Allah’ın (c.c.) Varlığının ve Birliğinin Delilleri
Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusu, tarihin başlangıcından beri insanları duşundurmuştur. Bu konuda pek cok filozof, bilgin kuram uretmiştir. Bunları derleme, sınıflandırma apayrı bir calışmayı gerektirmektedir.
İslam bilimleri arasında yer alan kelÂm, Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusu uzerinde de durmuş ve bu konuda aşağıdaki kuramları ortaya koymuştur:
1. Kanıt İlkesi Delili :
Bediuzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) gore var olan şeylerin kanıtlanılabilirliği bunların yokluğunu kanıtlamaktan her zaman kolaydır. Bir incir familyasının var olduğunu, bir tek inciri gostermekle kanıtlayabiliriz. Halbuki bu ornekteki varlığın (incir familyasının) yokluğunu iddia eden kimsenin butun yeryuzunu, hatta evreni araştırması gerekir. Bu ise olanaksızdır. Oyleyse şunu diyebiliriz: Yok olan şey, hicbir zaman kanıtlanamaz. Bu acıdan Allah’ın (c.c.) varlığına ve birliğine inanan bir insan icin Allah’ın (c.c.) evren kitabındaki veya Kuran-ı Kerim’deki bir ayeti yeterli bir kanıtken, O’nun varlığını ve birliğini inkar eden insanın iddiası icin atomdan yıldıza, mikroptan insana kadar evren kitabındaki butun canlı ve cansız varlıklar, olgular, olaylar ve Kuran-ı Kerim’in ayetleri engel olmakta ve onune dikilmektedir. İnanan bir insana her şey Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği uzerine mesaj ve ders vermektedir. Bu mesaj ve dersleri gormezden gelmek, yok varsaymak, curutmek, anlaşılmaz kılmak bir insanın değil tum insanlığın bile ustesinden kalkamayacağı guc bir iştir. Bu nedenle Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği icin bir ayeti yeterli bir kanıt oluştururken O’nun yokluğunu kanıtlamak tum insanlığın ortak cabası ile olsa bile yine olanaksızdır.
Kanıt ilkesi bilindiği uzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar kanıtla, kanıtlarla kazanılmaktadır. Oyle ise bir kanıt bile Allah’ın (c.c.) varlığı icin yeterlidir.
2. Tanık İlkesi Delili :
Bediuzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) gore iki kişi aynı doğruda birleşmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden, kişisel kanılarıyla onu inkar etmeleri hicbir değer ifade etmez. Bir sarayın kapılarından onlarcası acık, birisi kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte Allah’ı (c.c.) inkar eden kimse devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıya yonelerek oradan saraya girmek ister. Aslında o kapı, onun ve onun gibi olanların gozlerine cekilmiş bir perdedir; onların ruh dunyalarına kapalıdır. İnanclı insan icin kapalı bir kapı yoktur. Yeter ki bu konuda gozlerini gerceklere yummasın. Bulutlu bir hilal gecesinde gokyuzunde ayı gorduğunu soyleyen bir insanın bu iddiası, bu gozlemi yapamayan insanların ileri surebileceği “Hilal yoktur.” iddiaları karşısında doğru, tutarlı, gerceğe uygun bir onerme olarak kendisini gosterir. Cunku ayı goremeyenlerin ceşitli mazeretleri olabilir: Gozlemcilerin gozleri bozuktur, ay bulutların arkasında gizlenmiştir, gozlemciler gozlemlerini tum gece boyu surdurememişlerdir… gibi. Ama ayı gorduğunu iddia eden kimse, bu olumsuzlukları aşıp bir gercekliğe bir an da olsa ulaştığını doğru ve tutarlı bir iddia ile ortaya atıyorsa bizim ona inanmamamız icin ortada bir neden kalmamıştır. Kaldı ki bu insan omrunde bir kere bile yalan soylememişse ve cevresindekiler onu guvenilir bir kişi diye adlandırıp ona değer vermişse bizim o kişiye inanmamamız buyuk bir saflık, aldanış ve ahmaklık olacaktır. Bu acıdan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusunda insanların ahlak bakımından en ustunleri olan peygamberlerin, evliyaların, muminlerin ve Muslumanların Allah (c.c.) vardır ve birdir bicimindeki iddialarını bir kısım insanların hem de ahlak acısından pek cok kusuru bulunan kimselerin inkÂr etmeleri bir değer ifade etmez.
Tanık ilkesi bilindiği uzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar tanıkla, tanıklarla kazanılmaktadır. Oyle ise bir tanık bile (Hz. Muhammed [ s.a.s]) Allah’ın (c.c.) varlığı icin yeterlidir.
Eleştiri: İnanmayan kesim, şu orneğe benzer orneklerle kanıt ve tanık ilkesine itiraz etmekteler:
Hıristiyan inancına gore yetişen bir cocuk yılbaşında Noel babadan hediye alır. Gercekte Noel Baba yoktur. Hediyeyi anne ve babalar cam ağacının altına koyarlar. Ama hediye vardır. Butun cocuklar da benzer şekilde hediye alırlar. Kendi aralarında da Noel Baba’nın varlığına tanıklık yaparlar. Aldıkları hediyeleri de Noel Baba’nın varlığına kanıt diye duşunurler.
Cevap: Bu eleştiri gorunuşte butun Muslumanların da tıpkı saf ve gercekten habersiz Hıristiyan cocukları gibi bir duruma duşurmektedir. Eleştiri, bir algı yanılsamasından guc almaktadır. Tıpkı sihirbazın şapkasından tavşan cıkarması gibi bir zihin illuzyonuna benzemektedir. Gorunuşte Allah da Noel Baba da yoktur. Muslumanlar tum nimetleri Allah’tan, Hıristiyan cocukları da yılbaşındaki aldıkları hediyeleri Noel Baba’dan bilmektedirler. Ama Noel Baba sadece yılbaşında bir kere hediye veriyor. Butun cocuklara verse de bu yalnız yılda bir kez oluyor. Yani yeterli bir kanıt oluşturmuyor. Oysa Allah butun nimetlerin sahibidir. Her şey ona aittir. Evrende var olan ve bir nimet olarak insanın onune konan her şey Allah’ın varlığına ve birliğine dair muhru ile insana nimet olarak verilmiştir. Tek bir kanıt turu ile Noel Baba’nın varlığına hukmedenler cocuklardır. Onların duşunce yetileri zayıftır. Sonsuz nimetleri Allah’ın varlığı ve birliğine kanıt olarak duşunen ve bu konuda birbirlerine tanıklık yapan Muslumanlar ise cocuk değillerdir. Akıllı kimselerdir. Yetişkindirler. Cocukları aldatırsın ama buyukleri aldatmak kolay değildir.
Allahın her bir nimetinde onun varlığına ve birliğine dair sonsuz kanıtlar adeta birer muhur gibi nimetlerin uzerine işlenmişken ve bunlar Allah’ın guzel isim ve sıfatlarına tercuman olmuşken Noel Baba adına yılbaşında cocuklara sunulan hediyelerde ise ona ait hicbir işaret yoktur. Adeta bunlar hırsızın mulku gibidirler. Yani Noel Baba’ya izafe edilen bu hediyeler de aslında her hediyenin de gercek sahibi Allah’ın nimetleridir. Onun sıfat ve guzel isimlerine tercumanlık yaparlar.
Tek kanıt turu ve cocuklar ile tum inananlar ve Allah’ın nimetlerinin birbirlerine paralel gibi gorunmesinde yatan zihin yanılsamasını şuna benzetebiliriz. Matematikte 1’den başlayıp sonsuza giden pozitif sayılar vardır. Bunların gercek dunyada karşılıkları vardır. Yani biz bu sayılarla her şeyi sayabiliriz. Ama bir de -1’den başlayıp sonsuza giden negatif sayılar vardır. Biz bunlarla nesneleri sayamayız. Bu sayılar sadece zihnin urunudurler. Nesneler bu sayılarla sayılmaz. Bu sayılar, alış veriş gibi durumlarda ortaya cıkan hesaplamalarda kullanılır. Yani zihinsel işlemlerde yer alırlar. Muslumanlara her bir nimet pozitif sayıların adedince Allah’ın varlığı ve birliğine birer kanıt iken bir Hıristiyan cocuk icin guya Noel Baba’dan yılbaşında aldığı hediye ise Allah’ın nimetleri karşısında kafasında sadece -1 sayısı kadar şuphe uyandıracaktır. Yani o cocuk yaşta bile bu hediye pozitif bir anlam ifade etmeyecektir. 1 sayısı kadar bile bir değere sahip olamayacaktır. Ahalisi Hıristiyan olan yerde bulunanlar bilirler ki, cocuklar bu yılbaşındaki hediyelere rağmen yine de onun varlığından kuşku duyarlar. Hediye, kuşkularına karşı bir ruşvet işlevi gorse de durum boyledir. Allah’ın varlık ve birliği ile muhurlu her nimet onune geldikce cocuklar bu cocukluk yanılsamasından kurtulup gerceği bulacaklardır. Kimse sonsuz kanıtların karşısında tek bir kanıtla cocukluk cağına ait bir yanılsamaya bağlı kalamaz.
Eleştiri: Bir Musluman nasıl Allah’ın varlığına ve birliğine şahitlik yapabilir? Ne Allah (c.c.) ne de Hz. Muhammed (s.a.s) duyu organları ile algılanmamaktadır. Oyle ise İslam dinine girişte yapılan şahadette ‘Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasuluh’ta, bir Musluman yalancı şahitlik yapmaktadır. Duyu organları ile algılamadığı şeylere tanıklık yapmaktadır.
Cevap: Doğru, gorunuşte boyledir. Bir Musluman Allah’ı ve peygamberi hicbir duyu organı ile algılamadığı halde bunlara dair şahitlik yapmaktadır. Bu durumda yaptığı yalancı şahitliktir. Ama bu reel dunyada gecerlidir. Hayat sadece reel dunyadan ibaret değildir. İnsanın bir de manevi dunyası vardır. Reel dunyada şahitlik gozle ve gordukleri ile olur. Goz eşekte de vardır. Ama eşekliğini uzerinden almaz. Manevi dunyada ise şahitlik kalp gozu ile yapılır. Bu goz sadece insanda olur. Hayvanlarda olmaz. Buna sezgi de diyebiliriz. Kimse sezgiyi kucuk gormesin. Bilim adamları buluşlarını gozlerine değil sezgilerine borcludurlar. Hayatımızı kolaylaştıran her teknolojik urun insandaki bu yeti sayesinde bulunmuştur. Goz bunda başlıca rolu oynamamıştır. İşte bir Musluman şahitliğini eşekte de olan baş gozu ile değil sadece insana ait olan kalp gozu ile manevi dunyada yapmaktadır. Dolayısıyla şahitliği manevi duzlemde gecerlidir. Allah’ın Kuran-ı Kerim’de pek cok ayette inancsızlar icin soylediği, ‘onlar kordurler’ ifadesi, bu kalp gozu ile ilgilidir.
Kalp gozunun acılması ise hidayetle olur. Hidayet ise Allah’tandır. Allah kullarına hidayet vermeyi ise bazı şartlara bağlamıştır. Bunların hepsini bir kul olarak bilmemize imkÂn yoktur. Allah’ın ilminde saklıdırlar. Yalnız Allah’ın sevdiği şeylere yonelenlere, yasaklarından kacınanlara hidayetinin ulaşabileceğini duşunebiliriz.
3. İmkan (Olasılık) Delili:
Evrenin var olma ile yok olma olasılığı birbirine eşittir. Şu anda duyu organları ile algıladığımız evren ve icerisindeki her şey yaratılmamış olabilirdi. Ama bunların var oluşu, gercekliği duyu organlarının izlenimleri ile sabittir. Evrenin ve icerisindeki şeylerin var olduğunu kimse inkÂr edemez. Var olan bir şeyin de kendi varlığı dışında bir yaratıcı nedeni bulunmaktadır. Yani evren ve icerisindeki her şeyi yokluktan varlığa cıkaran bir neden bulunmaktadır. Bu neden de ancak evreni ve icerisindeki her şeyi yoktan varlık sahnesine cıkaran eşsiz bir guc ve kudret sahibi olan Allah’tır. Allah (c.c.) evren ve icerisindeki her şey yok iken bunları yaratma olasılığını secmiştir.
Evrenin ve icerisindeki canlı ve cansız varlıkların yaratılma ve yaratılmama olasılıkları birbirine eşit derecede iken yaratılmış olmaları, yani bunlar arasında var olma seceneğinin tercih edilmesi, bunları yoktan var eden bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır. Bu yaratıcı, evreni ve icerisindeki canlı ve cansız varlıkları yoktan yarattığına gore sınırsız bir guc ve kudrete sahiptir.
Eleştiri: Var olan şeylere bakıp da akıl ve mantık ilkeleri ile bunların bir yaratıcısı olduğunu duşunmek doğru bir cıkarsama ise buna gore Allah da varsa O’nu kim yaratmıştır?
Cevap: Allah’ı yaratılmış bir varlık gormek yanılsaması ile sorulmuş bir sorudur. Bu bir trenin katarlarına bakıp da bunları kim cekiyor diye duşundukten sonra ilk bolumdeki makineye de aynı gozle bakmaktır. Onu ceken bir guc yoktur. O hareket kaynağıdır. Nedenidir. Bunun gibi Allah yaratılmamıştır. Yaratıcıdır. Allah icin boyle bir soru sormak sacmadır.
4. Hudûs (Sonradan Yaratılmış Olma) Delili:
Evren ve icerisindeki her şey değişkendir. Durmadan bir halden diğer bir hale gecer. Kayalar ceşitli nedenlerle parcalanır, farklı toprak oluşumlarına neden olur. İcerisindeki enerjinin surekli bir bicimde uzaya akması ile maddenin erimesi, guneşin suratle sonmeye doğru yuz tutması, evrenin surekli bir bicimde genişlemesi maddenin sonradan yaratılmış olduğunu gostermektedir. Sonradan yaratılan bir şeyin de bir başlangıcı vardır. Maddenin ezeli ve ebedi olmaması onun zamanla birlikte bir yaratıcı tarafından yaratıldığını gostermektedir. Evrenin temelini oluşturan madde sonradan yaratıldığına ve bir yok oluşa doğru suruklendiğine gore onu yaratan bir yaratıcıya gereksinim duymaktadır. O da ancak her şeyi yoktan var edip varlık sahnesine koyan yuce Allah’tır.
Dunya ve icerisindeki canlı ve cansız butun varlıkların yaşları bilimsel olarak aşağı yukarı değerlerle saptanabilmektedir. Hatta evrenin yaşı bile sayısal bir değerle ifade edilmektedir. Evrenin meydana geldiği buyuk patlama sırasında yayılan radyasyondaki bazı elementler bilime bu konuda kanıt olmaktadır. Bu durum evren ve icerisindeki her şeyin sonradan yaratıldığını ve ezeli olmadığını gosterir. Evren ve icerisindeki her şey, ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) bunları zamanla birlikte yoktan var ettiğini kanıtlamaktadır.
Eleştiri: Bir şeyin sonradan olması bir yaratıcıyı gerektirmez. Madde kendi kendine de var olmuş olabilir. Maddeden de ilk hucre, ondan da değişik canlılar zincirleme olarak evrimle var olmuş bulunabilir.
Cevap: Madde kendi kendine de var olmuştur, diye duşunen bir insan artık bilimsel alanın dışına cıkmıştır. Bu duşunce akıl ve mantığın, bilimin ilkelerinin haricindedir. Artık bundan sonra manevi alan gundeme gelmektedir. Bu noktadan sonra insanın Allah yerine yaratıcı guc veya gucler demesinden başka bir seceneği kalmamaktadır. Sonunda evrenin buyuk nizamı, akıl almaz ahengi karşısında tek bir ilahta karar kılınacaktır.
5. İntizam (Duzen, Kompozisyon) Delili:
Evren ve icerisindeki her şey belirli bir sistem icerisinde bulunmaktadır. Bu sistemin temeli cok ince matematiksel hesaplara dayanmaktadır. Orneğin gezegenimizin hayat kaynağı olan guneşin buyukluğu, dunyaya uzaklığı, dunyanın guneş karşısındaki eğimi ve izlediği yorunge yeryuzundeki yaşamı sağlamak icin cok ince hesaplarla duzenlenmiştir.
Yeryuzundeki havanın icerisindeki gazlar, bizim yaşamımızı surdurecek oranda belirlenmiştir. Ayrıca bu oranın değişmemesi icin bitkiler, hayvanlardan ve insanlardan havaya atık madde olarak verilen karbondioksiti oksijene cevirme ozelliği ile donatılmıştır.
Butun canlı ve cansız varlıklar, adeta bir gereksinim zinciri ile birbirlerine bağlanmışlardır. Biri diğerinin yaşamsal amacına hizmet etmektedir. Orneğin col ortamı icin suyu vucudunda depo eden bir hayvana ihtiyac vardır. Deve bu ozellikte yaratılmıştır. Bu hayvan icin col ortamı besinini de onceden hazırlamıştır: Kurumuş otlar ve diken. Başka hayvanların donup bakmayacağı bu yiyecekler, deve icin en ideal besinler olmaktadır. Deve depoladığı su ve colde her yerde bulabileceği bu besin maddeleri ile uzerindeki bir insanı yada yuku aylarca suren bir yolculukta kendisi acısından sıkıntısız bir şekilde ve rahatlıkla istenilen yere ulaştırmaktadır. Ayrıca devenin sutu, eti, derisinden de yaralanılmaktadır. Her biri ile insanın onemli bir yaşamsal gereksinimi karşılanmaktadır.
Her varlık kendi parcalarıyla bir ahenk ve birlik icerisinde olduğu gibi, aynı bicimde evrenin butunu de kendisini meydana getiren varlık parcalarıyla bir ahenk ve birlik icerisindedir. Bu akıl almaz ve muhteşem nizam, bir duzenleyiciye işaret etmektedir. O duzenleyici de ancak her şeye gucu ve kudreti yeten yuce Allah’tır.
Eleştiri: Dunyadan başka gezegenlerde yaşam yoktur. Demek ki butun evren boş yere yaratılmıştır. Ayrıca bu durum dunyada yaşamın olmasının bir tesaduf sonucu olduğuna da işaret etmektedir.
Cevap: Bilim sadece bugunku bilgisi ile ancak guneş sistemindeki diğer gezegenlerde yaşamın bulunmadığını iddia etmektedir. Evren sadece bizim guneş sistemimizden oluşmamaktadır. Yıldızların her biri bir guneştir. Guneşimizin de icinde bulunduğu Samanyolu galaksisinde en az iki yuz elli milyar yıldız, evrende ise yine en az uc yuz milyar galaksi bulunduğu sanılmaktadır. Bu buyukluk karşısında diğer yıldızlarda da yaşayan canlı varlıkların bulunmadığını duşunmek buyuk bir saflık olacaktır. Kaldı ki canlı varlıkların olmaması ile evrenin nizamından bir şey eksik olmayacaktır.
Evrenin buyukluğu karşısında sadece bir tesadufle yeryuzundeki canlı varlıkların bulunduğunu duşunmek, işlediği sucla polisten kacan bir insanın yakalanmamasını gerekce gostererek o sucu işlemediğini sanması gibi sacma bir duşuncedir.
6. Sanat Delili:
Evren ve icerisindeki canlı ve cansız varlıklar, cok ince bir duzen temeli uzerine kurulmanın yanında tıpkı bir sanat eseri gibi de estetik (sanatsal guzellik) bir ozellik arz etmektedir. İnsanın guzellik duygusuna seslenmektedir. Elimize bir gulu alıp onun bicimi, rengi, kokusu uzerinde biraz duşunduğumuzde bunu yaratanın buyuk bir sanatcı olduğu gerceğine ulaşırız. Aynı şekilde guzelliğine tutkun olduğumuz bir insanın bu guzelliğe doğuştan sahip olduğunu goz onunde bulundurduğumuz zaman yuce yaratıcının sanatcılığına hayran olmamamız elde değildir. Bir deniz, dağ ve doğa manzarası da yuce yaratıcının sanat kudretini estetik bir zevkle bizlere sunmaktadır. Kısacası evrendeki tum canlı ve cansız varlıklarda yuce yaratıcının ince sanatkÂrlığı tum insanları O’nun varlığı ve birliği konusunda hayran bırakacak orandadır.
Hucreden insana, atomdan galaksilere kadar butun evrende ince ve baş dondurucu bir sanat galerisi goze carpmaktadır. Bir baştan bir başa evrendeki her eser, cok buyuk bir sanat değerine sahiptir. Kısa zamanda yani Allah’ın (c.c.) bir “Ol!” emriyle meydana gelmiştir. Cok sayıda, karışık ve ceşit ceşittir. Devamlıdır. HÂlbuki kısa zamanda, cok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde değerli bir sanat eserinin olmaması gerekirdi. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve bu tur bir sanat mucizesi gercekleşmiş olur.
Allah’ın (c.c.) sanatına hayran olmamak elde değildir. Sanatına kendi guzel isimlerini (esma-ul husna) eşsiz ve benzersiz bir kudretle yerleştirmiştir. Buna bir ornek vermek yararlı olacaktır sanırım: Allah’ın (c.c.) el-VÂhid (c.c.) ve el-Ahad (c.c.) guzel isimleri birbirlerine yakın birer anlama sahiptirler. Aralarındaki anlam ayırtısını şu orneklerde anlayabiliriz: Dunyadaki butun ağacların yaprakları ortak bazı nitelikler ve ozellikler taşırlar: bicim, renk, yapı, işlev v.b. bakımlarından. Bu durum butun ağac yapraklarının “ tek yaratıcı (el-VÂhid [c.c.] )” tarafından yaratıldığını gostermektedir. Birbirlerine olan benzerliklerine karşın, velev ki aynı ağacta da olsa, dunyada birbirinin aynısı iki yaprağın bulunmaması, bunların “ benzeri olmayan yaratıcının (el-Ahad [c.c.] )” eseri olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı durum insan yuzleri ve sayısını ancak yuce Allah’ın (c.c.) bildiği butun bitkiler ve hayvanlar… icin de gecerlidir. En buyuk sanatcı olan Allah (c.c.) her sanatcının omrunu verdiği ve ulaşmak icin can attığı ozgunluğu (yani bir elden cıkma ama farklı olma niteliğini), yarattığı her varlığın bicimine bir muhur gibi kazımıştır. Yuce Allah’ın (c.c.) her bir sanatına bu gozle baktığımız zaman hayran olmamak elde değildir.
Eleştiri: Dışkının varlığı Allahın varlığı ve birliğine kanıt olan sanat ilkesine aykırı duşmektedir.
Cevap: Sadece dışkı değil, cirkin şeyleri de buna katabiliriz. Hatta eksik şeyler de var. Ceşitli organlarından engelli insanlar gibi. Gorunuşte onlar bu tablonun dışında kalıyorlar. Ama estetiğin ana ilkelerinden birisi de zıtlıktır. Yani guzellik anacak cirkinliklerin varlığı ile anlaşılabilir. Cirkin şeyler olmasaydı guzel şeyler anlaşılamazdı. Kaldı ki cirkinlik ve guzellik gorece kavramlardır.
7. Hikmet (Olay ve Olgulardaki Neden - Sonuc İlişkisi) ve Amac Delili:
Evrende bulunan her şeyin bir yaratılış amacı vardır. Hicbir şey boş yere yaratılmamıştır. Butun varlık, olay ve olguların neden sonuc ilişkisi icerisinde birbiriyle olan bağları bulunmaktadır. Uzerinde duşunulduğu zaman tum bu varlık, olay ve olguların ilişki zincirini tasarlayan ve kuran bir yuce yaratıcının varlığı kendiliğinden ortaya cıkmaktadır.
Evrenin tum varlık, olay ve olgularının altında insanın yaratılış amacı ile ilgili duşuncelere ulaşılabilir. Orneğin sonbaharda ağacların buyuk kısmı yapraklarını dokerler, kış doğadaki coğu varlıklar icin bir olum ayıdır. Baharda tum doğa canlanır. Bunlar insan icin ilahi birer mesaj icermektedir. Bu olay ve olgular, insanların oldukten sonra ceza ve odul (hesap) icin tekrar dirilmelerini andırmaktadır. Gece ve gunduz de boyledir. Gece uyuruz, gunduz de uyanırız. Tıpkı olen insanların ahrette dirilmesi gibi. Aklın, doğanın olup dirilmesi ile insanın olup dirilmesi arasında bu ceşit bir ilgi kurması “hikmet”e guzel bir ornektir. Evrendeki olay, olgu ve varlıkların icerisinde veya arasında bir neden sonuc ilişkisi kurulduğu taktirde zihin her şeye gucu yeten bir yuce yaratıcının varlığını kabul etmek zorunda kalmaktadır.
Evrendeki yaratılmış olan her şeyin amacı bizi duşunmeye sevk etmektedir. İlgili şey ile amacının altında yatan hikmet de insanı ruhsal acıdan doyurucu bir bicimde Allah’ın (c.c.) varlığı, sıfatları ve guzel isimleri ile acıklanabilmektedir. Bu yuzden gunluk dilde hikmet “derin duşunce”, “bir şeyin asıl nedeni” anlamlarında kullanılmaktadır.
Evrendeki olay, olgu ve varlıkların asıl nedeni Allah’a (c.c.) dayanmaktadır. Bunların yaratılış amacı yuce Allah’ın (c.c) sıfatlarına ve guzel isimlerine tercumanlık yapmaktır. Bunlara bu bakış acısıyla ve araştırıcı, incelemeci bir gozle baktığımızda tıpkı bir kitap gibi bunların yuce yaratıcısını anlatmakta olduklarını goruruz.
Evrendeki butun olay, olgu ve varlıklar yaratıcısını bizlere anlatmaya calışan bir kitap gibi okunmayı beklemektedir.
Eleştiri: Evrendeki varlık, olay ve olgulardan ders cıkarmak bir bakış acısıdır. Evren bir kitap değildir. Hicbir mesajı yoktur. İnsanlar ona mesaj yuklerler. Bu mesajlardan Allah’ın varlığı ve birliğine dair bir objektif kanıt yoktur.
Cevap: Nasıl bir insan okuma yazma bilmeden kitap okuyamıyorsa evren kitabının da harfleri, şifreleri vardır. Bunları bilmeden evren kitabı okunmaz. Bunlar Kuran-ı Kerim’de gizlidir. Kuran-ı Kerim’e inanmadan bu mesajlara ulaşmak imkÂnsızdır. Nasıl okuma yazma bilmeyen kişiler kitaplardaki harflere anlamsız ve boş bakarlarsa Kuran-ı Kerim’in Allah kelamı olduğuna inanmayan kimseye de evrendeki her varlık, olay, olgu boş ve anlamsız gorunur. Boyle birisi evren kitabından ders alamaz.
Okuma yazma bilmeyen kişi, yazılanlara boş ve anlamsız mesajlar yukler. Ama bunlar bir değer ifade etmez. Onemli olan şifreleri cozup doğruya ulaşmaktır. Mesaj şifrelerin iceriğindedir. İnsanların kafasında olan şey, onyargılardır. Evren kitabını okumada objektiflik veya subjektiflik soz konusu değildir. Bilip bilmemek, anlayıp anlamamak soz konusudur.
8. Şefkat, Merhamet ve Rızık Delili:
Doğadaki canlıları ibret gozuyle incelediğimizde bir annenin yavrularına olan şefkat ve merhamet duygusu dikkatimizi ceker. Tavuk yavrularını savunmak icin gerektiğinde kendisinden kat kat guclu, anne olmadığı donemde sakındığı ve korktuğu bir kopekle buyuk bir cesaretle mucadeleye girer. Başka hayvanlarda da yavrularına karşı aynı himaye edici tutum gozlenebilir. Yuce yaratıcı benzer şefkat ve merhamet duygusunu biz insanlara da vermiştir. Bir kadın ne kadar kotu kalpli olsa da bir anne olarak yavrusu icin her turlu fedakÂrlığı yapabilir. Yuce yaratıcı anne olacak canlılarda merhamet ve şefkat duygusunu onların icgudusel yapılarına yerleştirerek kendisini savunmaktan mahrum yavrunun can guvenliğini adeta sigortalamıştır. Bu durum da sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine bir delil oluşturmaktadır.
Butun yaratıkların ve ozellikle insanın ihtiyacı sonsuzdur. Gucu ve olanakları sınırlıdır. İradesi ise adeta bir hic hukmundedir. Boyle iken butun insanların ihtiyacları hic umit edilmeyen ceşitli şeylerden, yerlerden karşılanmaktadır. Kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa butun evrendeki varlıklar adeta el ele vererek bu konularda ustune duşen odevi ve sorumluğu yerine getirmeye calışmaktadır.Toplum hayatındaki iş bolumunun, yardımlaşmanın, ailedeki bireylerin odev ve sorumlulukların temelinde Allah’ın (c.c.) şefkatinin, merhametinin ve rızık dağıtıcı sıfatının bulunduğu, bu işlerin yuce bir yaratıcının tasarrufu ve yonlendirmesi ile yapıldığı anlaşılmaktadır. O da ancak her şeye gucu ve kudreti yeten, insana rızkı konusunda kefil ve sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan yuce Allah’tır.
Eleştiri: Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı duşmektedir?
Cevap: Evet, gorunuşte boyledir. Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı duşmektedir. Ama yırtıcı hayvanların bu bicim doğaları da rızık ilkesini devreye sokmaktadır. Şefkat ve merhamet ilkesini yalnız başına duşunmemek gerekir. Şefkat ve merhamet ilkesi rızık ilkesinin icerisinde yer almaktadır. Yırtıcı hayvanlardaki rızık ilkesi şefkat ve merhamet ilkesine karşıt gibi gorunse de aslında ikisi birbirini tamamlamaktadır. Ayrıca o yırtıcı hayvan rızkını bu yolla tedarik ederek zıtlık prensibi ile şefkat ve merhametin ne olduğunu da bize oğretmektedir. Aksi taktirde doğada yırtıcılıktan daha cok işlevi olan şefkat ve merhamet ilkesi goze carpmayacaktı.
Yırtıcı hayvan rızkını elde ettikten sonra şefkat ve merhametle yavrusuna yonelmektedir.
9. Fıtrat (Yaratılış, İnsan Doğası) Delili:
İnsanda iyiye, guzele, doğruya karşı bir yaklaşma; kotu, cirkin, yanlış şeylerden bir uzaklaşma eğilimi doğuştan bulunmaktadır. Butun iyiliklerin, guzelliklerin ve doğru olan şeylerin kaynağı yuce Allah’tır.
İnsan dunyaya doğuştan temiz bir fıtratla gelir. Eğer bu fıtratı yaptığı gunahlarla bozulmasaydı hicbir insan Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini kabul etmede bir sıkıntı yaşamayacaktı.
Her insanda doğuştan iyi, guzel, doğru olan şeylere karşı bir sevgi, buna karşılık kotu, cirkin, yanlış olan şeylere karşı da bir nefret hissi bulunmaktadır. Bu ortada olan bir gercekliktir. Demek oluyor ki, bu duygular ahlaklı davranma ve iyi işler yapma yonunde bir meyli ve ahlaksızlıktan, cirkin davranışlardan da nefret edip kacınmayı sağlamaktadır. Bu fıtri yapı işaret etmektedir ki, insana iyiyi, guzeli, doğruyu emreden ve onun kotu, cirkin, yanlış davranışları yapmasını yasaklayan bir sistemin sahibi bulunmaktadır. İnsana bu eğilimi ve buna ilişkin duyguları veren yuce Allah’tır.
Allah’a (c.c.) inanmak bir zorunluluktur. Zira Allah (c.c.) inancı, insan fıtratında bir ceşit gudu, bir doğal arayış olarak bulunmaktadır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren yuce Allah 'tır.
Eleştiri: Kotulukleri ne ile izah edeceksiniz?
Cevap: Biz genel eğilimden siz ettik. İnsandaki nefis kotuluğu, ruh iyiliği emreder. İnsan bu iki oğeden oluşur. İnsan nefsine uydu mu her kotuluğu işleyebilir. Ama toplumsal yaşamda egemen olan şey iyiliktir. Kotulukler cezalandırılır. İyilikler odullendirilir.
10. Tarih Delili:
Nasıl annesiz ve babasız olarak bir insanın dunyaya gelmesi mumkun değilse ilk insanı yaratan bir yaratıcının varlığı da soz konusu olmadan insanoğlunun dunya uzerindeki varlığı da oylece mumkun gorunmemektedir.
Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hicbir devrini dinsiz gecirmemiştir. Batıl, hatta gulunc dahi olsa hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. Ateizm on sekizinci yuzyıldan itibaren felsefede kendisini gostermiştir. Peygamberler Allah’ın (c.c.) varlığını kabul etmeyen toplumlara değil, Allah’a (c.c.) şirk (ortak) koşan kavimlere gonderilmiştir. Bu acıdan peygamberimizin (s.a.s.) gonderildiği Araplar da Allah’ın (c.c.) varlığını, yaratıcı, rızık verici sıfatlarını kabul ediyorlardı. Ama bunun yanında kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırsın diye birtakım putlara tapıyorlardı. Batıl dinleri ayrıntılı bir bicimde inceleyip temeline indiğimizde tevhide dayandığını ve sonradan bozulduğunu goruruz.
Eleştiri: Bizim teorilerimize gore insanlar ilkel devirlerden once mağaralarda yaşarken yırtıcı hayvanların korkusundan birtakım hayvanları kutsayarak totem kulturunu oluşturmuşlardır, sonraki devirlerde Tanrı kavramına ulaşmışlardır. Tarihi devirlerde kabileler putların yanında Tanrı’nın varlığını da kabul etmişlerdir.
Cevap: İmam-ı Rabbaniye gore 313 resul gelmiş. Resul kitapla gonderilen peygamber demektir. Her resul arası 1000 yıldır. 124.000 de nebi gelmiş. Nebilerin sayısı hakkında başka rivayetler de vardır. Nebiler resullere tabi olarak hizmet gormuşlerdir. Kitap verilmemiş peygamberlerdir. Yalnız Hz. İsa’nın ezelde ruhlar Âleminde yaptığı dua, Muhammed’in (s.a.s) ummetinden olma isteği neticesinde resulluk omru bu ummetin omrune eklenmiş, kendisi de goğe kaldırılmış hali ile (lehcesi, kıyafeti v.s) ahir zamanda dunyaya teşrif edip ummet-i Muhammed’in onderine tabi olacaktır. Yani 313 bin yıldan beri surup gelen bir tevhit mucadelesi var. Kenarda koşede kalan birkac yerli kabileyi inceleyip de insanlık tarihinin dini hakkında genellemelere gitmek bilimsel bir tavır değildir.
Elbette kendisine resul ve nebi gelmemiş kabileler vardır. Afrika’daki kabileler gibi. Onların ahretteki durumu, onlardan beklenen imtihan ozellikleri kendilerine resul, nebi gonderilmiş kabilelere ve uluslara gore farklı olacak elbette, onlar orada Allah’ın mutlak adaleti, sınırsız merhameti ile muamele goreceklerdir.
11. İttifak (Ozde ve Sozde Birlik) Delili:
Bediuzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) gore on tane yalancı birbiri ardı sıra gelip bize evimizin yandığını soylese bu adamların hayatta bir defa dahi doğru soylediklerini duymamış olmamıza rağmen “Belki doğru olabilir.” diyerek onlara hemen inanırız. Zira ortada bir soz birliği olgusu vardır. HÂlbuki burada bahsini ettiğimiz soz birliği konusu olan olgu, yani Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği iddiası binlerce peygamber, yuz binlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmektedir. Butun bu insanlar, insanlığın değer verdiği ustun ahlaki meziyetleri ve erdemleri kişiliğinde toplamışlardır. Ceşitli zamanlarda ve ayrı ayrı mekÂnlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta “Allah (c.c.) vardır ve birdir.” gerceğidir. On yalancının bir yalan uzerindeki soz birliğine onem verildiği halde, hayatlarında bir kere dahi yalan soyledikleri duyulmamış, sayısını ancak Allah’ın (c.c.) bildiği peygamber, evliya ve inanan insanların bu captaki soz birliğine ilişkin iddialarına inanmak dışında başka bir secenek soz konusu olabilir mi?
__________________