Allah’ı duyu organları ile algılayamayınca ateistler ortalığı boş gorup ‘Allah yok’ dediler, teistler bazen ona işimiz duşebilir kaygısından ‘Allah var’ dediler. Deistlerin biraz daha burunları yukarıda olduğu icin onlar ‘Allah var ama benim pek işime yaramaz’ kabilinden konuştular. Agnostikler genc bir kızın saflığı ile ‘bilmem’ dediler. Muslumanlar ise kalp gozu ile varlığına tanıklık ettiler.
İnsan icin Allah’ı (c.c.) duyu organları ile algılamak daha yararlı olsaydı, Allah (c.c.) duyu organlarımız tarafından algılanırdı. O zaman Allah (c.c.) Kendi zatını gizlemek istemezdi. Gozler onunde olurdu. Ama Allah (c.c.) boyle bir yolu secmemiştir. Kendi zatını duyu organlarından saklamış, ama varlığının ve birliğinin kanıtlarını, ayrıca sıfat ve guzel isimlerini yaratmış olduğu varlıkların uzerinde gostermiştir. Allah’ın (c.c.) zatının duyu organlarından gizli olmasının elbette pek cok hikmeti vardır. Burada bunlardan sadece birkac tanesine değineceğiz:
1.İnsan bebekken anne ve babasına bağımlıdır. Anne-babası bebeğin her turlu bakımını ustlenir. Karnını doyurur, altını temizler. Duygusal ihtiyaclarını giderir. Bebeğin buyumesi ile anne-babasına bağımlığı yavaş yavaş azalmaya başlar. Cocukken bu bağımlılık bebekliğe gore hayli azalır. Yetişkinlikte ise artık bunun ortadan kalkması beklenir. Yine de bazı insanlar bu bağımlılığı yetişkinlikte de devam ettirirler. Oyleleri adeta buyuk birer bebektirler. Onların duşunsel yetileri zayıftır. Anne-babaları kendileri adına kararlar alırlar. Bu yuzden iradeleri de gelişmemiştir. İşte şayet Allah (c.c.) duyu organları yolu ile algılanacak olsaydı, her insan da boyle buyuk bir bebek gibi kalacaktı. Duşunsel yetileri gelişmeyecekti. İrade ile gelen ozgurluk, bağımsız karar alma gibi insani ozellikler dumura uğrayacaktı. Guduk kalacaktı. Oysa insan olmamızı sağlayan nedenler, gelişmiş duşunme yetimiz ile ozgur irademizdir.

2. Allah (c.c.), Kendi zatını gozlerden saklamak suretiyle insanların varlıklar uzerinde duşunerek marifete (bilgiye, irfana) ulaşmalarını amaclamıştır. Eğer Allah (c.c.) duyu organları tarafından algılanabilir ozellikte olsaydı hic kimse yaratılmış olan şeylere iltifat etmez, onlar uzerinde duşunmez, bilgi ve becerisini geliştirmezdi. Tıpkı ormanların bir anne-baba şefkatiyle ilkel kabileleri insanlık tarihi boyunca besleyip buyutmesi; barındırıp koruması gibi bir durum yaşanırdı. Bilindiği uzere Afrika ve Avustralya gibi kıtalarda ilkel kabilelerde medeniyetin ortaya cıkmaması, onların doğa tarafından fazla bir iş gucu gerektirmeden beslenilip korunması olgusuna dayanır. Oysa medeniyetin ortaya cıktığı Asya ve Avrupa gibi kıtalarda doğa insanı calışmadan besleyecek, barındıracak iklim ve bitki ortusune sahip değildir. İnsanın beslenebilmesi ve barınabilmesi icin doğa ile mucadele etmesi, toprağı ekip bicmesi ve kendisine bir barınak yapması gerekmektedir. İşte şayet Allah (c.c.) duyu organları tarafından algılanacak olsaydı, her bir insan da tıpkı bu ilkeller gibi her şeyi Allah’tan (c.c.) isteyecek, bekleyecek, bir iş icin kılını bile kıpırdatmayacaktı. Medeniyet diye bir kavram oluşmayacak, hatta bilgi, irfan icin bir neden bulunmayacaktı. Ama Allah (c.c.) Kendi zatını gizleyerek, sıfat ve guzel isimlerini varlık Âlemine yansıtarak insanın bir arayış icerisinde olmasını sağlamıştır. Bu sayede Allah’ı (c.c.) aramak, tanımak, anlamak konusunda bir alan meydana getirilmiştir. Bu alan da insana farkına varmadan marifet kazandırmaktadır.

Kuran-ı Kerim doğa olgu, olay ve yasalarından soz ederken bunları ayet diye isimlendirir. Cunku her bir doğa olay, olgu ve yasası Allah’ın (c.c.) sıfatlarına ve guzel isimlerine dayanır. Allah’ı (c.c.) bize tanıtır. Orneğin gokten yağmurun insanların temel ihtiyaclarını gidermesi icin yağması Allah’ın (c.c.) er-RahmÂn (acıyan, merhamet eden), er-RezzÂk (rızık veren) guzel isimlerini duşundurur. İnsanların yağmuru gorunce Allah’ı (c.c.) anması, O’na minnet duyması el-Hamîd (kendisine hamd edilip şukredilen), eş-Şekûr (kendisine teşekkur edilen) guzel isimlerini hatıra getirir. Yağmurun sel suyu gibi boşalmayıp da gokten tane tane yere duşmesi insanı el-Halık (yoktan var eden), el-BÂri’(var ettiğini bir ture sokan), el-Hakîm (hukmeden, hakim), el-Muhsî (her şeyin sayısını bilen) olan Allah’ın (c.c.) kudretine hayran bırakır. Yağmurun hayat kaynağı olması, olumunden sonra toprağı diriltmesi el-Hayy (diri), el-Muhyi (oluleri dirilten) olan Allah’ın (c.c.) guzel isimlerine ayna olur. İşte tum bunlar bir doğa olay, olgu ve yasası olan yağmurun altındaki hikmetleri teşkil eder. Bu sayede yağmur Allah’ı (c.c.) bize sıfatları ve guzel isimleri ile tanıtmada bir vesile olur.
3. Şayet Allah (c.c.) duyu organları yolu ile algılanacak olsaydı, her insan O’na karşı kustahlaşabilecekti. Şoyle ki: Başımıza gelen bela ve musibetler de aslında Allah’ın (c.c.) birer ayetleridir. Onlarda da Allah’ın (c.c.) guzel isimleri saklıdır. Orneğin gunahlarımızın bela ve musibet olarak başımıza donmesi Allah’ın (c.c.) el-Hakîm (hukmeden, hakim), el-Hasîb (her şeyi hesap eden), el-Adl (mutlak adalet sahibi) guzel isimlerini duşundurur. Yine hastalandığımızda O’nun eş-ŞÃ‚fi (hastalığa şifa veren) guzel ismine sığınırız. Boyle anlarda gostereceğimiz iyi hallerle Allah’ın (c.c.) er-Raûf (cok şefkatli), es-Sabûr (cok sabırlı) guzel isimlerini kavrayabiliriz. İşte oyle anlarda, insanlar pek geniş duşunemezler. Başlarına gelen bela ve musibetin hikmetini gereği gibi kavrayamazlar. Aceleci olurlar. Duşunmeden konuşurlar. Mantığa uymayan davranışlar gosterebilirler. Kızma, isyan etme gibi olumsuz tepkiler kendiliğinden ortaya cıkar. Şayet Allah (c.c.) duyu organları ile algılanabilseydi, oyle bir anda pek cok insan, O’na karşı buyuk bir saygısızlık yapabilirdi. Hatta bu yuzden dinden, imandan olabilirdi. Yuce Allah (c.c.) Kendi zatını duyu organlarından gizleyerek insanın bu zaafının onune gecmiştir. Hastalıkların iyileştirilmesine doktorları, ilacları perde yapmış; olume kaza, hastalık, ihtiyarlık gibi nedenler koymakla kalmamış, Azrail isimli meleği de bunun icin yaratmıştır. Cunku bir yakının kaybı sırasında insan her turlu terbiyesizliği yapabilecek, ağır sozu soyleyebilecek bir durumdadır. Oysa Allah’a (c.c.) karşı ufacık bir haddini bilmezlik insanın ayağını kaydırabilir, onu ebedi pişmanlığa surukleyebilir. Allah (c.c.) Kendi zatını duyu organlarından gizlemek yolu ile bize bu konuda merhamet etmiştir.

4. Mecazi aşklarda bir kanun vardır: Sevgililer birbirlerine kavuşmadıkları surece aşkları artar. Bu sayede birbirlerini gozlerinde buyuturler. Taraflar birbirlerini tanımak yolunda buyuk mesafeler alırlar. Cunku hep birbirlerini duşunurler. Gerci kusurlu yanlarını gormezler, ama hicbir olumlu taraf da gozden kacmaz. Onun icin aşkı “kavuşma coşkusu”, “ayrılıkta yaşanan duygu” diye tanımlayanlar da olmuştur. Ne zaman ki vuslat gercekleşir, o zaman da aşkta yavaş yavaş bir soğuma gozlenir. Birbirine Âşık olup da evlenen ciftlerin hemen ertesi gunu hayal kırıklığına uğrayıp da boşanmak istemelerinin altında da bu gercek yatar. Allah (c.c.) da Kendi zatını duyu organlarından gizlemek suretiyle bu tur bir aşkı veya sevgiyi surekli kılmıştır. Her ne kadar aynı nedenden oturu pek cok kişi Allah’ı (c.c.) inkar etse de bu sayede pek cok kişi de Allah’a (c.c.) olan aşkını ve sevgisini geliştirmektedir. Hak Âşıkı, Ârifi bu sayede yetişmektedir. Kuşkusuz her şeyin bir bedeli vardır. Allah (c.c.) aşkının ve sevgisinin de bedeli, cehennemi insan ve cinlerle doldurmak olsa da, buna değer. Cunku maden ocaklarında bir parca kıymetli taş elde etmek icin dağlar buyukluğunde toprak cıkarılır.
__________________