Dunyanın dışından, uzaydan bakıp da, yerkurenin o cezbedici goruntusunun yanında, sesini de dinlemek mumkun olsaydı eğer, herhalde, son birkac yuzyıldır, bu Samanyolu’nun gozbebeği mavi boncuktan, devamlı bir feryat, figan ve iniltiler işitmek mumkun olacaktı.
Her yerinde belirsizlik, her yerinde kargaşa, her yerinde teror ve her yerinde şiddet…
İyilik ve kotuluk… Yani, savaş ve barış, topyekûn bir insanlık Ă‚leminin yaratılıştan gunumuze cozemedikleri bir ikilem. Biri varsa diğeri de olmak zorunda hissediyor kendini, cunku hedefte insan var!
Allah, insanı bu zorlu ikileminde, imtihanında ve tercihinde asla yalnız bırakmıyor. Din gonderiyor, elci gonderiyor, kitap gonderiyor hatta yeri geliyor ikaz ediyor, musibet veriyor anlayana. İyi ve kotu, savaş ve barış ile Esma’nın talimi evren var oldukca devam ediyor.
Bedevî Arap collerinden bir adam cıkıyor, iddiası, dĂ‚vĂ‚sı o zamana kadar ne duyulmuş ne gorulmuş, diyor ki: “Ben ancak guzel ahlĂ‚kı tamamlamak icin gonderildim.”3
İşte, evrenin muamması da zaten burada duğumleniyor ve cozumleniyor. Bu nirengi noktası bıcağın sırtı gibi, inanmakta direnenlere, ya da daha iyimser bir yorumla, gulun kokusu ile dikeni gibi, teslim olanlara.
Colun azabına, rahmet olarak gonderilen bir Guzel AhlĂ‚k Abidesi: adı guzel, kendi guzel Muhammed (asm).
AhlĂ‚k kavramı, koken itibariyle yaratılış kavramından geldiği icin, bizler onu, evren, şerefine yaratılmış olanın hayatında aramalıyız. AhlĂ‚ka dair soylenecek ne varsa, hayatında pratiği ve davranış dunyasıyla bize gosterenden duymalıyız. Her halinde O’nu (asm) ornek almalı, her halimizle O’na (asm) uymalıyız. Bu durumu, O’nun ahlĂ‚kından bir zamane goncası olan Bediuzzaman nasıl da veciz anlatır: “Sunnet-i Seniyye edeptir. Hicbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın. Resul-i Ekrem AleyhissalĂ‚tu VesselĂ‚m ferman etmiş: “Rabbim bana edebi guzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.” Evet, siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sunnet-i Seniyyeyi bilen, katiyen anlar ki, edebin envĂ‚ını, CenĂ‚b-ı Hak, Habibinde cem etmiştir. Onun Sunnet-i Seniyyesini terk eden, edebi terk eder. ‘Bîedeb mahrum bĂ‚şed ez lûtf-i Rab’4 kaidesine mĂ‚sadak olur, hasĂ‚retli bir edepsizliğe duşer.”
Bugun toplumun ve dunyanın ihtiyac duyduğu huzur iklimi ve evrensel barış, O’nun ahlĂ‚kıyla ahlĂ‚klanmayı gerektiriyor. Cunku, O’nun (asm) tarihce-i hayatına baktığımız zaman goruyoruz ki, Muhammed-ul Emin olarak yaşadı, EsmĂ‚’nın ahlĂ‚ka ait olan butun cilvelerini uzerinde taşıdı. AhlĂ‚k anlayışının en zirve hali olan şefkat ve merhamet, O’nun (asm) fıtri haliydi. İnsanı, once insan olarak tanımlar, kalbi, beytullah olarak okur, eşitlik, adalet ve sabır da peygamberlik kuvvelerini dahi zorlardı. RisĂ‚le-i Nur KulliyĂ‚tı’nın muhtelif yerlerinde, Peygamber-i Guzin Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (asm) bu harikulade hasletleri cok veciz şekilde anlatılır. O’nun, Kur’Ă‚n-ı Kerim’den sonraki en buyuk mucizesinin bizzat ZĂ‚tı’nda gorulen Yuksek AhlĂ‚k’ı olduğundan bahsedilir.
Evrensel barışın kaynağı, evreni yaratanın ilmindedir diyorsak ve evrensel barışın formulasyonunu Nebevî ahlĂ‚kta arıyorsak, yitirdiğimiz, ancak bir zamanlar gercekten bizi biz yapan değerlerimizi hatırlamalı ve her şeyden once kendimizi sorgulamalıyız. Yine, Bediuzzaman’ın ifadesiyle: “Maatteessuf, guzel şeylerimiz gayr-ı Muslimler eline gectiği gibi, guzel olan ahlĂ‚klarımızı da yine gayr-ı Muslimler calmışlar. Guya bir kısım ictimaî ahlĂ‚k-ı Ă‚liyemiz yanımızda revac bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezĂ‚ili, kendileri icinde cok revac bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş.”5 hakikatini gormemezlikten gelmemeliyiz. Cehaletimizden sıyrılmalı, bize darılan guzel ahlĂ‚kın gonlunu almalıyız. Dinimizin, butun insanlığın kurtuluşunun caresi olduğuna inanıyorsak ve evrensel barışı imar edeceğine guveniyorsak, Nebevî ahlĂ‚kın kurallarını tekrar ihya etmeliyiz.
Dipnotlar:
1. A’raf sûresi, 12.
2. Bakara sûresi, 30.
3. CĂ‚miu’s-Sağîr, 1422.
4. Edepsiz, Allah’ın lutfundan mahrum kalır. Lem’alar, 11. Lem’a, 7nci nukte.
5. Munazarat, 100.
__________________