
Genclikte istikameti muhafaza etmenin dort yolu: Birincisi, sÂlih ve sÂdık mu ’minlerle beraber olmak. İkincisi, ibadetlerimize dikkat edebilmek. Ucuncusu, dunyadaki rahatlığın da zorluğun da ilÂhî imtihan olduğunu unutmamak. Dorduncusu, takv sahibi olmak. CenÂb-ı Hak soruyor:
“İnsanlar, imtihandan gecirilmeden, yalnızca «îmÂn ettik» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?!” (el-Ankebût, 2)
İslÂmî terbiye almış, dînî hassasiyetlerle buyumuş, şuurlu bir genc; eğitimini tamamladıktan sonra hayata atılıyor ve iş hayatında, aile hayatında, sosyal hayatında zaman zaman aşınmalar olabiliyor, İslÂmî hayattan tÂvizler başlayabiliyor.
İşte tam da burada, istikÂmeti muhafaza edebilmek, İslÂmî olcu ve hassasiyetleri koruyabilmek, nasıl mumkun olacak? Bu aşınmalardan korunmak icin genclerimize neler tavsiye edersiniz?
BİRİNCİSİ: SALİH VE SADIK MUMİNLERLE BERABER OLMAK
İstikÂmeti korumanın ilk caresi; sÂlih ve sÂdık mu ’minlerle, -hanımlar da- sÂliha ve sÂdıka mu ’minlerle beraber olacaklar.
CenÂb-ı Hak:
“Ey îmÂn edenler! Allah ’tan korkun ve sÂdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyuruyor.
SÂlih ve sÂdıklarla kalbî beraberlik, onlardan in ’ikÂs alabilmek, yani hÂl transferi neticesinde, kişi sÂlih ve sÂdıklardan olur.
Şeyh SÂdî diyor ki:
“AshÂb-ı Kehf ’in kopeği Kıtmîr, sÂdıklarla beraber olduğu icin buyuk bir şeref kazandı; nÂmı Kur ’Ân-ı Kerîm ’egecti. Hazret-i Nûh ve Hazret-i Lût ’un hanımları ise fÂsıklarla gonul birliği icinde olduklarından, Cehennem ’e dûcÂr oldular.”
Dolayısıyla muhit, cevre, komşu, arkadaş hususu cok muhim.
Bir atom parcalanıp proton, notron, elektron bir enerji hÂline geldiği zaman, birtakım ışınlar yayılmaya başlıyor. Bunun musbeti var, menfîsi var. Bizim goremediğimiz bircok ışın var; alfa, beta, gama, mor otesi vs… Bunları hic gormuyoruz. Ama bunların hepsinin bir tesiri var.
Bunlardan daha tesirli olan ise, kalpten cıkan birtakım ışınlar. Bunun faydalısına feyz diyoruz, rûhÂniyetdiyoruz; zararlısına ise gaflet diyoruz, kasvet diyoruz.
Onun icin CenÂb-ı Hak;
“…SÂdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyuruyor.
“…ZÂlimler topluluğu ile oturma!” (el-En‘Âm, 68) buyuruyor.
Hatt hÂllerdeki bu sirÂyet ozelliği, mekÂnlara bile tesir etmektedir. Nitekim Allah Rasûlu ashÂbıyla birlikte Semud Kavmiʼnin helÂk edildiği Hicr bolgesinde konaklamışlardı. AshÂb, oradaki kuyulardan ihtiyacları icin su almış ve bu sudan hamur yoğurmuşlardı. Allah Rasûlu r onlara aldıkları suyu dokmelerini, yaptıkları hamurları da develere yedirmelerini ve ancak SÂlih u ’ın devesinin gelip su ictiği diğer kuyudan su almalarını emretti. (Bkz. BuhÂrî, EnbiyÂ, 17; Muslim, Zuhd, 40)
Aradan binlerce yıl gecmesine rağmen, ilÂhî kahrın tecellî mekÂnı olması dolayısıyla bugun bile oralardan gecenler, o sulardan abdest almazlar.
Demek ki kÂfir, fÂsık ve gÂfiller kadar, kahr-ı ilÂhîyi celbeden haram ve mÂsıyetlerin işlendiği mekÂnlarından da uzak durmak îcÂb eder.
İKİNCİSİ: İBADETLERİMİZE DİKKAT ETMEK
İbadetlerimize dikkat edebilmek. Bilhassa “namaz”ı huşû icinde ve cemaatle kılmaya îtin gostermek.
Zira CenÂb-ı Hak teminat veriyor. Eğer namazı bedeninle kıldığın gibi kalben de kılabilirsen, o namazın seni fahşÃ‚dan ve munkerden, yani dînin ve aklın hoş gormediği gunahlardan, cirkin hÂllerden ve yanlışlara suruklenmekten koruyacağını bildiriyor.[1]
Onun icin, cÂmiye komşu olabilmenin gayreti icinde bulunabilmek, cemaate mudÂvim olmak gerekir.
Nitekim ecdÂdımız Osmanlı, ince ruhlu bir toplumdu. Merkezî yerlerde kulliyeler inşÃ‚ ettiler; mahalle aralarında ise ufak ufak, oda kadar mescitler yaptırdılar ki, elektriğin olmadığı o zamanlarda dahî, sabah, akşam ve yatsı namazlarına cemaat kolayca devam edebilsin, cemaatle namazın feyz ve rûhÂniyetinden hicbir vakit mahrum kalmasın.
İsterseniz gencler, bir deneyin: Bir yere gideceksiniz, işiniz var; fakat ezan okunuyor… İnin otobusten, kılın namazı cemaatle, sonra yola devam edin; bakın işiniz cok daha rahat gidecek…
UCUNCUSU: AHİRETİ UNUTMAMAK
Rasûlullah Efendimiz ’in: “Esas hayat Âhiret hayatıdır.”[2] tÂlimÂtını unutmamak.
Bir muvaffakıyet olduğu zaman bunu hatırlayıp şımarmamak, taşmamak. Zor zamanlarda da ye ’se kapılmamak. Bunun icin dunyanın gecici olduğunu, esas ve ebedî hayatın Âhiret olduğunu dÂim goz onunde tutacağız. Dunyadaki rahatlığın da zorluğun da ilÂhî imtihan olduğunu unutmayacağız.
Hz. Suleyman, muazzam bir varlık ve saltanat sahibi kılınmıştı. Fakat kalbini dunya nîmetlerinin kasası olmaktan korumuştu. Nîmetlerin asıl sahibi olan AllÂh ’a dÂim şukur hÂlinde bulunmuştu. Bu guzel hÂli sebebiyle de CenÂb-ı Hakk ’ın; “نِعْمَ الْعَبْدُ / ne guzel kul”[3] iltifÂtına mazhar olmuştu.
Ote yandan yokluk, hastalık ve binbir cilelerle imtihan edilen Hz. Eyyûb'u da, bu imtihanı kendisine takdîr edenin Allah TeÂl olduğu idrÂki icinde, dÂim hÂline rız gostermiş, hicbir zaman şikÂyet etmemiştir. Eyyûb u da bu rız ve teslîmiyeti ile Rabbimiz ’in “نِعْمَ الْعَبْدُ / ne guzel kul”[4] iltifÂtına mazhar olmuştur.
Dolayısıyla mu ’minler olarak, hangi şartlarda imtihan edildiğimize değil, o imtihanlarda CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsını ne kadar kazanabildiğimize bakmalıyız.
MevlÂn Hazretleri ne guzel buyurur:
“Senin ic dunyan bir misafirhÂne gibidir. Sevincler de kederler de gelip gecicidir. Ne sevinclere aldan, ne de gamları dert edin! Gamlar sevincine mÂnî olursa uzulme! Cunku gamlar, -sabredersen- senin icin sevinc ve neşe hazırlamaktadır.”
Bu dunya bir imtihan Âlemi. Âyet-i kerîmede CenÂb-ı Hak:
“İnsanlar imtihandan gecirilmeden, yalnızca «îmÂn ettik» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (el-Ankebût, 2) buyuruyor.
Varlıkta da yoklukta da CenÂb-ı Hakk ’ın rahmetine sığınacağız.
Esas hayat olan Âhireti, biz de hayatımızın esÂsı kılacağız. Olum, fÂnîlik, son nefes, kabir, kıyÂmet, diriliş, hesap, mîzan, sırÂt, velhÂsıl Âhiretin, bizi bekleyen en buyuk istikbÂl gerceği olduğunu, asl unutmayacağız.
Âyet-i kerîmelerde CenÂb-ı Hak buyuruyor:
“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mu ’minûn, 115)
“Kıyamet gunune yemin ederim. (Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba cekileceksiniz).” (el-KıyÂme, 1-2)
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?!” (el-KıyÂme, 36)
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu gorur. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu gorur.” (ez-ZilzÂl, 7-8)
“Sonra o gun, (dunyada iken yararlandığınız) nîmetlerden mutlaka hesaba cekileceksiniz?” (et-TekÂsur, 8)
Nasıl bugun bir telefona, ufacık bir makineye bir ismi yazıyorsun, “tak” diye cıkıyor karşına kaydedilen bilgiler; bunun gibi KirÂmen KÂtibîn melekleri de her hÂlimizi kaydediyor. Bu kayıtlar, hesap gunu acılacak olan uhrevî dosyalarımıza gonderiliyor. O gun:
“Kitabını oku! Bu gun sana hesap sorucu olarak nefsin kÂfîdir.” (el-İsrÂ, 14) denilecek.
Gozler konuşacak! Bu gozler neler gordu? Allah sana bu gozu niye verdi, sen neler seyrettin?..
Allah sana niye kulak verdi, sen hangi sadÂları dinledin?
Dilin konuşacak! Neler soyledin? Ne kadar hayır, ne kadar şer konuştun?..
VelhÂsıl o gun, zor bir gun. Yani o gune, bu dunyada hazırlanacağız. Onun icin ibadetlerimize, tÂatlerimize dikkat edeceğiz. Olumu ve Âhireti sık sık tefekkur edeceğiz. Zihnimiz ve kalbimiz bu tefekkur derinliği icinde olursa, zamanın şerlerinden kendimizi korumamız kolaylaşır.
DORDUNCUSU: TAKVA SAHİBİ OLMAK
Takv sahibi olacağız.
CenÂb-ı Hak ne emretti? Allah Rasûlu nasıl tatbik etti? SahÂbî nasıl yaşadı? Bizler de 1400 sene sonra ashÂb-ı kirÂmın devamı olmanın gayreti icinde olacağız.
Takv nedir?
TakvÂ; Allah sevgisi ve korkusuyla, haramlardan, kerahatlerden titizlikle sakınmaktır.
Hazret-i Omer t, bir gun Ubey bin K‘b t ’a “takv”nın ne olduğunu sorar. Ubey t da ona:
“–Sen hic dikenli bir yolda yurudun mu ey Omer?” der.
Hazret-i Omer:
“–Evet yurudum.” karşılığını verince bu sefer:
“–Peki ne yaptın?” diye sorar. Hazret-i Omer t:
“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi icin butun dikkatimi sarf ettim.” cevabını verir.
Bunun uzerine Ubey bin K‘b t:
“–İşte takv budur.” der.
Yani gunah ve haram dikenlerine takılmaktan, titizlikle sakınmak.
Bugun insanlık; televizyon, internet, reklÂmlar, modalar, global kultur istilÂsı karşısında, Âdeta selde suruklenen kutukler misÂli, haram ve gunahların girdabına kapılmaktadır.
Bu “uydum kalabalığa” gafletinden korunmanın yolu, AllÂh ’ın rız ve muhabbetini kaybetme korkusuyla, yani takv duygusuyla dolu bir gonle sahip olmaktır. Takv ile kalben seviye katetmektir.
TakvÂnın en guzel tezÂhuru; kufur, nifak ve şirkten, tıpkı ateşe duşmekten kacar gibi kacmak; CenÂb-ı Hakkʼın emirlerini hakkıyla edÂya koşmaktır.
İlÂhî bir imtihan mekÂnı olan bu dunyada, Âdeta mayınlı bir arazide yuruyormuşcasına, hayatımızın her safhasında adımlarımıza dikkat etmektir.
Bunun icin muslumanlığın belli zamanlara has bir merasim değil, her nefesimizi tanzim eden omurluk bir takv hayatı olduğunu, hatırımızdan cıkarmayacağız ki istikÂmetimizi muhafaza edebilelim.
Ayrıca ihlÂs ve istikÂmetimizi muhafaza buyurması icin de CenÂb-ı Hakk ’a dÂim iltic hÂlinde yaşayacağız.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-Ankebût, 45.
[2] BuhÂrî, Rikāk, 1.
[3] Bkz. SÂd, 30.
[4] Bkz. SÂd, 44.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genc Dergisi, Sayı: 144
İslam ve İhsan