Ben Teizm ile Deizm’i, mustakil birer din olarak gormuyorum; ilahi dinlerden uzaklaşmanın aşamaları olarak değerlendiriyorum. Aslında Ateizm’i (Tanrı tanımazcılığı) de işin icine katarsak ilahi dinlerden uzaklaşmanın uc belirgin evreden oluştuğunu soyleyebiliriz.
Teistler, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi Allah’ı (c.c.) bir yaratıcı olarak kabul ederler. Ama tek bir ilahı yaşamlarına gerektiği zaman sokarlar. Dini ibadetler belirli değildir ve dini emir ve yasakların yaşamlarında onemli bir yeri ve yaptırım gucu de yoktur. Allah’a (c.c.) akıl ve sevgi yolu ile yaklaşmayı bir ideal olarak gorurler. Bu yolla Allah’ı (c.c.) ic dunyalarında bulacaklarını duşundukleri icin ilahi dinlere karşı bir tavır alırlar. İlahi dinlerin dini kurallarla, emir ve yasaklarla kişi ile Allah (c.c.) arasına mesafe koyduğunu duşunurler. Dinin bir vicdan işi olduğuna inanırlar. Dinin kişinin vicdanı dışında kalan diğer yonlerini reddetmeseler de pek de onemsemezler. Sokrat’ın, Platon’un Teist olduğunu iddia ederler.
Buyuk bir kısmı acıkca itiraf etmese de tarih boyunca pek cok filozofun Teist olduğu dikkati ceker.
Teistlerin Hıristiyan inancındaki teslis (ucleme:Tanrı, Hz. İsa ve Kutsal ruh) akidesine bir tepki olarak bu inancı savunduklarını duşundurecek pek cok kanıt vardır. Tanrı’ya ve bazı ibadetlere karşı olmamaları bunun en acık belirtisidir. Bu yonuyle Teizm, ilahi dinlerden uzaklaşmanın bir aşaması değil, hak dini arayışın bir cabasıdır.
Gunumuzde pek cok Musluman genc, dinini yeterince oğrenememesi nedeniyle ve yabancı din, felsefe ve kulturlerin etkisi ile farkında olmadan Teist bir inancı savunmakta ve bu tur inancla İslam dinini anlamlandırmaya, yorumlamaya, bağdaştırmaya calışmaktadır. Elbette bu yonuyle Teizm ilahi dinlerden uzaklaşmanın bir aşamasıdır.
Teizm, Batı’da insanların hak dinin arayışı icerisinde olduğunu gosterirken Musluman ulkelerde insanların hak dinden uzaklaşmanın bir basamağı olmaktadır.
Aslında Ortacağ’da Hıristiyanlık inancının kilise tarafından uygulanan baskıcı yonu o donemdeki aydınları ya dinsizliğe (Ateizm’e) ya Deizm’e ya da Teizm’e zorlamıştı. Bunun doğal sonucu olarak aydın sınıfta bu insan doğasına bir zorba gibi hukmeden Hıristiyanlık dinine karşı kendilerini savunma ve koruma duşunceleri gelişti. Boylece Avrupa ulkelerinde laisizm (laiklik) once bir duşunce olarak belirmiş, daha sonra da bir inanc ozgurluğu guvencesi olarak yasalara girmiştir. Fakat İslam dini uygulamada Hıristiyanlık gibi boyle bir yanlış yola tarih boyunca hic sapmamıştır. “Dinde zorlama yoktur (Bakara suresi, ayet 256).”, “Senin dinin sana, benim dinim bana (KÂfirûn suresi, ayet 6).” ayetleri, farklı din ve mezhepte olanlar icin inanc ozgurluğunun guvencesiydi. Osmanlı devleti orneğinde gorulduğu uzere farklı din ve mezhep mensuplarına verilen hak ve ozgurlukler, gosterilen hoşgoru onların din, mezhep ve kulturlerinin zamanımıza değin bir değişme ve bozulma gecirmeden ulaşmasını sağlamıştır. İslam dininin ozunde Hıristiyanlıkta olduğu gibi baskıcı bir yon mevcut değildir. Onun icin de bir Musluman’ın Teist olmasına hic gerek yoktur. Zaten İslam dini tek tanrı inancıyla, diğer dinlerin mensuplarına sağladığı hak ve ozgurlukler ve hoşgoru ile Teistlerin de aradığı butun dini ozellikleri bağrında fazlasıyla barındırmaktadır. Tabii bununla birlikte İslam dininde ibadetlere, emir ve yasaklara onem verilmediği, verilmeyeceği anlamı da cıkarılmamalıdır.
Teizm, Peygamber AleyhissalÂtu VesselÂm Efendimizin peygamberliğinden once Arabistan’da Hz. İbrahim AleyhisselÂmın dininin bir ceşit devamı niteliğinde olan Hanif dinini andırmaktadır. Bilindiği uzere Peygamber AleyhissalÂtu VesselÂm Efendimiz, peygamberliğinden once Mekkeli Muşrikler gibi Putperest değildi. Hicbir zaman da putlara tapmamıştı. O donemde Hz. İbrahim’den (a.s) gelen Hanif dini gereğince tek Allah’a (c.c.) iman ve kendince ibadet ediyordu. Hatta o sıralarda Ramazan aylarında bu ibadetleri icin Nur dağında Hira mağarasına cıkıp orada gunlerce yalnız kalıp ibadet ettiğini konuyla ilgili butun kaynaklar belirtmektedir. Kuran-ı Kerim’de peygamberimizin bu hakkı arayışı ve hidayete kavuşması şoyle belirtilmektedir: “Seni dalalette bulup hidayete erdirmedi mi? (Duh suresi, ayet 7).” Teizm de tıpkı Hanif dini gibi ilahi bir dinin golgesinde olma ozelliği ile dikkati cekmektedir. İlahi dinlerin değişmesinde, bozulmasında Teizm ilk aşama gibi gorunmektedir.
On yedinci yuzyılda Avrupa’nın değişik ulkelerinde kendisini gosteren Deizm ise, aslında Aristo’nun Tanrı anlayışından esinlenmiş bir inanc bicimidir. Deizm’e gore, Allah (c.c.) vardır, ama onun tek gorevi her şeyi yaratmaktır. Bunun dışında bizlerle hicbir ilişkisi kalmamıştır. Allah (c.c.) evreni, dunyayı ve icerisindekileri yarattıktan sonra bir kenara cekilmiştir. Artık insanlarla hicbir alışverişi olmamıştır. Allah’ın (c.c.) peygamberler gondermesi, ilahi kitaplar indirmesi duşunulemez. O, insanların dunyasını kendi haline bırakmıştır. İnsanlar akılları sayesinde nasıl yaşayacaklarını kendileri belirleyebilirler. Bu nedenle Allah’a (c.c.) dua etmek de yararsız bir şeydir. İbadetler de gereksiz ve anlamsız şeylerdir.
Deizm’in Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı sıfatıyla tanıması, Allah’ı (c.c.) inkar etmenin bir başka yoludur. Evreni, icerisindekileri, yeryuzunu, canlı, cansız varlıkları ve insanı yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) varlığını kabul edip de O’nun insanı bu dunyada başı boş bıraktığını duşunmek buyuk bir gaflettir, aldanıştır, iftiradır. İnsan bile bir aleti ve eşyayı bir amac icin yapar. Allah (c.c.) da insanları ve cinleri Kendi’sini tanıması, Kendi’sine ibadet etmesi icin yaratmıştır (bk. ZÂriyÂt suresi, ayet 56). Bizi yarattıktan sonra kendi halimize bırakmamış, gonderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla dinimizi (yaşam tarzımızı) tebliğ etmiştir: Peygamberler ve ilahi kitaplar aracılığı ile Allah (c.c.), bu dunyanın bir sınav yeri olduğunu, olumden sonraki yaşamda ebedi hayatımızın başlayacağını, ebedi yaşamda odul ve cezanın bulunduğunu, Kendi gosterdiği yola uygun yaşam surenlerin cennette ebedi mutluluğa ulaşacaklarını, O’nun dinine iltifat etmeyip karşı cıkanların da cehennemde ceza goreceklerini belirtmiştir.
Deizm’de Allah’ı (c.c.), sadece yaratıcı sıfatıyla kabul edip de, O’nun emir ve yasaklarla insanın yaşamına mudahale etmesini kabul etmeme kendi icerisinde bir celişki ve mantıksızlık da taşımaktadır. Şoyle ki: Yaratıcılık sadece yoktan var etmek, meydana getirmek değildir. Yaratıcılık cok daha geniş bir anlama sahiptir. İnsanın tum maddi ve manevi ihtiyaclarını da kapsar. Yaratıcının bunları da yaratması beklenir. Bu acıdan Allah’ın (c.c.) el-HÂlık guzel ismi pek cok guzel ismi de beraberinde taşır. Orneğin Allah (c.c.) insanı beslenmeye muhtac yarattığına gore er-RezzÂk olmalıdır. Caresiz bir yavru olarak şefkate muhtac olarak dunyaya getirdiğine gore er-Raûf olmalıdır. Yine insanın icerisinde ebedi yaşam iştiyakını yarattığına gore el-BÂ’is olmalıdır. Tum bunlardan ote nasıl bir anne-baba yavrusunu istediği gibi buyutme ve eğitme hakkına sahipse bunların da gercek yaratıcısı olan Allah (c.c.) tum insanların yaşam bicimlerini belirlemeye ve onları gonderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla terbiye etmeye, onlara yol gostermeye, doğru ile yanlışı acıklamaya er- Rabb, el- Hakem, el-HÂdî, er-Reşîd guzel isimleri ile hak sahibi olmalıdır.
Deizm’de Allah’ı (c.c.), sadece yaratıcı sıfatıyla kabul edip de, O’nun emir ve yasaklarla insanın yaşamına mudahale etmesini kabul etmemenin elbete psikolojik bir nedeni bulunmaktadır. Allah’ın (c.c.) dininde helal dairesi hayli geniş iken bazı insanlar icgudulerinin; basit, dunyevi ihtiraslarının esiri olarak yine de kotu yollara, gunahlara sapmaktan geri durmazlar. Boyle birisi yaptığı kotu şeylerden ve gunahlardan sonra Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmenin verdiği bir parca imanla kendisinin affedileceğini duşunmekte, diğer yandan Allah’ı (c.c.) yaşamından uzaklaştırdığı icin dinin yasakladığı kotulukleri ve gunahları nisbi bir vicdani rahatlık ile işleyebilmektedir. Yani Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmek bunların sucluluk duygularını yok etmede yardımcı olurken bunlar Allah’ın (c.c.) birey ve toplum yaşamına mudahale etme hakkı olmadığı iddiasıyla da nefislerinin esiri olarak rahat bir bicimde dinin yasakladığı kotulukleri ve gunahları işlemede bir duşunsel ve felsefi zemin bulabilmektedir.
Gercekten, ne yazık ki, cağımızda pek cok Musluman’ın Allah (c.c.) ile olan ilişkisi Deist bir karakter arz etmektedir.
Deistlerin Allah’ın (c.c.) sıfatlarını ve guzel isimlerini bilmedikleri, daha doğrusu bilmek istemedikleri duşunulebilir. Allah’ın (c.c.) guzel isimleri (esma-ul husna) arasında Deistlerin de inandığı yaratıcı (el-HÂlık) olma yanında O her şeye gucu yetendir (el-KÂdir, el-Muktedir). Ayrıca Deistler inanmasa da Allah (c.c.), peygamber gonderendir (el-BÂ’is). Ahirette butun oluleri diriltendir (el- Muhyi). Yine Allah (c.c.), Deistler inanmasa da gonderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla insanlara yol gosterendir (el-HÂdî

Evimize aldığımız basit bir teknolojik urunun, orneğin bir bulaşık makinesinin bile bir “Kullanma Kılavuzu” vardır. Onda ilgili urunun kullanımı sırasında nelere dikkat edilmesi gerektiği acıkca belirtilir, maddeler halinde sıralanır. İnsan da Allah’ın (c.c.) yoktan yarattığı bir urundur. Yuce Allah (c.c.) insanı belirli bir amac icin yaratmıştır. Dunyada rızası istikametinde yaşaması icin insanlara ilahi kitaplar indirmiş ve peygamberler gondermiştir. Bir firma cansız bir teknolojik urununu bilgilendirmelerle, teknik servislerle koruma ve gozetleme altına alırken yuce Allah’ın (c.c.) insan gibi dunyanın goz bebeği olan bir varlığı yarattıktan sonra yalnız ve caresiz bir bicimde bırakması, yaratılış amacı ve nasıl yaşayacağı konusunda bilgilendirmemesi olanaksızdır.
Deizm, Teizm’den daha ileri bir aşamada ilahi dinlerden uzaklaşma ozelliği gostermektedir. Artık Deizm’den sonraki aşamada Ateizm gundeme gelmektedir.
19. yuzyıl Avrupa’da bilimde onemli buluşların yapıldığı bir zaman dilimiydi. Bu buluşların verdiği coşkuyla bilimsel ilkeler, veriler, kuramlar, bilgi elde etme yontem ve teknikleri ile hayatın tum sorunlarının da ustesinden gelineceği sanılmış ve bunların dinin yerine ikame edilebileceği duşunulmuştur. Bu yuzden gerek Teizm, gerek Deizm, gerekse Ateizm 19. yuzyıldan itibaren yaygınlık kazanmış, insanların onemli bir kısmı ilahi dinlerden koparak bu inanclardan birisine yaklaşmaya başlamışlardır. Bunda en buyuk etken tabii ki pozitivizmdir. Pozitivist felsefe bilime mutlak bir değer verir. Bilimi adeta ilahlaştırır. Hayatı bilime, bilimsel duşunceye uygun olarak yaşamayı amaclar.
Teizm’de ilahi dinlerle pozitivizmin eşit oranda etkisi gorunurken Deizm’de bu denge pozitivizm lehine bozulmuş, Ateizmde ise ilahi dinlerin etkisi tamamen ortadan kalkarak pozitivist felsefenin hakimiyeti soz konusu olmuştur.
Kuşkusuz İslamiyet bilime, bilimsel sonuclara ve bilgi elde etme yontem ve tekniklerine buyuk değer verir. Cunku bunlarla celişen hicbir ilkeye, kurala sahip değildir. Bilakis bunlarla Allah’ın (c.c.) kitabındaki ve yeryuzundeki ayetlerinin daha iyi anlaşılacağını, sırlarla gizlenmiş gerceklerinin ve turlu hikmetlerinin ortaya cıkacağını savunur.
Pozitivist felsefe hicbir zaman imanın esaslarının yerine konulamaz. Cunku iman bu dunyayı aşan, maddenin uzerinde olan aşkın bir anlama sahiptir. Pozitivist felsefe ise bu dunyayı, maddeyi anlama, anlamlandırma cabasıdır. Tabii bu da beraberinde bu dunyaya ve maddeye saplanıp kalmayı getirmektedir.
İman sahibi bir insan kendisini yaratanın kim olduğunu duşunebilecek bir alana sahipken pozitivist birisi dunya ve madde alanının uzerine cıkamadığı icin boyle bir soruya ulaşamamaktadır. Hicbir pozitivist, felsefesine, daha doğrusu inancına bağlı kalarak “Beni kim yarattı?” sorusunu soramaz. Cunku ona gore bu sorunun mahiyeti bilimsel değildir, bu soru dunyanın ve maddenin uzerinde olan bir yaratıcı varlığa işaret etmektedir. Dunyanın ve maddenin uzerinde yaratıcı bir varlık olmadığına, daha doğrusu dunya ve maddeyi aşan konular bilimin dışında kabul edildiğine gore bu soru ancak şu şekilde sorulursa mantıklı ve acık bir onermeye donuşmuş olur: “Beni ne meydana getirdi?” Tabii bir pozitivist bu soruyu yanıtlamak icin tum dikkatini dunyaya ve icerisindekilere yoneltecektir. Kendisi gibi yaratılmış olan madde ve varlıklardan bilim adına medet umacaktır.
İman sahibi bir insan bu dunyadan ve yaratılanlardan hareketle yaratıcısını tanımaya calışır, pozitivist felsefe sahibi biri ise kutsadığı bilimsel bilgiler, veriler, kuramlar, yontem ve tekniklerle dunyanın ve maddenin ufkunun dışına cıkamaz. Pozitivist felsefenin tabii sonucu materyalizmdir. Materyalizm ise maddeyi kutsamak ve ona aşkın bir anlam vermektir. Butun canlı varlıkların hayat sırrını maddede aramaktır.
Ben Teistlerin, Deistlerin durumunun şu ayet-i kerimede en guzel şekilde betimlendiğini duşunmekteyim: “Bunların hali o kimsenin haline benzer ki, aydınlanmak icin bir ateş yakar. Ateş cevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların gozlerinin nurunu giderir. Onları karanlıklar icerisinde bırakır. Onlar da gormez olurlar (Bakara suresi, ayet 17).”
Avrupa’da Ortacağın karanlığında aydınlar gerceği bulmak istediler. Kilisenin halkı somurmek icin yutturduğu batıl din anlayışı yerine hak dinin arayışı icerisine girdiler. İyi bir niyet icerindeydiler. Cunku aydınlanmak istiyorlardı. Bu durum yukarıdaki ayette “Bunların hali o kimsenin haline benzer ki aydınlanmak icin ateş yakar.” ifadesine uygun duşmektedir. Yakılan ateş bilimdir. Gercekten 19. yuzyıl boyle gozleri alan bir bilim ateşine sahne olmuştur. İnsanlar bilimsel keşiflerle ve buluşlarla adeta buyulenmişler, bilimle her şeyin ustesinden geleceklerini sanmışlardır. Adeta bilime tapma diye sapkın bir din ortaya cıkmıştır. İlahi dinlerin sonlarının geldiğine inanmışlardır. Tabii bu duşunceler genellikle aydınlar arasında taraftar bulmuş ama bunların geniş akisleri de halka doğru yayılmaya başlamıştır. İşte tam bu noktada dalalete sapılmıştır. İnsanlar maddi ateşle (bilimle) aydınlanacaklarını sanırken manevi nurla (imanla) goren gonul gozleri kor olmuştur. İnsanlar imansızlığın karanlık cehennemine yuvarlanmışlardır. Bu durum da ayetin diğer kalan kısmında acık olarak şoyle ifade edilmektedir: “Ateş cevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların gozlerinin nurunu giderir. Onları karanlıklar icerisinde bırakır. Onlar da gormez olurlar”
Ateş (bilim) cevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah’ın onların gozlerindeki nuru (imanı) alması gercekten dikkat cekicidir. Halbuki biraz once onların iyi niyetlerini okumuştuk. Aydınlanmak icin ateş yakmışlardı. Kotu bir niyetle hareket etmemişlerdi. Ama mutlaka bir yanlışları vardı. Her ne kadar kotu niyetle hareket etmeseler de bir yerde buyuk bir yanlışlık yapmışlardı. Burada gercekleşen olayı biraz daha yakından incelediğimizde “aydınlatır aydınlatmaz” ifadesi ile adeta bir sihrin, irade dışı bir gucun etkisi altına girme olayının anlatıldığı anlaşılmış olur. Bununla bilimin insanların akıllarını başından alan, imanlarını yok eden gucu anlatılmak istenmiştir. Oyleyse bilimin aydınlatan ışığına gozlerini dikmeleri onların buyuk yanlışları olmuştur.
Bilimin ışığına goz dikme ile yapılan yanlışlığı biraz acmak gerekiyor. Yoksa bununla, bilimsel duşunceye sırt cevirmek gerekir, gibi karşıt bir tezi savunduğumuz sanılabilir. Goz dikmek bilindiği uzere bir şeye hırsla sarılmak, hicbir kural gozetmeksizin elde etmeye calışmak demektir. Orneğin boyle bir goz dikmek kavramıyla para insanın hayatında amac haline gelirse bir sapkınlık ortaya cıkar. İnsan para kazanmak, biriktirmek icin calışır durur. Para boyle birisi icin putlaştırılmış olur. Ama para hayatı daha guzel ve anlamlı yaşamaya, başkalarını mutlu etmeye arac olarak gorulurse farklı bir tanıma ulaşılır. Para burada amac değil guzel şeyleri gercekleştirmeye yarayan bir arac olur. Bunun gibi bilim de kendisine gozlerini dikip kendisini amac olarak goren insanların imanlarını bir cırpıda almakta, onları imansızlığın karanlığına sokmaktadır. Ama bilim Allah’ın (c.c.) kitabındaki ve yeryuzundeki ayetlerini anlamaya ve anlamlandırmaya hizmet ettiğinde imanın aydınlanmasına vesile olmaktadır.
Teistler ve Deistler her ne kadar yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) kabul etme gibi bir iyi niyet taşısalar da tıpkı yukarıdaki ayette gozlerini ateşe diken kişi gibi bilimin ışığından gelen kamaşmayla kalplerindeki imanı yitirmişlerdir. Tabii bu yitirme olgusu Teistlere gore Deistlerde daha ileri derecede gercekleşmiştir.
Bilim hicbir zaman peygamberlerin, ilahi kitapların yerini tutamaz. Gerci bilimin de bir aydınlatıcı ve yol gosterici ozelliği vardır. Bilimle evrenin, yeryuzunun, varlıkların, maddenin yasalarına ulaşılır. Bunların maddeye uygulanması sonucu teknolojik urun elde edilir. Bunlarla insanın hayatında pek cok sorun cozulur veya kolaylaşır. Ama asla bu dunyada bilimle insanın yaratılış amacına ulaşılamaz. “İnsan nicin yaratılmıştır?” sorusu bilimsel bir bakış acısıyla yanıtlanamaz. Cunku boyle bir soru hem yaratıcıyı hem de peygamberleri ve ilahi kitapları gundeme getirecektir. Bilimin yuzu yaratıcıya değil yaratılmış olan şeylere donuk olduğu icin bu soruyu sacma olarak değerlendirecektir. Buna bağlı olarak bilimsel bakış acısıyla bu dunyada nasıl yaşanacağı sorusu da nefsin sınırları, eğilimleri doğrultusunda yanıtlanır. İnsanlar yaratılış amacını ve bu dunyada nasıl yaşanacağını dosdoğru olarak ancak Allah’ın (c.c.) gonderdiği peygamberlerden ve indirdiği ilahi kitaplardan oğrenebilir.
Bugun Muslumanların da Teist ve Deist turu inanclara yonelmelerinde pozitivist felsefenin buyuk bir etkisi gorulmektedir.
Pozitivist felsefenin savunuculardan birisi olan A. Comte’un onu ilahi dinler karşısında yeni bir inanc sistemi olarak kabul etmesi, Rus carlığına ve Osmanlı imparatorluğuna bu yeni dine girmeleri icin mektupla teklifte bulunması tesadufi değildir.
Pozitivist felsefe adeta Muslumanlar arasında beklenen ve kıyamet alametlerinden birisi olan Deccal gibi bir guce ve etkiye sahip olmuştur. Bilindiği uzere Deccal taraftarlarıyla birlikte Muslumanların imanını ellerinden almak icin mucadele edecektir. Hadis-i şeriflerden anlaşılacağı uzere insanları yalancı cennetlerle kandıracaktır. Teknolojinin sunduğu urunler o kadar hayatımızı kolaylaştırmıştır ki bu sayede bundan mahrum olan onceki yuzyıllardaki insanlara gore gercekten bir ceşit cennet hayatı yaşamaktayız. Bu nimetlerle şımarmakta, hayatımızda Allah’a (c.c.) ve O’nun dinine gereken onemi vermemekteyiz.
Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul edip de O’nun hayatına mudahale etmesini istemeyen Teistlerin ve Deistlerin yaşamlarının amacı, bu teknolojik urunlerle yaratılan yalancı cennetten haram helal demeden en ust duzeyde yararlanmak ve nefislerinin arzu ettiği her şeyi yine aynı anlayışla ozgurce yaşamaktır.
Dindar insanlar nedense Teistleri kendilerine cok yakın bulurlar. Deistlere karşı da biraz soğuk davranırlar. Bazıları da Teistleri gafil Muslumanlarla Deistleri ise munafıklarla eşleştirir. Bazı kimseler ise her iki kesime de munafık gozuyle bakmaktadırlar.
Bir insana munafık demek doğru değildir. Peygamberimiz de munafıkları bildiği halde onlara karşı hoşgorulu olmuştur. Muamelede Muslumanlarla munafıklara eşit davranmıştır. Bu konudaki bilgisini de acığa vurmamıştır. Bizler de kendilerini Teist veya Deist kabul edenlere munafık damgasını vurmamalıyız, onlara karşı uyanık olmakla beraber peygamberimiz (s.a.s) gibi sabırlı ve anlayışlı olmalıyız. Medine donemindeki munafıklar iclerindeki kufru İslam devletinin gucunden cekindikleri icin gizlemekteydiler. Onlar genellikle kendilerinin de birer munafık olduklarını biliyorlardı. Ama gunumuzdeki Teistlerin ve Deistlerin peygamberimiz (s.a.s.) donemindeki munafıkların İslam devletinin gucunden oturu duydukları turunden oyle bir kaygıları, korkuları bulunmamaktadır. Demek ki Teistlerdeki ve Deistlerdeki İslam dinine karşı olan inkar hastalığı biraz farklı bir durum arz etmektedir. Onlar Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul ettikleri halde diğer sıfatlarına ve guzel isimlerine inanmadıkları icin kufre duşmektedirler, boylelikle farkına varmadan Allah’ı (c.c.) inkar etmektedirler.
Kuşkusuz nefis kafir ve munafıkların butun sıfatlarına ve ozelliklerine sahiptir. Musluman da olsa insan nefsine biraz uyduğunda Allah’ın (c.c.) pek cok sıfat ve guzel ismini inkar edebilir. Boylelikle insan farkında olmadan Teist veya Deist turu bir inanışı savunuyor olabilir. Her gunahta insanı kufre goturen bir yol vardır. Bu, nefsin o gunahı vicdan azabı duymaksızın işlemek icin Allah’ın (c.c.) bir sıfatını yada guzel ismini inkar etmesiyle gercekleşir.
__________________