AhlĂ‚k, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’nın biz kullarında gormekten rĂ‚zı ve hoşnud olduğu guzel huylardan ibĂ‚rettir. İnsanoğlunun en buyuk mazhariyetlerinden biridir. ZîrĂ‚;“AllĂ‚h’ın ahlĂ‚kı ile ahlĂ‚klanınız.”(MunĂ‚vî, et-TeĂ‚rîf, s. 564) hadîs-i şerîfi mûcibince guzel ahlĂ‚k, AllĂ‚h’ın cemĂ‚lî sıfatlarının, mu’min gonullerdeki tecellîleridir.

Bu bakımdan muhim bir kulluk vazîfemiz olan guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi olmak, AllĂ‚h’a yakınlığımızın en bĂ‚riz alĂ‚metlerinden biridir. Kulluk hayatımızın seviyesini taclandıran ulvî bir kıymettir.

İnsanın izzet ve haysiyetini teşkil eden ahlĂ‚k, onun en belirgin kimliğini de ortaya koyar. Bu yuzden ahlĂ‚k, mahlûkĂ‚t icinde insanoğluna Ă‚it ustun bir vasıftır.

KĂ‚mil insan, bu imtihĂ‚n Ă‚leminde ilĂ‚hî sanatın ince, zarif tezĂ‚hurlerini taşıyan bir hilkat Ă‚bidesidir. Erişilmez incelikler ve dibi gorulmez derinliklerin mustesnĂ‚ bir numûnesi olarak yaratılan insan nesli, bu yuksek kıymetini, ancak ahlĂ‚kî değerlerle feyizlenmiş bir kulluk hayĂ‚tı yaşamakla muhĂ‚faza edebilir.

AhlĂ‚kın bir nevî mahfazası durumundaki kalb, nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî olmak gibi yuce bir şerefe mazhariyet istîdĂ‚dıyla yaratılmıştır. HĂ‚l boyleyken, insanoğlu ten planında ve nefsĂ‚nî arzular peşinde bir omur surup kalb Ă‚lemini ahlĂ‚kî meziyetlerle tezyîn edemezse, insanlık ve kulluk haysiyetine ihĂ‚nette bulunmuş, Hak katındaki yuce mevkiini hebĂ‚ etmiş olur. Bu ise, varlıklar icinde en guzel bir sûrette yaratılıp, ilĂ‚hî tekrîm ile mustesnĂ‚ bir şerefe mazhar kılınan insanın, bu ulvî kıymetini dehşetli bir isrĂ‚f ile ziyĂ‚n etmesi demektir.

AhlĂ‚kın gĂ‚yesi; kişiye dĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî kameralar altında olduğu idrĂ‚k ve şuurunu kazandırarak onu ham vasıflardan arındırıp İslĂ‚m’ın ideal insan tipi olan “insĂ‚n-ı kĂ‚mil” hĂ‚line getirmektir. NezĂ‚ket, zarĂ‚fet, edeb, hayĂ‚, comertlik, şefkat, merhamet gibi yuksek hasletleri, tabiat-i asliye hĂ‚linde insanın ozune nakşedebilmektir. Bu bakımdan ahlĂ‚k, dîn ve îmĂ‚nın ayrılmaz bir parcası, hattĂ‚ onun rûhu ve ozu mevkiindedir. Nitekim Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilen hidĂ‚yet rehberimiz Peygamber Efendimiz (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem) bu yuce vazîfesini:“Ben guzel ahlĂ‚kı tamamlamak icin gonderildim.”(Muvatta’, Husnu’l-Hulk, 8) buyurarak hulĂ‚sa etmiştir.

Demek ki, ahlĂ‚kî guzelliklerden mahrum bir dînî hayat duşunulemez. AhlĂ‚kî kıymetlerle tezyîn edilmeyen bir îman, mahfazasız bir mum ışığı gibidir ki, nefsĂ‚nî ve şeytĂ‚nî kasırgalar karşısında dĂ‚imĂ‚ buyuk bir tehlike ve risk altındadır.

Bu itibarla, dînimizi ve îmĂ‚nımızı guzel ahlĂ‚k ile Ă‚deta mĂ‚nevî bir zırh gibi muhĂ‚faza altına almak mecbûriyetindeyiz. Nitekim Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlardır ki:
“Cibrîl bana AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’nın şoyle buyurduğunu soyledi:

«Bu dîn (yĂ‚ni İslĂ‚m), ZĂ‚tım icin secip rĂ‚zı olduğum bir dîndir. Ona ancak
comertlik ve guzel ahlĂ‚k yakışır. Musluman olarak yaşadığınız muddetce onu, bu iki hasletle yuceltiniz!»”
İşte guzel ahlĂ‚k, dînî yaşayışta boylesine hayĂ‚tî bir ehemmiyeti hĂ‚izdir. AhlĂ‚kî kıymetlerden habersiz bir yaşantı, hayĂ‚tın hazin bir isrĂ‚fı iken, bu kıymetlerden hisse almış nasipli kalbler ise îmĂ‚nın hakîkî lezzet ve halĂ‚vetini tatma bahtiyarlığına ermişlerdir. Nitekim şu hĂ‚dise, guzel ahlĂ‚kın, insanı îman ve hidĂ‚yet iklîmine goturen mĂ‚nevî bir kopru olduğunu ne guzel ifĂ‚de etmektedir:

AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan Hakîm bin HizĂ‚m adında guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi bir zĂ‚t vardı. Aynı zamanda Hazret-i Hatîce vĂ‚lidemizin akrabĂ‚sından olan bu zĂ‚t; son derece comert, muşfik, hayr u hasenĂ‚t sĂ‚hibi biriydi. CĂ‚hiliye devrinde kızlarını diri diri gommek isteyen babalardan onları satın alır, hayĂ‚ta kavuşturur ve himĂ‚ye ederdi.

Birgun RasûlullĂ‚h (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e:
“–Ey AllĂ‚h’ın Rasûlu! CĂ‚hiliye devrinde yaptığım hayırlar var: Sadaka vermek, kole Ă‚zĂ‚d etmek, sıla-i rahim yapmak gibi… Bunlara mukĂ‚bil bana ecir verilir mi?”
diye sordu.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalÂtu vesselÂm):
“–Sen zĂ‚ten, daha once yaptığın bu iyiliklerin hayrına İslĂ‚m’la şereflendin!” buyurdu. (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 24; Muslim, Îman, 194-196)

Bu misĂ‚lde olduğu gibi, guzel ahlĂ‚kın ne muazzam bir bağ ile îmĂ‚na irtibatlı olduğunu gosteren bircok numûneler vardır.

NezĂ‚ket, zarĂ‚fet, rikkat-i kalbiyye, comertlik, merhamet gibi ahlĂ‚kî kıymetlerin ulvî berekĂ‚tı… Duşunmek gerekir ki Hak katında bu kadar buyuk bir değeri olan guzel ahlĂ‚k, îman mahrumlarını, hayatta en buyuk nîmet olan îman ile şereflendirmeye vesîle olursa, kim bilir îman ehlini ne ulvî mertebelere nĂ‚il kılar…

Diğer taraftan ahlĂ‚kî kıymetlerde isrĂ‚fa suruklenmek, toplumların yozlaşmasına, netîcede de buyuk felĂ‚ketlere dûcĂ‚r olmasına zemin hazırlar. Bu ise buyuk bir Ă‚hiret husrĂ‚nıdır. Fert ve toplumların huzur ve selĂ‚meti; guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi, yĂ‚ni dindar, vatanperver, zarif ve ince ruhlu bir nesil yetiştirmekle mumkundur.
ZîrĂ‚ Muhammed İkbĂ‚l’in dediği gibi;“Musluman, dunyĂ‚nın gidişĂ‚tından sorumludur.”
Bu bakımdan Rabbimiz, haddi aşarak israf cılgınlığına duşenlerin yoluna uymaktan bizleri nehyetmektedir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İsrafcılara uyma! Onların işi gucu yeryuzunde fesat cıkarmaktır. Yeryuzunun ıslĂ‚hı icin ise hicbir gayrette bulunmazlar.” (eş-ŞuarĂ‚, 151-152)

Diğer bir Ă‚yet-i kerîmede de şoyle buyrulur:
“Mu’minler arasında hayĂ‚sızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dunyĂ‚ ve Ă‚hirette can yakıcı bir azap vardır.” (en-Nûr, 19)

AhlĂ‚kî kıymetlerin başında gelen hayĂ‚ ve edeb nîmetlerinden mahrûmiyet,dîn ve îmandaki zĂ‚fiyet ve noksanlıktan kaynaklanır.Efendimiz (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m): “HayĂ‚ îmandandır.” (BuhĂ‚rî, Îman, 3) buyurarak bu ahlĂ‚kî kıymetin, îmanla muhim bir alĂ‚kasının bulunduğunu beyĂ‚n etmiştir. Buna gore hayĂ‚sızlık gibi ahlĂ‚ksızlıkların toplumda yayılmasını isteyenler, o toplumun îmĂ‚nına karşı en buyuk cinĂ‚yeti işlemiş olurlar. HĂ‚lbuki butun hak dinlerin temel hedefi, tevhîd inancını yeryuzune hĂ‚kim kıldıktan sonra guzel ahlĂ‚k ile yoğrulmuş sağlam bir ictimĂ‚î bunye tesis etmektir.

AhlĂ‚ksızlık ve azgınlık sebebiyle yaşanmış nice ilĂ‚hî intikam tecellîlerine şĂ‚hid olan dunyĂ‚ tĂ‚rihi, idrĂ‚k sĂ‚hipleri icin ibret sahneleriyle doludur. Bunu gormek icin yeryuzunde ibret nazarıyla dolaşmak kĂ‚fîdir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlum! Sana karşı cıkanlar) hic yeryuzunde dolaşmadılar mı? ZîrĂ‚ dolaşsalardı, elbette duşunecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gercek şu ki gozler kor olmaz, lĂ‚kin goğusler icindeki kalbler kor olur.” (el-Hac, 46)

Toplumların ahlĂ‚ksızlıkta haddi aşarak israf cılgınlığına duşmeleri, dunyĂ‚nın butunuyle helĂ‚ki demek olan kıyĂ‚metin alĂ‚metlerindendir. Bu da, ahlĂ‚kî kıymetlerdeki isrĂ‚fın helĂ‚k edici vasfını sergilemektedir. KıyĂ‚mete yakın meydana gelecek ahlĂ‚ksızlık ve haddi aşmalar, bircok hadîs-i şerîfte şoyle haber verilmektedir:
“İnsanlar uzerine oyle bir zaman gelecek ki, butun endişe ve gayretleri karınları (mîde ve şehvetleri) icin olacaktır; şerefleri, malları ile olculecektir; kıbleleri kadınları olacaktır; dinleri de dirhem ve dinarları olacaktır. İşte onlar mahlûkĂ‚tın en şerlileridir. Onların AllĂ‚h katında hicbir nasipleri yoktur.” (Ali el-Muttakî, Kenzu’l-UmmĂ‚l, XI, 192/31186)

“Oyle bir zaman gelecek ki, kişi helĂ‚lden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak!” (BuhĂ‚rî, Buyû; 7)

“Oyle bir zaman gelecek ki, doğru soyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Guvenilir kimseler hĂ‚in sayılacak, hĂ‚inlere guvenilecek. İnsanlardan şĂ‚hitlik etmeleri istenmediği hĂ‚lde şĂ‚hitlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği hĂ‚lde yemin edecekler.” (TaberĂ‚nî, XXIII, 314)

“Oyle bir zaman gelecek ki, insanlar emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-munker’de bulunmayacaklar. (YĂ‚ni iyiliği ozendirmeyecek,kotulukten de sakındırmayacaklar.)”(Heysemî, Mecmau’z-ZevĂ‚id, VII, 280)

Yine birgun Rasûl-i Ekrem (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem) Efendimiz:
“–İnsanlar uzerine oyle bir zaman gelecek ki, o vakit mu’minin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!” buyurdu.
“–Nicin eriyecek yĂ‚ RasûlallĂ‚h?”diye sorulduğunda:
“–Kotulukleri gorup de onları değiştirmeye guc yetiremediği icin.” buyurdu. (Ali el-Muttakî, Kenz, III, 686/8463)
AbdullĂ‚h bin Omer (radıyallĂ‚hu anh)’ın şu rivĂ‚yeti de, ahlĂ‚kî kıymetlerde yaşanan zaaf ve israfların nasıl bir helĂ‚k sebebi olduğuna dĂ‚ir bĂ‚riz bir misĂ‚ldir:

“RasûlullĂ‚h (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem) bize yonelerek şoyle buyurdu:
«Ey MuhĂ‚cirler cemaati! Beş şey vardır ki, onlarla mubtelĂ‚ olduğunuzda, ben sizin o şeylere erişmenizden AllĂ‚h’a sığınırım. Onlar şunlardır:
1. Bir milletin icinde zinĂ‚, fuhuş ortaya cıkıp nihĂ‚yet o millet bu sucu alenî olarak işlediğinde, mutlaka aralarında vebĂ‚ salgını ve daha onceki milletlerde vukû bulmamış başka hastalıklar (Aids vs.) yayılır.
2. Olcu ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, (bereketin kalkması) gecim sıkıntısı ve başlarındaki hukumdarların zulmu ile cezĂ‚landırılır.
3. Mallarının zekĂ‚tını vermekten kacınan her millet mutlaka yağmurdan mahrum bırakılır (kuraklıkla cezalandırılır. HattĂ‚) hayvanları olmasa onlara hic yağmur yağdırılmaz.
4. AllĂ‚h’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlu’nun sunnetini terk eden her milletin başına mutlaka AllĂ‚h kendilerinden olmayan bir duşmanı musallat eder ve duşman o milletin elindekilerden bir kısmını alır.
5. İmamları AllĂ‚h’ın KitĂ‚bı ile amel etmeyip AllĂ‚h’ın indirdiği hukumlerden işlerine geleni sectikce, AllĂ‚h onların hesĂ‚bını kendi aralarında gorur.»” İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 22; HĂ‚kim, IV, 583/8623)

CenĂ‚b-ı Hak, biz kullarını bu hĂ‚llere duşmekten sakındırmak uzere Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de nice îkazlarda bulunmuş ve:
“İnsan hicbir soz soylemez ki yanında onu gozetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” Kaf, 18) buyurarak başıboş bırakılmadığımızı, yaptıklarımızın surekli tĂ‚kip edildiğini bildirmiştir. Boylece bizleri kalbî bir teyakkuza dĂ‚vet etmiş, davranışlarımızda ilĂ‚hî hudutlara riĂ‚yet etmemizi, aşırılıklardan, azgınlıklardan, ifrat ve tefritten, boş şeylerle meşgul olup omru isrĂ‚f etmekten kacınmamızı murĂ‚d eylemiştir. Nitekim davranışlarda olculu olmayı emrederek guzel ahlĂ‚kı oğutleyen pek cok Ă‚yet-i kerîme bulunmaktadır.
Bunlardan ikisi şoyledir:
“O kimseler ki boş soz ve işlerden yuz cevirirler.”(el-Mu’minûn, 3)
“Yuruyuşunde tabiî ol ve sesini alcalt! Unutma ki seslerin en cirkini merkeplerin sesidir.” (LokmĂ‚n, 19)

Hakîkaten insanı ahlĂ‚kta isrĂ‚fa dûcĂ‚r eden başlıca davranış şekillerinden biri de “kabalık”tır. İncelik ve nezĂ‚ket gibi ahlĂ‚kî guzellikleri terk etmek olan kabalık, Ă‚yet-i kerîmede bildirilen merkep misĂ‚linde olduğu gibi, neredeyse beşerî fıtratı inkĂ‚r ve insĂ‚nî hasletlere vedĂ‚ etmek gibidir.

İnsana yakışan konuşma uslûbu -Kur’Ă‚nî ifĂ‚deyle- “kavl-i leyyin”1, yĂ‚ni yumuşak bir lisandır. CenĂ‚b-ı Hak, MûsĂ‚ (aleyhisselĂ‚m)’ı Firavun’a gonderirken, ona karşı bile yumuşak bir lisĂ‚n kullanmasını emretmiştir.
Yine Rabbimiz:
“Kullarıma soyle, en guzel sozu soylesinler!” (el-İsrĂ‚, 53) buyurarak insanlara hitĂ‚b ederken nezĂ‚ket olculerine riĂ‚yet etmemizi fermĂ‚n eylemiştir.
Peygamber Efendimiz (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem)’in şahsında bizlere bir nezĂ‚ket olcusu beyĂ‚n etmek uzere diğer bir Ă‚yet-i kerîmede de şoyle buyurmuştur:
“AllĂ‚h’ın rahmeti sĂ‚yesinde Sen insanlara yumuşak davrandın. ŞĂ‚yet kaba ve katı yurekli olsaydın, onlar etrĂ‚fından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmrĂ‚n, 159)

Diğer taraftan, her hususta olduğu gibi ahlĂ‚kî davranışlarda da îtidĂ‚le riĂ‚yet etmek şarttır. Aksi takdirde îtidĂ‚l kıvĂ‚mında makbûl olan bircok ahlĂ‚kî davranış, aşırılıkla, yĂ‚ni isrĂ‚f ile îfĂ‚ edildiğinde kişiyi ifrat ve tefrite suruklemektedir.

MeselĂ‚ guzel ahlĂ‚ka Ă‚it bir davranış olan “tevĂ‚zû”da aşırıya kacarak dolaylı bir ovunme hĂ‚line burunmek de tevĂ‚zûnun isrĂ‚fıdır. Hakîkaten bĂ‚zı insanlar, kendileri hakkında “mutevĂ‚zî” dedirtmenin nefsĂ‚nî tatminkĂ‚rlığı maksadıyla mutevĂ‚zî bir tavır takınırlar. Bu samîmiyetsiz ve riyĂ‚kĂ‚r hĂ‚l, aslında “tevĂ‚zûnun fahrı”ndan, yĂ‚ni tevĂ‚zû kisvesi altında ovunmekten ibĂ‚rettir. Bunun zıddına, mutevĂ‚zî olmaya calışırken tefrite suruklenmek, yĂ‚ni kibir sĂ‚hibi bir şahsın karşısında aşırı tevĂ‚zû gostererek zillete duşmek de ahlĂ‚kın diğer bir isrĂ‚fını teşkil eder.

Yine vakĂ‚rı muhĂ‚faza adına gurura kapılmak, beşerî munĂ‚sebetlerde, dostluklarda ve bilhassa Ă‚ile hayĂ‚tında samîmiyetin olcusunu kacırıp lĂ‚ubĂ‚lîliğe dûcĂ‚r olmak gibi taşkınlıklar, ahlĂ‚kî davranışların aşırılığından, yĂ‚ni isrĂ‚fından doğan bir ziyanlıktır. Demek ki ahlĂ‚kî davranışlarda olculu olmak, kime hangi dozda iyilik yapacağını ayarlamak da, ahlĂ‚kta isrĂ‚fa duşmemek icin şarttır.

MeselĂ‚, AllĂ‚h Rasûlu (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem), engin bir incelik ve hassasiyet gostererek, kole ve hizmetcilere hitĂ‚b husûsunda şoyle buyurmuştur:
“Sizden hicbir kimse «kolem, cĂ‚riyem» diye hitĂ‚b etmesin. Hepiniz AllĂ‚h’ın kullarısınız. Kadınlarınızın da her biri AllĂ‚h’ın kullarıdır. Onlara hitĂ‚b edecek olan kimse; «oğlum, kızım, yiğidim» diye seslensin.” (Muslim, ElfĂ‚z, 13)

Buna mukĂ‚bil, fısk u fucûr ile kalb Ă‚lemini zĂ‚yi eden ve gazab-ı ilĂ‚hîyi uzerine celbeden kimselere de derecelerine gore hitĂ‚b etmeyi emrederek:
***“MunĂ‚fığa, «efendi» demeyiniz. Eğer onu efendi kabul edecek olursanız, Azîz ve Celîl olan Rabbinizin kızgınlığını uzerinize cekmiş olursunuz.”***buyurmuştur. (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 83; Ahmed bin Hanbel, V, 346)

Demek oluyor ki, beşerî munĂ‚sebetlerde tevĂ‚zû, nezĂ‚ket gibi olculeri numarasız gozluk gibi her yerde aynı tarz ve olcude kullanmak, ahlĂ‚kta isrĂ‚fa duşmektir. ZîrĂ‚ lĂ‚yığına muhabbet, mustahakkına husûmet beslemek ve bunun gerektirdiği gibi davranmak, ahlĂ‚kî bir zarûrettir. Muhim olan, her hususta olduğu gibi ahlĂ‚kî hususlarda da ilĂ‚hî olculere riĂ‚yet ederek îtidĂ‚l dengesini muhĂ‚faza edebilmek ve boylece olgun bir mu’min karakteri sergileyebilmektir.

Peygamber Efendimiz (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem), bizzat kendi hayĂ‚tında İslĂ‚m ahlĂ‚kını buyuk bir nezĂ‚ket ve zarĂ‚fet uslûbuyla yaşamış ve ummetine bu incelikleri usve-i hasene (en guzel bir ornek) olan yuce şahsiyetiyle telkin etmiştir. Nitekim Efendimiz (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m), bir topluluktaki suclu şahsı bilse bile o kişinin ayıbını yuzune vurmamış, muhĂ‚tabının hatĂ‚sını ona yakıştıramadığını îmĂ‚ etmek icin de; “Bana ne oluyor ki ben sizi boyle goruyorum.” BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıb, 25; Muslim, SalĂ‚t, 119) buyurarak galat-ı ru’yeti kendisine izĂ‚fe etmiştir.

Yine bu incelik dolu terbiyevî metodun bir tezĂ‚huru olarak, birgun mescidde bir yellenme kokusu duyunca, Efendimiz (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m);“Deve eti yiyenler abdest alsın.”buyurmuş, boylece kusurlu şahsı kucuk duşurmemek icin onu belirsiz hĂ‚le getirip butun topluluğu o kusurdan sakındırmıştır. YĂ‚ni bir kişinin gayr-i ihtiyĂ‚rî meydana gelen bir ayıbını ortmek icin oradaki butun ashĂ‚bına yeniden abdest aldırmıştır.2

ZîrĂ‚ nebevî ahlĂ‚k, dĂ‚imĂ‚ merhametli, nĂ‚zik, ince ruhlu ve rikkat-i kalbiyye sĂ‚hibi olmayı telkîn ediyordu. Bu yuzdendir ki, AllĂ‚h Rasûlu (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem), kendisine colden gelen kaba insanların defĂ‚larca; “Ey Muhammed! Ey Muhammed!” diye bağırmalarına mukĂ‚bil her defĂ‚sında onları hoş gorur ve yumuşak bir uslûpla;Buyrun, arzunuz nedir?”diye karşılık verirdi. (Muslim, Ebû DĂ‚vûd)

Bu bakımdan, hatĂ‚lı insanları îkaz ve irşad gibi fazîletli amellerde de, muhĂ‚tapların idrĂ‚k seviyesini hesĂ‚ba katmak ve bilhassa bu nebevî nezĂ‚ket ve Ă‚dĂ‚ba riĂ‚yet etmek îcĂ‚b eder.

Ote yandan guzel ahlĂ‚kın en muhim tezĂ‚hurlerinden olan “comertlik” ve “infak” gibi fazîletlerde de usûl ve Ă‚dĂ‚ba riĂ‚yet etmek, pek muhim bir şarttır. Aksi hĂ‚lde bir iyilik yaparken başa kakmak, minnet altında bırakmak, gonul kırmak, gurura kapılmak gibi kalbî galatlar, bu hayırların ecrinin zĂ‚yî olmasına, dolayısıyla o fazîletlerin isrĂ‚fına sebebiyet verir.Bunun icindir ki ecdĂ‚dımız, yaptıkları hayırlarda bir ahlĂ‚k zaafına duşmemek icin kĂ‚bına varılmaz bir hassĂ‚siyet sergilemişlerdir:

EcdĂ‚dımız,akıl hastalarının bile insanlık haysiyetini korumak icin boyle kimselere “muhterem Ă‚cizler”diye hitĂ‚b etmiş, toplumdan dışlanan cuzzamlılara merhamet elini uzatarak onlara “miskinler tekkesi” adı altında barınacakları mekĂ‚nlar hazırlamışlardır.

Yuksek hayĂ‚ ve vakĂ‚rından dolayı başkalarına ihtiyĂ‚cını arz edemeyen yaşlı ve kimsesiz hanımların onurunu korumak icin de vakıflar kurmuşlardır. Bu ihtiyar hanımlara, temizlenmiş, yıkanmış, taranmış yun temin etmişler, onların eğirip iplik hĂ‚line getirdikleri bu yunleri, dolgun ucretlerle geri alarak bu yaşlı hanımlara ellerinin emeğiyle gecinme imkĂ‚nı sağlayıp onları onure etmişlerdir.

Sadaka verenle alanın birbirine mechul kalmasını temin maksadıyla cĂ‚milerde “sadaka taşları”ihdĂ‚s etmişlerdir.

Muhtaclara dağıtılacak yemekleri, onların gonullerini incitmemek icin kapalı kaplarla gece karanlığında tevzî etmişlerdir.

BezmiĂ‚lem VĂ‚lide Sultan, kaba ve gorgusuz kimselerin yanında calışan hizmetkĂ‚rların kırdıkları veya zarar verdikleri eşyĂ‚ yuzunden azarlanıp haysiyetlerinin rencide edilmemesi icin onların zararını tazmin eden bir vakıf kurmuştur.

ZîrĂ‚ AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, kullarının hor gorulmesine ve nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî olan gonullerinin incitilmesine rĂ‚zı gelmez. Bunu cok iyi idrĂ‚k etmiş olan mubĂ‚rek ecdĂ‚dımızın, İslĂ‚m ahlĂ‚kını yaşarken sergiledikleri edeb, nezĂ‚ket, zarĂ‚fet ve hassĂ‚siyet, bizler icin mukemmel numûnelerdir.

Ayrıca, hac ve kurban ibĂ‚detleriyle feyizlenen mubĂ‚rek gunleri idrĂ‚k etmekte olmamız vesîlesiyle şunu da hatırlatalım ki, butun ibĂ‚detler gibi hac ve kurban da, guzel ahlĂ‚kı kemĂ‚l hĂ‚linde yaşamayı telkîn eder.

Hac, ihtivĂ‚ ettiği vazîfeler itibĂ‚riyle, insanı kĂ‚mil bir ahlĂ‚ka, bunun icin de kalbî hassĂ‚siyetlere yonlendirir. Cunku bu nĂ‚zik ibĂ‚det; av avlamamak, avcıya avı dahî gostermemek, yeşil bir dal koparmamak, AllĂ‚h’ın mahlûkĂ‚tını incitmemek gibi kalbî rikkat ve hassĂ‚siyet tezĂ‚hurleriyle doludur. Yine ihramlı iken yersiz munĂ‚kaşalara, refes, fısk ve cidĂ‚le yer yoktur.3 Yalnız Yaratan’dan oturu yaratılanlara muhabbet, af, merhamet, nezĂ‚ket ve bilhassa gonul kırmama zarûreti vardır.

Kurban kesmekten asıl maksat da, kurbanın mĂ‚nĂ‚sındaki ilĂ‚hî hikmetlerden nasîb alarak Ă‚gĂ‚h bir gonulle, yĂ‚ni AllĂ‚h’a teslîmiyet ve takvĂ‚ ile dolu rakik bir kalb ile kulluk edebilmektir.
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları AllĂ‚h’a ulaşır. AllĂ‚h’a ulaşan, ancak takvĂ‚nızdır...” (el-Hac, 37)

VelhĂ‚sıl, Rabbimiz butun hayĂ‚tımızı guzel ahlĂ‚k dĂ‚iresi icinde, hassas bir yurekle ve insanlık haysiyetine yaraşır bir şekilde yaşamamızı emretmektedir. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak, ahlĂ‚kî meziyetleri insana ikrĂ‚m etmiştir. Diğer mahlûkĂ‚t icin ahlĂ‚k mevzubahis değildir. HĂ‚l boyle iken insanın bu meziyetini hebĂ‚ ederek diğer mahlûkĂ‚ta benzemesi ve hattĂ‚ onlardan daha şaşkın bir hĂ‚le duşmesi, insanlık şerefi adına ne acı bir kayıp ve ne fecî bir israf cılgınlığıdır!..

Rabbimiz, bizleri her turlu fenĂ‚lıklardan ve Ă‚hiretimizi hebĂ‚ edecek israflardan muhĂ‚faza buyursun! Rasûl-i Ekrem (sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in fem-i muhsinlerinden sĂ‚dır olan şu duĂ‚ların berekĂ‚tından gonullerimizi hissedĂ‚r eylesin:
“AllĂ‚h’ım! Yaratılışımı guzel kıldığın gibi ahlĂ‚kımı da guzelleştir!”
“YĂ‚ Rabbî! Beni ahlĂ‚kın en guzeline ulaştır! Şuphesiz ona ulaştıracak olan ancak Sen’sin!”4
Âmin!

Dipnotlar:
1 Bkz. TÂhÂ, 44.
2 Nitekim Peygamber Efendimiz’in bu uygulamasındaki nezĂ‚ket hikmetini sezemeyip hĂ‚diselerin sırf zĂ‚hiriyle yetinen ZĂ‚hiriye Mezhebi’nde “deve eti yemenin abdesti bozduğuna” hukmedilmiştir.
3 Bkz. el-Bakara, 197.
4 İbn-i Hacer, Fethu’l-BĂ‚rî, X, 456.


Kaynak=ALtınoLuk_Osman Nuri TOPBAŞ

__________________