Kucuk oğlan cocuğu henuz iki yaşındaydı, canlı, sevimli, hareketli ve evin neşesi bir cocuktu. Onun varlığı ev halkını cok mutlu ediyordu. Evdekilerin sevgisine sevgi ile karşılık veriyor, kendisini daha da cok sevdiriyordu. Aşı zamanı geldiğinde kucuk oğlanı sağlık merkezinin kapısından iceri sokmak cok zor oluyordu. Canının yanmasını istemediği icin olanca gucuyle direniyor, ortalığı ayağa kaldırıyordu. Aşı olurken de avazı cıktığı kadar bağırıyordu. Aşı olmaya direnci hatta şımarıklık duzeyindeydi. Korkusunu, acısını, sevgisini, mutluluğunu boylesine acıkca ve cesurca yaşayabilen bir cocuktu. Sanki dunyaya “ben varım, ben yaşıyorum” demek istiyordu. Sevildiği zaman o kucucuk yureğinin tamamını acarak seviyor, canı acıdığı zaman ise butun dunyaya meydan okurcasına acısını gosteriyordu. Aynı zamanda acısını buyuk bir yureklilikle yaşıyordu.
Bir gun annesi evi terk etti, gitti. O kucuk yurek hayatta karşılaşabileceği en buyuk acıyı tattı. Bunu size nasıl anlatsam ki? Bir an icin cevrenizdeki her şeyi, sahip olduklarınızı, sizin icin değerli insanları duşunun. Sonra onların buyuk bir kısmının bir anda yok olduğunu duşunun. Onların yerinde kocaman bir boşluk kalsın. Ne hissedersiniz? İşte bu kucuk oğlanın hissettiği boyle bir şeydi. Ustelik onun hissettiği daha dış dunyayı yeterince tanımadan onu dış dunyaya bağlayan bağın kopmasıydı. Anne ne kadar iyi bir anne olmasa bile cocuğun ilk dış dunyası ve dış dunya ile bağıdır. Onun yokluğunun yarattığı korku ve acı cok buyuktur. Ustelik bu durumda anne onu terk etmiş, oğlana ihanet etmiştir.
Gunler bu durumda gecer ve yine aşı gunu gelir. Kucuk oğlan sağlık merkezinin kapısında hic zorluk cıkarmaz, doktorun odasına itiraz etmeden girer, kolunu acar, uzatır. Aşı olurken de hic sesini cıkarmaz. Sanki buyuk bir insan gibi karşısındaki acıya teslim olmuştur. Artık şımaracağı, nazlanacağı insan yoktur. Hem ne gerek var ki şımarmaya, o artık buyuk bir insandır. İğnenin acısı annesinin gittiği zaman duyduğu acının yanında hic te onemli değildir. O artık acının ne demek olduğunu oğrenmiştir. Ama o acıya rağmen yaşayabildiğini de gormektedir. Dunyayı tanımaya devam etmektedir. Artık kendi duyularıyla, deneyimleriyle dunyayı tanımaktadır. Evdeki diğer insanlarla teması daha da guclu bir bicimde devam etmektedir.
Bu gercek olay bize acının yaşamın bir parcası olduğunu, yaşadığımız acıların dunyayı, hayatı anlayabilmemizi sağladığını anlatmaktadır. Kucuk cocuklar boyle durumlarda tepkilerini dışarıya belli edemeseler de acıyı iclerinde en az yetişkinler kadar derin bicimde yaşarlar. Onların kelime hazneleri yeterince oluşmadığı icin hissettiklerini sozlerle ifade edemezler. Cevrelerindeki diğer yetişkinler onun anlamadığını duşunur ama o durumun farkındadır. Bu gercek hikÂye bize aynı zamanda Logoterapinin “insan ozgur iradeye sahiptir, hangi koşulda olursa olsun” bilgisini acık bir gostermektedir. Kucuk oğlan karşılaştığı acı durum karşısında başka tepkiler de verebilirdi. Orneğin icine kapanabilirdi, ilkel davranışlar sergileyebilirdi, hırcın bir cocuk olabilirdi. Ama o buyumeyi secti. Burada onunla birlikte yaşayan diğer yetişkinlerin de payını kucumsememek gerekir. Buyuk bir ihtimalle onlar da cocuğa karşı sabırlı ve sevecen yaklaşarak onun icin yeniden guvenli bir dunya oluşturdular. Kucuk oğlanı koruyarak ve ihtiyacı olanları ona vererek annesi gitmiş dahi olsa dunyanın korkulacak değil sevilecek bir yer olduğunu kavramasına yardımcı oldular.
Bu kucuk oğlan şimdi on yaşında bir delikanlı oldu. Sozel becerileri cok parlak olmasa da sayısal zekÂsı oldukca kuvvetli bir oğrenci. Şimdi ne yapıyor biliyor musunuz? Aşk şiirleri yazıyor ve bu şiirleri aşk acısı ceken arkadaşlarına satıyor. Satış bedelini de kendisi belirliyor. Kucuk delikanlının bu secimine Logoterapi felsefesiyle baktığımız zaman anlama giden uc yoldan biri olan yaratıcı yolu sectiğini gorebiliriz. O cektiği acıyı var olan zayıf potansiyelini sonuna kadar kullanarak, hatta zorlayarak sanata donuşturmeyi başarmıştır. Boylece gecmişteki acısında bir anlam bulmuş ve bir kahraman olmuştur. Daha da ileri giderek bulduğu bu anlamla cevresinde acı ceken insanlara yardım etme, yol gosterme gibi bir gorev ustlenmiştir. Boylece kendi hayatında da bir anlam gormektedir. Anlam hayatımızın her anında zaten vardır. Kucuk oğlanın hayatı iki yaşında o buyuk acıyı yaşarken de anlamlıydı, şimdi de anlamlı, gelecekteki gunlerde de anlamlı olacak. O farkında değil ama tam olarak Logoterapi felsefesine gore duşunuyor ve hayatını bu felsefeye gore yaşıyor.
Hayatta karşımıza cıkan acıların anlamını gorduğumuz zaman onlar acı olmaktan cıkıp başarıya donuşmektedirler. Bu başarı hem o acıyı cekip, ona katlanabilme başarısıdır hem o acıyla birlikte hayatın sırlarını oğrenip buyumenin başarısıdır. Ustelik bu oğrendikleriniz ile diğer insanların hayatlarını aydınlatıyorsanız kac yaşında olursanız olun siz bir kahramansınız. Acı bir insanın karşısına cıktığı zaman onu cekmeyi reddedip tamamen hazza da yonelebilmektedir. O zaman insanın başına gelen felaket onu geliştirmez. Ustelik bu insanlar daha sonra hicbir zaman mutluluğu hissedemezler. Sanki duyguları uyuşmuştur. Acı hissetmez ama mutlu da olamaz. Yaşadıklarının anlamını da goremez. Bu durum da o insanın boşluk duygusu hissetmesine neden olur. Bu başına gelmemesine rağmen insanın kendisine acı cektirmesi demek değildir. Soylemek istediğim İnsanın başına acı veren bir durum geldiğinde o durumun karşılığı olan duyguyu yaşamasının gerekli olduğudur. Elbette insanlar benzer durumlarda farklı duygular hissedip farklı tepkiler verirler. İnsan doğal olan tepkisini verdiği zaman o durumdan bir şey oğrenir.
Hepinize mutlu bir yaşam dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunarım.
Beria Bilge Şener
[h=2]Bursa Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]