"Elimi eteğimi cekip kendimden uzak edeyim" desek bile, ruhumuzu ve kalbimizi mesken edinmeye calışan nefis ve şeytan vasıtasıyla dunya bizi cekiyor

Semerkand Aile Dergisi / Huriye Karnap / Haziran 2011 / 69.Sayı

"Elimi eteğimi cekip kendimden uzak edeyim" desek bile, ruhumuzu ve kalbimizi mesken edinmeye calışan nefis ve şeytan vasıtasıyla dunya bizi cekiyor, tum albenisiyle gozumuzu boyuyor. Gelip gecici ve faydası sahte olan dunyaya gonul kaptırmaktan şikayet etmeyenin hali konumuzun dışındadır. Biz şikayet edenlerdeniz; dunyalığın kalbimize doladığı dert yumağımız var. Hem bu dert yumağını cozmeye hem de "Cekemedim nefsimi sectiğim yol ustune" diyen şairin aksine nefsimizi sectiğimiz yol ustune cekmeye yardım edecek sohbet meclislerine ihtiyacımız var.

Farz ibadetlerin yanı sıra ozellikle tasavvuf ehlinin mesleğinden olan zikir, rabıta, hatme-i hacegan ve sohbet; sadakati, hurmeti, guzel ahlakı tamamlayan disiplinlerdendir. Tabiri caizse bunların hepsi bir kabın icine konulup karıldığında kıvamı tam bir hamur ortaya cıkar; yani olgun, kamil insan. İster farz ve isterse nafile ibadetler soz konusu olsun her birinin zahiri edebine ve erkanına uymak gibi batıni adabını da gozetmek gerekir. Lakin genellikle kalabalıklar icinde, bizden başkalarının bulunduğu meclislerde, halkalarda amelin gorunur edeplerine riayet ediyoruz, gorunmeyeni "Nasılsa kimse bilemez" diyerek onemsizleştirebiliyoruz.



İŞ OLSUN DİYE Mİ AŞK OLSUN DİYE Mİ?

Sohbet meclisleri kalbin cilalanmasına, zamanla tozlanan, kirlenen kalbin yeniden saflığına kavuşması icin silkelenmesine, bilmediklerimizi oğrenmeye, unuttuklarımızı hatırlamaya, kardeşlik bağlarımızı kuvvetlendirmeye vesile olur. Bu anlamda her gun, haftada bir veya ayda bir yapılan her sohbet yine ve yeniden demektir.

Nefes almamıza imkan tanıyacak olanaklarımızın gittikce yitirildiği zamanımızda Allah Teala'nın adını anarak ve rızasını kalbe alarak icine girdiğiniz sohbet meclislerinde diz cokup boyun bukmek, anlatılan hak ve doğru bilgilerin kulağa ve oradan kalbe gelmesine musaade etmek her nefsin işine gelmez. Bu hale ulaşmak icin en azından itikat ve amelden, Allah Teala'ya, O'nun Rasulune, veli ve dostlarına hurmetten, tasavvufi bir edepten nefsin pay alması gerekir. Nefsimiz bu paydan nasipli olsa dahi kişinin niyeti Allah rızası icin olmadıkca veya o niyete sahip olup niyetini daimi tutamadıkca her turlu amele ve ibadete riya karışması, niyetin zaafa uğraması işten bile değildir. Ozellikle cok kişinin bulunduğu sohbet meclislerinde kendi hata, eksik ve gunahlarımızı duşunmek yerine başkasının gozundeki copun derdine duşmek gibi haller sohbet meclisinin feyzini keseceği gibi manevi destek ve coşkunluk bulabilmek umuduyla girdiğimiz halkadan da zararla cıkmamıza sebep olabilir. Eğer "Canım sıkıldı, evde yapacak bir şey yok, hadi bugun de sohbete gideyim, cocuklar icin değişiklik olur, oğluma gore kız bulabilir miyim, acaba ev sahibi neler ikram edecek, arkadaşlarla goruşmek icin başka fırsatım olmuyor" gibi niyetlerle yola duşulmuşse daha meclise girmeden şeytanın ve nefsin oklarına maruz kalınmış demektir.



Niyet baştan sona korunması gereken bir hal olduğundan, ilk adımımızı Allah rızası icin atmış olsak bile işimiz bitmiyor, sonuna kadar o niyette sabit kalabilmek mesele. "Bismillah" diyerek girdiğimiz mecliste boş bir yere oturduktan sonra bu dunya ile oteki dunya arasında bir bağ kurup "Neyiz, ne olmalıyız ve ne olacağız" şeklinde kendi halimizi tefekkur etmek sahip olmamız gereken bilinctir. Fakat bu bilincin aksine "Sohbette sessizce durmak edeptendir" dusturuna bağlı kalarak dili bağlayıp kaş, goz ve ellerle başkalarıyla diyalog kurnaya calışmak, "O gomlek kıyafetine uymamış, başortusu ne kadar hoşmuş" gibi duşuncelerle kimin ne kadar şık, kimin rukuş giyindiğine dikkat kesilmek, sohbet edenin anlattıklarından yola cıkarak "Ne kadar doğru soyluyor, o huy bende yok elhamdulillah, ama şunda var" gibi huy ve karakter tahlillerine girişmek, yanlışlardan kendimizi uzak gormek ve bunlara benzer tum haller, gorunurde adabı gozeterek şeytanla ve nefsimizle yaptığımız sohbetten başka bir mana taşımıyor. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde buyurur ki "Kim bir mecliste uyursa, muhakkak o Allah'ın rahmetinden ziyan etmiş ve şeytana da dost olmuştur." Bu ikazda gecen uyuma, zahiri olabileceği gibi gaflet hali de bir anlamda kalbin uyuması demektir. Oysa biz, o sohbet meclislerine ne bu hadisin ikazına muhatap olmak icin ne de iş olsun diye gideriz. Aksine Allah ile Rasulu ile ve Allah Teala'ya dost olan kullarla hemhal olmak, anlatılanları yaşantımıza gecirmek, muhabbet/ aşk almak icin gideriz, değil mi?



KALBİ DİRİ TUTMAK İCİN

Kıymet verdiklerimizin feyzini, muhabbetini celbedecek, kalbe sindirecek uzun soluklu bir tahsile kaydımızı yaptırmışsak eğer; niyetimiz, olculerimiz doğru oldukca ve gayretimiz bulundukca dermanımız da vardır.

Şu halde aklın ve kalbin o meclisin dışına cıkıp etrafı turlamasına mani olmak icin başka bir deyişle kalbimizi ayık tutabilmek icin kendinizce kucuk tedbirler almak mumkun. Her şeyden evvel kalbi dunyalıktan boşaltıp Allah Teala'nın rahmetine acmaya, tovbe ile yola girmeye ozen gostermeliyiz. Yine sozgelimi; gaflet basmasını onlemek icin sohbeti anlatanın her Allah lafzını dile getirişinde "celle celaluhu" diyerek tazimde bulunabiliriz. Rasulullah'ın ismi gectiğinde "salavat" getirilebilir, sahabenin ismi gectiğinde "radıyallahu anh", sadatın ismi gectiğinde "kuddise sırruh" diyebiliriz. Konuda gecen her ayeti, hadis-i şerifi şahsımıza "otelerden haber" veriliyormuş gibi sahiplenebiliriz. Boylece hem anlatılan konudan uzaklaşmayıp muhtemel kalp dağınıklığının onune geceriz hem de umulur ki o sohbet meclisine feyzin gelmesine vesile oluruz.



EDEBİNE UYAMIYORUZ DİYE SOHBETE GİTMEYELİM Mİ?

Şayet sohbet halkalarına Allah Teala'nın rızasının dışında; oylesine zaman gecirmek, eş-dost edinmek, kim kiminle nerede ne yapıyor turu havadisler edinmek icin gitmiyor isek yani niyetimiz halis ise, nefsimiz dik başlılık yaptı diye sohbetten ayak cekmek cozum değildir. Bunu cozum gormek manevi şifamızı geciktirdiği gibi hastalığımızı artırır. Başka bir olanağı olmadığından calıştığı işten az gelir sağlayan kişinin nasıl ki "Az kazanıyorum, calışmayayım daha iyi" demek gibi bir luksu yoksa yaptığı ibadet ve amellerde istediği halde niyetini, kalbini, eylemini dosdoğru kılamayanın da o amelleri yapmamak gibi bir luksu yoktur. Zira dunyaya meylimizi daha cok artıracak, gaflet yukumuzun ağırlığını pekiştirecek ortamlardan ziyade boyle ortamlarda bulunmak bile başlı başına manevi kazanc kapısıdır. Bu boş bir teselli de değildir. Allah Rasulu efendimizin buyurduğu gibi "Bir topluluk Allah'ı zikretmek uzere bir araya gelirse, melekler onların etrafını kuşatır. Allah'ın rahmeti onları kaplar, uzerlerine sekinet iner ve Allah Teala onları yanında bulunanlar arasında zikreder."

Sohbet meclislerinde diğer ortamlardan ve zamanlardan daha farklı olarak kalbi derli toplu tutmak kimimize guc gelebilir belki ama gucluğu nispetinde bir o kadar da karlıdır. Hic olmazsa halimizden yakınanlardan olup şairin de dediği gibi sectiğimiz yola nefsimizi suruklemenin gayretini gostermiş oluruz. Oyleyse bir iki saatliğine dışarının dağınıklığını dışarıda bırakalım ve toparlayıp kalplerimizi ve niyetlerimizi sohbete gidelim.
__________________