Distopya anti utopya anlamına gelen utopik bir toplum anlayışının antitezini tanımlayan bir terimdir. Distopik bir toplum otoriter/totaliter bir devlet modeli veya baskıcı bir sistem altında karakterize edilir. Dys-Dis eki “Kotu, hastalıklı, anormal” anlamını taşır.

Bu kategoride cok sayıda kitap ile film yer almaktadır. Bu yazıda andığımız turun klasikleri sayılan yedi kitap ve bunlardan uyarlanmış on film soz konusu edilecektir. Distopya klasikleri olarak adlandırılacak kitaplar sırasıyla “Biz- Zamyatin, Bindokuzyuzseksendort- Orwell, Cesur Yeni Dunya- Huxley, Otomatik Portakal- Burgess, Fahreneit 451- Braudbury, Damızlık Kızın Oykusu- Atwood, Sineklerin Tanrısı- Golding” olarak sıralanabilir.

Tum umudun yok olduğu ve tum cıkışların kapatıldığı totaliter bir cehennem olarak resmedilen distopik ulke ve toplum konusu, popularitesini gunumuzde de surdurmektedir. Wells’in “Efendi Uyanıyor” bir başlangıc kitabı sayılabilir ise de klasik kaynaklarda Zamyatin’in “Biz”i bu turun ilk yapıtı sayılmaktadır.

Zamyatin “Biz”de butunluklu, bitmiş bir toplumun olumsuzluklarını anlatır. 26. yuzyılda gecen romanda insan benliğinden ve doğadan koparılarak burokrasiye ve teknolojik devlete teslim olmuştur. Kişisellik yerine insanların adları değil, numaraları vardır. Saydam, cam duvar arkasında yaşayan insanların her şeyi denetlenir, sevişme saatleri bile bu denetimin icindedir. 1920 tarihli bu roman burokratik totaliter Sovyet rejiminde sansurlenmiş ve kırk yıl basılmayı beklemiştir. Platonov, Leskov, Bulgakov, Nekrasov gibi donemin Rus yazarlarının kaderini paylaşmıştır. Zamyatin, geleneksel, kapalı, otoriter utopyacılığı eleştirirken alternatif bir acık utopya denemesi yazmak yerine alaycı bir antiutopya kaleme almıştır. Utopyaların mukemmelliğine, kapalılığına tepki olarak yazılan bu metin, utopyaların hepsinin bir diktatorluk tasvir ettiğini one surer. Kitapta “Yeşil Duvar” ın diğer tarafında “Velinimet”in oybirliğiyle secildiği gune hayır diyen kucuk bir azınlık vardır. Velinimet’in isyana karşı silahı “Buyuk Ameliyat” ile insanların beynindeki duş gucu merkezinin cerrahi mudahale ile cıkarılmasıdır. “We (Wir)” adıyla 1982 yılında Jasny tarafından cekilen film romanın tek uyarlamasıdır. Metne olabildiğince sadık, iyi bir uyarlama olduğu rahatlıkla soylenilebilir. Gene de kitaptaki totaliter dehşetin ve ironik uslubun tumuyle yansıtıldığı soylenemez. Teorik derinlik eksikliği ve olgu akışının temayı esir alması gibi dezavantajlar icerir. Yine de kitapla birlikte incelendiğinde bakış acımızı derinleştiren, geliştiren bir filmdir. Cam Evler, Yeşil Duvar, Velinimet, Buyuk Operasyon gibi futuristik ogeleri gorsel olarak yansıtmadaki yetersizliğine rağmen olay orgusu ile kendini izleten bir film ozelliğindedir. Zamyatin kitabında isyan’ın bastırılması ve isyancıların yeniden “Biz”’in mutlu bir parcası haline gelmesine rağmen gene de sistem icinde alternatif ve ozgurluk aramaya devam edecek insanların var olacağı ongorusunu surdurur.

İngiliz Edebiyatının en onemli yazarlarından George Orwell’ın “Bindokuzyuzseksen-dort” isimli başyapıtı bu alandaki en bilinen yapıtlardandır. Dilinin duruluğu, ozgurluk-yazı arasında kurduğu ustaca bağ, burokrasinin kaba, kısır diline karşı estetik bir alayla savaşımı başat ozelliklerindendir. Yapısal olarak cok karamsar olmamasına rağmen yaşadığı donemin de etkisiyle mutlak bir umutsuzluğu yansıtır. 1949’da yayımlanmış bu romanda “101 Numaralı Oda, Duşunce Polisi, Yeni Konuş, Duşunce Sucu, Tele Ekran, Yok Kişi, İki Dakika Nefret” gibi imge ve kavramlarla muthiş bir diktatorluk ve nefes alınmaz distopik bir ulke resmeder. Bireyselliğin, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere donuşturulduğu totaliter bir dunya duzeni romanda inanılmaz bir hayal gucuyle en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Hem bugune hem de yarına bir cığlıktır. Partinin dunya goruşunun, hicbir şey bilmeyen insanlara dayatılması, surekli bir dış duşman tehdidi, kurtarıcı herkesi izleyen “Buyuk Şef” figuru gunumuzdeki totalitarizmlerin bir nevi habercisidir. Partinin butun askeri, ekonomik, sosyal başarısızlıklarının sebebi Emmanuel Goldstein’a bağlanması, ona karşı kışkırtılan kitle nefreti ve buna katılmayanların duşunce polisine ihbarı ile sonucta buharlaştırılması olağanustu etkili sahnelerdir. Sonucta romanın kahramanı olan başkaldıran Winston’a yapılan beyin yıkama başarılı olur. Winston “Buyuk Birader”i gercekten sevdiğini duşunerek teslim olur. Orwell’in Distopyasında “Savaş Barıştır”, “Hurriyet Koleliktir”, “Cehalet Kuvvettir” gibi unutulmaz devlet sloganları bugunku topluma da ışık tutar. Bu romandan uyarlanan 1956 tarihli Anderson ve 1984 tarihli Radford tarafından roman ile aynı ismi taşıyan iki uyarlama vardır. Her ikisi de romana sadık kalma, ruhunu yansıtma cabasında filmlerdir. Radford’un filmi cekimleri, tekniği, oyunculukları ile daha olgun bir filmdir. Ancak tıpkı Zamyatin uyarlaması “Biz”’deki gibi once kitabı okumak, sonra uyarlamaya yonelmek daha doğru olacaktır. Bu iki filmde de distopya atmosferi kitaptaki olcude sistematik yansıtılmamıştır. Şoyle bir eğretileme yaparsak, filmler başyapıt sayılacak romanın yanında iyi ve eli yuzu duzgun uyarlamalardır. Ancak salt filmlerle romandaki antitotaliter ruha ulaşmak imkansız gibi gorunmektedir.

Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dunya” romanı, bilim ile tekniği kendi amaclarına uydurmuş zorba bir yonetimin butun bireysel farklılıkları torpulemek icin uyguladığı yontemler uzerine kurulmuştur. İlk cevirisi değerli aydın Orhan Burian tarafından MEB klasikleri serisinden yayımlanan bu yapıtın gunumuzde bircok cevirisi mevcuttur. Londra’da 26. yuzyılda ureme teknolojisi, ojenik ve uykuda oğretim sayesinde değişmiş bir toplumdan soz edilir. Irklar, savaşlar, yoksulluk yok edilmiş, mutlak mutluluk tesis edilmiştir. Aile, kultur, ceşitlilik, sanat, edebiyat ve felsefe yoktur. Yan etkileri en aza indirilmiş bir uyuşturucu ve onune gelenle seks yaparak hazcı, hedonist bir toplum oluşturulmuştur. Mutluluk ve erdemin sırrı yapmak zorunda olduğun şeyi sevmektir. 1932 yılında yayımlanan bu roman, bilgi, teknik ve mutluluğun mutlaklaştırıldığı, yalnızlık ile Alfa, Beta, Gama diye sınıflanan tek tipliliğin eleştirisidir. Katı bir kast sistemi, herkesin gorevinin kesin cizgilerle belirlendiği, ureme, kulucka sistemi nedeniyle anne ve babalığın ortadan kalktığı bir dunya soz konusudur. Uykudayken bu kast sistemindeki yerlerini ve bunu sevmeyi oğrenir insanlar. Eski duzeni korumayı başarmış bir bolgeyi ziyaret eden Thonos ile Linda’nın bu ziyareti ve burada barbarlardan John ile tanışmaları uzerinden yenidunyanın sorgulanışı vardır. Bu romanda 1984 ile “Biz”in tersine korku, baskı ile değil rıza ile oluşturulmuş bir distopya dunyası vardır. Bu romanın ilki 1980 Brinckerhoff, ikincisi 1998 tarihli Libman/Williams isimli aynı adla yapılmış iki uyarlaması vardır. Romanda sisteme egemen olan Kadife Eldiven Mustapha Mond, 1984’teki “Demir Yumruk”tan farklıdır. 1980 tarihli filmin son sozu Mond tarafından dile getirilir. “Mutsuz olma ozgurluğunu istiyorsanız buyurun sizin olsun”. Libman/Williams uyarlaması diğerine gore klişelerle dolu, karikaturize edilmiş başarısız bir uyarlamadır. Hollywoodvari oğelerle romanın anlatmak istediğinden cok uzakta onun ozune ve etkisine yanaşamayacak bir uyarlamadır. Bu ikinci uyarlamada sadece olaylar romanı andırır, ama izlenince roman hakkında bir kanı oluşturmaz. 1980 tarihli ilk uyarlama ise iyi sayılabilecek tutarlı, kapsayıcı bir film olarak nitelenebilir. Gene de gorselliğin yansıtamadığı oğeler barındırmaktadır.

“Damızlık Kızın Oykusu” 1983 yılında yazılmış Margaret Atwood romanı onceki incelediğimiz romanlardan farklı feminist yonu ağır bazen bir distopyadır. ABD hukumetinin yerine gecen totaliter bir yapı Gilead icinde gecer, hukumet dağılmış, Yakup’un Oğulları denilen bir grup yonetime el koymuştur. Kadınların paralarına el konulmuş, calışmaları yasaklanmış, piramidin tepesinde grup olan eşler, yuksek rutbeli erkeklerle evlenip mavi elbiseler giyip ev işlerini idare ederler. Martha’lar ise cocuk doğurma yaşını gecmiş ve kısır olanlardır. Bunları beğenmeyenler cok ağır işlerin olduğu ve yavaş yavaş olduğunuz kolonilere gidersiniz. Kadınların okuma yazması da yasaktır. “Damızlık Kızın Oykusu” bir geciş romanı diğer distopyalardan ayrı olarak o distopyaya doğmamış tersine diğer yaşamı bilen kadınlara odaklanmasıdır. Komutanlara sağlıklı bebek uretmek dışında hizmetcilik, fahişelik, kolonilere gonderilme dışında secenekleri kalmamış kadınların oykusu anlatılır. Bu romandan yapılan tek film uyarlaması 1990 tarihli Volker Schlondorff filmidir. Filmin kitaptan farklı vurguları (ari ırk yaratma gibi) olmasına rağmen iyi bir film olduğu soylenebilir. Ama romana sadıklığı son derece şuphelidir. Filmi ve romanı birbirinden bağımsız değerlendirmek daha uygun olabilir. İkisinin de ayrı ayrı carpıcı ve etkili yonleri vardır. Atwood’un kitabı feminist distopyanın ilk ve az sayıdaki orneklerinden birisidir. Onceki yapıtlardan farkı daha az totaliter, daha gecici ve yuzeysel bir distopik zeminde vucut bulmasıdır.

Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 kitabı 1951’de yayımlanmış bir bilim kurgu distopyasıdır. Guy Montag işini seven bir itfaiyeci ve on yıldır kitap yakan birisidir. Yaptığı işi sorgulamadan yapmaktadır. Ancak 17 yaşında bir kızla karşılaşınca yaşamındaki butun doğrularla yanlışlar yer değiştirir. İşini, eşini sorgular, onunu alamayacağı, asla tahmin edemeyeceği şeyler yapar. Kitap adını kÂğıdın tutuştuğu Fahreneit 451 derecesinden almaktadır. Kultur endustrisine ve uzunca suredir surdurulen yaşam tarzına keskin bir eleştiridir. Sonunda “kitap insanlar”la karşılaşma sahnesi ise geleceğe ve direnen insanlara bir guzellemedir. Kitaptan uyarlanan tek film unlu Fransız yonetmen Francois Truffaut’nun 1966 tarihinde yonettiği, başrollerinde Julie Christie ve Oscar Werner’in oynadığı cok iyi bir filmdir. Bu yazıda sozu edilen yedi Distopya romanı icinde Kubrick’in “Otomatik Portakal”ı ile birlikte en iyi iki uyarlamadan birisidir. Atmosfer oluşturma, mekan secimleri, oyuncu yonetimi, muzikler ve dramatik kurgu anlamında Truffaut’nun geniş ve gorkemli sinematografisi icinde one cıkan filmlerden birisidir. Bu yonleriyle romanı bazı yonlerden tamamlayan, bazı yonlerden ise aşan bir film olduğu rahatlıkla soylenebilir.

Anthony Burgess’in “Otomatik Portakal” kitabı adını olabilecek en yuksek derece gariplikleri barındıran kişi anlamına gelen bir deyimden alır. Yaşantısını seks ve şiddet uzerine kuran toplum dışı yonlere sahip bir delikanlı ile onu beyni yıkanmış bir birey haline getirmeye calışan bir yonetimin romanıdır. “Otomatik Portakal” bir toplumun parıltılı gorunumu altındaki yalnız ve caresiz insanın cinsel, ekonomik ve politik portresini cizerken ruhsal yıkımlarda bile yeni bir dunya yaratmanın umudunu taşımaktadır. İyi ve kotunun ayırt edilemez hale geldiği Britanya endustri toplumunda genclerden oluşan bir cetenin insanlara uyguladığı şiddeti ve Alex uzerinden insan doğası ile toplumsal değerlerin catışmasını konu edinir. Alex’in icinde olduğu sokak cetesi tarafından bir ayrılık sonrası ihbarı ve polisin elinde acımasızca yeniden şekillendirilmek icin maruz kaldığı işkenceler konu edinilir. Suc ve şiddete eğilim ile devlet şiddetinin bunun karşısındaki rolunu cok carpıcı bir bicimde ele alır. Başta nefret edilesi bir antikahraman olarak Alex, sonlara doğru acınası bir figure donuşur. Kitabından cok otede bir populerlik kazanan Stanley Kubrick’in 1971 tarihli uyarlaması gercek bir başyapıttır. Hem cekim tekniği hem anlatımındaki avantgarde’lık hem de romanın ruhunu sinemaya aktarmadaki başarısı ile en iyi edebiyat uyarlamalarının başında gelir. Arka planda İngiliz Endustri Toplumunun dinamikleri de nesnel olgular resmigecidi gibi sunulur. Film ve kitap ayrı ayrı ama daha cok birlikte eşsiz bir şolen sunar.

William Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı 1954 tarihli ıssız bir adaya duşen cocukların oykusunu unlu klasik cocuk romanı Mercan Adası’na gondermelerle anlatır. Roman, gelecekteki atom savaşı sırasında guvenilir bir yere goturulmek uzere bindikleri ucak saldırıya uğrayınca kendilerini ıssız bir mercan adasında bulan cocukların oykusudur. Atom cağının cocukları bu ıssız, guzel adayı, iktidar mucadeleleri ve şiddetle her acıdan cehenneme cevirir. Kitap, temel olarak liderlik savaşının insanların doğal yapısında olduğunu bunun icin de duşmanı yok etme dahil bircok yontemin kullanılabilirliğini anlatan bir kitaptır. Gruplaşmaların insanın icindeki kotulukleri cıkarmadaki rolu, insanın icindeki şiddet duygusunun uygun koşullarda nasıl ortaya cıkabildiği gibi izlekler uzerinden ilerler. Jack, Ralph ve Domuzcuk uzerinden cocukların masumiyeti ve guc kazanma yontemlerinin cağdaş toplumdaki benzerliğine dikkat cekilir. Kitap son tahlilde insan doğasına ve icindeki şiddete karamsar bir bakıştır. Sineklerin Tanrısı orijinal adı “Lord of the Flies” adıyla 1963 yılında Peter Brook, 1990 yılında Harry Hook tarafından iki kez sinemaya uyarlanmıştır. İlki romana daha sadık populer klişelerden uzak sahici bir uyarlama iken, ikincisi daha populer maceravari bir anlatımı tercih etmiş bir anlatım tutturmuştur. İki filminde romanın temel dokusuna sadık kalarak konuyu birebir aktardığı one surulebilir. Gorsellik acısından Hook’un filmi daha carpıcı yonler icermektedir. Cocuk tiplemeleri her iki filmde de romandaki imgelere uygundur. Andığımız tum distopya kitapları icinde en az katmanlı ve ağırlıklı olarak olay uzerinden işleyeni “Sineklerin Tanrısı”dır. Bu yazıda soz konusu edilen Distopya kitapları dışında isim olarak anmayı istediğim kitaplar şoyle sıralanabilir:


Yol- Cormac McCarthy, Otomatik Piyano- Kurt Vonnegut, Uyandığında- Hillary Jordan, Korkunc Kule- C.S.Lewis, Leibowitz icin bir İlahi- Walter M. Miller, Neuromancer- William Gibson, Swastika Geceleri- Katharine Burdakin, Beni Asla Bırakma- Kazuro Ishiguiro, Efendinin Uyanışı- H.G:Wells, Androidler Elektirikli Koyun Duşler mi- Philip K. Dick.



Bu yazının konusu olan Distopya Edebiyatı ve sineması cağımızda modern devletlerin bireyi daha cok denetleme, bicimlendirme, kalıba sokma cabalarının artışı ile guncelliğini surdurmektedir. Ne kadar akılcı, kabul goren, koşulların zorlamasıyla oluşmuş gibi gorunse de butun totalitarizmler kendi haklılıklarını meşru kılacak aracları uretirler. Bunu uretirken duşman yaratma, linc psikolojisi, hain suclaması, farklı olanın dışlanması ve yok edilmesine kadar değişik yontemlerden yaralanırlar. Birlik, gelecek guzel gunler, duzenin sarsılması durumunda tepetaklak oluş gibi propaganda araclarından yararlanırlar. Kimlikler, zaaflar, aptallıklar totalitarizmler icin kullanışlı araclardır. Tum distopya metinlerinde kasvetli atmosferin icinde az veya cok insanın ozgurluk arayışı, sistemde catlaklar yaratmak cabasına da tanıklık ederiz. Son soz olarak distopyalar Bloch’un sozunu ettiği “Umut İlkesi”ni icinde barındırır. İnsan kendi sucu ile duşmuş olduğu karabasan ve totaliter duzenden kendi cabası ile kurtulacaktır.