Bir Amerikalının Muslumanlık Hakkındaki 23 Sualine CEVAPLAR
Amerika'nın Utah eyaletinin Salt Lake City şehrinde avukat Rulon S. Howelles'in islam Dini ve Hıristiyanlığın esasını teşkil eden meseleler uzerinde Muslumanların diişuncelerini oğrenmek ve bir kitap hazırlamak maksadı ile islam memleketlerine tevcih ettiği suallere, Maarif Vekaletinin 22 Kasım 1955 gun ve 022/14536 sayılı yazısı uzerine Diyanet işleri Reisliği Muşavere ve Dini Eserler İnceleme Heyetince hazırlanan cevaplar.

1. ALLAH. (Ustun varlık. Mutevassıt bir musluman alimin bundan ne anladığını acıklayın. Aynı zamanda henuz genclik cağında bulunan bir kimsenin ne anladığını izah edin?)

CEVAP:1

Muslumanların alimi de, cahili de, genci de, ihtiyarı da Rabu'l-Ă‚lemîn olan Allahu Teala'ya şoyle inanır :

Allahu TeĂ‚lĂ‚ Var'dır;

Birdir;

Varlığının evveli yoktur;

Varlığmın ahiri yoktur;

Ne kendisi yaratılmışlardan birisine benzer, ne de yaratılmışlar kendisine benzer;

Varlığı, başka bir varlığa dayanmaz, kendi zatı ile vardır. Varlığı zĂ‚tının iktizĂ‚sıdır. Doğmaktan, doğurulmaktan, doğurmaktan baba veya oğul olmaktan, zaman ve mekanda bulunmaktan munezzeh ve muteĂ‚lî olarak mevcuttur.

Hic bir vĂ‚sıtaya muhtac olmaksızın, Her şeyi bilir;

Her şeyi işitir;

Her şeyi gorur.

Mutlak hayat sÂhibi'dir; mutlak kudret sahibidir; mutlak irade sÂhibidir.

Diler, dilediğim yapar.

Kelam sıfatı ile de muttasıfdır; sese ve harfe muhtac olmaksızın soyler; peygamberleri vasıtası ile insanlara kitaplar gonderir ve gondermiştir.

Bu sıfatların zıtları, AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚ hakkında duşunulmez ve duşunulemez.

Allahu TeĂ‚lĂ‚, kainatın şeriksiz ve nazirsiz yaratıcısıdır; yaratan, yarattıklarını yaşatan, olduren, sonra yeniden diriltecek olan, iyi kulları icin ni'metler, kotuler icin de azab hazırlayan O'dur.

Biz Cenab-ı Hakk'ın Ă‚sĂ‚rından kudret ve azametini, yuksek sıfatlarını duşunur, zat ve mahiyetinden bahsetmeyiz.

İşte, istisnĂ‚sız, her Musluman'ın Allahu TeĂ‚lĂ‚ hakkındaki inancı boyledir. Şu kadar ki, Musluman'ların ilim sahibi olanları, Allah'a îman mevzuunda kanaatlerini aklî ve naklî delillerle ispat edebilecek durumdadırlar.

* * *

2. EKÂNÎM-İ SELÂSE. (Buna Hıristiyanların umumiyetle inandığı şekilde inanıyor musunuz?)

C E VA P : 2

Hıristiyanlar, umumiyetle Teslis'e yani Allah'ın hem uc, hem bir olduguna inanırlar.

EkĂ‚nîm-i SelĂ‚se dedikleri bu ucuzlu ilah telakkîsinde ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı: Allah bir cevherdir ki, kendinin uc uknûmu (uc aslı) vardır. Biri Baba, biri Oğul, diğeri de Rûhû'l'Kudus'tur, derler.

Diğer kısmı ise; Uknûm'un biri Allah, biri Meryem, birisi de Îsa olduğunu soyleyip, Îsa aleyhisselĂ‚m'ın Allah'ın oğlu olduğunu kabul ettikten sonra kendisinde nĂ‚sûtî ve lĂ‚hûtî iki tabiat bulunduğunu ve bu iki tabiatın da bir'e inkılĂ‚b ederek, Hazret-i Îsa'nın, nĂ‚sûtiyyeti ile muhdes ve mahluk bir insan olduğuna, lĂ‚hûtiyyeti ile de HĂ‚lik ve gayr-ı mahlûk, ilah olduğuna inanırlar.

İşte Hıristiyanların EkĂ‚nîm-i SelĂ‚se dedikleri bunlardır.

Biz. Muslumanlar ise boyle bir akideyi asla kabul etmeyiz.

Bizim îman ve i'tikad ettiğimiz Allah, birinci suĂ‚lin cevabında da bildirildiği uzere asla teaddut, tecezzi ve inkısam kabul etmez.

Hıristiyanlıktaki EkĂ‚nîm-i SelĂ‚se akîdesini kabul etmeyişimizin sebebini kısaca izah edelim :

Bilinmelidir ki, Muslumanlık, akla buyuk bir mevki vermiştir. Bunun icin, Muslumanlığın butun îman esasları ma'kuldur, yani akla uygundur ve onlarda akıl ve mantığın kabul etmeyeceği hic bir esrarlı noktaya rastlanmaz.

EkĂ‚nîm-i SelĂ‚se akîdesindeki Allah'ın hem uc, hem bir olması ciheti ise aklen acık bir tenakuz teşkil eder.

Uc uknûmdan birisi sayılan Hazret-i Îsa'nın sonradan dunyaya geldiği kabul edildiğine gore, kendisi doğmazdan evvel, mevcut kainatın Allah'tan hĂ‚lî bulunması îcab eder. Cunku Hazret-i isa'nın, Allah'ı teşkil ettiği sanılan uc uknûmdan birisi olduğuna ve Hazret-i Îsa orada bulunmadıkca uluhiyyet cĂ‚miası da bulunmayacağına gore Hazret-i Îsa doğmadan Allah'ın da bulunmaması iktiza eder,

Uc uknumdan murekkep lûhiyyet cĂ‚miasınm vucûdu bundan cuz' olan Hazret-i Îsa'nın bulunmasına muhtac olması lazım geleceğine gore boyle bir ihtiyac aczi ve mustelzimdir. Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın ise Kaadir-i Mutlak olduğu musellem bulunduğundan boyle bir acz ve ihtiyac bilbedĂ‚he bĂ‚tıldır.

Bunun icindir ki, kilise mensublarından bazıları bu EkĂ‚nîm-i SelĂ‚se'yi bir Allah'da olan Vucud, Hayat ve ilim sıfatlannın remzi olmak gibi te'vil yolu na kacmış olmalarına rağmen bir cokları bunu da reddetmişlerdir.

* * *

3. HAZRET-İ ÎSÂ. (Ulûhiyyetini kabul ediyor musunuz? Dîninizdeki yeri nedir?)

C E V A P : 3

İkinci suĂ‚lin cevĂ‚bında da acıklandığı uzere Hıristiyanların i'tikadına gore: Hazret-i isa, (hĂ‚şĂ‚) Allah'ın oğludur ve uc uknûmdan biridir. Beşer cesedi giyinerek Hazret-i Meryem'den doğmuştur.

Kendisinin yeryuzunde cok ibadet ettiği, bilahare Yahudiler elinde asılarak oldurulduğu, oldurulmek istenildiği zaman kacıp gizlenecek bir yer aradığı, gizlendiği yerde tutularak asılırken şiddetli teessurler gosterdiği: «ilĂ‚hî, İlĂ‚hî, beni nicin terk ettin?» diye Cenab-ı Hakk'a halinden şikayet ettiği, olduruldukten sonra da cehenneme inip Hazret-i

Adem ile zurriyetinden olan butun peygamberleri oradan cıkardığı, uc gun sonra olulerin arasından kalkarak goklere cıktığı ve Kaadir-i Mutlak olan Baba'nın sağ tarafında oturduğu iddia edilmektedir.

Biz Muslumanlar bu iddiaların ve akîdelerin hic birisine inanmayız. Cunku Hazret-i Îsa, Hıristiyanların da i'tiraf ettikleri vechile, bir zaman yok iken, sonradan Hazret-i Meryem'den doğmuş, sut emmiş, yiyip icmiş, insanlar arasında cocukluk ve genclik cağını gecirmiş bir beşerdir. Demek ki hadistir, mumkundur, mutegayyir'dir.

O halde, hadis olan bir varlık icin Kadîmlik,

mumkun olan bir varlık icin VĂ‚ciblik, mutegayyir olan bir varlık icin de DĂ‚imlik tasavvur edilemez.

Eğer, iddia edildiği gibi, Hazret-i Îsa'da İlahlık olsa idi —Hıristiyanların dediklerine gore— kavimlerin en zaîfi ve Ă‚cizi olan Yahudilerin elinde aciz kalıp kurtulmak icin bir sığınacak yer aramak luzûmunu duyar mı idi?

Sonra, cok ibadet ettiği soylenilen Hazret-i ÎsĂ‚'nın, şayet kendisinde bir İlahlık vasfı bulunsaydı, bu, Tanrı'nın, kendi kendisine ibĂ‚det etmesi gibi abes bir hareketi, Tanrı'ya isnĂ‚da kalkışmak demek olmaz mı idi?

Hazret-i ÎsĂ‚'nın ulûhiyyeti iddia ve oldurulduğu de kabul edildiğine gore, o halde olumunden sonra kainatın devam ve bekaası Tanrısız nasıl mumkun olabilmiştir?

Hazret-i ÎsĂ‚'nın Allah'ın oğlu Sıfatı ile Baba'nın (Allah'ın) sağ tarafında oturduğu iddia olunduğuna gore, bu da kendisinin Allah'tan ayrı bir varlık olduğunu kabul ve aynı zamanda Allah'a da bir mekan ve cihet isnad etmek demek değil midir?...

Eğer Hazret-i İsa'ya Tanrı'lık atfı incil'lerde gorulen Peder ta'birinden ileri geliyorsa, bu ta'bir hakîkî ma'nada olmayıp, mĂ‚lik ve hĂ‚fız ma'nasındadır. Bunu hakîkî ma'naya almak yanlış yola sapmak demektir.

incil'lerde Cenab-ı Hakk'ın yalnız Hazret-i ÎsĂ‚'nın değil, insanların da pederi olduğu yazılmakta ve nitekim Matta İncili'nde şoyle denilmektedir : -

«Ne mubarektir sulh ediciler, zira onlara evladu'llah tesmiye olunacaktır.» (Beşinci Bab, 9 uncu fıkra

«TĂ‚ ki, semĂ‚vatta olan Pederinizin evlĂ‚dı olasınız. Zira kendi guneşini fenalar ile iyilerin uzerine doğdurur. Hem salih ve fasık kimselerin iizerine yağmur yağdırır.» (Beşinci Bab, 45 inci fıkra.)

Eğer pederlik, oğulluk, Hazret-i ÎsĂ‚ hakkında hakîkî ma'nada ise, insanlar hakkında da, hakîkî ma'nadadır. O halde, diğer insanlar dahi Allah'ın oğulları olmaları lazım gelir. Oğulluğun Hazret-i ÎsĂ‚'ya hasr olunmasında bir munĂ‚sebet gorulemez,

Eğer Pederlik, sĂ‚ir insanlar hakkında mecaz. ise, Hazret-i ÎsĂ‚ hakkında da. mecĂ‚z olmak icabeder.

Hazret-i ÎsĂ‚'nın kendisinden once gelen peygamberler gibi bir peygamberden başka bir insan olmadığı Matta İncil'indeki şu fıkralardan da acıkca anlaşılmaktadır :

«Ve Orşelim'e girdiğinde, bu kimdir? diyerek butun şehir tahrik olundu. Halk dahi; bu Celil'de vĂ‚ki' NĂ‚sıret'den olan ÎsĂ‚ peygamberdir, dediler.» (Matta 21 inci Bab, 10 ve 11 inci fıkralar).

«Ve onu Haca gerdikten sonra elbisesini kur'a atarak taksim ettiler. TĂ‚ ki. Peygamberin; elbisemi aralarında taksim edip kaftanım uzerine kur'a attılar, diye buyurduğu kelam itmam oluna.» (27 nci Bab, 35 inci fıkra).

«Ve vĂ‚ki' oldu ki. İsa bu temsilleri bitirdikten sonra oradan hareketle kendi vatanına geldikte, sinagoglannda onlara tĂ‚lim ederdi. Şoyle ki onlar hayran olup bu hikmet ve mu'cizeler Buna neredendir?»

«İmdi 0'na bunun cumlesi neredendir? diyerek O'nun hakkında surcerler idi. Fakat ÎsĂ‚ onlara;

'Bir peygamber kendi vatanından ve kendi hanesinden gayrı yerde i'tibarsız değildir, dedi. Ve orada onların îmansızlıkları sebebiyle cok mu'cizat icra etmedi.» (Matta 13 uncu Bab; 53, 54, 57 ve 58 inci fıkralar).

Biz Muslumanların Hazret-i ÎsĂ‚ hakkındaki i'tikadımıza gelince:

Hazret-i ÎsĂ‚, ancak peygamberlik mertebesine haiz mumtaz bir beşerdir. Anadan, babasız ve hĂ‚rikulĂ‚de olarak, Allah'ın «Kun!» emri ile doğmuş olması kendisinin ilĂ‚hlık vasfını haiz bulunmasını asla istilzam etmez. Bu belki Allahu Teala'nın butun tabiat ve hilkat uzerinde hakim bulunan kudret ve iradesinin azametine delalet eder. Nitekim Hıristiyanlarca da kabul olunduğu vechile, Hazret-i Adem, hem babasız, hem anasız yaratılmıştır.

Daha onceki peygamberler gibi, Hazret-i ÎsĂ‚' ya da Allah tarafından peygamberliğini te'yid icin, hastaları ilacsız iyi etmek ve hattĂ‚ Allah'ın izni ile, oluleri diriltmek gibi mû'cizeler verilmiş ve kendisine ilahî emir ve nehiyleri bildiren ve tebdil ve tahrife uğramıyan hakîkî İncil ayetleri dahi vahy edilmiştir.

Hazret-i ÎsĂ‚, kendisinden once gelen butun peygamberleri ve ezcumle Hazret-i MûsĂ‚'yı ve O'na verilmiş olan Tevrat'ı tasdik ettiği gibi, kendisinden sonra gelecek olan. Âhir Zaman Peygamberi, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'ı da tebşir ve tasdik etmiştir.

Hazret-i ÎsĂ‚, kavmine: «AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚ benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Yalnız O'na ibĂ‚det edin; en doğru yol budur» demiş ve, helal ve haram olan şeyleri bildirmiştir. Kendisinin ilĂ‚hlık ile ve ilĂ‚hi oğul'luk ile hic bir munĂ‚sebeti yoktur. Hazret-i ÎsĂ‚, kendisine ve validesine yapılan bu ceşit isnadlardan Ă‚hirette Cenab-ı Hakk'ın manevi huzûrunda şiddetle teberri edecek ve bunların ancak sonradan uydurulmuş kuru bir isnad ve iftirĂ‚dan ibĂ‚ret bulunduğunu soyleyecektir.

İşte biz Muslumanların Hazret-i ÎsĂ‚ hakkındaki nakle ve akle dayanan inancımız bundan ibarettir.

* * *

4. RÛHU'L-KUDUS. (EkĂ‚nîm-i SelĂ‚se'ye inananlar icin Rûhu'l-Kudus «Uc» ten biridir, Sizin dininizde buna benzer bir şey var mıdır?)

C E V A P : 4

Ucuncu suĂ‚lin cevabında da yazıldığı uzere Hı*ristiyanlar Rûhu'l-Kudus'un Allah ile zat bakımından bir olduğunu onun Allah'tan (Baba'dan) cıkıp ÎsĂ‚'nın cesedine hulûl ile birleşmiş bulunduğunu iddia edegelmişlerdir. Muslumanlık inancına gore ise, Allahu TeĂ‚lĂ‚ ne zĂ‚tında, ne de sıfatlarında asla şerik kabul etmeyen tek ve muteĂ‚l bir VĂ‚cibu'l-Vucud olduğundan, herhangi bir varlığı O'na eş ve ortak saymağa imkan yoktur.

Muslumanlık Allah'a ibadet ederken, ibĂ‚dete karışacak riyĂ‚yı bile Tevhîd'e aykırı gormuş ve bunu gizli şirklerden saymıştır. Binaenaleyh Muslumanlıkta, Hıristiyanların i'tikad ettikleri gibi, bir Rûhu'l-Kudus mevcut değildir.

Ancak, Allahu Teala'nın halk edip Hazret-i Âdem'den itibaren, peygamberler de dahil olmak uzere, butun insanlara nefh eylediği beşerî ruhlardan başka peygamberlere ilĂ‚hî vahyi tebliğ eden ve Rûhul' - Kudus denilen bir meleğin varlığına da inanırız.

Şu halde, ruhlar da ve Rûhul'-Kudus de mahlukdurlar. Hic bir şĂ‚ibe ile lekelenmek ihtimali olmayan, her emniyete şĂ‚yan, mukaddes, tertemiz ruh demek olan Rûhu'l-Kudus, Buyuk meleklerden biridir. Ona Er-Rûhu'1-Emîn de denilir. Nasıl ki, kuvvet ve kudreti bakımından kendisine, C e b r Ă‚ i l, gunahtan ve beşerî vasıflardan Ă‚ri bulunduğu icin de Rûhu'l-Kudus, denilmiştir.

Hazret-i ÎsĂ‚'nın rûhunu, Hazret-i Meryem'e nefha mc'mur olunan .Cebrail aleyhisselĂ‚m'dır.

Bu Rûhu'l-Kudus'le te'yid olunan yalnız Hazret-i îsĂ‚ değildir. Resûl'i Ekrem Muhammed Mustafa SallallĂ‚hu aleyhi ve sellem .Efendimi'e de Kur'Ă‚n-ı Kerîm'i Rabbu'l-Âlemîn'in emri ile bu Rûhu'l-Kudus indirmiştir.

BinĂ‚enaleyh şĂ‚ir mahlûklar gibi bir mahlûk olan R û h u ' l - K u d u s ' u Allah'ın zĂ‚tından bir parca saymayı, nasıl imkĂ‚n dĂ‚iresinden uzak gorursek onu bir beşer olan Haz r e t - i ÎsĂ‚'nın varlığına burunmuş saymayı da o derece yersiz ve mĂ‚nĂ‚sız buluruz.

İşte biz Muslumanların Rûhu'l-Kudus hakkındaki inancımız bundan ibarettir,

5. SUNÛHAT. (Tanrı veya semĂ‚vat ile dunyĂ‚daki insanlar arasında şimdi veya her hangi bir zamanda yapılan irtibat. Eski zamanlarda olduğu gibi bugun de doğrudan doğruya sunûhat vĂ‚ki oluyor mu?)

C E V A P : 5

Sunûhat ile zihne def'aten gelen ve Hads "intiııtion" denilen bir duygu kasd ediliyorsa bu, her

şahısta ve her zaman vĂ‚kidir. Bunda dînî bir mĂ‚hiyet duşunulemez.

Suhûnat ile, ilham kasd ediliyorsa bu, eski zamanlarda olduğu gibi, bugun de, yarın da vĂ‚ki olabilir.

Nitekim Peygamberimiz'den onceki peygamberler zamanında bĂ‚zı sĂ‚lih kulların kalblerine Allah tarafından, peygamberlerin tebliğ buyurduğu şeriat ve hukumlere muvafık olmak şartı ile bĂ‚zı ulvî mazmun ve ma'nalar vudur ettiği gibi Peygamberimizin ummetinden bĂ‚zılarına da aynı şartlar dĂ‚iresinde, gerek bundan evvel ve gerek şimdi boyle mazmun ve ma'nalar vurûd etmiştir ve edebilir.

Sunûhat ile, AllĂ‚h'dan gelen Vahiy murad ediliyorsa bu, CenĂ‚b-ı Hakk'ın dînî hukumlerini, insanlar arasından sectiği peygamberlerine Melek vĂ‚sıtası ile veya başka bir sûretle tebliğ ve telkin buyurması demektir ki, Vahy'in ilk Hazret-i Âdem'e sonuncusu da Âhir Zaman Peygamberi olan Hazret-i Muhammed aleyhisselĂ‚m'a vaki olmuş ve ilĂ‚hî Vahy kapısı Peygamberimiz ile ebediyen kapanmıştır. Peygamberimizden sonra artık herhangi bir kimseye Vahiy gelmesi mumkun olmadığından Peygamberlik mev'ud Mesihlik ve Vahiy yolu ile ilĂ‚hî ve SemĂ‚vi irtibat gibi iddialar da bĂ‚tıl ve mesnedsizdir; kuru bir da'vĂ‚dan ibarettir.

* * *

6. CENNET VE CEHENNEM. (Elle tutulur belirli yerler midir, yoksa bir duşunce hĂ‚li midir? Cennet ile cehennemin hakikaten mevcut yerler olduğuna mı yoksa ceza ve mukĂ‚fat «şartları olduğuna mı inanıyorsunuz? Bir kimse olumunden once kendisinin veya hayatta bulunan başka bir kimsenin her hangi bir hareketi ile gunahlarından kurtulabilir mi?)

C E V A P : 6

Biz Muslumanların inancına gore Cennet ve Cehennem elle tutulur, maddeten belirli yerlerdir. Nerede bulunduğu Allah tarafından bildirilmemiş olmakla beraber bunlar halen mevcuttur.

Cennet, AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚'ya şerik koşmaksızın îman ve ibĂ‚det eden ve Allah'ın butun emirlerini tutub, sakınınız dediği şeylerden sakınan ve her ne sebeple olursa olsun Allah'ın afvıne nail insanların iyiliklerinin mukĂ‚fatını gorecekleri ebedî saadet yurdudur.

Cehennem ise Allah'ı tanımayan veya Allah'a îman ve ibĂ‚dette şerik koşan, Allah'ın emirlerini yerine getirmeyen insanların kotuluklerinin cezasını cekecekleri azap yeridir.

Yoksa, Cennet ve Cehennem, yapılan herhangi bir iyilik ve kotulukten dolayı vicdanen huzur veya azap duymak demek olmadığı gibi mevhum bir mukĂ‚fat ve cezĂ‚ şartı da değildir.

KĂ‚inatın yaratıcısı olan Allah'ın, mutlak adalet sahibi olduğu muhakkaktır. Adalet ise, bir şeyin lĂ‚yık ve mustahik bulunduğu hĂ‚le konulması demektir. Bu da mukĂ‚fat ve mucĂ‚zĂ‚ta taalluk eder. BinĂ‚enaleyh cisim ile ruhtan murekkeb olan insanların şu rriadde Ă‚leminde işledikleri her iyiliğin veya ko

tuluğun karşılığını dunyĂ‚da gormedikleri, tecrube ve muşahede ile sabit olduğuna gore, bunun, her hak sahibine hakkının verileceği ve İlĂ‚hî adaletin tamamiyle tecellî edeceği bir Ă‚hiret Ă‚lemine, bir umûmî muhasebe ve ceza gunune bırakıldığı bedihî, binnetice Cennet ve Cehennem'in aklen de kabul ve teslimi zaruridir.

İslĂ‚m akidesine gore hic bir şahıs başkasının gunĂ‚hını yuklenemeyeceği gibi hic bir kimse de başkasının gunĂ‚hını bağışlama veya bağışlatma salĂ‚hiyeti mevcud değildir. Herkes ancak işlediğinden kendisi mes'uldur.

Şu var ki, gunahkĂ‚r bir insanın dunyĂ‚da iken gunĂ‚hının uhrevî cezasından kurtulması icin bir takım cĂ‚reler vardır.

Eğer işlenilen gunah CenĂ‚b-ı Hakk'a karşı işlenmişse o gunahtan dolayı şiddetli nedamet ve pişmanlık duymak ve bir daha işlememek azrni ile ona tevbe etmek ve afv icin de Allah'a yalvarmak lĂ‚zımdır.

Fakat işlediği bu gunah, Namaz, Oruc, ZekĂ‚t ve Hac gibi ibĂ‚detlerin terk edilmesi suretiyle vuku bulmuş ise, bunlara dĂ‚ir yapacağı tevbeler yukarıda zikredilen şartlar (nedamet, azim ve af dileme) ile beraber terk ettiği ibĂ‚detleri kaza etmek suretiyle yerine getirmekle de mukayyeddir.

Bununla beraber kopru ve ceşme yaptırma gibi umûmun menfaatlerine yarayan ve sadaka-i cariyeden sayılan işleri sağlığında işlerse, dinimizde, bunların, gunĂ‚ha keffĂ‚ret olacağı da bildirilmiştir.




Eğer işlenilmiş olan gunah, herhangi bir şahsın hakkında tecavuz ise, o gunĂ‚hın işlenmesinden tovbe etmekle beraber, uhrevî cezasından alĂ‚kalı şahıs ile veya olmuşse veresesiyle helĂ‚lleşmek suretiyle kur*tulmak mumkun olabilir.

BinĂ‚enaleyh Muslumanlıkta bir kimsenin her*hangi bir din adamı onunde gunĂ‚hını itiraf etmesi, kendisini gunĂ‚hından temizleyemeyeceği gibi, Allah nĂ‚mına gunah bağışlama salĂ‚hiyeti de hic bir kim*seye verilmemiştir.

Şu kadar ki, CenĂ‚b-ı Hak tarafından Âhirette Resul-i Ekrem Efendimize ve şĂ‚ir peygamberlere ve onlara ittibĂ‚ eden evliyĂ‚-yı kiram'a gunahkĂ‚rlar hakkında şefaat edebilmek musaadesi ihsan buyrulacağına inanırız.

Gunahlarından dolayı tevbe etmeden olen bir Musluman icin, hayatta bulunan akrabası veya her*hangi bir din kardeşi tarafından dua edilir, onun gunahına keffĂ‚ret olmak ve sevabı ona bağışlanmak uzere sadaka verilir, onun nĂ‚mına hayır ve hasenat yapılırsa, Allah'ın afvına mazhar olması umulabilir. Fakat CenĂ‚b-ı Hak o muslumanı dilerse afv eder, di*lerse gunahı nisbetinde ta'zîb ve te'dib eder.

* * *

7. BU DUNYAYA GELMEDEN EVVELKİ HAYAT. (Bir ferdin yer yuzundeki hayalından once her hangi bir şekil icindeki hayatı. Kim boyle bir ha*yata sahih olmuştur? Eğer olan varsa, kadere inanıyor musunuz? İnsan ruhu muayyen bir vucuda girmeden once her hangi bir varlığa mĂ‚lik midir? Bir insan ne yaparsa yapsın eceli gelmeden olmeyeceğine inanıyor musunuz?)




CEVAP:7

Biz Muslumanlar, ruh ile cisimden murekkep bulunun her ferdin madde Ă‚lemi olan dunyaya gelmeden onceki hayatı ruhi olup cismĂ‚ni olmadığına ve ruhla*rın da cisimlerden once yaratılmış bulunduğuna ina*nırız.

İnsan idrĂ‚ki, ruhun hakikat ve mĂ‚hiyetini kavrayabilecek bir kabiliyette olmadığı icin ruhanî hayatında ne şekilde ve nerede cereyan ettiği dinimizde acıklanmamıştır. Onun icin «Ruh» un mĂ‚hiyetini Allah'ın ilmine havale ederiz.

Bununla beraber yakıynen inanırız ki, AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚'nın emri ve takdiri vechile her insanın ruhu yalnız. kendi bedenine taallûk eder.

. Bedenî vazifesi sona erince o ruh Allah'ın ta’yin buyurduğu yere gider ve başka bir cisme hulul etmez.

Muslumanlık, Hindiler'de ve CĂ‚hiliyyet Devri Arapların'da gorulduğu uzere ruhların, doğup duran insan ve hayvanların bedenlerine dĂ‚imi surette ve lĂ‚alettĂ‚yin girip cık*makta bulunmaları gibi bir Tenasuh inancına asla yer vermediği gibi Hazret-i ÎsĂ‚'nın ruhu hakkında bir nevi tenĂ‚suha kayan Hıristiyan akide*sine de inanmayız.

Biz. Muslumanlar ruhların bedenden ayrıldıktan sonra tekrar hayatta bulunanların hissedemeyecekleri bir mĂ‚hiyette aynı bedene taallûk edip bir takım sorgulara maruz. kalacağına inandığımız gibi, dun*yĂ‚daki amellerine gore dunyĂ‚ ile Ă‚hiret arası olan bir Ă‚lemde kıyamete kadar kabir Ă‚lemine mahsus bir nevi ceza veya mukĂ‚fat goreceklerine de inanırız




Kader hakkındaki inancımıza gelince; AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚'nın butun olacak şeylerin olmadan once, ne zaman olacağını, nerede olacağını, nasıl olacağını, en ince taraflarına varıncaya kadar bilip, onları olacakları şekillere gore Ezel'de tĂ‚yin ve takdir bu*yurmasına «Kaza» ve bu olacak şeylerin AllĂ‚hu Te*Ă‚lĂ‚'nın, Ezel'de takdir ve tĂ‚yin ettiği zamanı gelince mukadder şekle uygun olarak halk ve îcad buyur*masına da «Kader» denir. Bunun aksine kail olan*lar da vardır. Nitekim :

Muslumanlık’da Kader ve KazĂ‚'nın her ikisinin bir manĂ‚ya alınarak yukarıda tafsil edilen hususların Ezel'de tĂ‚yin ve takdir buyrulması şeklinde tarif edildiği de vardır.

BinĂ‚enaleyh biz Muslumanlar kĂ‚inattaki her hĂ‚*disenin CenĂ‚b-ı hakk'ın ilim ve iradesiyle, Kaza ve Kaderiyle vucûda geldiğine inanırız.

Bununla beraber, insanların mukellef ve mesul oldukları bir takım işlerde, sa'y ve hareketin de bir hisse ve alĂ‚kası vardır.

CenĂ‚b-ı Hak insanlara bu hususta bir irĂ‚de ve kudret vermiş ve bu iki kudreti insanların işleyecekleri işlerini takdir ve yaratmada sebeb-i adî kıl*mıştır.

Muslumanlık'da insanların bir işi işlemeyi veya işlememeyi tercih edebilme meleke ve kabiliyetleri*ne «Kulli irĂ‚de» denir.

Kudret de, insanın yapacağı icin her cuz'u mey*dana gelirken insanda hĂ‚sıl olan kuvvet'dir.




İnsanın, kudret denilen kuvvetini istimal eder*ken işlemek veya işlememek .melekesi plan kulli iradesini iki şıktan birine sarf ve tercih etmesine de irĂ‚de-i cuz'iyye ve kesb, ve Allah tarafından o işin bilfiil meydana getirilmesine de halk ve îcad denir.

O halde bir iş kesb bakımından insana, îcad ve yaratmak bakımından da CenĂ‚b-ı Hakk'a rĂ‚cîdir.

İşte CenĂ‚b-ı Hakk insanları bu cuz'î irĂ‚delerinde serbest bırakmış olduğundan İlĂ‚hî kaza ve kaderini onların cuz’î irĂ‚de ve ihtiyarlarına raptetmiştir. Bu*nun icindir 'ki insanların işleri, biraz evvel de denil*diği gibi, takdir ve halk edilmiş olmak yonunden Allah'a, tercih ve kesb etme yonunden de insanlara rĂ‚cî bulunmuştur.

O halde insanlar yaptıkları işleri mecburî olarak yapmadıkları gibi yaptıklarının da yaratıcısı kendileri değildir.

Ecel: Olumun vakti, AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚ tarafından takdir ve tĂ‚yin buyurulan zaman, demektir.

Her hangi bir suretle olen veya oldurulen kim*senin kendi eceliyle olduğune inanırız.

Ecel gelmeden olunmeyeceği gibi, ecel geldik*ten sonra da kalınamaz.

Cunku CenĂ‚b-ı Hakk kullarının ecellerini daha onlar dunyĂ‚ya gelmeden once, Ezelde takdir ve tĂ‚*yin buyurmuştur.

Bununla beraber hayĂ‚tımızın ne zaman ve şekilde sona ereceğini bilmediğimiz icin her turlu tehlikelerden sakınmakla memur ve mukellef bulunduğumuz gibi bu hususta gerek şahsımıza ve gerek başkalarma karşı olan kotu irade ve hareket lerimizden dolayı da mes'uluz.

Binaenaleyh kendisini veya başkasmı olduren kimse emr-i ilahîye muhalefet ederek cuz*î iradesini kotuye kullanmış olduğundan dunya ve ahirette cezaya mustahik olur.

* * *

8. BU HAYATIN MAKSADI. (Bu dunyadaki hayatımız icin dîninizin gosterdiği gaye.)

CEVAP: 8

Gaye bir işi işlemeden evvel o işten ne gibi neticeler husule geleceğini duşunmek ve tasarlamaktır. Buna: Illet-i Gaaiyye ve Garaz da denir.

Bu duşunce evvelce zihinde bulunmayan bir işi ve akibetini zihinde tasarlamak demektir ki, insanlara has kılınan ve bilgisizlik ifade eden bu hal ve şan, alîm olan Allahu Teala hakkında asla tasavvur olunamaz.

Binaenaleyh insanlara izĂ‚fe edilen işde gaye, AIlah'a izafe edilen işde de hikmet aranır.

Dunyaya getirilişimizde de Allahu Teala'nın bir garaz ve gayesi değil, fakat hikmeti vardır.

Biz Muslumanlar kainatta hic bir şeyin boş yere yaratılmadığına, bilakis her şeyde Allah'ın bir hikmeti bulunduğuna ve butun kainatın insana musahhar ve insanın menfaatine elverişli bir durumda yaratıldığına inandığımız gibi bu kadar şerefli bir mevkie yukseltilen insanın da; Rabbu'l-Alemin olan bir

Allah'a her turlu eksiklik şaibelerinden Ă‚rî, hĂ‚lis bir îman ile ibadet etmek, a h î r z a m an peygamberi vasıtası ile tebliğ buyrulan emir ve nehiyler dĂ‚hiresinde hareket etmek ve hayatta meşru şekilde calışıp kazanmak ve sıhhat ve hayatını tehlikeden korumak ve herkes hakkında daima iyilik duşunmek gibi bir takım vazifelerle mukellef bulunduğuna ve namzet bulunduğu ahirct saadetine liyĂ‚katini de ancak bu vazifeleri yerine getirmek suretiyle isbat edebileceğine inanırız.

* * *

9. OLUMDEN SONRAKİ HAYAT, (insanlar bu dunyadaki şekillerini muhafaza edecekler mi? Oldukten sonra hayat nerede devam edecek? Dîninize gore, Mahşer gununde insanlar ne hal ve şekilde bulunacaklardır? Hususi bir vucuda mı sahip olacaklar, yoksa başka bir maddeye mi girecekler?)

C E V A P : ?

Muslumanlık'ta bir insan oldukten sonra ferdî

huviyetini ancak rûhî olarak taşıyacaktır. Ve fakat kabre konduğunda, ruhu cesedine taalluk ederek bir takım sorguya cekildikten sonra cesedi «ba's» e kadar toprak olarak kalacakdır. Ve ruhu da dunyadaki ameline gore bir nevi mukafat veya mucĂ‚zat gorecektir.

Muslumanlıkta îmanlı olanlar Mahşer'de insĂ‚nî huviyetleriylc butun guz.elliklerini muhafaza edeceklerdir. imansızlar ise başka bir maddeye girmeyip aynı insani huviyetleri ile Mahşer'de bulunacaklar ise de şekilleri korkunc ve cirkin hale girecektir. Bu suretle, Mahşeride gorecekleri muamelelerdcn sonra, imanlılar Cennet'de ve imansızlar Cehennemde ebedî yer alıp dunyadaki huviyetleri ile birbirlerini tanıyacaklardır.

*

10. doğru ŞEKİLDE İBADET EDEBİLMEK ÎCÎN HUSUSÎ BÎR TEŞEKKULE VEYA GRUBA DAHÎL OLMAK LAZIM MIDIR? (Bu hayatta kurtulmak «necat bulmak» icin ne yapmak lazımdır? Dininizin akidelerine gore yaşamayan bir insan ne olur? Bu dunyada mı ceza gorur? Eğer bu dunyada ceza gormezse oldukten sonra cezalandırılır mı?)

11. MUSLUMAN OLMAYANLARIN DURUMU. (Sizin inandıklarınıza inanmayanların durumu. Muslumanlığa inanmayanların bu dunyada veya ahirette kayıpları ve zararları, dîninize gore, nelerdir?)

C E V A P : 10 ve 11

Allah'a ibadet îmanla mukayyeddir.

Bir insan Cenab-ı Hakk'ın Varlığını, Birliğini, kudret ve azametini butun kemal sıfatlariyle beraber kendi kendine anlayıp icmĂ‚len îman edebileceğinin aklen imkĂ‚nı kabul olunabilirse de Allah'a ibadet bahis mevzuu olunca mutlaka ilahî ta'lîme ihtiyac vardır.

İşte bu ta'lîm Muslumanlık'da kemĂ‚lini bulmuş, İslamiyet gerek îman ve gerek ibadet usûlunu butun teferruatiyle tesbit ve takrir etmiştir.

A) Muslumanlığın îman esasları :

1 — Butun kemal sıfatları dairesinde Allah'a,

2 — Allah'ın Meleklerine,

3 — Allah'ın peygamberlenne vahiy ile kitaplar indirdiğine,

4 — Allah'ın insanlara gonderdiği peygamberlere,

5 — Ahiret gunune,

6 — Kader'e, hayır ve şer her şeyin yaratıcısı Allahu TeĂ‚lĂ‚ olduğuna, oldukten sonra dirilmeye şeksiz ve şubhesiz îman ve i'tikad etmek ve bunları dil ilc de soylemek.

B) Muslumanlığın ibadet esasları :

l — Allah'dan başka İlah olmadığına ve Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'ın Allah'ın Resulu olduğuna şehadet etmek,

2—Namaz kılmak,

3 — Zekat vermek,

4 — Hacc etmek,

5 — Ramazan orucunu tutmak,

Bunlar Bir Musluman'ın muslumanlığının alametleridir.

Farz olan beş vakit Namaz tek başına da, bir îmam'a uyularak da kılınabilir. Cemaat ile kılmakta buyuk sevab ve fazilet vardır. Cum'a ve Bayram namazları cĂ‚miden ve cĂ‚mi ittihaz olunan yerlerden başka yerde imamsız ve cemaatsiz kılınmaz.

Zekat ve Oruc şahsen îfĂ‚ edilen mĂ‚lî ve bedenî birer ibadettir.

Hac, hali vakti yerinde bulunan ve şartlarını cĂ‚m'i olan muslurnanların omurlerinde bir def'a, muayyen zamanda, Mekke'de muayyen mekanda, muayyen şartlar dĂ‚iresinde îfĂ‚ edecekleri bir ibĂ‚dettir.

Butun bu ibadetlerin kabulu icin her hangi bir teşekkule veya gruba dahil olmak îcĂ‚betmez ise de, bu ibadetleri dînimizin ta'rif ettiği şekilde yapabilmek icin onları Oğrenmek ve doğru bir şekilde îfĂ‚ etmek zarûreti vardır.

Bunun icindir ki, Muslumanlığın dînî ve dunyevî butun hukumlerini Kur'an-ı Kerîm ile Peygamberimiz'in Hadîslerinden istihrac ve tesbitte gosterdikleri şĂ‚yĂ‚n-ı hayret muvaffakiyet ve ihtisaslarından dolayı Musluman din alimleri arasında Mezhep İmamları olarak: Hanefî, Şafiî, Ma1ikî, Hanbelî diye anılan ve îman ve ibadet esaslarınıda aralannda herhangi bir ihtilaf bulunmayan dort buyuk zattan birisinin bu husustaki dînî anlayışına tĂ‚bi' olmakta ve dinde onun oğreticiliğini kabul etmekte kolaylık ve fayda mulĂ‚haza oluna gelmiştir.

Allah'ın Kitabını, ResulullĂ‚h'ın Hadîslerini bu Mezhep imamları kadar anlamak kudretinde bulunan bir Musluman icin, bu Mezheb îmamlarından birine tĂ‚bi' olmak ihtiyacı bahis mevzuu değil ise de, anlayışı ne kadar kuvvetli olursa olsun bu dort buyuk İmamın anlayışından daha anlayışlı ve butun ictihad şartlarına haiz bir şahsın ortaya cıktığı gorulmediğinden Muslumanlar bu dort buyuk Mezhebten her hangi birine bağlı kalmışlardır.

Bu hayatta necat bulmak icin ne yapmak lazım geleceği soruluyor.

Biz Muslumanlar dunya ve ahiret saadet ve selametini ancak Allah'ın ve ResulullĂ‚h'ın hayat verici emirlerine tĂ‚bi olmakta buluruz.

AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚ dunyevî ve uhrevî kurtuluş yollarını insanlara gonderdiği peygamberleri vasıtası ile gostermiştir.

Binaenaleyh Allah'a ve Allah'ın en son gonderdiği Ahir Zaman Peygamberi Muhammed Aleyhisselam'a inanan ve O'nun: Yapınız, dediği şeyleri yapan ve yapmayınız, dediği şeylerden sakınan ve insanlara muamelesinde doğru hareket eden bir kimse icin bu hayatta da, ahiret hayatında da felah ve necat muhakkaktır.

Dinimizin akîdelerine gore yaşamayan bir insanın ne olacağı meselesine gelince :

Eğer bir kimse yukarıda sıralanan îman esaslarına şuphesiz olarak inanır ve kabul eder, Namaz'ın, Zekat'ın, Hacc'ın ve Oruc'un Allahu Teala tarafından emir olunduğunu, Allah ve Peygamberimiz tarafından bildirilen her şeyin hak ve gercek olduğunu kabul ve tasdik eder de bunların îcabını yerine getirmekte ihmal gosterirse, dînimizde o kimse gunahkar bir mu'min ve musluman sayılır.

Allah'ın afvine nail olamazsa, ahiret'de bu ihmĂ‚linin cezasını cektikten sonra îmĂ‚nı sebebiyle Cennete girer; dunyada da maddî ve manevi bazı felĂ‚ketlere uğraması mumkundur.

Fakat Muslumanlığın yukarıdaki esaslarından velev bir tanesini veya herhangi bir farzı inkar veyahut Allah'ın haram kıldığını helal i'tikat eden kimsenin Muslumanlık dışında kaldığına da biz Muslumanlar kanaat ve hukmederiz.

İslam Dîninden bu şekilde cıkan veya dunyada islam cĂ‚miasına dĂ‚hil olmak istemeyen kimsenin ahiret'de sonu gelmeyen bir azaba uğrayacağına ve boylelerinin dunyada dahi maddî ve manevi ba'zı felaketlere uğramalarının mumkun bulunduğuna inanırız.

Binaenaleyh Hazret-i Adem'den itibaren butun peygamberlerin tebliğ buyurdukları dînin aslı Muslumanlık olduğuna ve Peygamberimiz vasıtası ile tebliğ buyrulan Muslumanlığın ise, kendisinden once insanlar tarafından yapılmış olan tahrifĂ‚tı izale ve dîni aslî şekline irca' eylediğine ve kıyamete kadar butun beşeriyetin dunyevî ve uhrevî saadetlerini sağlayan mutemmim ve mukemmil hukumleri de muhtevi bulunduğuna gore dunyada ve ahirette selamet manasına gelen Muslumanlığa inanmayanların dunya ve ahiretteki şahsî kayıplarının ve zararlarının neler olabileceğini de akl-ı selim sahiplerinin takdir ve tahminlerine bırakırız.

* * *

12. İNSANIN ALLAH İLE VE ULÛHİYETLE MUNASEBETİ. (Fi'lî veya nisbî bir yakınlık var mıdır? Her ferd bu dunyadaki hayatına başlarken yaratılıyor mu?)

CEVAP: 12

İnsan Allah'ın şerefli bir mahlûku ve kuludur. Allah'a karşı kulluk vazifesini yerine getiren her

insan Allah yanındaki şerefini yukseltmiş Allah'a

ma'nen yaklaşmış olur.

Ancak bu yaklaşmanın en ustun derecesi kendilerine tahsis buyrulan mertebeleri itibarı ile Allahu Zu'1-CelĂ‚l'in her şekle girebilecek kabiliyette yarattığı MelĂ‚ike-yi kiram ile, insanlara gonderdiği Peygamberlere ve Peygamberlerin ummetlerinden olan Velîlerine bahşolunmuştur.

Cenab-ı Hak maddîlikten munezzeh olduğundan bu yaklaşma ma'nevi olarak vahiy ve ilham suretleri ile kendilerine vukubulan tecelliyat-ı İlĂ‚hiyedir. CismĂ‚nî ve maddî değildir.

işte Muslumanlık Allah ile kul arasındaki ma'kul munasebetleri akla ve nakle dayanarak bu suretle en kafi şekilde tesbit ve tayin ettiğinden insan'ın Allah'a bu suretlerin dışında herhangi bir suret ve şekilde fi'lî ve nisbî bir yakınlığı kabul edilemez.

Her şeyin tek yaratıcısı olan Allah, insanı da maddî unsurlardan, evvelĂ‚ ana rahminde bir damla su, sonra o suyu bir kan pıhtısı haline getirmek, sonra onu bir et parcası yapmak ve et parcasını kemiklere kalb etmek ve kemiklerin uzerine et giydirmek ve en sonunda onu bir insan yavrusu olarak tasvir ve onceden yarattığı rûhunu onun mini mini bedenine nefheylemek ve muayyen zamanı gelince onu annesinden doğurtmak suretiyle dunyaya getirdi ğine gene akla ve nakle dayanarak inanır da bunun dışında akla ve nakle uymayan akîde ve nazariyeleri reddederiz.

*

13. BA'SU BA'DE'L-MEVT. (Bir insan Oldukten sonra ferd olarak ne oluyor? Aile bağlılıkları olacak mı? Ne şekil alacağımıza inanıyorsunuz? Her ferd gecmiş ameli hakkında kime hesap verecektir?)

C E V A P : 13

insanların olumlerinden tekrar dirilecekleri gune kadar, bulundukları aleme Muslumanlık'ta Kabir alemi denir, yani Berzah alemi.

Kıyametten i'tibaren devam edecek olan ebedî hayata da Ahiret hayatı denir.

Biz Muslumanların bu husustaki inancımız şoyledir :

Her insanın olumunu muteakip, ruhu cesedine taalluk edecek, Munker, Nekir adında iki Melek gelip, ona: Rabbin Peygamberin kim, dînin, kitabın nedir? diye soracak, muvafık cevab verenlerin yerleri manen ve ruhen birer cennet bahcesi olacaktır.

Cevap veremeyenler ise, tafsîli din kitaplarımızda beyan olunan şiddetli ve ahiret'e kadar devam edecek olan bir sıkıntı icinde kalacaklardır.

Ahiret'de ise herkes dunya'da işlediği amel ve hareketlerinden yalnız Cenabı Hakk'a hesap verecek, hic bir kimsenin en kucuk bir iyiliği ve kotuluğu karşılıksız kalmayacaktır.

Neticede insanlar amel ve îmanlarına gore Cennet veya Cehennem'de yer alıp. Cennet ehli birbirlerini tanıyacaklar ve ailevî nisbet ve irtibatlarını devam ettireceklerdir.

* * *

14. DÎNİNİZE GİREBİLMEK İCİN NE YAPMAK LÂZIMDIR? (Musluman olmayan bir kimse Musluman olmak icin ne yapmalıdır? Dîninizde kadın da erkekle aynı haklara sahip midir? Değilse kadının durumu nedir?)

C E V A P : 14

islam dîni insan fıtratına, akl-ı selîme uygun yegĂ‚ne ilahi din ve butun peygamberlerin tebliğ eyledikleri dînin mukemmel ve mutemmim bir şekli olduğundan her akl-ı selîm sahibi, bu mubarek dînin Kitabını ve onu butun beşeriyete tebliğ buyuran Ahir Zaman Peygamberinin Hadîslerini (Sozlerini, işleri ve hallerini) tetkik edip onuncu sualin cevabında sıralanan îman ve ibĂ‚det esaslarını kendisi bilfiil okuyup bilmekle veya bir ilim adamı tarafından kendisine bildirilmekle tasdik ve ikrar edecek olursa Musluman olur. Dunyada Musluman muamelesine tĂ‚bi' tutulur.

Muslumanlığa girebilmek icin başkaca dînî bir merĂ‚sime ihtiyac yoktur.

Muslumanlık kadını, cemiyetin yarısı sayar, onu fıtratının ve hayattaki vazîfelerinin gerektirdiği haller mustesna olmak uzere hemen her şeyde erkekle musĂ‚vî tutar.

Muslumanlık kadının erkekle olan munasebetlerini yardımlaşma Ve musĂ‚vĂ‚t esası uzere tanzim etmiştir.

Erkeklerin meşru sûrette kadınlar uzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler uzerinde hakları vardır. Şu kadar ki, erkekler aile reisi mevkiindedirler.

Muslumanlık kadına saadet ve itmi'nan sağlayan ve onun halkolunduğu vazifeyi hakkıyla eda edebilmesine yarayan bir takım hak ve vazifeleri erkeğe; aile nizamının ve ictimĂ‚î esasların yerleşmesi icin de erkekleri icin kadınlar uzerine bir takım hak ve

. vazifeler farz kılmıştır.

Muslumanlık dîni vazifelerin îfasında erkeği ve kadını bir tutmuş, dînî ve ictimaî hayatta kadınların haklarını tanımış, kendilerinin Ă‚hirette erkekler gibi mukafatlandırılacaklarını da va'd etmiştir.

Muslumanlık kadını; kız ana ve zevcelik hallerinde her birisinde beklediği takdîr, riĂ‚yet ve adĂ‚letin son derecesine kadar tatmin etmiştir.

Muslumanlık, uhrevî saadet yurdu olan Cennet'in, anaların ayağı altında bulunduğunu bildirmek suretiyle anneliğin kadrini ve şerefini en yuksek dereceye cıkarmıştır.

Kız cocuğunu hor ve hakir gormeyi veya onların helĂ‚kine sebep olmayı menetmiş ve bu gibi kotu hareketleri takbih etmiştir.

Muslumanlık kadına hayat hakkı, nafaka hakkı, kocasından veya ebeveyninden veya akrabasından mîras hakkı tanımıştır,

Muslumanlıktan evvel, istenildiği kadar kadın almak serbest iken, erkeklerin boyle sayısız kadınlara sahip olması gibi bir Ă‚deti ortadan kaldırmayı istihdaf eden İslam Dîni buyuk ve onune gecilmez zaruretler haline munhasır kalmak şartı ile bir erkeğin en cok dorde kadar evlenmesine cevaz vermiş ise de bunu gayet ağır ve adeta tahakkuku imkansız şartlara bağlayarak bir kadınla iktifa edilmesini aile saadeti icin esas tutmuştur.

Muslumanlık kadına îcĂ‚bında boşanmayı talep etme hakkını verdiği gibi nikah akd edilirken boşama hakkının erkeğin elinde değil de kadının elinde bulunmasını şart koşabilme hakkını da bahşetmiştir.

Muslumanlık kadını yemek pişirmek, camaşır yıkamak ve sair ev işlerini gormeye icbar etmediği gibi, kendi cocuğunu, sut anneyi emmemezlik etmedikce bizzat emzirmeye de mecbur tutmamıştır. Eğer kadın bunları yaparsa, muruvveten veya husn-i muaşereti te'mînen yapmış olur.

Muslumanlık kadına, Ă‚dĂ‚bına riayet etmek şartı ile, ticaret ve sanatla da meşgul olmaya îcĂ‚bında askerlikteki yardım hizmetlerini îfĂ‚ etmeye de musaade etmiştir.

* * *

15. HAYIR VE ŞER. (Menşei. Hakîkî tesirler midir, yoksa psikolojik bir zihin hali midir, Bu iki tabir uzerinde İslĂ‚m dîni ne der?)

CEVAP: 15

Biz Muslumanların akîdesine gore «Hayır», insanlar icin maddî ve manevî fĂ‚idesi olan, «Şer» de. zarĂ‚rı bulunan şeydir.

Bir şeyin Hayır veya Şer oluşu haddi zĂ‚tında ise de hassaten ilahî emrin veya nehyin taalluk edişi de onu te'yid etmiş ve mĂ‚hiyetlerini bize bildirmiştir. Yani o şeyin bu vasıfları alması fıtrî mahiyeti îcĂ‚bı olduğundan, o vasıflar (beşerin mukellefiyetinden kat-ı nazarla) yalnız aklen idrak edilebilecek durumda iseler de, ilahî emir veya nehyin taalluk edişi, yani. dînin o şey'in hayır veya şer olduğunu beyan ve hukmedişi, o şey'in mahiyetini bize bildirmiş oluyor da hayrın hasen ve şerrin kabih olduğunu aklımızla idrak etmiş ve dînin emir ve nehyetmesiyle de muktezalarını îfa ile mukellef olmuş bulunuyoruz.

Muslumanlık şunu da kaydeder ki, bazı şerlerin şer olma sı bize goredir.

MĂ‚hiyetleri bakımından hakîkî sayılan bazı şerlerin maddî veya ma'nevî birer muvĂ‚zene ve dolayısiyle hayır amili oldukları gorulduğu gibi, ferdler hakkında zararlı gibi gorunen bazı şeylerde de cok zaman umumu ilgilendiren bir menfaat bulunduğu gorulur.

Bu boyle olduğu gibi, bazan ferdin hayrına olan bir şeyin umumu zararlandırdığı da gorulur.

KezĂ‚ bazan kendimiz hakkında hayır sandığımız bir şeyin, şer ve şer sandığımız bir şeyin de, bazan hayır getirdiği vĂ‚kidir.

Binaenaleyh şerden kacınmakla beraber, bir felaket ve zarara uğranıldığında da ye'se ve futûra duşmemek îcĂ‚beder.

Biz Muslumanlar hayr'ın da şerr'in de yaratıcısı Allahu Teala olduğuna ve Allahu Teala'nın imkan dairesinde bulunan her şeyi yarattığına, fakat kendisinin hayra rızĂ‚sı olup, şerre rızĂ‚sı bulunmadığına, hayır ve şer, irade ve kesb bakımından insana; vucuda getirilmiş olması bakımından da Allahu Teala'ya rĂ‚ci' olduğuna inanırız.

Şuphe yok ki şerri işlemekle, şerri yaratmak bir değidir.

İnsanın irĂ‚desine taalluk eden bir şer yaratıcısı olan Allah icin abes teşkil etmez; musavvir-i hakîkî guzeli de cirkini de tasvir eder.

Cenab-ı Hakk, hayrı da şerri de; insanların kullanmakta serbest bulundukları cuz'î irade ve kesbleri ile mukayyed olarak yaratmış olduğu icindir ki, insanlar hayır işlerinden dolayı mukafata, şer işlerinden dolayı da mucĂ‚zĂ‚ta mustahik bulunmuşlardır.

Binaenaleyh Muslumanlık hayır ve şerri, sadece psikolojik zihnî bir hal olarak kabul etmez.

* * *

16. CAMİLER NASIL FİNANSE EDİLİR? (Teberrular, kısmen Devlet tarafından yapılan yardımlar v.s. İslĂ‚miyetin hakim bulunduğu veya muslumanların ekseriyette olduğu yerlerde, cĂ‚mi ve mescid inşĂ‚sı veya bakımı icin millî veya mahallî vergiler var mıdır?)

C EV A P : 16

Muslumanlıkta temiz olmak şartı ile butun yer yuzu Muslumanlar icin ibĂ‚det mahallidir.

Cami ve mescitler Muslumanların birbirleri ile tanışmak ve kaynaşmak, Allah'a topluca ibadet ve niyazda bulunmak gibi ulvî gayelerle te'sis edilmiş ve Cuma ve Bayram namazları ile beş vakit namazın cemaatle kılınması icin tahsis olunmuş mubĂ‚rek yerlerdir.

Nerde ve ne zaman olursa olsun, Muslumanlardan zengin olanlar, servetleri ile ve zengin olmayanlar da bedeni mesaîleri ile Cami, ve mescitlerin yapım ve bakımlarına katılmayı dînî bir vazîfe saydıkları gibi hali vakti yerinde olan zenginlerden ve devlet ricĂ‚linden ve hukumdarlardan mustakilen cĂ‚miler yaptınp, tahsis ettikleri vakıflarla da onların bakımlarını sağlayanlar pek coktur.

Bugun de cami inşĂ‚sını ve bakımını mustakilen deruhte etmek hamiyyetini gosteren Muslumanlara sık sık rastlanmaktadır.

Turkiye'deki cĂ‚mi ve mescidler durumları ve idĂ‚releri bakımından şu kısımlara ayrılırlar :

A) Bakımı Vakıflar Umum Mudurluğune ait olanlar,

B) Bakımı vakfın mutevellîsine ait olanlar,

C) Bakımı cĂ‚mi derneklerine ait olanlar, C) Bakımı mahalle halkına Ă‚it olanlar,

D) Bakımı koyluye Ă‚it olanlar.

A grubuna dĂ‚hil cĂ‚mi ve mecsidlerin mustahdemlerinin aylıkları Devlet teşkilĂ‚tına dĂ‚hil olan Diyanet işleri Reisliğince tavsiye edilir.

B grublarına tĂ‚bi' olanların masrafları Vakıflar Umum Mudurluğunun murĂ‚kabesine tabi' olarak mutevellisi tarafından, vakıfların gelirinden tevsiye edilir.

C grubuna dahil olanların masrafları, aylık aidatla, teberruler ve ceşitli gelirlerden tesviye edilir.

C ve D grublarına dahil olanların masrafları da mahalle ve koy halkı tarafından salma suretiyle karşılanır.

İnşĂ‚ ve ta'mîrine Vakıflar Umum Mudurluğunce az cok bir yardım yapılır.

* * *

17. MUKADDES YAZILAR. (Dîninizde. menşei mukaddes, ilĂ‚hî veya fevkalbeşer telakkî edilen yazı ve kitaplar.)

C E V A P : 17

Muslumanların mukaddes kitabı Kur'an-ı Kerîm'dir. Allah Kelamı olan Kur'an-ı Kerîm, Cebrail AleyhisselĂ‚m vasıtasiyle, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam'a Arapca olarak, vahy ve inzal buyurulmuş ve Resûlu Ekrem'e hic unutulmamak, hafızasından silinmemek uzere okutulmuş, lafzı da ma'nası da ilahî olan i'cazkar bir kitaptır.

Kur'an-ı Kerîm'in lafzı da ma'nası da doğrudan doğruya Allahu Teala'nın vahyidir.

AllĂ‚hu TeĂ‚lĂ‚ onun eşsizliğini ve mu'cizeliğini bizzat beyan ve ilan buyurduğu gibi hic bir tağyir, tahrif ve tebdil edilemiyeceğini ve yine bizzat hıfz-ı emanetine aldığım da tekefful etmiştir.

Bu keyfiyet vĂ‚kıalarla da tahakkuk etmiş bulunmaktadır.

Dînimizde ikinci derecede mukaddes kitabımız olan Peygamberimiz'in sozlerini, işlerini tasviblerini bildiren hadis kitabları'dır.

Peygamberimiz'i her hususta ornek tuttuğumuz ve muktedĂ‚-bih tanıdığımız icin onun

Hadisleri, Sunneti de biz Muslumanlar icin buyuk bir kudsiyet taşımaktadır.

* * *

18. İLÂHÎ OTORİTE. (Dînî ayinler icrası icin ilahî bîr otoriteye ihtiyac var mıdır?)

C E V A P : 18

Her Musluman, beş vakit Namazla, Oruc, Hac, Zekat gibi ibabetleri ilahî bir otoritenin ve dînî selĂ‚hiyete haiz herhangi bir şahsın delĂ‚letine luzum olmadan kendi başına îfĂ‚ eder.

Ancak cemaatla kılınması îcĂ‚beden Cuma ve Bayram namazları ile beş vakit namaz cĂ‚mide cemaatla kılındığı takdirde bu namazları vazîfelendirilmiş olanlar kıldırırlar.

Beş vakit namazın topluca kılınması icin, farzlar edĂ‚ edilirken, varsa vazifeli imamlar, yoksa imamlık yapabilecek bir Muslumana uyulur. Fakat bunların ilim ve faziletten gayrı bir imtiyazları yoktur.

* * *

19. DÎNİNİZDE BUGUNKU LİDERLİK. (Boyle bir liderlik kabul ediliyor mu? Kimler tarafından kabul ediliyor? Liderinize verilen unvan nedir?)

C E V A P : 19

Butun Muslumanlar dînî rehber olarak en başta, islam Dînini beşeriyete tebliğ buyuran Âhir Zaman Peygamberi Hazreti Muhammed AleyhisselĂ‚m'ı tanırlar.

O'nun tebligatını ve ta'lim ve neşr vazifesini ifĂ‚ etmiş bulunan Ashabına ve buyuk islam alimlerine saygı gosterirler.

Binaenaleyh Muslumanlık'ta Papalık gibi bir dînî liderlik tanınmamıştır.

Devletce tayin edilip oteden beri dînî vazifelerde istihdam olunan me'murlar şunlardır :

A) imam ve Hatibler : Cami ve mescitlerde Cuma ve Bayram namazları ile vakit namazlarının kıldırırlar.

B) VÂizler : Cami ve mescitlerde Muslumanlara ibÂdet ve akÂide Âid va'z u nasihatte bulunurlar.

C) Muftuler : Her vilayet ve kazada dînî teşkilĂ‚tı idare ederler ve şahıslar veya dĂ‚ireler tarafından sorulacak din meseleleri cevablandırırlar.

D) Diyanet işleri Reisi : Turkiye'deki butun İslĂ‚mî teşkilatın umumî muduru ve mercii olmak uzere Başvekil tarafından intihab ve Reisicumhur tarafından tayin olunur.

* * *

20. MU'CİZELER. (İnsanlar ve milletler arasında fevkalbeşer olaylar. Eski zamanlarda olan mu'cizelerle mukayesesi.)

CEVAP: 20

Mu'cize peygamberlerin, peygamberliklerini te'yid icin Allah'ın izniyle gosterdikleri hĂ‚rikulĂ‚de hĂ‚diselerdir.

Mu'cize, Allahu Teala'nın kendi eseri olan kainatta ve kainatta cĂ‚rî bulunan kanun ve nizamlar uzerinde istediği gibi tasarrufa kaadir bulunduğunu ve ilĂ‚hî kudret ve irade karşısında herkesin ve herşeyin aciz olduğunu ifade eder.

Muslumanlık, zĂ‚hirî sebepleri, Ă‚lemin nizĂ‚mını ve Ă‚dî illet ve maslahatlarını kabul etmekle beraber, bu sebep ve illetlerin fevkinde onların hepsine hĂ‚kim bulunan ilahî kudret ve iradeye inanmayı da emreder. Ve ilĂ‚hî irade bu kĂ‚inatı ve nizamlarını idare eder.

İşte mu'cize de bu ilĂ‚hi irĂ‚denin başka bir sunnet ve Âdet-i İlĂ‚hiyyesi olarak eseridir.

Cunku, ilĂ‚hî irĂ‚denin cĂ‚rî Ă‚detler ve zĂ‚hir sebeb ve illetler dĂ‚iresinde gorulmekte olan tecelliyĂ‚tı, bu ilĂ‚hî irĂ‚denin tam vaktinde zuhur eden tecelliyĂ‚tı demektir.

Fakat ilĂ‚hî irĂ‚de bazan da vĂ‚sıtasız ve maddî sebepsiz olarak olulerin dirilmesi, kamerin bolunmesi ve parmaklardan ve kuru taşlardan suların fışkırması ve cansız eşyĂ‚dan seslerin gelmesi gibi tecellî eder de bu hĂ‚diselerin gorduğumuz ve bildiğimiz cĂ‚rî kanunlarla ve zĂ‚hirî sebeplerle îzĂ‚h edilmesi guc olur.

ZĂ‚ten mu'cizeliği de bu gucluğunden ileri gelmektedir.

Mu'cize haddi zĂ‚tında aklen mumkun bir nizĂ‚mın ve Ă‚detin kezĂ‚ mumkun olan diğer bir nizam ve Ă‚detle li-hikmetin ve maslahatın tebdilinden ibaret bir harikuladedir.

Tabiî kanunların ittıradına ve bilinen ve tecrube edilen hadiselerin ma'lum olan seyir ve cereyanların da halen bir ihtilĂ‚fa rastlanmamasına bakılarak bunların asla değişmez ve değiştirilemez olduklarına hukmetmek kudret-i İlĂ‚hiyenin şumûlunu ve mĂ‚hiyyetini anlamamak demektir.

Tabiat kanunları icin vĂ‚ciblik ve zarûrîlik olmadığını anlamayan akl-ı selîm sĂ‚hibi kalmamıştır. Belki bunlarda imkĂ‚nlık vardır; îcĂ‚bında değişebilir. Bu değişme ise mucerred tesĂ‚duf veya galat-ı tabiat demekle izah edilemez. Onun icin peygamberlik ancak bu mucize ile sĂ‚bit olmuş ve peygambersiz din olmadığı gibi, mucizesiz de peygamber bulunmamıştır.

Mûcizeler, Allah'ın izni ve irĂ‚desi ile sĂ‚ir peygamberler gibi Peygamberimiz tarafından da gosterilmiş ve O'ndan sonra bu kapı kapanmıştır.

Şu kadar ki, Peygamberimiz'in ummetinden olup ibadet ve istikametleri ile Allah'a manen yaklaşan evliyadan da peygamberimize izĂ‚feten ba'zı harikulĂ‚deliklerin zuhuru mumkun bulunmuştur.

Fakat buna kerĂ‚met denir ve kerĂ‚metle mu'cize arasında buyuk farklar vardır.

insanların ilim ve fenle yahud herhangi bir maddî vĂ‚sıta ile gosterdikleri fevkaladelikler, maddî sebeplere dayandığından mu'cize ve keramet değildir.

Bunların mûcize ve kerametle mukayese edilerneyecegine ve aralarında bir munasebet bulunmadığına inanırız.

* * *

21. bir MEZHEB İCİN ORGANİZASYON ZARÛRÎ MİDİR? (Dîninize gore, bir mezhebin tanınabilmesi icin organize bir grubun mevcûdiyeti zarûri midir?)

C E V A P : 21

On ve onbirinci suallerin cevĂ‚bından da anlaşılacağı vechile, Muslumanlıkta halen mevcut olan dort mu'teber Mezheb herhangi siyasî veya idarî bir maksad ve tertibe dayanan teşekkul değildir.

Bu mezhebler dînî anlayışın amelî sahĂ‚daki tatbikatını ifĂ‚de ederler.

EsĂ‚sen Muslumanlık mezheb teşkilini dînî zarûretlerden saymamıştır Belki İslamdaki dort mezheb mahza dînî ve ilmî hayatta ferdlerin aciz ve ihtiyacın

dan doğmuş bulunmaktadır.

Mezheb imamları olmak uzere kabul ve ta'zim edilen buyuk din alimleri, dînin esas kaynaklarından cıkardıkları hukumleri ortaya koymuşlar, daha sonrakiler de kendilerinin bu husustaki ihtisas ve isĂ‚betlerini takdir ederek onlara uymuşlar ve diğer Muslumanlar dahi kutleler hĂ‚linde onlardan her birine tĂ‚bi' olmuşlardır.

İşte Muslumanlıktaki bu dort şekil dînî anlayış ve tatbikatın her birine. «Mezheb» ve kail ve Ă‚miline de: «imam» denilmiş ve Muslumanlardan amellerini bu imamlardan birine uyduranlar da o imam ve mezhebe nisbet edilmiştir.

Muslumanlıkta bu keyfiyetten başka organize bir grup mevcud değildir.

* * *

22. İNSANIN MENŞEİ, (insan nereden gelmiştir? 2Bir evrim(evolution) ile mi bugunku halini almıştır, yoksa başlangıcta bugunku şekli ile fevkalbeşer bir varlık mıydı?)

Biz Muslumanlara gore Cenab-ı Hakk, yeryuzunde ilk once insan olarak, Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva'nın cesedlerini yaratmış, onlara ruh vermiştir. istisnĂ‚sız olarak da butun insanlar ve milletler bu tek baba ile anadan turemişlerdir.

insanın maddî varlığını teşkil eden unsurlar, ne gibi safhalar gecirirse gecirsin, insan yapısındaki insan unsurundan başka bir mahiyet taşımaz.

Bu husus insanda boyle olduğu gibi sair canlılarda da boyledir.

Hic bir nevi, diğerinin mahiyet ve hususiyetini taşımamaktadır. Goklerde ucan kuşlar bile nevileri icinde ayrı bir cemaat ve hususiyet arzederler. Bu sûretle her nevi, ancak kendi nevi hususiyeti icinde tekĂ‚mul ve inkişaf eder.

BinĂ‚enaleyh Muslumanlık bir canlının zamanla veya tekĂ‚mul yolu ile bambaşka bir şekil