AhlĂ‚k; huy, tabiat, seciye, insanın manevî nitelikleri, tutum ve davranışları gibi manalara gelir.
İnsan denilince akılda iki kavram birlikte canlanır: Beden ve ruh. Beden icin “suret”, ruh icin ise “sîret” tĂ‚birleri kullanılır. Meseleyi yaratılış acısından ele aldığımızda, bedenin yaratılışına “halk”, ruhunkine ise, “hulk” tĂ‚bir edilir. Husn-u hulk, yahut husn-u sîret terkipleri insanın bu ic dunyasının guzelliğini ifade ederler.
Yaratılış itibariyle insanın sureti de guzeldir, sîreti de. Ne bedeninde noksan yahut fazla bir organ vardır, ne de ruhunda gereksiz bir sıfat, bir lĂ‚tife, bir his... Organları arasında tam bir uygunluk olduğu gibi, hissiyatı arasında da mukemmel bir Ă‚henk mevcuttur.
Oyle ise, guzel ahlĂ‚k yahut kotu ahlak derken neyi kastediyoruz? Bu soru ile beraber karşımıza insan ruhunun en belirgin bir ozelliği olan “cuz’î irade” cıkıyor. İnsan kendi iradesini doğru yahut yanlış kullanmakla, ic Ă‚lemini ya daha da guzelleştirebiliyor, yahut busbutun bozup mahvedebiliyor.
Dış guzelliğe ozenmekte hemen herkes muşterek. Bunun olcusu de insandan insana pek fazla farklılık gostermiyor. Aynanın karşısına gecildiğinde, yuzun herhangi bir yerinde bir is, bir karartı varsa bunun guzelliği bozduğunu herkes biliyor. Ruh guzelliğinde, ruhu guzelleştirmede ise, bu hassasiyeti, bu goruş birliğini goremiyoruz. Nicin mi? Cunku tercih edilen aynalar farklı.
“Ben, ancak guzel ahlĂ‚kı tamamlamak icin gonderildim.” hadisine gelince: Bilindiği gibi, her peygamber (a.s.) kendi ummetine guzel ahlĂ‚k dersi vermiş, onları Allah’ın rĂ‚zı olacağı ahlĂ‚k modeline gore yetiştirmeye calışmıştı. Peygamberimiz (asm.) ise, bu guzel ahlĂ‚kı tamamlamak icin gonderildi. YĂ‚ni, Âdem aleyhisselam ile başlayan bir dersin, en mukemmel tarzını gostermek, en ileri seviyesini vermek icin vazifelendirildi. Zira en buyuk ilĂ‚hi ferman Ona (a.s.m.) nazil olmuştu.
Hadis-i şerifteki “tamamlama” kelimesi uzerinde dikkatle durmak gerekiyor. Bilindiği gibi yarım olan, eksik olan şey tamamlanır. Hic varlığından soz edilmeyen bir şeyin tamamlanması da bahis konusu olmaz. O halde, ortada guzel ahlĂ‚kın bazı esasları mevcut, ama noksan demektir.
Semavî dinlerin tesiriyle, bircok cemiyette yalan ayıplanır, zina yasaklanır, hırsızlık cezayı gerektirir, dedikodu hoş gorulmez. Butun bunlar İlĂ‚hî iradeye uygundur ve butun bunlar Kur’an ahlĂ‚kından bazı şubelerdir. Ama bu kadarı kĂ‚fi değil. Kur’an-ı Kerim’deki butun emir ve yasakları, butun teşvik ve tehditleri birlikte nazara almamız ve guzel ahlĂ‚kın ancak butun emirlere uyma ve butun yasaklardan sakınma ile tahakkuk edebileceğini kabul etmemiz gerekiyor.
Şu Ă‚yet-i kerimeyi ibretle okuyalım:
“Allah, şirki (kendisine ortak koşulmasını) elbette bağışlamaz. Ondan başka gunahları, dilediği kimse icin bağışlar.” (NisĂ‚, 4/48)
Guzel ahlakın en onemli şubeleri iman ve tevhittir, Allah’a inanmak ve Onun birliğini kabul etmektir. Allah’ın hukukuna en buyuk tecavuz şirktir, yani Allah’a ortak koşmaktır. Bu sucu işleyen bir insan, dunyada tovbe edip bu batıl yoldan donmedikce, ahirette kesinlikle affedilmiyor. Bir başka ifadeyle, cennete kesinlikle giremiyor. Bu cinayeti işleyen bir insan artık, diğer insanlarla nasıl iyi gecinirse gecinsin, onlara ne kadar centilmence davranırsa davransın, kul hakkına riayette ne derece hassas olursa olsun guzelleşemiyor; Allah indinde guzel olamıyor ve guzellerin diyarı olan cennete adım atamıyor.
Burada cok onemli bir İslĂ‚mî kuralı birlikte hatırlayalım: “Allah icin muhabbet ediniz. Allah icin buğz ediniz.” Bu prensipten alacağımız dersle, biz de Allah’ın sevdiği kimseleri sevecek, ancak onlara “iyi”, “guzel”, “ahlĂ‚klı” diyebileceğiz...
Ona karşı en buyuk ahlĂ‚ksızlığı yapan kimseleri, hoşumuza giden bazı sıfatlarının hatırına, ahlĂ‚klı kabul etmeyeceğiz. O muspet sıfatların hakkını vereceğiz, ama, o kimselerin ahlĂ‚kının kemĂ‚le ermemiş olduğunu, “guzel ahlĂ‚kı tamamlamak” uzere gonderilen Peygamberimizin (asm.) terbiyesi altına girmedikleri surece, bunun mumkun de olamayacağını cok iyi bileceğiz...
Butun muminlerin annesi Hz. Ayşe’ye (r.a.) sorarlar: Resûlullah’ın (asm.) ahlĂ‚kı nasıldı? Aldıkları cevap şu olur:
“Siz Kur’anı okumadınız mı? Resûlullah’ın (asm.) ahlĂ‚kı Kuran’dı.”
Bu ibretli sozlerle, Musluman’ın hangi aynanın karşısına gecip, ruhuna cekiduzen vereceği, huylarını ayarlayacağı, sıfatlarını, kabiliyetlerini tanzim edeceği ortaya konulmuş oluyordu. Bu ayine Kur'an’dı ve CenĂ‚b-ı Hakk’ın kullarında gormek istediği ahlĂ‚k da Kur’an ahlĂ‚kıydı. Kur’an-ı Kerim’de bize bu ahlĂ‚kı ders veren bircok Ă‚yet mevcut.
“Allah muhsinleri sever.” Ă‚yetini okuyan bir mu’min, duşkunleri korumaya, acları doyurmaya, mĂ‚nen gıdasız kalmışların imdadına ilim ve irfanla koşmaya calışır.
“Yeryuzunde kibir ve azametle yurume. Cunku sen asla arzı (yer kureyi) yaramazsın. Ve boyca da dağlara erişemezsin.” fermanını okuyan ve “Allah mutekebbirleri sevmez.” Ă‚yetini dinleyen bir insan kibri bırakır, tevazua yapışır.
“Allah tevekkul edenleri sever.” Ă‚yetinden ders alan bir mu’min, şikĂ‚yeti, itirazı, hırsı bir yana atar. Sebeplere teşebbus ettikten sonra, artık, “elbette, mutlaka, illĂ‚” demez; “İnşallah, nasipse, hayırlısıyla” der. Kalbi kararsızlıktan ve endişeden kurtulur; rıza ve teslimiyetle dolar. MisĂ‚lleri coğaltabiliriz.
Kaynak
__________________