Tesbihci Huseyin Amcanın Sami Efendiyle tanışma hikayesini sizler icin derledik. İşte Bursa ’nın manevi buyuklerinden Tesbihci Huseyin Amcanın Sami Efendi Hazretleriyle ilk tanışması ve yaşadıkları…Huseyin Amcanın dilinden duşurmediği Allah dostlarıyla tanışma hikÂyesini kendisinden dinlemek istiyoruz.
Şunları anlatıyor:
“1950 ’li yıllarda bir gun Bursa ’da Cami-i Kebir cemaati arasında ‘Adana ’lı Sami Efendi geliyormuş ’ diye bir haber duyuldu. Sami Efendi ’nin ismini duyunca icimde bir sıcaklık oldu. O isme karşı bir ilgi duydum, icimden birşeyler akıverdi. O gun bizim aile de bana bir ruyasını anlatmıştı. Adana ’dan zayıfca uzun boylu buyuk bir misafirin geldiğini, Mudanya ’dan da bir kalabalığın onu karşıladığını soyluyordu. Sağdan soldan boyle sevincli haberler de gelince iyice bir bekleyişin icine girdim. İcimde Allah ’ın bir sevgilisini mutlaka bu yakında goreceğim diye bir sevinc vardı. Elhamdulillah gordukten ve tanıdıktan sonra da sevgim hayranlığım hep arttı.
Bursa ’ya gelen misafirler herhalde ilk Cami-i Kebir ’e gelir duşuncesiyle sabah namazından once cok erken saatlerde camiye gittim. Emirhan kapısının onune durdum. Oradan orta kapıyı da yan kapıyı da goruyordum. Bu ikisinden girecek bir yabancıyı mutlaka gorurdum. Epey bekledim, sunnetler kılındı, gelen giden olmayınca camiye girdim, ucuncu kapıdan kimse girdi mi acaba duşuncesiyle camiyi dolaştım. Yabancı kimse yoktu, cemaat hep aşina olduğumuz insanlardı. Kendi kendime huzunlendim “Ya Rabbi benim boyle şeylere hakkım yok ama hicbirşey gormeden geldim gidiyorum. Sen ’in bir yakınına hic kavuşmadan mı gideceğim?” diye icimde bir yangındır gidiyor. Orhan Camii ’nin avlusuna geldim, orada da sabah namazı dağılmış, kimsecikler yok. Birden caminin kapısının karşısında evi olan (şimdi o ev kebap salonudur) Fuat abimizi gordum. O da beni gorsun diye onune doğru yurudum. Beni gorunce ‘burada beni bekle bir misafirim gelecek? ’ dedi. Birden o kadar cok sevindim ki ‘Acaba Adana ’dan gelecek misafir buraya mı gelecek ’ diye duşunuyorum. Biraz sonra geldi, evine girdik, kahvaltı hazırlıklarına başladık. O luzumlu şeyleri hazırlayıp tabaklara koyuyor, ben de gidip sofraya yerleştiriyordum. İcimde bir umut bekliyordum. Biraz sonra kapı caldı, Fuat abi geleni karşılayıp yanıma dondu. ‘Adana ’lı misafirimiz geldi ’ dedi. Dunyalar benim olmuştu. Ama ne yapacağımı bilmiyordum.O sırada Fuat Abi misafirin olduğu kapıyı actı beni iceri itti. O, karşımda doşeme minderde oturuyordu. Ben de hemen kapının yanına iliştim. Kafamı kaldırıp baktım.
15 yaşındayken bir ruya gormuştum. Bir duvarın onundeydim. Duvarın uzerinde dikenli tellerden oluşan bir cit vardı. O duvardan iceri girmek cok zormuş. İnsanlardan bekleyenler de vardı. Birden kolaylıkla o duvarı aşıp bahcenin icine giriyorum. Yukarıya doğru devam eden bir yeşillik var. Yeşilliklerin arasından yamacı tırmanıyorum, en tepede buyukce bir ağac goruyorum. O ağacın altına kadar varıyorum. 3 kişi oturuyorlar. Yaklaşıyorum biri Peygamber Efendimizmiş, diğeri Hz. Ebubekir Efendimizmiş, ucuncu kişiyi tanıyamıyorum.
İşte misafir odasına girip de başımı kaldırıp baktığım an o ucuncu kişinin kim olduğunu cozuveriyorum. Bu, yıllardır icimde biriken muammaydı. Meğer Mahmud Sami pederimizmiş. Bana eliyle işaret ederek yaklaşmamı istediler. Ben edep bilmem ki, biraz ilerledim yine ortada biryerlere dizustu oturdum. Tekrar cağırdılar boyle uc beş defa yaklaştıktan sonra diz dize geldik. İşte olan orada oldu bitti. Ondan sonraki yaşantımı da bilmiyorum. Guneş karşısında eriyen bir yağ parcası gibi eridim gittim. O andan beri de omrumu onların hasretiyle yakınlıklarını arıyarak gecirdim. Rabbim inşallah bu sevgimizin yuzu suyu hurmetine bizi hep onlarla beraber eyleyip, beraber haşreylesin.”
Huseyin Amca ’mız o zor bulunur nezaketiyle: “Ozur dilerim ben kıymetli dakikalarınızı oyle geciriyorum. Bir sarhoşun hezeyanları deseniz de haklısınız, kusurumu bağışlayın lutfen” diye ilÂve ediyor.
“Bir Mustesn ZiyÂret”
Buyuk bir ihlÂsla ve Rabbinin huzurunda durduğu duygusuyla kelimelerini sece sece kullanan bu nur insana “Sizin de o buluşmalarla ilgili bir hatıranız varsa bizimle paylaşır mınız, bize lutfeder misiniz?” diye bir talebte bulunuyoruz.
Huseyin Amca yine heyecanla, şevk ve şetÂret icinde anlatmaya başlıyor:
“Bir gun Musa Efendi Pederemizle Orhan Camii ’nin avlusunda karşılaştık. Fakire “Akşama bize gelebilir misiniz?” buyurdu. “Hay hay efendim” dedim. Bereket kacta geleyim diye sormuşum. “Saat 2 ’de” buyurdular. Ayrıldık. Boyle bir davet nasıl oldu diye sevincle pazardan ne aldığımı bilmeden birkac alış-veriş yaptım ve eve dondum.
Şimdi eve saat 2 ’de bir yere davetliyim desem “Gece ikide davet mi olur, kimbilir nasıl bir işin var da bizi boyle avutuyorsun” diyebilirler. DukkÂnımız Camii Kebir ’in avlusunda o zamanlar; geceleri bazı etraf vilÂyetlerden, kazalardan buyuk otobusler gelir orada konaklar, yolcular şadırvanlara koşar, acık dukkÂn olursa da eşine dostuna hediyelik eşyalar alırlardı. Benim boyle bir durumum da olunca eve, “Siz vakitlice istirahat edin, eğer beni yerimde bulamazsanız merak etmeyin” diyerek bir haber verdim ve yarım da olsa bir izin almış oldum. Yatsıyı kıldım. O yatsı namazı, tarifi imkÂnsız bir huzurla kılındı. Hem Rabbimin huzurundayım, hem de O ’nun bir yakınının davetine icabet edeceğim. Haketmediğim halde bunu kendime bir hak da mı goruyorum diye korkuyorum. Cunku ben anlayışı az, Âciz birisiyim.
Saat 1 ’de evden cıktım. Evimiz Bursa ’nın eski mahallelerindeydi. Bulgarlar Mahallesi ’nden, Catalfırın ’dan, Celikpalas ’tan, Cekirge ’den Uludağ yoluna kadar hic kimseye rastlamadım. Zaten Servinaz Oteli ’nin ilerisinde yerleşim yeri yoktu. Gecenin yarısında o yolları yuruyerek gidiyorum. Ama zerre kadar da yorgunluk duymuyorum. Sanki yollar duruluyor. Nihayet devlethanenin onune geldim. Musa Efendi, diğer zamanlar oradaki kelblerin yiyeceklerini verme vazifesi verdiği icin, kelbler beni tanıyorlardı. 2 ’ye ceyrek kala kapıya yaklaştığım zaman o mubarek hayvancıklar iki ayakları uzerine kalkarak heyacanlanmaya başlayınca Musa Efendi ’nin randevu titizliğine bakın ki hemen kendisi evden cıktı, ben kapıyı calmadan actı. Herhalde o saatte kapı calınsın istemiyordu. Kopekceğizleri gostererek “Bak seni sevenler de bekliyormuş” diye latife ettiler. Sonra iceri aldı.
Ben ne olacağını da bilmiyorum. Sami Efendi Pederimizin abdest alması icin bir hazırlık yapmış, ortaya bir ortu sermiş ve bir leğen koymuş. Kendileri cok ince bir zevke sahip oldukları icin o ortu ve leğenin renklerinin guzelliğini tarif edemem. Ama hayatımda oyle guzel şeyler gormedim. Sonra Sami Efendi ’nin oturup abdest alacağı yeri belki doşemeci o guzellikte tanzim edemez.
Odada kendi kendime şoyle duşunuyorum: “Ya Rabbi! Bu iki buyuk insan da Sen ’in dostun, velin acaba ben onların arasında bulunmakla fazlalık mı olacağım? Onlara Sen ’den gelecek rahmete engel mi olacağım, beni affet.” Boyle duşunurken bir ağlama geldi, kendimi tutamıyordum. Ağlamaktan mendilim sırılsıklam oldu. Musa Efendi Pederimiz: “Sus kardeşim!” veya “Nicin ağlıyorsun?” gibi hicbir şey soylemeden dizime yeni bir mendil bıraktı gitti. O mendil de ıslandı, yine sessizce bir yenisini daha bıraktı. Boyle 2-3 mendil bırakmış oldu.
Biraz sonra baktım, hareketleri hızlandı. Musa Efendi edeble bir askerin, bir komutanın kapısında bekleyişi gibi bekliyordu. Sami Efendi ’yle Musa Efendi ’nin arasındaki telefonu ben anlamıyorum. Ama birbirlerinden haberdarlar. Bana bir havlu verdi. “Pederimizin abdestinden sonra tutarsınız bunu” dedi. Heyecandan titriyordum. Sonra Sami Efendi, odalarından cıktılar, hazırlanan yere oturdular. Musa Efendi ’nin oyle olculu bir su dokuşu var ki onu ancak seyretmek gerekiyor. Avuclarına doktukleri su, hangi ÂzÂlarını yıkayacak ise ona yetecek kadar oluyor. Ne eksik ne fazla.
Sonra teheccud namazı icin yine odalarına gectiler. Musa Efendi hizmette o kadar dikkatliler ki, tam teheccudu bitirdikten sonra kapıyı actılar. Ve beni iceri aldılar.
Kendime gore kendimi Musa Efendi ’nin yanında biraz daha guvende hissettiğim icin ‘O da iceri girse ’ diyorum. Birkac dakika sonra Musa Efendi de geldi. Ucumuzun orada gecirdiği bir zaman oldu. Kıymetini bilemedim. Hakkım olmadığı halde boyle bir lutfun oldu diye Rabbime icimden inleyerek hamdediyorum. “Ya Rabbi ben Sana lÂyık değilim, sevgililerine de lÂyık değilim. Bunun şukrunu nasıl eda ederim” diye hayıflanıyorum. Fakat o dakikada yaşadığım hali ve sevinci nûmune gosterebileceğim bir şey yok ki şuna benziyordu diyebileyim.
Gonul ve kalp bayramının tadını Allah hepimize tekrar tekrar nasib eylesin. O Allah dostlarının guzel hallerinden, muamelatlarındaki guzelliklerden bizlere hisseler nasib eylesin. Peygamberimizle, ashabıyla, SelmÂn-ı FÂrisî, KÂsım bin Muhammed, Ca ’fer-i SÂdık, BÂyezid-i BestÂmî, AbdulhÂlik GucduvÂnî, Şah-ı Nakşibend, HÂlid-i BağdÂdî, TÂha ’l-Harîrî, TÂha ’l-HakkÂrî, Es ’ad Efendi, SÂmi Efendi, Mûs Efendi ile her gun o mubÂrek vakitlerde buluşmayı nasib eylesin. Bizleri, o buyuklere evlad etmişler o halkadan ayırmasın Rabbim. O buyukler bizim icin “Ya Rabbi! Bunlar bizi sevip itaat etmişlerdi, verdiklerimizi yerine getirmişlerdi, cağır onları da” desinler diye umid ediyoruz. Bizlere bunu dedirttirebilecek bir itaati, hizmeti, edebi, emÂnete riayeti Rabbimiz ihsan buyursun. Onların emÂnetleri cok onemli, o emÂnetlerin îf vakti olan seherleri iyi değerlendirelim. Rabbimiz seherlerde bizleri uyanık eylesin. Elimizi, ayağımızı, kulağımızı, o yolda kullanmayı nasib eylesin. Gozumuzu, gonlumuzu o vakitlerde acık eylesin. Âmin.
SEHERDE
Sami Efendi ’nin Huseyin Amca ’ya acaba ne gibi tavsiyelerde bulunduğunu oğrenmek istiyoruz, şunları anlatıyor:
Sonraki bir gun goruşmemizde bana “Seherlerde istiğfarda bulunursunuz. Bir buyuk tevbe, seyyidu ’l-istiğfar, kelime-i tevhid, salÂvÂt-ı şerîfeler okursunuz” buyurdular. Ozellikle “Seher vakti bu emanet yerine getirilirse istifade olunur. Bu ihmal edilmezse dunya ve ahirette de sizi sevindirecek nimetleri kazandırır. Seher vakti Allah kullarının dualarını bekler” buyurdular.
O gunden sonra seher vakitlerinin kıymeti bende daha bir arttı. O zamanlarda elektrik filan yoktu, gecenin karanlığında kalkılır, idare lambası yakılırdı. Şikayet icin soylemiyorum, evimizde fazla eşya falan da yoktu. Bu ışıkta bu mutevÂzı odada Rabbime ibadetin, yakınlığın tadı bir başka olurdu. Seher vakitlerinin ikrÂmı bambaşkadır. O dakikalarda hep Allah ’ın sevgilileri, velileri, dostları ya secdede ya da elini acmış gozu yaşlı du ediyor. Şoyle hayal ediyorum: “Kalksam da o vakitte Rabbimin razı olacağı hicbir şey yapamasam yine de o guzel insanların kervanına katılırım diye umid ediyorum.”
Kaynak: Altınoluk, 2014 - Şubat, Sayı: 336, Sayfa: 038
İslam ve İhsan