once biraz tarih İSLAMİYET DONEMİ EKİNLERİNİ YİYEN KUŞLARI OLDURSUN DİYE ALLAH, CEBRAİL(A.S) VASITASIYLA HZ.ADEM(A.S)‘E OK VE YAY GONDEMİŞ, CEBRAİL YAYI GOSTERİP “BU ALLAHIN KUVVETİDİR” OKU GOSTERİP “ BU DA ALLAH’IN ŞİDDETİDİR ” DEMİŞ VE ONA NASIL ATILACAĞINI OĞRETMİŞTİR. BU İNANCA GORE OK VE YAY CENNETTEN CIKMIŞTIR, ONLARI ALLAH YOLLAMIŞTIR DOLAYISIYLE KUTSAL NESNELERDİR. OKCULUK ALLAH VE DİN YOLUNDA YAPILAN SAVAŞLARDAKİ ONEMİ SEBEBİ İLE “SUNNET “ HATTA “FARZ-I KİFAYE “ SAYILMIŞTIR. HZ. MUHAMMED (S.A.V) ASHABIYLA GİDERLERKEN YOL KENARINDA OK ATAN KİMSELER GORUR AMA SELAM VERMEDEN GECER. SEBEBİNİ SORDUKLARINDA “ CUNKU ONLAR ŞİMDİ İBADETTEDİRLER, NAMAZDA OLAN TOPLULUĞA NASIL SELAM VEREYİM ” CEVABINI VERİR. HZ. PEYGAMBER ALLAH’A YALVARIR: “YARABBİ ! HER KİM YAY TAKINIP OK ATAR DA SENDEN DOYUMLUK DİLERSE ONU İTHAMET! NUSRET RİCASI EDERSE ONU TAMAMIYLE MANSUR EYLE! RIZK UMMEDERSE ONU RIZK İLE MEMNUN KIL!” OK ATMA İLE İLGİLİ BAZI HADİSLER: *BİR OK SAYESİNDE UC KİŞİ CENNETE GİRER; OKU YAPAN, SUNAN, ATAN. *OK ATMAK NAFİLE İBADETTEN DAHA HAYIRLIDIR. *ŞU UC MECLİSTE MELEKLER SİZİNLE BERABER OLURLAR. BİRİ OK ATMAK. *BİRİ PEHLİVANLIK YAPMAK VE DİĞERİ HELALİYLE SEVİŞMEK. *OK ATMAYI OĞRENEN SONRADA OZURSUZ TERKEDEN BİZDEN DEĞİLDİR. OSMANLI DONEMİNDE OKCULUK Osmanlı Turklerinde okculuk, eski Turklerdeki okculuk anlayış ve uygulayışının bir uzantısıdır. Ancak Osmanlı Turklerinde okculuk daha buyuk onem kazanmış, amac ve uygulayışa yenilik ve genişlik kazandırmıştır. Eski Turklerde olduğu gibi Osmanlılarda da okculuk, ordunun etkinliğini ortaya koyan bir aractı. Bu nedenle bu aracı en iyi bicimde kullanabilmek icin eğitim on planda tutulmuştur. Eğitim, doğal olarak yarışmayı da bunyesinde barındırıyordu. Okcuların birbirlerinden ustun olduklarını gosterme amacları onları gunumuzun insanını şaşkınlık icerisinde bırakan başarılara itmiştir. İncelenen Turk oklarının ortaları kalın, baş ve sonlara doğru incelen, cok duz, esnek ve kozalaklı ağaclardan yapıldığı saptanmıştır. Batılı araştırmacıların yaptıkları saptamalara gore "Turklerde okun uzunluğu, oncelikle oku atacak kişinin boyuna ve yayın niteliklerine bağlı" idi. Evliya Celebi Seyahatnamesine gore yaycıların piri, ilk halife Ebubekir'in oğlu, Mehmet kabul edilir. Ok yapımcıları İstanbul’daki 200 dukkanda 300 kişi idiler. Ok yapımcılarının piri olarak Kavvasoğlu, Omerinoğlu Ebumuhammed gosterilir. Okcuların piri olarak bazı kaynaklarda II. Halife Hz. Omer'în adı da gecmektedir. Turklere Anadolu'nun kapılarını acmış olan Osman oğulları, ok ve okculuğa cok buyuk onem ve değer verdiler. Orhan Bey Bursa'da yaptırdığı "Atıcılar Alanı" ile bu konuda ilk girişimi yapan hukumdar oldu. Yıldırım Beyazıt da Gelibolu'daki Okmeydanı’nı yaptırdı. Daha sonraki donemlerde ulkedeki onemli ok meydanlarının sayısı 34'u buldu. Bu arada şunu da belirtmek gerekir; Gecici hatta devamlı ok atılan her yere "Okmeydanı" denilmemiştir. Duzenlenen alanların bu adı alabilmesi icin, sınırları taşlarla cevrili, gerekli tesisleri olan, usta kemankeşlerin menzil taşlarının yer aldığı yonetici ve eğitici kadroları bulunması zorunluydu. Bolgelerdeki okculuk calışmasının topluca yapılması amacıyla okculuk tekkeleri kurulmuştur. Bu kuruluşlara "Kemankeş Tekkesi, Tirendazlar Zaviyesi ve Atıcılar Dergahı" gibi adlar verilmiştir. Okcular tekkesi, gunumuzun değerlendirilişi ile bir kulup idi. Bu tekkenin başında bulunan kişiye, "Şeyh" denirdi. Bu kişi devlet tarafından gorevlendirilmiş bir kulup başkanı durumundaydı. Şeyh'e aynı zamanda "Bin yuzcu Şeyh" adı da verilirdi. Şeyhler usta kemankeşlerin en olgun ve en akıllılarından secilirdi. Kemankeşler usta atıcılar tarafından hazırlanan program doğrultusunda calışmalarını surdururlerdi. Usta atıcılar arasında "İdmanı bir gun bırakanı, kemankeşlik on gun bırakır" denilirdi. Okcular tekkelerinin her birinde bir sicil defteri tutulur, kemankeşler ve sağladıkları dereceler gunu gunune bu deftere yazılırdı. Bu defterde yer alabilmek icin en az 900 gez (594 m.) uzaklığa ok atabilmek şarttı. Bu barajı aşan okcu gunumuzde lisans olarak kabul edilen, " Kabza" alma onuruna erişirdi. Okcular kanunnamesinde en cok ozen gosterilen konulardan biri bu kanunname ile bicimlendirilmişti. Okcular tekkesinin bunyesinde, disiplin dışı hareketlerde bulunan kemankeşleri yargılayan ve cezalandıran bir Divan ile bu meydanın guvenliğini sağlayan bir guvenlik orgutu bulunurdu. Kemankeş Mustafa, Kavis name adlı yapıtında ok atışlarıyla ilgili calışmaları yoneten ve gunumuzde antrenor denilen kişilere duyulan sınırsız saygıyı şu cumle ile nakleder: "Ustatsız bir nesne kemal ile idrak olunmak muhaldir." Kemankeşlikle ilgili tum calışmalar da bir programa bağlanmıştır. Hatta buyuk yarışlardan once kemankeşlerin hazırlanması icin birkac hafta once kampa alındıkları ve bu kamplarda gıda, calışma ve dinlenme yanı sıra uykularına da ozen gosterildiği, uyku sırasında sol kolları ve kalp uzerine yatmalarını onlemek icin nobette bekleyen kişilerin gorevlendirildiği kaydedilmektedir. Okculara, "Tirendaz, Tirzen, Kemankeş, Kavvas, Tirkeş" denilirdi. Kemankeşler her gun "Alelade idman" yaparlardı. Onemli yarışmalardan once "Muhkem İdman" ağır ve zorlu calışma donemine girerlerdi. Okculuk yapmak isteyen kişiler once tekke şeyhinden izin alırlar ve namaz kılarak calışmalara başlarlardı. "Şakirt" denilen acemi okcular once tekkede yapılan ilk bolum calışmalarına katılırlardı. Bu acemi okculara once yayla idman yaptırılırdı. Bu idmanda ustasından "Kepaze kabzası" nın nasıl tutulacağını oğrenen okcu adayı, bu calışmada vucudun kepaze ile uyum kazanmasını sağlardı.İlk donemlerde 66 kez kepaze cekilirdi. Bu calışma ustaların yonetiminde gunde bine kadar cıkarılabilirdi. Bu arada " Şakirt"ler her sabah on kezden başlayarak her defasında arttırmak uzere avuclarını bir mermere vurulardı. Okculuk hem kuvvet hem de yetenek gerektiren bir beden sporu olduğu icin uzun bir hazırlık donemini zorunlu kılardı. Bu calışmalar toplam dort ya da beş ay surerdi. Okculukta meydan calışmaları, uzun sureli olurdu. Ustasının yonetiminde gerekli duzeye erişen okcu, "Kemankeş" sıfatını kazanabilmek icin en az 900 geze ok atabilmesi zorunluydu. Bu gelişimi gercekleştiren okcu, "Kabza", yani izin alabilmek icin tekke şeyhinin, bazı durumlarda da padişahın onayını alması gerekirdi. Ok atışlarında başlıca iki tur atış vardı: Menzil (mesafe) ve puta (hedef) atışları. Bu iki atış turune de katılabilmek icin okcunun kabza almış olması gerekirdi. Okmeydanlarında "Menzil atmak" ya da, "Menzil dikmek" (rekor kırmak) icin yarışılan gunlere, "Meydan gunu" denirdi. Okun duştuğu uzaklık "Gez" ile olculurdu. Orta boylu bir kişinin normal olarak attığı bir adım boyu "bir gez" olarak kabul edilirdi, bunun uzaklığı yaklaşık 66 cm.dir. Hedefe ok atışları ise kuvvet, teknik, beceri ve goruşun birleşiminde noktalanıyordu. Hedefe atışlara, "Nişan atışları", Puta atışı" ya da Puta koşulları" denilirdi. Evliya Celebi Seyahatnamesinde, Fatih Sultan Mehmet'in fetihten sonra putların, Ayasofya Camii icinde ve İstanbul'un diğer yerlerinden toplattırarak Okmeydanı'nda "Nişangah" (hedef) olarak kullanılmasını emrettiği anlatılır. Bu nedenle bu atışlara "Puta atış" denmiştir. Hedefe atış yerlerinde nişangah olarak kullanılan put ya da sepetler 300 gez uzaklığa konurdu. Ayrıca nişangahların uzerinde bir de cıngırak vardı. Bu cıngırak, atışlarda hedefe isabeti haber veriyordu. Hedefe atış yarışlarının değişik turleri vardı: İp altından yapılan atışlarda kemankeşin boyunun altında ip gerilirdi. Zarp atışlarında kalın demir ya da tunc levhaları okla delmek gerekirdi. Makbul İbrahim Paşa, Atmeydanı'ndaki sarayını yaptırması nedeniyle Kanuni Sultan Suleyman'a bir ziyafet vermiştir. Bu ziyafet eğlenceleri sırasında, Turk Okculuk Tarihinin onemli kişilerinden biri olan Tozkoparan İskender, at ustunden attığı okla birbirinin icine yerleşmiş 5 kalkanı delmiştir. Bu usta kemankeşin başarıları efsanelere konu olacak kadar buyuktur. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında Tozkoparan İskender'in Gun doğusundaki 1281,5 gez menzilinden daha uzağa ok atışı hicbir donemde gercekleşememiştir. Tozkoparan başarılı okculuk yaşamında sadece Lodos menzilinde Bursalı Şuca'yı gecememiş ve "Ah! Lodos menzili..." diyerek olmuştur. Ok'a "Tir" ya da "Sehem" de denilirdi. En iyi ok cam ağacından yapılırdı. Bir metre uzunluğunda, uc parmak kalınlığında ve budaksız olan dallar bir takım işlemlerden gecirildikten sonra 3 yıl dinlenmeye bırakılırdı. En iyi ok yapımı icin 20 yıl, "Timarlı" denilen daha dayanıklı oklar icin 50 yıl beklenirdi. Okların maden ya da kemikten sivri ucun gecirildiği yere "Temren", "Demren", ya da "Soya" denirdi. Oku hedefe dik goturen tuye "Yele" adı verilirdi. Bu yeleler kuğu, kerkenez, kartal, tavşancıl gibi kuşların kanat tuylerinden yapılırdı. Guclu kolların cektiği yaylardan fırlayan oklar mermi gibi giderek hedefi adeta sabun kalıbı gibi delerlerdi. Yarım metre kalınlığındaki kutukleri delip gecen oklar bulunduğu gibi, deve canları, su bardakları ve demir kahve havanlarını delen oklar da gorulmuştur. Ok ucları da farklı olabilirdi; Duduklu oklar, havada ıslık calarak giderdi. Ucları testere gibi olan saplandıkları yerleri paramparca etmeden cıkmazlardı. Geniş uclu temrenler av ve savaşta, ucları meşinli oklar eğitimde kullanılırdı. Parlayıcı fitilli (Dum Dumlu) oklar tum okların en onemlisiydi. Bunlar deniz savaşlarında duşman yelkenlilerini ateşe vermek icin kullanılırdı. Ayrıca ucları zehirli oklar da vardı. Okların kondukları torbalara "Kandil, kubur, tirkeş, sadak, ok kesesi, okluk" denirdi. Bunlar en guzel şekilde işlenirdi. Yaya "Kavs" ya da "Keman" denirdi. En iyi yaylar akağactan yapılırdı. Yay yapımında kullanılan sinirler okuzlerin bileklerinin ust tarafından diz kapaklarına kadar olan bolumden sağlanırdı. Yaydan cıkan okun duzgun gitmesini sağlayan tuy uzerindeki yere "Siper" ya da "Ok yatağı" denirdi. Yayların surekli olarak ruzgara karşı golgede asılması gerekirdi. Cumhuriyet Doneminde Turk Okculuğu 1923-1937 yılları arasında, eski Turk okcularının ailelerinden gelen uc beş kişi, aralarına hevesli gencleri de alarak İstanbul’un ceşitli semtlerinde ok atışları yaptılar. Ve bu sporu yurutmeye calıştılar. Turk okculuk tarihinin efsanevi ismi Tozkoparan’ın ikinci kuşak İbrahim ve Bekir Ozok ile turk okculuğuna ilk kitabı armağan eden Mustafa Kani’nin torunu Vakkas Okatan, bu spora yakın ilgi duyan Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gurses ve yine o devrin Beyoğlu Vakıflar Mudur ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter’in girişimleri sonucu kurulan “Okspor Kurumu” adındaki kulup, Cumhuriyet Donemimizin ilk ciddi atılımı oldu. İstanbul Beyoğlu Halkevi’nde Ulu Onder Ataturk’un direktifleri ile ve milli sporumuz okculuğun canlandırılması amacıyla 1937 yılında kurulan bu kulup Ataturk’un olumunden sonra himayesiz kaldı ve dağıldı. İlk bayan okcumuz Betur Diker’dir. 1931 yılında Uluslar arası Okculuk Federasyonu (FITA) kuruldu. Turkiye 1955 yılında 16. uye olarak katıldı. Tum dunyada okculuk sporunun gelişimi icin oldukca disipline bir calışma icinde bulunan FITA’nın bugun 80’e yakın uye kuruluşu bulunmaktadır. Kore,Rusya, İtalya, Japonya gibi buyuk rekortmen sporculara sahip ulkeler bizden cok sonra bu kuruluşa uye oldular. Cumhuriyet donemimizde okculuğun yok olmaya yuz tuttuğu yaklaşık 15 yıllık bir sureyi takiben, eski okculardan Bahir Ozok’un oğlu Fazıl Ozok 1953 yılında devrin cumhurbaşkanı Celal Bayar ile temas sağlayarak, desteğini aldı ve okculuk sporu o yıllarda, Beden Terbiyesi Genel Mudurluğu bunyesine alınarak Atıcılık Federasyonu’na bağlandı. 8 Mart 1961 tarihinde ise, Atıcılık Federasyonu’ndan ayrılarak bağımsız bir federasyon haline geldi. 1923 yılında TİCİ bunyesinde kurulmuş olan Okculuk Federasyonu, 1962’den sonra faaliyetlerini bağımsız bir federasyon olarak surdurmeye başlamış ve ilk federasyon başkanlığına Fazıl Ozok Getirilmiştir. Paris’te yapılan 1962 Avrupa Okculuk Şampiyonası’nda, Yucel Cavkaytar, gencler kategorisinde şampiyon olarak uluslar arası alanda onemli bir başarı elde etmiştir. Aynı şampiyonada Cemal Değirmenciler de buyukler uzun mesafe atışında Avrupa Şampiyonu olmuştur. 1982 yılında Okculuk Federasyonu kapatılarak atıcılık federasyonuna bağlanmış, ancak 1983 yılında yeniden kurularak başkanlığına, Dr. Uğur Erdener getirilmiştir. Aynı yıl İzmir’de ilk kez organize edilen Balkan Şampiyonası’nda okcularımız, bayanlar ve erkeklerde ikinci olma başarısını gostermişlerdir. 1985’te Atina’da yapılan Balkan Okculuk Şampiyonası’nda Turk bayan takımı Balkan Şampiyonluğu’nu kazanırken, Elif Ekşi 50 m atışlarında Balkan rekoru kırmıştır. Elif Ekşi’nin başarıları 1986 yılında İspanya ve Kanada’da surmuştur. 1990 yılında Okculuk Bayan Milli Takımımız Barselona’da Avrupa 3. su, 1991’de ise Zehra Oktem Kravkov’da Dunya 3.su olmuştur. 1991’in Aralık ayında sisteme uygun olarak ilk kez İzmir’de Turkiye Salon Okculuk Şampiyonası duzenlenmiş, 1992 Barselona Olimpiyat Oyunları’nda Bayan Milli Takımımız 6. lığı elde etmiştir. 1993’un Eylul ayında Dunya Okculuk Şampiyonası 54 ulkenin katılımıyla Turkiye’de ilk kez Antalya’da organize edilmiştir, Akdeniz Oyunları’nda Necla Babaş, Elif Ekşi ve Natalia Nasaridze’den kurulu bayan takımımız gumuş madalya kazanmıştır. 1994’de Cek Cumhuriyeti’nde duzenlenen Avrupa Okculuk Şampiyonası’nda Elif Altınkaynak, Elif Ekşi, Zehra Oktem’den oluşan Bayan Milli Takımı, ilk turda 246 puanla Avrupa Rekorunu da kırarak takım halinde ucuncu olmuş ve bronz madalya elde etmiştir. Aynı yıl Atina’da Balkan Şampiyonası’nda sporcularımız, 6 altın 4 gumuş 2 bronz madalya almış ve tum kategorilerde Balkan şampiyonu olmuştur. 1995 yılında İngiltere’nin Birmingham kentinde yapılan Dunya Salon Okculuk Şampiyonası’nda ise bayan okcumuz Natalia Nasaridze, iki dunya rekoru kırarak bronz madalya kazanmıştır. Nisan ayında ABD’de duzenlenen Uluslar arası Okculuk Kupası’nda, bayan milli takımımız 14 takım arasından şampiyon olmayı başarmıştır. Okculuğun Gelişimi Yapılan Arkeolojik araştırmalar, Mısır'da milattan once 5000 yılında okun avlanma sırasında kullanıldığını ortaya cıkarmakta ise de tarihcilerin bu konu ile ilgili tahmini milattan once 25 bin yıl onceye kadar dayandığını gosteriyor. Milattan once 1500 yılında ise Asurların yayı daha geliştirip atıcıya daha fazla kolaylık sağlayan bir model oluşturdukları biliniyor. 1900 yılında olimpiyat sporu olarak kabul edilen okculuk, ateşli silahlar ile yapılan atıcılığın golgesinde kalmıştır. Yeni yukselen spor olan atıcılık, okculuğu 1920 yılından 1972 yılına kadar golgesinde bırakmış; bu spor 52 yıl olimpiyatlarda yer almamıştır. Oldukca basit ve acık kuralları olan okculuk sporunun temel kuralı atış yapmak icin okcunun ayakta olmasıdır. Ama bu kural 1984 yılında Yeni Zellandalı Neroli Fairhall'a uygulanmamıştır. Cunku Neroli Atışlarını tekerlekli sandalyesinden yapmak durumunda kalmış ve o turnuvada 35'inci olmasına rağmen gonulleri fethetmişti. Bu sporda amac, 1.22 metrelik capındaki hedefi tam ortasından vurmak. Merkeze doğru giderek daralan 10 cember vardır. Merkezdeki cemberin değeri 10 puanken dışarıya doğru puanlar birer-birer kuculur. Eğer atılan ok iki puanı belirleyen cizgilere isabet etmişse daha yuksek olan puan atıcının hanesine yazılır. Beraberlik durumunda ise hakemler merkeze en yakın atışı birinci secerler. Eğer atış hedef tahtasına carpıp dışarı cıkarsa veya deler gecerse hakemlerin de onayı ile okun temas ettiği yer puan olarak kabul edilir. 1.22 m. capındaki hedef ile atışı yapan sporcular arasındaki mesafe 70 metredir. Erkeklerde yayın ağırlığı 22 kg civarında iken bayanlar kategorisinde 15 kg.dır. Genelde yayın tellerinin yapımında hidrokarbon ve celik karışımdan oluşan bir madde kullanılır. Oklar icin ise 11 mm capını gecmeme zorunluluğu vardır. Okcular, kendilerini korumak icin ozel korunma gerecleri takabildikleri (parmaklık, gozluk ve eldiven vs) gibi, hakemlerin onayını aldıktan sonra kendi oklarını da kullanabilirler. DUNYADA OKCULUK Okun, insanlık tarihi boyunca bir savaş ve atlı silahı olarak kullanılması nedeniyle okculuğun kokeni de cok eski cağlara kadar inmekte. Onceleri askeri bir arac olarak kullanılan ok, sonraları eğlence ve yarışmaların vazgecilmez aracı durumuna geldi. Modern anlamda okculuğun başlangıcı 1500'lu yılların başlarına rastlamakta. İlk okculuk dernekleri 16. ve 17.yy'larda İngiltere'de kuruldu. 19.yy.da İngiltere'nin ABD, Kanada ve Avustralya’ya gecti, 20.yy'ın başlarında da gercek anlamda bir spor olarak kabul edilmeye başlandı. İlk kez 1900 Paris Olimpiyatları'nda erkekler kategorilerinde programa dahil edilerek, 1920 yılına kadar olimpiyatlarda yer aldı. Bayanlarda ise sadece 1904 - 1908 Olimpiyat Oyunları'nda yer alan bu spor, daha sonra 1972 yılına kadar olimpiyatlara alınmadı. İlk zamanlarda duran ya da ucan kuşları vurmaya dayanan okculukta, sonraları modern bir spor anlayışı icinde cansız hedeflere atışlar esas alındı. Okculuğu gelişmiş ve sistemli bir spor haline getirebilmek amacıyla 1931'de Belcika, Fransa, Polonya ve İsvec'in onculuğunde, Uluslararası Okculuk Federasyonu FITA (Federation Internationale de Tir L'Arc) kuruldu. Okculukta asıl onemli gelişmeler de ancak bu tarihten sonra sağlanabildi ve 1933'te ilk kez Dunya Okculuk Yarışması ilk kez duzenlendi. 1940'lı yıllarda FITA tarafından duzenlenen okculuk karşılaşmaları, 1957'den sonra iki turda yapılmaya başlandı. Daha sonraları okculuğa olan ilgiyi artırmak amacıyla 1985'te Buyuk FITA Turnuvası adı altında yeni bir turnuva geliştirildi. __________________