Allah’ın (c.c.) Sıfatları

1Allah’ın (c.c) Zati Sıfatları:
Allah’ın (c:c.) zati sıfatları şunlardır:
a. Vucut: Var olmak demektir. Allah (c.c.) vardır. Ama O bizim gibi bir bedene muhtac değildir. O’nun varlığı zihinde herhangi bir kalıba sokulamaz. Zihne Allah (c.c.) ile ilgili gelen her şekilden dolayı Allah’ı (c.c.) tenzih etmek (subhÂnallah demek) gerekir.

b. Kıdem: Allah (c.c.) ezelidir. Allah’ın (c.c.) varlığının bir başlangıcı yoktur. Allah (c.c.) ezelde (gecmiş butun zamanlardan once de) vardı. Allah (c.c.) zaman kaydından uzaktır.

c. Beka: Allah (c.c.) ebedidir. Allah (c.c.) biz fani varlıklar gibi olumlu değildir. Aslında Allah’ın (c.c.) zaman kaydından uzak olduğunu belirtmiştik.

d. Muhalefetu’n-Lil-havadis: Allah (c.c.) yarattığı hicbir varlığa benzemez.

e. Kıyam Bi-nefsihi: Allah (c.c.) Kendi zatıyla vardır. Varlığı icin kimseye muhtac olmamıştır.

f. Vahdaniyet: Allah (c.c.) birdir.

Bu sıfatlar, Allah’ın (c.c.) zatı ile ilgilidir. Allah’ın (c.c.) zatı ise bilinemez, tasarlanamaz, nitelenemez, olculemez, yer ve zaman kayıtlarına bağlanamaz. Bu ozelliklerinden dolayı Allah’ın (c.c.) zati sıfatları subuti sıfatlarından farklıdır. Cunku bu sıfatları subuti (olumlu, gercekle bağdaşır) sıfatlar gibi varlık dunyasında, ozellikle insan uzerinde gormek olanaksızdır. Bu nedenle bu sıfatların bazılarını tam anlamıyla kavramak da cok zordur. Cunku insan zihni bu dunyadaki doğa yasalarıyla bicimlenmiştir. Bu yuzden mantık kuralları Allah’ın (c.c.) zatını, dolayısıyla zati sıfatlarını anlamakta ve kavramakta bir acziyet icerisinde bulunur. Yalnız vahdaniyet zati sıfatı ahirette ceza yada odul almada en onemli sınav konusu olması dolayısıyla değerlerinden farklı olarak evrende, yeryuzunde, canlı ve cansız varlıklarda değişik ayetlerle gozler onune serilmiştir.

Allah’ın zati sıfatlarını varlıklara ilişkin benzerliklerden tenzih etmek gerekir. Bu sıfatları sadece Allah’a (c.c.) has kılmak gerekir. Bu nedenle bu sıfatlara tenzihi veya selbi sıfatlar da denir.

a. Vucut: Zati sıfatlardan vucut ile zihinde Allah (c.c.) ile ilgili hicbir şey tasarlanamaz. Allah’ın (c.c.) vucudu vardır, ama bu hicbir bicimde yaratılmışların vucuduna benzemez. Ayrıca Allah’ın (c.c.) vucudu ile ilgili bir nitelik ve nicelik tasarlamak da doğru değildir.

Gorunuşte insanın da bir vucudu vardır. Bu vucut, Kuran’ın Kerim’in ifadesiyle topraktan yaratılmıştır. Toprak da butun evren ve icerisindeki her şeyle birlikte Allah’ın (c.c.) “Ol!” emri ile birlikte yoktan var edilmiştir. Allah (c.c.) evreni ve icerisindekileri yaratırken kendisinden hicbir şey eklememiştir. O bunları yoktan yaratmıştır ve yaratmaktadır. Bilim, evrenin bir şişirilen balon gibi genişlemeye devam ettiğini belirttiğine gore bu yaratma sureci şu anda da suruyor demektir. Allah’ın (c.c.) yaratma işini sadece bu evrenle de sınırlamak doğru değildir. Kuşkusuz Allah (c.c.) mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayal bile edemeyeceğimiz nice evrenlerin de yoktan yaratıcısıdır. Bu yuzden yoktan yaratılmış bir şeyi, hele insan gibi son derece aciz bir varlığı vucut yonu ile evrenleri yaratan Allah (c.c.) ile karşılaştırmak, Allah (c.c.) karşısında insanın bir varlığının olduğunu duşunmek son derece kustahca bir tavırdır. Bu yuzden İslam bilginleri vucut sıfatını, varlık dunyasında, ozelikle insan uzerinde Allah’ın (c.c.) nitelik ve nicelik kaydıyla etkileri yada yansımaları gorulen subuti sıfatlarından saymamışlardır, zati sıfatları arasında kabul etmişleridir.

Allah (c.c.) Vacibu’l-vucuttur (yani varlığı gerekli, olmaması duşunulemez). Diğer varlıklar ise, birer mumkundur ( yani Allah’ın (c.c.) yaratıp yaratmamada ilahi iradesine bağlı).

b. Kıdem: Allah’ın (c.c.) kıdem sıfatını da mantık kavramakta zorlanır. Cunku doğada her canlı varlığın bir başlangıcı vardır. Hatta cansız varlıklar icin de bu durum gecerlidir. Binlerce, milyonlarca yılda oluşan fosillere belli bir yaş tespit edilebilmektedir. Hatta cağımızda bilim, dunyamızın ve icerisinde bulunduğumuz evrenin bile bir başlangıcı olduğunu kabul etmiştir. Ama Allah (c.c.) ezelidir. Allah’ın (c.c.) ezeli oluşunu yaratılmış herhangi bir varlıkla karşılaştırmak olanaksızdır. Cunku Allah (c.c.) dışında herhangi bir ezeli varlık yoktur. Bu yuzden Allah’ın kıdem sıfatını kavramak gercekten cok guctur.

Cağımıza gelinceye kadar pek cok filozof, dunyanın ve evrenin ezeli olduğunu duşunmuştur. Bu yuzden Allah’ın (c.c.) da dunya ve evrenle aynı zamanda varolduklarını sanmışlardır. Cağımızda gecerliği yuksek oranda kabul goren “Buyuk patlama kuramı (Bingbang)” ile bu anlayış bilim dışı kabul edilmiş, Allah’ın (c.c.) ezeli olduğu, yarattığı varlıkların da sonradan meydana geldiği doğrulanmıştır.

c. Beka: Allah’ın (c.c.) kıdem(ezeli) oluşu mantıkla kavranamayacak bir zati sıfatı iken beka (ebedi) zati sıfatı, insanın doğası ile onaylanabilecek bir ozellik taşır. İnsan, hicbir zaman olumu icine sindirememiştir. Her ne kadar her birimizin sınırlı bir omre sahip olduğunu zihnen duşunsek de hicbir insan olumun kendi başına gelebileceğine ihtimal bile vermek istemez. İnsan bu dunyaya adeta ebedi yaşamak icin gelmiştir. Bu onun ic dunyasında bir inanctan da ote bir şeydir. İnsan, ruhsal dunyasından gelen bir guduyle yani ebedi yaşam arzusuyla adeta hic olmeyecekmiş gibi bir omur icin programlanmıştır. Bundan dolayı inanclı birisi de olsa pek cok insan gafletle ahiret hesabını duşunmeden gunah denizine dalmaktadır, Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları karşısında gereken saygıyı ve titizliği gostermemektedir. Kuşkusuz ic dunyasındaki bu ebedi yaşam arzusu ile kişi, Allah’ın (c.c.) beka sıfatını da rahatlıkla kavrayabilir. İnsana boyle bir ebedi yaşam arzusu yuklediğine gore Allah’ın (c.c.) beka zati sıfatı ile ahirette ebedi bir yaşamla insana omur vereceğine inanabilir.

d. Muhalefetu’n-Lil-havadis: Allah’ın (c.c.) diğer bir kısım zati sıfatlarını anlamakta zihin aslında pek o kadar onemli bir sıkıntı yaşamaz. Cunku bunlar az cok mantık kuralları ile rahatlıkla anlaşılabilir. Orneğin muhalefetu’n-lil-havadis (Allah’ın [c.c.] yarattığı hicbir varlığa benzememesi) zati sıfatını mantıkla kavrayabilmekteyiz. Şoyle ki, bir ressam ile yaptığı tablodaki şekiller arasında bir ilişki kurmak, ressamın tablosundaki şekillerle kendi fiziksel goruntusunu cizdiğini iddia etmek ne kadar sacma ise Allah’ı (c.c.) yarattığı varlıklara benzetmek, O’nu yarattığı varlıklar biciminde tasarlamak da o kadar mantık dışı bir cabadır. Ressam kendi resmini cizmeksizin kendi dışındaki varlıkların resmini cizmede sınırsız bir olanağa sahiptir. Yuce Allah (c.c.) da mutlak ve ozgur iradesiyle boyle bir olanağa bir ressamdan daha cok hak sahibidir. Bu yuzden yuce Allah’ı (c.c.) yarattığı varlıklara benzetmekten tenzih ederiz.

e. Kıyam Bi-nefsihi: Allah’ın (c.c.) kıyam bi-nefsihi (Allah, [c.c.] Kendi zatı ile vardır. Varlığı icin kimseye muhtac olmamıştır) zati sıfatını da mantık kavramakta zorluk cekmesine karşın varlık dunyasında verilecek bazı somut orneklerle de bu sıfat mantık icin anlaşılır kılınabilir. Orneğin bir trenin vagonlarını duşunelim. En sonuncusu icin “Bunu hareket ettiren şey nedir?” diye duşunduğumuzde ilk vagona kadar onu nedenlere bağlayabiliriz. İlk vagondan da makine bolumune gecebiliriz. Artık “Makine bolumunu hareket ettiren nedir?” diye sormak sacma olur. Zira o kendinden hareketlidir. Onun onunde hareket eden, ettiren bir cisim aramak doğru değildir. Yuce Allah (c.c.) da varlık dunyasını yoktan var etmiştir. Butun doğa yasaları sonunda O’nun gucune ve kudretine bakar. Gerek varlık dunyasında gerekse doğa yasalarında ilk neden Allah’a (c.c.) dayanır. Allah’ın (c.c.) varlığı ve sıfatları icin Kendi’sinden başka bir dayanak, guc ve kudret aramak tıpkı tren vagonlarının onundeki makine bolumunun onunde başka bir cekici guc aramak gibi sacma bir şeydir.

f. Vahdaniyet: Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti (bir oluşu) mantıkla, evrendeki, yeryuzundeki, canlı ve cansız varlıklardaki pek cok ayetle kavranabilecek bir gercekliğe sahiptir. Bu acıdan diğer zati sıfatlarından ayrılır. Allah (c.c.) vahdaniyetini insanlar doğru yolu bulsunlar, hak dine girsinler diye adeta gozler onune sermiştir.

Her birimizin yuzunde aynı organlar bulunmaktadır. Allah (c.c.) bununla her yuze yaratıcılarının tek olduğu (el-Vahid) imzasını vurmuştur. Ayrıca her yuzde diğer yuzden ayrılan ozellikler bulunmaktadır. Bu kucuk farklılıklar nedeniyle tıpkı aynısı iki yuze dunyada rastlanamaz. İkizlerde bile durum boyledir. Allah (c.c.) bu kucuk nuanslarla da eşsiz ve benzersiz olma (el-Ahad) muhrunu insanın yuzune vurmuştur. Aslında bu durum tum canlı varlıklar icin de gecerlidir.

Allah’ın (c.c.) tek oluşuna her varlık kendi hal diliyle tanıklık etmektedir. Evrendeki duzen, varlıkların bicimlerindeki uyum, yaratıcının tek olduğunu kanıtlamaktadır. Cunku pek cok ilahın olduğu bir yerde mutlaka mucadele ve rekabet de olacaktır. Bunun sonucu olarak pek cok ilahın evrendeki duzeni anarşiye, varlılardaki uyumu da kaosa suruklemesi gerekirdi. Boyle olumsuz şeyler soz konusu olmadığına, yani evrende herkesin tanıklık ettiği bir duzen, varlıklarda gozle gorulur bir uyum olduğuna gore Allah’ın (c.c.) tek olduğu gun gibi acıktır.

Allah’ın (c.c.) vahdaniyetinin, diğer zati sıfatlarına gore insanın olumden sonraki ahiret yurdunda ebedi odul yada ceza gormesinde onemli bir sınav konusu olması da dikkati ceker. Allah (c.c.) insanın Kendi’sinin bir oluşunu kavramasını istemiştir. Kendi’sine başka bir varlığı şirk koşmasını kesinlikle yasaklamıştır. Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de şirk dışında kalan diğer gunahları affedebileceğini de belirtmiştir. Şirki en buyuk gunah olarak kabul etmiştir. Allah’a (c.c.) şirk koşanlar ebedi cehennemle uyarılmıştır.

Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti (tek oluşu) insanların aynı ebeveynin evlatları gibi toplumsal yaşamda ve kanun onunde bir ve eşit oluşu anlamına gelmektedir. Şirk ise toplumsal yaşamda ve kanun onunde eşitsizliği ve ayrımcılığı temsil eder.

2. Allah’ın (c.c.) Subuti Sıfatları:
Allah’ın (c.c.) subuti sıfatları şunlardır:
a. Hayat: Allah’ın (c.c.) diri olmasıdır.

b. İlim: Allah’ın (c.c.) her şeyi ezelde bilmesidir.

c. İrade: Allah’ın (c.c.) yapmak istediği her şeyde ozgur ve bağımsız olmasıdır.

d. Kudret: Allah’ın (c.c.) her şeye gucunun yetmesidir.

e. Semi: Allah (c.c.) her şeyi işitir.

f. Basar: Allah (c.c.) her şeyi gorur.

g. Kelam: Allah (c.c.) organa, sese ihtiyac duymaksızın konuşur.

h. Tekvin: Allah (c.c.) yoktan yaratır.

Allah’ın (c.c.) subuti sıfatları zati sıfatları gibi gercekliğin otesinde değildir. Mantıkla rahatlıkla kavranabilmenin yanında duyu organları yoluyla gerceklikle de karşılaştırılabilir.

Bu sıfatların onemli bir kısmı belli bir nitelikte ve nicelikte olmak uzere insanda da bulunmaktadır. Oysa zati sıfatlar sadece Allah’a (c.c.) ozguydu. Subuti sıfatların bazılarının belli bir nitelikte ve nicelikte insan uzerinde bulunmasını yanlış anlamamak gerekir. Zira bu konuda ufacık bir hata insanın itikadını (inancla ilgili ilkelerini) bozmaya yeterlidir. Allah (c.c.), bu subuti sıfatlara bizim mahiyetini anlayamayacağımız, nitelikten ve nicelikten yoksun bir bicimde sahiptir.

a. Hayat: Allah (c.c.), hayat sahibidir. Diridir. Hayat sahibi yani diri olmak, butun canlı varlıklar icin de gecerli bir durumdur. Ama biz canlı varlıklar icin hayat sahibi olmak demek, uyumak, hastalanmak, yaşlanmak ve olmek anlamlarına da gelir. Daha doğrusu hayatın icinde yada sonunda uyku, hastalanma, yaşlanma ve olme gibi donemler yada aşamalar da vardır. Oysa Allah (c.c.) boyle şeylerden uzaktır. O değişim, donem ve aşama gibi evrelerden munezzeh (uzak) olarak hayat sahibidir. O’nun hayatının başlangıcı (kıdem) duşunulemeyeceği gibi sonu (beka) da tasarlanamaz. Allah (c.c.) ezeli ve ebedi olarak diridir. Ayrıca O canlı varlıklarda olduğu gibi uyku, hastalık, yaşlanma, olum gibi zafiyet ve eksiklerden de uzaktır. O, hicbir değişim, donem, aşama ve zayıflık gecirmeden diridir.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) diriliği nerede, topraktan yaratılan insanın diriliği nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.

b. İlim: Allah (c.c.), ilim (bilgi) sahibidir. Daha henuz evren ve insan yaratılmadan once de O her şeyi biliyordu. O’nun ilmi ezel ve ebedi kuşatıcıdır. Her insanın kaderi ezelde O’nun ilminde vardı. Hatta bir insanın nefeslerinin sayısını, yaşamındaki hadiselerini, ahirettte nasıl bir muameleye tabi olacağını ve nereye gideceğini de biliyordu. Yaşamındaki en ufacık ayrıntı bile O’nun ilmi dahilindeydi. Ama Allah (c.c.) bu ilmini insanın kısmi (cuzi) iradesiyle doğru yada yanlış yolu secmesinde mecbur (zorunlu) tutmamıştı. İnsanı da doğru ile yanlışı ayırabilecek bir ilim sıfatı ile donattıktan sonra kısmi irade ile ozgur bırakmıştı, fakat bu bedele karşılık her seciminde sorumlu tutmuştu.

Allah’ın (c.c.) ilim sıfatı her turlu eksiklikten ve kusurdan uzaktır. İnsan sınırlı olanakları ile bazen yanlış şeyler oğrenir. Bazen de oğrendiği doğru şeyleri unutur. Her zaman da bilmediği pek cok şey vardır. Allah (c.c.) insana ozgu olan bu kusurlardan ve eksiklerden uzak olduğu gibi mutlak anlamda da ilim sahibidir. O’nun ilminde ne bir eksiklik ne de bir kusur vardır. Her şeyi ilmine gore yarattığı gibi ilmiyle de her şeye her an tasarruf etmektedir. Onları egemenliği ve kontrolu altında bulundurmaktadır. Ağacından duşen bir yaprak bile O’nun ilminde yer aldığı gibi O’nun izni ve yaratması ile de bu eylemini gercekleştirmektedir.

Allah (c.c.) ilim sıfatı ile insana varlık Âleminde buyuk bir ustunluk vermiştir. Hayvanlardan ilim oğrenme yonumuzle ayrılırız. Hatta Allah’a (c.c.) yakın olan melekler bile insana tanınan bu manevi makama gıpta ile bakmışlardır. Cunku melekler akıl sahibi varlıklar olmasına karşın onların tum bilgileri Allah’ın (c.c.) kendilerine oğrettiği şeylerden ibarettir. Onlar yeni şeyleri kendi yetenekleri ile oğrenemezler. Oysa insan oğrendiği bilgiye bilgi katacak, bilgisini surekli geliştirecek ozelliklere uygun olarak yaratılmıştır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) ilmi nerede, topraktan yaratılan insanın ilmi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.

c. İrade: Allah (c.c.), mutlak anlamda iradesahibidir. O dilediği şeyi yaratmada ozgur ve bağımsızdır. Kimse O’nu yargılayamayacağı gibi O’nun mutlak iradesi karşısında itiraz etmeye de guc ve takat bulamaz. Her şey ister istemez Allah’ın (c.c.) mutlak iradesine boyun eğmiştir. Yalnız Allah (c.c.) cin ve insan sınıfına verdiği kısmi irade ile yaşam bicimini secme ozgurluğu tanımıştır. Dileyen kişi Allah’ın (c.c.) dinini secer, onu yaşam bicimi edinir; dileyen kişi de ona karşı gelir, nefsinin, arzularının yolunu tutar, onları ilahlaştırır, sadece onlara doyum sağlama gibi kısır, yaratılış amacından uzak bir yaşam bicimini sergiler. Tabii Allah (c.c.) cin ve insan sınıfına verdiği bu kısmi irade ile onları sorumlu da tutmuştur, ebedi ahiret yurdunda sectikleri yaşam tarzından dolayı onları hesaba cekecektir. Allah (c.c.) Kendi iradesine uygun bir hayat bicimini yaşayanlardan ahirette razı olarak onları cennetle odullendirecek, peygamberleri aracılığı ile gonderdiği dinlerin emir ve yasaklarına aykırı bir yaşam bicimine sapanları da gazaba gelerek cezalandıracaktır.

Allah (c.c.) bir şeyi irade ettiği (dilediği) zaman o şeye “Ol!” der, o da hemen oluverir. İnsanın dilemesi ise sınırlıdır. Allah (c.c.) dilemedikce de insan dileyemez. Ama yine de Allah (c.c.) insana bizim mahiyetini (iceriğini, ozelliklerini) pek kavrayamadığımız bir ozgurluk de vermiştir. İnsan kendisine tanınan bu ozgurlukten oturu yaptıklarından sorumlu tutulmaktadır. Aslında yaşamımızdaki tum olaylara kuşbakışı baktığımızda bunlarda bize tanınan kısmi iradenin ne kadar kucuk bir rol oynadığını (yani sadece belli belirsiz bir niyet olduğunu,) goruruz. Orneğin bir arkadaşımız bizden biraz borc para istedi. Ama bizim niyetimiz arkadaşımıza borc para vermemek yonundedir. Bunu da bir irade olarak gostermek istiyoruz. Boyle basit bir olayı enine boyuna incelediğimizde kısmi irademizin boyutunu da daha yakından kavramış olabiliriz. Arkadaşımızın bizden borc para istemesini arzulamadığımızı belirtmiştik. Ama bir zamanlar biz ondan borc para almıştık. Bu durumda bizim de ona borc para vermemiz gerekmektedir. Cunku vicdanımızda bu yonde bir baskı hissettiğimiz gibi arkadaşımız imalarıyla bize bu konuda manevi bir yaptırım da uygulamaktadır. Ayrıca yakın cevremiz de bizi borc para verme yonunde zorlamaktadır. Elimizde de yeterli para varsa borc para vermek dışında başka bir seceneğimiz kalmayabilir. Hele hele o arkadaşımız bizim yeterli paraya sahip olduğumuzu da biliyorsa bu konuda elimiz kolumuz bağlanabilir. İstemediğimiz halde, yani irademiz dışında kalarak arkadaşımıza borc para verebiliriz. Oysa gonlumuz bu işi hic onaylamamıştı ve arkadaşımıza borc parayı uygun gormemişti. İşte yaşamımızdaki her olayı boyle inceden inceye irdelediğimizde gercekte insanın coğu kez iradesi dışında kalan guclere yenik duşerek hareket ettiğini goruruz. Oysa yuce Allah’ın (c.c.) iradesi boyle bir zayıflık ve kusur icermez. Allah (c.c.) mutlak anlamda bir irade sahibidir.

Allah’ın (c.c.) insana kısmi irade vermesi de O’nun kudretinin buyukluğune ve yuceliğine bir işarettir. İnsan bilgisayar yapabilmekte, bu yolla zihnin bilgiyi hafızada tutma işlemini maddeye, tekniğe en mukemmel şekilde yansıtmaktadır. Hatta bu ozellik bilgisayarda insandan daha ileri bir derecede bulunmaktadır. Zira insanlar unutkanlık ile genellikle bilgiyi yitirme, değiştirme gibi olumsuz bir durumla karşılaşırken teknik bir arıza olmadan bilgisayarda bilgi yitirilmeden, değişmeden kalmaktadır. Robotlarla da gunluk bazı işler giderilmeye calışılmaktadır. Ama robotlar bilgisayarlar kadar geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmış değillerdir. Bilim kurgu filmlerinde insanın robotlarla ilgili bir kaygısı cokca konu olarak işlenmiştir: Gerci henuz insanda olduğu gibi irade sahibi bir robot icat edilmiş değildir. Robotlar bilgisayarların bir uzantısı olarak işlem gormekteler, kendilerine yuklenen program dahilinde iş yapmaktadırlar. Bağımsız karar alma, aldığı kararı ozgurce uygulama gibi yeteneklere sahip bulunmamaktadırlar. Buna karşın bu bilim kurgu filmlerinde boyle insan gibi irade sahibi robotlar tasarlanmıştır. Bu filmlerde değişmeyen catışma, bu robotların bazılarının imalat hatası olarak insan icin bir tehlikeli silaha donuşmeleridir. Bunları yok etme de filmin baş kahramanına duşen bir gorev olmaktadır. Şimdi bizler de kendimizi bu robotların yerine koyarak yuce yaratıcımız katında nasıl bir rol oynadığımızı, yaratılış amacına hizmet edip etmediğimizi bir duşunelim. Goruruz ki yuce Allah (c.c.) mutlak iradesiyle bizlere tam olarak hakimken, bizi her an oldurebilecekken kısmi irademizi kullanmamıza izin vermiştir. Kendisine itaat edip etmeme konusunda bizlere secenek sunmuştur. Kısmi irademize aleyhine de olsa saygı gostermiştir. Gunah işlediğimizde sabır gosterip tovbe etmemiz icin imkan tanımıştır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) iradesi nerede, topraktan yaratılan insanın kısmi iradesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.

d. Kudret: Allah (c.c.), sınırsız kudret (guc) sahibidir. Allah’ın (c.c.) kudret subuti sıfatı gozler onunde olan şeylerde bile insana buyuk bir dehşet duygusu verir. Oysa cennet ve cehennem gibi gercekleri ile de biliyoruz ki, aslında butun yaratılmış olan şeyler henuz gozlerimizin onunde değildir.

Allah (c.c.) yoktan evreni ve icerisindeki yıldızları, gezegenleri yaratmıştır. Koyduğu kanunlarla bu yıldız ve gezegenler evren boşluğunda kendilerine ozgu hareketleri yaparak dengede durmaktadırlar. Bunları hayal dunyamızda canlandırmamız bile Allah’ın (c.c.) sınırsız kudreti hakkında bir fikir verebilir sanırım. İnsanın kendi yaratılışı uzerinde duşunmesi de Allah’ın (c.c.) kudretini anlamayı sağlayabilir. İki ayağı uzerinde dimdik duran insanoğlu bu ayırıcı ozelliğiyle diğer memelilere gore daha ustun bir bicimde yaratıldığını adeta kanıtlamaktadır. Zekası ile doğayı anlaması, ona hakim olması, teknik araclarla ondan en azami bir bicimde yararlanması gorunuşte insana ait bir kudret olsa da gercekte Allah’ın (c.c.) kudretine işaret eden birer ayetleridir. Cunku nihayetinde insana verilen kudreti de yaratan yuce Allah’tır. Oyle ise asıl kudret sahibi olan ancak Allah’tır.

İnsandaki kudret, Allah’ın (c.c.) iradesiyle kendisine verilmiş odunc bir enerjidir. Orneğin elimizi havaya kaldırmamız bize verilen bir kudretle gercekleşmektedir. İrademiz elimizi havaya kaldırma yonunde bir karar aldığında Allah (c.c.) verdiği kudretle bu eylemi gercekleştirmektedir. Bu işte bize ait olan kısım, sadece elimizi kaldırma isteğidir. Yani bir niyettir. Bu isteğin gercekleşmesi icin gerekli olan enerji ve eylem Allah (c.c.) tarafından yaratılmaktadır. Cunku Allah (c.c.) mutlak anlamda irade sahibi olduğu gibi mutlak anlamda guc sahibidir de. Allah (c.c.) bu konuda oz olarak şoyle demektedir: “Sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı (Saffat suresi, ayet 96)”.

Allah (c.c.) sadece henuz yıldızlarının ışığı dunya yaratılalı beri bize ulaşamamış bu buyuk evrenin değil başka, mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayallerini bile kuramayacağımız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gucune bir kayıt ve son duşunulemez.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) kudreti nerede, topraktan yaratılan ve ustelik Allah’tan (c.c.) odunc olarak alınan insanın gucu nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.

e. Semi: Allah (c.c.), her şeyi işitendir. O’nun işitmesi icin kulaklara ve sese ihtiyacı yoktur. Bir fısıltının bile anlamı ona gizli kalmaz. Hatta O kalplerde gecen niyetleri bildiği gibi zihinlerde gecen ve henuz sese donuşmemiş duşunceleri de anlar. Oysa insanın işitebilmesi icin konuşmanın anlaşılır bir dille ve belli bir frekans aralığında yapılması gerekir.

Allah’ın (c.c.) gonlundeki niyetleri ve zihnindeki duşunceleri bilmesine karşın insanın O’nun hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak istemesi, O’nun razı olmadığı ve ofkelendiği duşunceleri kafasında gecirmesi ne buyuk bir bahtsızlıktır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) işitmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gucu ve yaratmasıyla işitmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.

f. Basar: Allah (c.c.) her şeyi gorendir. O’nun gormesi icin gozlere ve ışığa ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede siyah taşın uzerindeki siyah karıncanın ayaklarını da gorur. Hatta insanın goremediği kapalı şeylerin icerisindekiler de O’nun icin apacıktır. Oysa insanın gorebilmesi icin yeterli ışık miktarı ile nesnenin gozler onunde bulunması gereklidir.

Allah’ın (c.c.) her şeyi gorduğunu bildiği halde insanın O’nun hoşlanmadığı ve ofkelendiği şeyleri yapması ne buyuk bir bahtsızlıktır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) gormesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gucu ve yaratmasıyla gormesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.

g. Kelam: Allah (c.c.), konuşur. Ama O’nun konuşmasının hicbir organa, dile, sese ihtiyacı yoktur. Allah (c.c.) mahiyetini bilemeyeceğimiz bir bicimde konuşur.

İnsanlara doğru yolu gostermesi icin indirilen kutsal kitaplarında bizim anlayabileceğimiz ses ve harfleri kullanmıştır. Kuran-ı Kerim O’nun ezeli sozudur. Kuran-ı Kerim bizler gibi mahluk (yaratılmış) değildir.

Allah (c.c.) Hz. Musa AleyhisselÂm ile mahiyetini anlayamadığımız bir tarzda konuşmuştur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mirac gecesi hem Allah’la (c.c.) konuşmuş hem de O’nu gorme şerefine erişmiştir.

Kuran-ı Kerim’i okuyan Allah’la (c.c.) sohbet etme nimetine erer. Kuran-ı Kerim anlamını bilmeden okunduğunda da manevi feyizlerini verir.

Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuz’dan indirildiği icin onda her şey temsil yoluyla, yada bir prototip (kucuk ornek, model) olarak mevcuttur. Kuran-ı Kerim butun yaratılmışları, olgu ve olayları kapsayan mucizevi bir kitaptır. Allah’ın (c.c.) ezeli ilim, irade, kelam sıfatlarının tecellisidir.

Evrendeki, yeryuzundeki, insandaki her şey Allah’ın (c.c.) birer ayetidir. Allah (c.c.) bunlarla insanlara ceşitli mesajlar verir. Allah’ın (c.c.) evrendeki ve insan uzerindeki en buyuk ayetlerinden birisi uyuma, uyanma; gece, gunduzdur. Allah (c.c.) bu ayetleri ile olume benzeyen gece ve uykuyla bu dunyaya bir gun veda edeceğimizi; tekrar dirilme (haşir) gibi olan uyanma, gunduz ile de ahiret hayatımızın başlayacağını bizlere yaşatarak her gun anımsatmaktadır. Aynı mesajı mevsimler yılda bir kez gorsel ve tensel duyularımıza seslenerek bizlere bir başka acıdan yine sunmaktadırlar. Allah (c.c.) tekrar dirilme olayını sadece kutsal kitaplarındaki ayetleriyle bizlere vermekle yetinmemiş, ayrıca evren ve insan gercekliğine de sozunu ettiğimiz, anlaşılır bir dille ilgili olgu ve olayları yaşatarak işlemiştir.

İnsanoğlu Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmeye pek guc yetiremese de Allah’ın (c.c.) kendisi ile kutsal kitapları aracılığıyla iletişim kurduğunu, emir ve yasaklarını bildirerek onun yaşamını bicimlendirmek istediğini gormek, tanımak istemez. Kuran-ı Kerim’e yaşamında hak ettiği yeri vermez. Oysa eşinden, dostundan gelen bir mektubu defalarca kez okur, onu iyi bir yerde de saklar. Kendisini yoktan var eden ve oldurdukten sonra da diriltip odul ve ceza icin hesaba cekecek olan Allah’ın (c.c.) mektubuna (yani Kuran-ı Kerim’e) duşman kesilir yada ilgisizlik gosterir. Onun -haşa- cağ dışı olduğunu/eskidiğini duşunur, soyler.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) konuşması nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gucu ve yaratması ile konuşması nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.

h. Tekvin: Allah (c.c.) her şeyi yaratır. Allah (c.c.) butun evreni yoktan var etmiştir. Yaratırken de maddeye ihtiyacı olmamıştır. Kendisinden de hicbir şey eksilmemiştir. O yokluğa “Ol!” emrini vermiş ve iradesi ile yaratmak istediği her şey zahmet cekmeden meydana gelmiştir. Allah’ın (c.c.) sınırsız gucu her şeyi yaratmaya kadirdir. O’nun icin yoktan yaratmada hicbir zorluk ve sıkıntı yoktur.

Ehl-i sunnetin itikadi (inancla ilgili ilkeler) mezheplerinden birisi olan Maturidiler, Allah’ın (c.c.) subuti sıfatlarından birisi olan tekvini ayrı ve bağımsız bir sıfat olarak kabul ederken; yine Ehl-i sunnetin itikadi mezheplerinden birisi olan Eş’ariler ise, Allah’ın (c.c.) kudret sıfatının bir parcası olarak alırlar ve mustakil bir sıfat olarak duşunmezler.

Allah’ın (c.c.) yaratma subuti sıfatı insanın her eylemini de kapsamaktadır. Oyle ki insanı ve yaptıklarını yaratan Allah’tır (bk. Saffat suresi, ayet 96). Gorunuşte insana ait olan butun eylemleri aslında Allah (c.c.) yaratmaktadır. İnsanın yurumesi, ellerini kaldırması, konuşması, yemek yemesi, duşunmesi, gormesi, işitmesi… hep Allah’ın (c.c.) yaratması ile meydana gelmektedir. Kuşkusuz bu duşunce ile insanın kısmi iradesini ortadan kaldırmak da doğru değildir. Allah (c.c.) insanın niyetlendiği kotu eylemleri de yaratır, ama bunlardan razı olmaz. Yaratma eylemi Allah’a (c.c.) ait olduğu icin coğu kez insanın niyetlendiği kotu şeyleri merhametinden gercekleştirmez. Boylelikle insana bir ceşit ihsanda bulunur. İnsan her ne kadar bu eylemleri kendisi yaratmasa da gonlunden gecirdiği bir niyetle sahiplenmektedir. Ayrıca bu niyetle de bu eylemlerden sorumlu tutulmaktadır. Ahirette bunun icin de hesaba cekilecektir.

İnsanda ne guc ne de yaratma işi vardır. Guc ve yaratma işi Allah’a (c.c.) ozgu şeylerdir. Ama insan Allah’ın (c.c.) gucu ve yaratmasıyla bir şeyler yapabilir. Orneğin ucak yapmayı duşunebilir. Ama ne ucağın maddesini kendisi yoktan yaratmıştır ne de ucağın ucmasını sağlayan doğa yasalarını. Bunlar Allah’a (c.c.) ait şeyler olduğu gibi o kişinin ucak tasarısını eyleme gecirmek icin gerekli tum insan ve arac enerjisini ve eylemlerini de Allah (c.c.) yaratmıştır. Boyle birinin ucağı kendisinin yaptığını soylemesi orfi (geleneksel) bir durumdur. Gunluk dilde fiillerin insana nispet edilmesi yaratma yonuyle değil kazanc/sorumluluk (kesb) yonuyle doğru kabul edilir. Bu nedenle doğal karşılanır. Ayrıca insanın boyle konuşmasında da dini acıdan bir sakınca gorulmez. Orneğin “Yurudum, ellerimi kaldırdım, konuştum, resim yaptım…” gibi ifadeler, gayet doğal ve dini acıdan herhangi bir sakıncası olmayan sozlerdir.

Bir insanın başarısını Allah’a (c.c.), kotu ve cirkin fillerini de kendisine yada şeytana bağlaması edep gereğidir. Orneğin Allah’ın (c.c.) izni ile birinci oldum, Allah’ın (c.c.) yardımı ile sınıfımı taktirle gectim; nefsimin esiri olarak o gunahı işledim, nefsimin gafletiyle ihmal ettim, şeytana uyarak yaptım gibi. Bazı kişilerin yaptıkları sucları kadere havale etmeleri Allah’a (c.c.) bir hakaret anlamı taşımaktadır. Bu yuzden “kader mahkumu” gibi ifadeleri kullanmamak gerekir.

Allah (c.c.) ile sanatcı arasında yaratma ile meydana getirme yonu ile bir koşutluk kurulabilir. Allah (c.c.) yarattığı evren ve varlıklarla kendi isim ve sıfatlarını gostermiştir. Sanatcı da eseriyle kendi oz yaşamını ve ic dunyasını olumsuz kılmak ister. Ama Allah (c.c.) eserlerini bir ornek olmaksızın yoktan var ederken sanatcı her zaman bir orneğe ve ceşitli malzemelere muhtactır. Bazen sanatcılar icin yaratıcı, eserleri icin de yaratma sıfatları kullanılmaktadır. Bu elbette buyuk bir yanlışlıktır. Zira sanatcı ancak oz yaşamını ve ic dunyasını eserine yansıttığında buyuk olma onuruna erişmektedir. Meydana getirdiği şeyler de onceden yaşanmış yada oluşmuş şeylerdir, esere yansımaları ile yeniden yaratılmış değillerdir. Zaten bu buyukluğe ermemiş kişilere de sanatcı denmeyeceği acıktır. Sanatcının eserlerine bir yaratma eylemi olarak bakmamalıdır. Bunun icin sanatcı ve eseri icin yaratıcı ve yaratma gibi sıfatlar yerine oluşturma ve meydana getirme gibi daha yerinde sozcukler kullanmak gerekir.

Evrenleri yoktan yaratan Allah (c.c.) nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gucu ve yaratması ile bir şeyler oluşturması yada meydana getirmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir kustahlıktır.
__________________