

Bahar gelmiş. Parmak uclarımdan anlıyorum. Rengini bilmediğim ciceklere tomurcuklanmış.
Hayata kalmaya dair, olume teğet cığlıklarla şarkılar soyluyor Latin bir kadın. Anneme inat şarkılar soyluyorum. Olseydim diye geciriyorum aklımdan, mezarıma diktikleri fidan da tomurcuklanır mıydı? Muziğin sesini daha da acıyorum. Babama inat eteklerimi savurup dans ediyorum.
Kelebekler konuyor yitik saclarıma. Renk renk oluyorum. Umulmadık bir şeklide ıhlamur sarısına donuyorum... Mimoza sarısına… Beklemiyorum bunu kendimden ama bahar gelmiş damarlarıma. Kac salgından şerbetli damarlarıma… Kendimi tutamıyorum gokkuşağına donuyorum ya, sarıyı ne kadar sevdiğimi unutmaktan sanık oluveriyorum. Sonra kimse icin bir şey yapmadan oylece duruyorum. RuzgÂrların esmesini, ciğlerin ıslatmasını, sislerin gizlemesini umarak duruyorum. Durduğum yerin hep bir “gitme” hali olduğunu bağırarak. Kim tutsa ellerimi onula gideceğim sanki. Kimse tutmuyor ellerimi. Şaşırıyorum.
Kendimi utu tutmaz, işaretli yerlerimden katlayıp kÂğıttan bir gemi yapıyorum.
Tek bir yolcu...
Son bir yolcu bekliyorum.
Vakit gec oluyor onu da almadan gidiyorum.