CenĂ‚b-ı Hak, ibĂ‚detlerimizin otomat, yĂ‚ni feyz ve rûhĂ‚niyetten uzak bir şekilde şuursuzca yapılarak ziyĂ‚n edilmesini istememektedir. BilĂ‚kis kalplerimizin, “ihsan” duygusunun rûhĂ‚niyet ve feyzi icinde kendisine yaklaşmasını, yĂ‚ni ilĂ‚hî vuslata nĂ‚il olmasını arzu buyurmaktadır.Her hususta îtidal olcusunun esas alınarak ibĂ‚det ve muĂ‚melĂ‚tın feyizli bir îtiyad hĂ‚line getirilmesi, dînimizin temel emirlerindendir. ZîrĂ‚ nasıl alışılırsa ekseriyetle oyle devĂ‚m edileceği muhakkaktır.
ABDEST VE GUSULDE İSRAF İbĂ‚detlerin îfĂ‚sı esnĂ‚sında yaşanan israflara dĂ‚ir ilk akla gelen husus, abdest ve gusulde vesveseye kapılarak luzûmundan fazla su kullanmaktır. Resûlullah, abdest almakta olan Sa ’d ’a (r.a.) uğramıştı:
“–Bu israf da ne, ey Sa ’d?!” buyurdular. Sa ’d (r.a.):
“–Abdestte de israf olur mu?” deyince Efendimiz şu cevĂ‚bı verdiler:
“–Evet, akan bir nehir uzerinde bulunsan bile!” (İbn-i MĂ‚ce, TahĂ‚ret, 48)
NAMAZDA İSRAF İmkĂ‚n var iken namazı cemaatle kılmamak, namazı mecbûriyet savar gibi rûhĂ‚niyetten uzak bir şekilde îfĂ‚ etmek gibi hĂ‚ller de, ibĂ‚det hayĂ‚tına Ă‚it israflar cumlesindendir. Namazı huşû ve huzurdan mahrum olarak kılan kimseler icin CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (el-MĂ‚ûn, 4-5)
Resûlullah Efendimiz de, kalbî kusurlar sebebiyle fazîleti kaybedilen, yĂ‚ni ici boşaltılarak israf edilen namaz hakkında şoyle buyurmuştur:
“Bir kul namaz kılar, fakat namazının yarısı, ucte biri, dortte biri, beşte biri, altıda biri, yedide biri, sekizde biri, dokuzda biri, hattĂ‚ ancak onda biri kendisi icin yazılır.” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 123, 124)
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak bizden akıl ve kalbin rûhĂ‚niyeti icinde bir ibĂ‚det arzu etmektedir. “Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) emriyle, alnımız secdeye varırken kalbimizin de AllĂ‚h ’ın huzûrunda tazarrû ve niyaz hĂ‚linde ve ihsan duygusu icinde bulunmasını istemektedir. ZîrĂ‚ insanı hakîkî mu ’minliğin kemĂ‚line erdiren, beyin ve kalp faĂ‚liyetlerinin muşterek kullanılmasıdır.
Âyet-i kerîmede namazlarını lĂ‚yıkıyla edĂ‚ edenler hakkında şoyle buyrulur:
“Mu ’minler kurtuluşa erdi. Onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” (el-Mu ’minûn, 1-2)
ORUCTA İSRAF İslĂ‚m ’ın beş esĂ‚sından biri olan orucu, yalan, gıybet, kovuculuk gibi ahlĂ‚kî zaaflarla zedeleyerek ecrini asgarî seviyeye duşurmek de buyuk bir israftır. Peygamber Efendimiz şoyle buyurur:
“Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse, Allah o kimsenin yemesini, icmesini bırakmasına kıymet vermez.” (BuhĂ‚rî, Savm 8, Edeb 51)
Oruc bize, Rabbimizin ihsĂ‚n ettiği nîmetlerin kadrini idrĂ‚k ettirmelidir. Yine oruc, yarım gunluk bir aclıkla ne kadar Ă‚ciz olduğumuzu gostererek iktisĂ‚den zayıf olan kardeşlerimizin hĂ‚linden anlamayı, yureğimizin onlara uzanabilmesini, sadakalarımızı bir ibĂ‚det heyecanıyla AllĂ‚h ’a verir gibi tevĂ‚zu ve teşekkur edĂ‚sıyla verebilmeyi temin etmelidir. ZîrĂ‚ Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“…Allah kullarının tevbesini kabûl eder ve sadakaları alır...” (et-Tevbe, 104)
Orucun farz olarak tutulduğu RamazĂ‚n-ı Şerîf de, baştan sona feyiz, rûhĂ‚niyet, rahmet, mağfiret ve lutuflarla dolu bir ibĂ‚det ayıdır. Resûlullah Efendimiz, bu mubĂ‚rek ayın isrĂ‚f edilmeden feyizli ve bereketli bir şekilde değerlendirilmesini emretmiştir.
Bununla birlikte seherleri; uyanık bir gonulle îfĂ‚ edilen teheccud, istiğfĂ‚r, zikir, tefekkur ve Kur ’Ă‚n tilĂ‚vetiyle, gunduzleri; gonlu Hakk ’a vererek yapılan ibĂ‚det, infak ve amel-i sĂ‚lihlerle, icĂ‚bet saati olan iftar vakitlerini; istiğfar, duĂ‚ ve bir mu ’mine iftar ettirebilmenin huzûru ile, akşamları da tĂ‚dil-i erkĂ‚n ile edĂ‚ edilen terĂ‚vih namazları ile ihyĂ‚ etmelidir. Bu mubĂ‚rek ayı hakkıyla değerlendiremediğimiz takdirde yanı başımızda akıp giden rahmet ve mağfiret deryĂ‚sından istifade edememiş ve onu hazîn bir isrĂ‚fın girdĂ‚bına terk etmiş oluruz.
HAC İBADETİNİN İSRAFI Ote yandan malın helĂ‚liyetine, insanların hak ve hukûkuna dikkat etmemek, mĂ‚lĂ‚yĂ‚nî ile meşgul olarak rûhĂ‚niyet ve feyzi dağıtacak davranışlarda bulunmak da hac ibĂ‚detinin isrĂ‚fı demektir.
Nitekim hadîs-i şerîfte, haram parayla hacca giden kimse: «Lebbeyk» dediğinde kendisine: «Sana ne lebbeyk ne de sa ’deyk. Cunku senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır. Hicbir sevap almadan gunahkĂ‚r olarak don! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı uzul!» şeklinde karşılık verileceği beyan buyrulur. (Heysemî, III, 209-210)
ZEKAT VE SADAKADA İSRAF ZekĂ‚t ve sadakalardaki israf ise, başa kakmak sûretiyle muhtĂ‚cı minnet altında bırakmak, riyĂ‚ ve ucub gibi kalbî hastalıklara mubtelĂ‚ olmaktır. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Guzel bir soz ve bağışlama, peşinden ezĂ‚ gelen sadakadan daha hayırlıdır… Ey îmĂ‚n edenler! Başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırları boşa cıkarmayın…” (el-Bakara, 263-264)
Bir mu ’min, zekĂ‚tı ehline verebilmek icin titiz bir gayret icinde bulunmalıdır. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak boyle kullarını medhederek: “Onlar ki zekĂ‚t vermek icin faĂ‚liyet gosterirler.” (el-Mu ’minûn, 4) buyurmaktadır.
ZekĂ‚t ve sadakalarımızı ehline verebilmek, cok muhim bir mazhariyettir. Bunun icin ciddî bir araştırma yapmak ve muhtacları sîmĂ‚larından tanımayı meleke hĂ‚line getirmek, Rabbimizin en muhim emirlerindendir.[1] Aslında malı ehil kimselere verebilmek, onu hangi yollardan kazandığımıza bağlıdır. Diğer bir ifadeyle zekĂ‚t, sadaka ve infaklarımızın sarf yerleri, kazancımızın helĂ‚liyet derecesini gosteren aynalar mesĂ‚besindedir.
KUR ’AN İSRAFI Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i lĂ‚yıkı vechile okuyup anlama gayreti icine girmemek, emir ve nehiylerine bîgĂ‚ne kalmak da, boylesine buyuk ve kıymetli bir ilĂ‚hî hazîneyi israf etmek mĂ‚nĂ‚sına gelir. CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm husûsunda isrĂ‚fa duşenlerle, onun feyzinden guzelce istifĂ‚de edenleri şoyle beyan buyurur:
“Sonra KitĂ‚b ’ı, kullarımız arasından sectiğimiz kimselere verdik. İnsanlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de AllĂ‚h ’ın izniyle hayırlarda one gecmek icin yarışır. İşte buyuk fazîlet budur.” (FĂ‚tır, 32)
İnsanların en seckinleri Muhammed ummeti olduğu gibi, onların en fazîletlileri de Kur ’Ă‚n ’ı okuyan, ezberleyen, muhtevĂ‚sını oğrenen ve ahkĂ‚mıyla amel eden mu ’minlerdir. İnsanların kimisi nefsine zulmeder, Kur ’Ă‚n ’ı oğrendiği hĂ‚lde gereği gibi okuyup amel etmeyerek en buyuk nîmeti ziyĂ‚n etmiş olur. Kimi orta yoldadır, kĂ‚h amel eder, kĂ‚h ihmĂ‚l eder. Kimisi de AllĂ‚h ’ın izniyle hayırlarda ileri gider.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, yerin goğun lisĂ‚nı, rûhlar icin bereket ve rûhĂ‚niyet hazinesidir. İnsana ithĂ‚f edilen bir beyan mûcizesidir. Kur ’Ă‚n ile buluşan mu ’min yurekler, KĂ‚inĂ‚tın HĂ‚lıkı ’nın mustesnĂ‚ bir tecellî mekĂ‚nı olur. Kur ’Ă‚n ile yaşayan bir insan, şu muazzam ve muhteşem kĂ‚inĂ‚tın bir yelpaze misĂ‚li durulup icine sığdığı minyatur bir Ă‚lem olmanın huzur ve saĂ‚detini yaşar. Gonul insanı icin Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, tefekkur dunyĂ‚sının derinliklerine acılan ihtişamlı bir kapıdır.
Kur ’Ă‚n okurken bedenî temizlik kadar kalbî temizlik de zarûrîdir. Cunku kalbî hastalıklar, insanın Kur ’Ă‚n ’la doğru bir şekilde buluşmasına mĂ‚nî olur. Kur ’Ă‚n ’ın rahmeti, şifĂ‚sı ve hidĂ‚yeti ile buluşamayanlar, tam aksine buyuk bir husrĂ‚na dûcĂ‚r olurlar. Kur ’Ă‚n, murĂ‚d-ı ilĂ‚hîyi ifade ettiği icin onu en iyi, AllĂ‚h ’a yakın olan takvĂ‚ sĂ‚hibi sĂ‚lih kişiler idrĂ‚k edebilir. Kur ’Ă‚n ’ın nîmetlerinden istifĂ‚de edebilmek ve dolayısıyla dunyĂ‚ ve Ă‚hirette saĂ‚dete kavuşabilmek icin takvĂ‚ ehli olmak zarûrîdir.
HİZMET NAFİLE İBADETTEN USTUNDUR Dikkat edilmesi îcĂ‚b eden bir husus daha vardır ki, o da ilĂ‚hî rızĂ‚ya muvĂ‚fık kucuk bir hizmetin, nice nĂ‚file ibĂ‚detten ustun olabileceği hakîkatidir. Asr-ı SaĂ‚det ’te yaşanan şu misĂ‚l, bu husûsu ne guzel îzĂ‚h eder:
Sıcağın pek şiddetli olduğu bir seferde Hazret-i Peygamber uygun bir yerde konaklamışlardı. SahĂ‚benin bir kısmı nĂ‚file oruc tutuyordu. Oruclu olanlar yorgunluktan uykuya daldılar. Oruclu olmayanlar ise, abdest icin su taşıdılar ve golgelenecek cadırlar kurdular. Ancak iftar vakti geldiğinde Resûlullah Efendimiz:
“–Bugun, oruc tutmayanlar (daha fazla) ecre nĂ‚il oldu.” buyurdular. (Muslim, SıyĂ‚m, 100-101)
Aynı şekilde bir kimsenin ikinci veya ucuncu derecedeki işlerle meşgul olarak rızkını kazanmayı ihmĂ‚l etmesi ve etrafına muhtac hĂ‚le duşmesi de bir ceşit israftır. ZîrĂ‚ hadîs-i şerîfte:
“Allah TeĂ‚lĂ‚, kulunu helĂ‚l peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette gormeyi sever.” buyrulmuştur. (Suyûtî, el-CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 65)
Diğer taraftan, kalabalıklar icinde yapılan duĂ‚larda kĂ‚fiyeler sıralayarak huner gostermek icin cemaatin heyecanını kaybettirecek derecede duĂ‚yı uzatmak ve bağırıp cağırmak da ibĂ‚detin ozunu isrĂ‚f etmek demektir. ZîrĂ‚ Allah Resûlu:
“DuĂ‚da bağırmayınız, zîrĂ‚ siz bir sağıra hitĂ‚p etmiyorsunuz.” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 131; Muslim, Zikr, 44) buyurarak cığlıklı ve gurultulu duĂ‚ları yasaklamıştır. Bu tur israflar, ibĂ‚detlerin rûhĂ‚niyetini zedeler ve feyzine halel getirir.
Diğer bir hadîs-i şerîfte de:
“Bu ummetten bir zumre gelecek ki, temizlik ve duĂ‚da haddi aşacak!” buyrulmaktadır. (Ebû DĂ‚vud, TahĂ‚ret, 45)
HĂ‚sılı CenĂ‚b-ı Hak, ibĂ‚detlerimizin otomat, yĂ‚ni feyz ve rûhĂ‚niyetten uzak bir şekilde şuursuzca yapılarak ziyĂ‚n edilmesini istememektedir. BilĂ‚kis kalplerimizin, “ihsan” duygusunun rûhĂ‚niyet ve feyzi icinde kendisine yaklaşmasını, yĂ‚ni ilĂ‚hî vuslata nĂ‚il olmasını arzu buyurmaktadır.
[1] Bkz. el-Bakara, 273.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Oyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan