmişti yine. Biricik yakını olan annesinin zulmetler icinde kalması onu cok uzuyordu. Bu endişe ve uzuntuyle yanına vardığında, ondan yine uzuntu ve kederini şiddetlendiren sozler işitti. Kendisini dunyaya getiren ve şefkat bağıyla bağlı olan annesi, Hz. Peygamber hakkında uygun olmayan sozler, hakaretler sarf etti. Ebû Hureyre’nin karşısında, bir yanda bağlandığı, mecnunu olduğu hakikat guneşi, diğer yanda kendisini dunyaya getirip zahmetlerle buyuten annesi vardı. Uzuntusu sonsuzdu. Yanından ayrılırken, Hz. Peygamber’i secmiş olmanın sevinci ve annesinden ayrılığın huznuyle doluydu.
Sanki her şey huznune iştirak ediyormuş gibi mahzun ve ağlamaklı idi. Gozleri yaşla dolu olarak Re*sû*lul*lah’ın huzuruna geldi:
“YÂ Re*sû*lal*lah, annemi İslam’a davet ediyorum, ama bir turlu yanaşmıyor. Ustelik size karşı ağıza alınmayacak sozler sarf ediyor! Artık dayanamıyorum, n’olur annemin hidayete gelmesi icin dua et…”
Re*sû*lul*lah dua buyurdular. Uzerine kederin yığıldığı Ebû Hureyre, ubudiyetin sırrı olan duayla hafifliyordu. Eve tekrar gittiğinde kapıyı acık buldu. İcer*den su şakırtıları geliyordu. Annesinden başka kimse yoktu. Re*sû*lul*lah’ın duası kabul olmuş, annesi kufur ve zulmetin kirlerini silkelemiş, iman nuruyla pırıl pırıl, berrak ve tertemiz olmuş, şehadet getiriyordu: “Eşhedu en l ilÂhe illallah ve eşhedu enne Muhammede’r-Re*sû*lul*lah.” Ebû Hureyre, orada fazla duramadı, koşa koşa Re*sû*lul*lah’a geldi, sevinc icerisinde şoyle dedi:
“Mujdeler olsun, y Re*sû*lal*lah! CenÂb-ı Hak, duanı kabul buyurdu.”
Ebû Hureyre, gozleri sevinc yaşlarıyla dopdoluydu. Bu surur ve memnunlukla Re*sû*lul*lah’tan tekrar dua etmesini istedi:
“YÂ Re*sû*lal*lah, yine dua buyur da, Allah beni ve annemi butun kadın ve er*kek mu*minlere sevdirsin.”
Re*sû*lul*lah, bu hakikat Âşığı mubarek insanın isteğini kabul etti ve ellerini kaldırdı:
“Allah’ım! Şu kulcağızını ve annesini, kadın erkek butun muminlere sev*dir.”
Ebû Hureyre, “Bundan sonra artık beni sevmeyen kimse olmadı.”[3]diyor.
Ebû Hureyre (r.a.) hadis oğrenme hususunda cok arzuluydu. Hicbir sahabi bu hususta ona yetişemezdi. Onun bu arzusunu zaman zaman Peygamberimiz takdir ederdi. Bir defasında Re*sû*lul*lah’a (a.s.m.) “Kıyamet gununde sizin şefaatinizden en cok nasibi olan kimdir?” diye sordu. Peygamberimiz tebessum etti ve şoyle buyurdu:
“Ey Ebû Hureyre! Senin hadis hususundaki aşırı merakını bildiğim icin bir baş*kasının bunu senden once sormayacağını gercekten tahmin etmiştim! Kıyamet gunu şefaatimden en cok nasibi olan, kalbinden ‘LÂ ilÂhe illallah.’ diyen kimse*dir.”[4]
İşte bu arzu sebebiyledir ki, Ebû Hureyre (r.a.) 5 bin 374 hadis rivayet ederek “en-cok hadis rivayet eden sahabi” unvanını kazandı. Bu kadar cok hadis rivayet et*mesinin sebep ve hikmetini kendisi şoyle anlatır:
“İnsanlar, ‘Hadislerin coğunu Ebû Hureyre rivayet ediyor.’ diyorlar. Allah’a yemin ederim ki, Kur’Ân’da şu iki Âyet olmasaydı hicbir hadis nakletmezdim:
“’Biz kitapta insanlara iyice acıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz acık de*lilleri ve doğru yolu gizleyenlere gelince: Onlar, Allah’ın rahmetinden uzaklaş*tırdığı kimselerdir; lanet edebileceklerin hepsi onlara lanet eder.
“’Ancak tovbe ederek kendisini ıslah eden ve gizlediği hakikati acıklayanlar başkadır. Ben onların tovbesini kabul ederim. Cunku Ben, tovbeleri cok kabul edici ve cok merhamet ediciyim.’”[5]
Ebû Hureyre daha sonra sozlerine devamla şoyle dedi:
“Muhacir kardeşlerimiz alış verişle, Ensar kardeşlerimiz de mallarıyla meş*gulken, şu Ebû Hureyre karın tokluğuna Re*sû*lul*lah’a bağlanmış ve onların işit*mediğini işitip, duymadıklarını hıfzetmiştir.”
Ebû Hureyre Hazretleri, bu mukaddes vazifeden dolayı asla iftihar duymayıp, bu hususta Allah tarafından istihdam edildiğine inanıyordu.
Nitekim onceleri ezberleme kabiliyeti kuvvetli değilken, Re*sû*lul*lah ile bera*ber olduktan sonra, onun duası hurmetine, duyduğunu kolayca ezberine alıyor ve unutmuyordu. Bir gun en buyuk derdi olan unutkanlığını Re*sû*lul*lah’a şoyle arz ettiğini anlatır:
“YÂ Re*sû*lal*lah, senden cok hadis işitiyorum, fakat hafızamda fazla tutamadan cabuk unutuyorum, dedim. Bunun uzerine bana, ‘Hırkanı yay.’ diye emretti. Ben de yere serdim. Eliyle bir şey avuclayıp icine koydu. Sonra, ‘Topla onu.’ de*di. Bu hadiseden sonra Resûlulah’tan duyduğum hicbir şeyi unutmadım.”
Ebû Hureyre (r.a.), aslında naklettiklerinin dışında Peygamberimizden daha bircok hadis ezberlemişti. Fakat Re*sû*lul*lah’tan duyduğu her şeyi herkese naklet*miyordu. Bunun sebebini kendisi şoyle anlatır:
“Allah’a yemin ederim ki, Re*sû*lul*lah’tan her işittiğimi size nakletseydim, Ebû Hureyre mecnun oldu!’ diye beni taşa tutardınız!”[6]
Hz. Ebû Hureyre’nin uc-dort sene gibi kısa bir zamanda bu kadar cok hadis rivayet etmesinin sebebi, butun hayatını Re*sû*lul*lah’a vakfetmesiydi. Gunlerce ac kaldığı, sıkıntı ve meşakkat icinde yaşadığı hÂlde, Re*sû*lul*lah’tan bir an bile ayrılmadı. Ondan İslam’ın yeni bir hukmunu, yeni bir emrini, yeni bir hakikatini duyabilmenin cehd ve heyecanı icinde yaşadı. O, dini oğrenmek uğruna cektiği aclık cilesini şoyle anlatır:
“Mescid-i Nebevî’ye gitmeyi duşunuyordum. Gunlerce bir şey yememiştim. Mescidin kapısına vardığımda bir de ne goreyim? Bir grup sahabe, benden once oraya gelmişler!
“Bana, ‘Ey Ebû Hureyre, hayrola, nicin geldin buraya?’ diye sordular. Ben de geliş sebebimin ‘aclık’ olduğunu soyledim. Meğer onlar da aynı sebepten oraya gelmişler… Hep beraber Re*sû*lul*lah’ın huzuruna gittik. Re*sû*lul*lah, ‘Hayır ola? Bu saatte gelişinizin sebebi nedir?’ buyurdu. ‘Biz buraya aclığımızdan geldik, y Re*sû*lal*lah!’ dedik.
“Re*sû*lul*lah hemen bir tabak hurma getirdi. Her birimize ikişer tane vererek, ‘Şu iki hurmayı yiyin, uzerine de biraz su iciverin, sizi bugun idare eder.’ buyur*du.
“Herkes, verilen iki hurmayı yiyip, uzerine bir miktar su icti. Ben hurmanın birini yiyip diğerini sakladım. Durumu fark eden Re*sû*lul*lah, ‘Neden hurmanın birini yemeyip bıraktın?’ dedi. ‘Onu annem icin ayırdım.’ dedim. Bunun uzerine Re*sû*lul*lah, ‘Onu da ye, sana iki hurma daha vereceğim.’ buyurdu.”[7]
Ebû Hureyre (r.a.), bununla ilgili başka bir hatırasını da şoyle anlatır:
Kendisinden başka hicbir ilah olmayan Allah’a yemin ediyorum; oyle za*manlar olurdu ki, aclığın şiddetinden karnımı yere yapıştırırdım, bazen de aclıktan karnıma taş bağlardım!
Yine boyle bir gun, sahabilerin gectikleri yol uzerinde oturmuştum. Ebû Be*kir (r.a.) uğradı. Ona, Allah’ın kitabından bir Âyet sordum. Beni alıp evine goturur ve karnımı doyurur diye bekledim. Goturmedi. Sonra Omer (r.a.) gecti. Ona da bir Âyet hakkında fikrini sordum. Maksadım, karnımı doyurmasıydı. O da benim aclığımın farkına varamayıp gecip gitti. Daha sonra Ebû’l-KÂsım (a.s.m.) geldi. Beni gorunce gulumsedi ve yuzumden durumumu anladı:
“Ey Ebû Hureyre!” dedi.
“Buyur, y Re*sû*lal*lah!” dedim.
“Peşimden gel.” buyurdu.
Ben de kendisini takip ettim. Re*sû*lul*lah (a.s.m.) evine girdi. Ben de iceri gir*mek icin musaade istedim. Musaade verdi, iceriye girdim. Re*sû*lul*lah (a.s.m.) bir bardak sut buldu. Ailesine, “Bu sut nereden geldi?” diye sordu.
“Filan kimse hediye getirdi.” dediler.
Daha sonra, “Ey Ebû Hureyre!” dedi.
“Buyur, y Re*sû*lal*lah!” dedim.
“Suffe AshÂbı’na git ve onları davet et. Onlar, Muslumanların misafirleridirler. Onların ne mal mulkleri ne de aileleri vardır.” buyurdu.
Peygamberimize (a.s.m.) bir sadaka geldiği zaman onlara gonderir, kendisi*ne bırakmazdı. Hediye geldiği zaman da onlara haber gonderir, kendisi de bir miktar alır, gerisini onlara verirdi. Ehl-i Sûffe’yi davet etmesi hoşuma gitme*di!
“Bu sut, Suffe ehline cok az gelir. HÂlbuki ben buna daha cok muhtacım! Bi*raz icip derman bulsaydım... Şimdi onlar gelecek. Re*sû*lul*lah bana emredecek, ben de bu sutu onlara ikram edeceğim. Neticede bana ya kalacak, ya kalmaya*cak!” diye duşunuyordum. Ancak Allah ve Resûlune itaatsizlik edemezdim. Gi*dip onları davet ettim. Geldiler. İceri girmek icin izin istediler. Re*sû*lul*lah da (a.s.m.) onları iceri buyur etti. Eve girip yerlerini aldılar.
Peygamberimiz (a.s.m.), “Ey Ebû Hureyre!” dedi.
“Emret, y Re*sû*lal*lah!” dedim.
“Sutu al, onlara ikram et!” dedi.
Bardağı aldım ve sırayla dağıtmaya başladım. Birine verince, kana kana ici*yor, sonra bardağı bana veriyordu. Bu şekilde Peygamberimize (a.s.m.) kadar geldim. Orada bulunanların hepsi kana kana icmişti. Peygamberimiz (a.s.m.) bardağı aldı ve elinde tutarak bana baktı. Gulumseyerek, “Ey Ebû Hureyre!” de*di.
“Emret, y Re*sû*lal*lah!” dedim.
“Sen ve ben kaldık.” dedi.
“Doğru, y Re*sû*lal*lah!” dedim.
“Otur ve ic.” diye emretti. Oturup ictim.
“Yine ic.” diye emretti. Oturup ictim.
“Yine ic.” dedi. TÂ, “HÂyır, seni hak ile gonderen Zata yemin ederim ki, artık icecek hÂlim kalmadı!” deyinceye kadar “İc, ic.” demeye devam etti.
En sonunda, “Bana ver.” dedi. Bardağı kendisine verdim. Allah’a hamd edip Besme*le cekti ve kalan sutu de kendisi icti.[8]
Ebû Hureyre (r.a.), Re*sû*lul*lah’ın vefatından sonra da hadisle meşgul olmaya devam etti. İnsanlara İslamiyet’i oğretmekten ve onları ilme teşvik etmekten bir an bile geri durmadı. Bir defasında Medine carşısının ortasında durmuş, yana yakıla bağırıyordu:
“Ey carşıdakiler! Sizi şuraya gitmekten alıkoyan nedir?”
“Nereye, ey Ebû Hureyre?” dediler. Hz. Ebû Hureyre:
“Şurada Re*sû*lul*lah’ın mirası paylaşılıyor, siz ise hÂl burada duruyorsunuz! Gidip payınıza duşeni almayacak mısınız?” diye cevap verdi. Sahabiler busbutun merak icinde kalmışlardı:
“Re*sû*lul*lah’ın mirası nerede paylaşılıyor? Soyleyecek misin, y Eb Hurey*re?” diye sordular. Hz. Ebû Hureyre “Mescitte!” diye cevap verdi.
Bunun uzerine, carşıdan kalabalık bir topluluk mescide doğru koşarak gitti*ler. İceri girip baktılar. Bir mirasın paylaşıldığını gosteren bir işaret goremedi*ler. Hz. Ebû Hu*reyre ise onların donup geleceğini bildiğinden, carşıda bekliyor*du. Nitekim biraz daha kızgın vaziyette donup geldiler. Hz. Ebû Hureyre, “Ne oldu, goremediniz mi?” diye sordu. Gelenler, “Ey Ebû Hureyre! Mescide git*tik, iceri girdik, fakat paylaşılan bir şey goremedik!”
Hz. Ebû Hureyre, “Mescitte hic kimse gormediniz mi?” diye sordu.
“Evet, gorduk. Bir kısmı namaz kılıyor, bir kısmı Kur’Ân okuyor, bir kısmı da helal ve haramdan bahsediyordu.” diye cevap verdiler.
Hz. Ebû Hureyre nihayet sozunu bağladı:
“Yazıklar olsun size! İşte, Re*sû*lul*lah’ın mirası budur!”
Ebû Hureyre (r.a.) vefat hastalığına yakalandığında bircokları bu buyuk sahabinin ziyaretine gelmişlerdi. Ebû Hureyre’nin (r.a.) ağladığını gorunce, nicin ağladığını sordular. Şoyle cevap verdi:
“Dunyadan ayrıldığım icin ağlamıyo*rum. Cıkacağım yolculuğun uzunluğuna, buna rağmen azığımın azlığına ağ*lıyorum! Bu yolculuk neticesinde cennete mi gideceğim, yoksa cehenneme mi? Bunu da bilmiyorum. Ona ağlıyorum.”
Bu bahtiyar sahabi Hicret’in 58. yılında 78 yaşındayken vefat etti. Onun vefatı butun Muslumanları derinden uzdu.
Son olarak, Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği hadislerden bazılarını nakle*delim:
“Olgun mumin, ahlakı en guzel olandır. Ahlak bakımından en iyi olanınız da, aile fertlerine iyi davrananınızdır.”[9]
“İnsanların en kotusu, şunlara bir yuzle, bunlara da başka bir yuzle davranan ikiyuzlu kimsedir.”[10]
”Hasetten, kıskanclıktan sakının; cunku ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi, haset de iyi*likleri yok eder.”[11]
“Merhamet duygusu ancak vicdansız ve zalim kimselerin kalbinden cıkarıl*mış*tır.”[12]
“Başkalarına suizan etmekten sakınınız. Cunku suizan, yalan sozdur. Birbi*rinizin eksikliğini gormeye ve işitmeye calışmayınız. Birbirinizin hususi ve mahrem hayatını da araştırmayınız. Dunya menfaati icin hırs gosterip yarışma*yın. Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize sırt cevirmeyin. Ey Allah’ın kul*ları, kardeş olunuz!”[13]
“Kuvvetli kimse, gureşte başkalarını yenen değil, ofke hÂlinde nefsine hÂkim olandır.”[14]
__________________________________________________
[1]Usdu’l-Gàbe, 3: 15.
[2]TabakÂt, 1: 353.
[3]age., 4: 325-329.
[4]BuhÂrî, Rikak: 51.
[5]Bakara Sûresi, 159-160.
[6]Usdu’l-Gàbe, 5: 317; TabakÂt, 3: 329.
[7]TabakÂt, 3: 33.
[8]Musned, 2: 515; Tirmizî, KıyÂme: 36.
[9]Ebû DÂvud, Sunnet: 14; Tirmizî, İman: 6.
[10]Muslim, Birr: 98.
[11]İbni MÂce, Zuhd: 23.
[12]Ebû DÂvud, Edeb: 58; Tirmizî, Birr: 16.
[13]BuhÂrî, Edeb: 51.
[14]Muslim, Birr: 107.
ALINTI#
__________________