ALGILAR DUNYASI
Manzarayı seyreden bir insan,
gozleriyle, gozunun onundeki
manzarayı seyrettiğini zanneder.
Oysa onun gorduğu manzara, beynin
arkasındaki gorme merkezinde
oluşmaktadır. Bu manzarayı izleyen
ve bu manzaradan zevk alan protein
ve yağdan oluşan beynin kendisi
olamayacağına gore, kimdir?
Beynimizde Oluşan Dunyanın Aslına Asla Ulaşamayız
Buraya kadar anlatılanlardan acıkca gorulduğu gibi hayatımız boyunca yaşadığımız, gorduğumuz, hissettiğimiz herşey beynimizde meydana gelmektedir. Orneğin, koltuğunda oturarak camdan dışarıyı seyreden bir insan, koltuğun sertliğini, doşemesinin kayganlığını beyninde hisseder. Mutfaktan gelen kahve kokusu gercekte mutfakta, yani uzağında değil, beyninin icindedir. Camdan gorduğu deniz manzarası, kuşlar, ağaclar ise yine beyninde oluşan goruntulerdir. Kendisine kahve ikram eden dostu ve kahvenin guzel tadı da yine beyninde oluşur.
Kısacası, evinin salonunda oturduğunu ve camdan dışarısını seyrettiğini zanneden bir insan gercekte, beyninin icindeki ekrandan salonunu, camdan gorunen manzarayı izlemektedir. İşte insan, beynindeki ekranda izlediği, anlamlı şekilde biraraya getirilen algılarının tamamına "yaşamım" der ve hicbir zaman beyninin dışına cıkamaz.
Bu izlediğimiz ekranın dışında maddenin gerceği nasıldır, bunu hicbir zaman bilemeyiz. Gerceği de bizim gorduğumuz gibi mi, orneğin bir yaprağın yeşili dışarıda da boyle mi, bilemeyiz. Veya yediğimiz şekerin tadı gercekte bu şekilde mi yoksa beynimiz mi onu boyle algılıyor, bunu kesinlikle oğrenme imkanımız yoktur.
Bilim yazarı Rita Carter, dış dunyanın aslını goremeyeceğimizi şoyle acıklar:
Bir yuz veya manzara gorduğumuzde, tam aslını gormeyiz, gorduğumuz orjinalinin bir yorumu veya tamamen yeni inşa edilmiş bir versiyonudur... Bunlar her ne kadar cok iyi kopyalar olsa bile orijinalinden eksik veya farklıdır.
Bu konu uzerinde biraz duşunen bir insan bu gerceği butun netliği ile gorecektir. Bu insanlardan biri olan George Berkeley İnsan Bilgisinin İlkeleri Uzerine İnceleme adlı yapıtında bu gerceği şoyle ifade eder:
İcinde buyuk bir televizyon ekranı olan kapkaranlık bir odaya girdiğinizi duşunun. Dışarıdaki dunyayı yalnızca bu odanın icindeki ekrandan seyredecek olsanız, doğal olarka bir sure sonra sıkılıp cıkmak istersiniz. Bir an duşunun şu anda da bulunduğunuz mekan farklı değil. Bir kutu gibi kapkaranlık ve kucuk kafatasınızın icinde dış dunyaya ait goruntuleri bir omur boyu seyredersiniz. Ama beyninizdeki ekranda oluşan goruntuleri, bu dar yerden hic cıkmadan ve hic sıkılmadan izlersiniz. Ustelik size herşeyi bir ekrandan seyrettiğinizi soyleseler buna kesinlikle inanmazsınız. Gorguğunuz goruntu, o kadar inandırıcıdır ki, binlerce yıldır milyarlarca insan bu buyuk gerceğin farkına varmamıştır.
… Gorme yoluyla ışık ve renk, onların ceşitli dereceleri ve farklılıkları duşuncesine sahip oluyorum. Dokunma ile yumuşağı ve serti, sıcağı ve soğuğu, hareketi ve direnci algılıyorum… Koku alma bana kokuları, tat alma tatları, işitme ise sesleri oğretiyor… Bu duyumlardan bazıları birarada gozlemlendikleri icin, onlara ortak bir ad verilir ve onlar bir şey sayılırlar. Boylece orneğin belli bir duzenleniş icerisinde, bir renk, bir tat, bir koku, bir bicim ve bir sertlik birlikte gozlemlendiğinde elma sozcuğuyle belirlenen ayrı bir şey olarak tanınır; oteki duşunce dermeleri, taş, ağac, kitap ve oteki duyumlanabilir şeyleri meydana getirirler…
Berkeley'in bu sozlerinde ifade ettiği gercek şudur: Beynimizde yaşadığımız ceşitli duyuların butunleşmesi ile bir nesneyi tanımlarız. Bu ornekte olduğu gibi elmanın tadı, kokusu, sertliği, kırmızı rengi, yuvarlaklığı ve diğer ozellikleriyle ilgili algılar beynimizde bir butun olarak algılanır ve biz bu butune "elma " deriz. Ama biz hicbir zaman bir elmanın aslı ile muhatap olmayız. Bizim tek gorebildiğimiz, koklayabildiğimiz, tadabildiğimiz, dokunabildiğimiz veya duyabildiğimiz beynimizdeki kopyalardır.
Buraya kadar anlatılanları tekrar duşunduğumuzde bu gercek butun acıklığı ile ortaya cıkacaktır. Orneğin;
* Işığın olmadığı beyinde, rengarenk ışıklarla donatılmış bir caddeyi, butun renkleri, canlılığı ve parlaklığı ile seyredebiliyorsak, o zaman bu caddenin, ışıklı panoların, vitrinlerin, sokak lambalarının, arabaların farlarının beynimizde elektrik sinyallerinden oluşan kopyalarını goruruz.
* Beynimize hicbir ses giremediğine gore, o zaman biz hicbir zaman yakınlarımızın seslerinin asıllarını duyamayız. Duyduklarımız hep kopyalarıdır.
* Veya biz hicbir zaman denizin serinliğini, guneşin sıcaklığını hissedemeyiz. Biz hep beynimizde bunların kopyalarını yaşarız.
* Aynı şekilde, bugune kadar hicbir insan nanenin aslının tadına bakmamıştır. Nane olarak algıladığı tat, beyninde oluşan bir algıdır sadece. Cunku nanenin aslına ne dokunabilir, ne onun aslını gorebilir, ne aslının kokusunu veya tadını alabilir.
Sonuc olarak, biz hayatımız boyunca bize gosterilen kopya algılarla yaşarız. Ancak bu kopyalar o kadar gercekcidir ki, hicbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. Orneğin, şu anda başınızı kaldırın ve bulunduğunuz odada gozunuzu gezdirin. Kendinizi icinde mobilyalar bulunan bir odanın icinde gibi goruyorsunuz. Oturduğunuz koltuğun kollarına dokunduğunuzda, sanki gercekten bu kolların asıllarına dokunuyormuş gibi sertliğini hissediyorsunuz. Gosterilen goruntulerin gercekciliği, bu goruntulerin yaratılışında kullanılan sanatın mukemmelliği sizi ve sizin gibi milyarlarca insanı, bunların "madde" olduğuna ikna etmeye yetiyor. Hatta insanlar o kadar kesin olarak ikna oluyorlar ki, dunyaya ait her hissin beyinlerinde oluştuğunu lise cağlarından itibaren kitaplarda okumalarına, hatta biyoloji kitapları bu gercekle dolu olmasına rağmen, bunların beyinlerinde bir hayal olduğuna zorlukla ikna olabiliyorlar. Bunun nedeni, goruntunun muhteşem bir sanatla, son derece gercekci ve kusursuz yaratılıyor olmasıdır.
Bazı insanlar ise, goruntunun beyinlerinde oluştuğunu kabul etmekte ancak, gordukleri goruntunun asıllarının dışarıda olduğunu iddia etmektedirler. Oysa, bu hicbir zaman ispatlayamayacakları bir iddiadır. Cunku bugune kadar hicbir insan, beyninin dışındaki algılarının dışına cıkamamıştır. Her insan, beynindeki hucresinin icinde yaşamaktadır ve algılarının kendisine gosterdikleri dışında hicbir şey yaşayamaz. Dolayısıyla algılarının dışındaki dunyada, neler olduğunu hicbir zaman bilemez. Bu nedenle "dışarıda asılları var" demek buyuk bir on yargı olur, cunku hicbir insanın buna getirebileceği tek bir delil dahi bulunmamaktadır. Kaldı ki dışarıda asılları olsa dahi, insan yine bu "asıl"ları beyninde gorecektir, yani yine beyninde oluşan hayal ile muhatap olacaktır. Dolayısıyla insanlar, bu varsaydıkları "maddesel karşılıklara" hicbir zaman ulaşamayacakları icin, bu iddiaları son derece dayanaksızdır.
Ayrıca şunu da belirtmeliyiz ki, teknolojinin veya bilimin ilerlemesi de bu konuda herhangi bir değişikliğe sebep olamaz. Cunku her bilimsel bulgu veya teknolojik buluş yine insanların beyinlerinde oluşacaktır, dolayısıyla bu yontemle de dış dunyaya ulaşmak mumkun olamayacaktır.
Bu onemli gercekle ilgili olarak B. Russel ve L. Wittgeinstein gibi unlu filozoflar şoyle demektedirler:
… orneğin bir limonun gercekten var olup olmadığı ve nasıl bir surecle var olduğu sorulamaz ve incelenemez. Limon, sadece dille anlaşılan tat, burunla duyulan koku, gozle gorulen renk ve bicimden ibarettir ve yalnız bu nitelikleri bilimsel bir araştırmanın ve yargının konusu olabilir. Bilim, nesnel dunyayı asla bilemez.
Unlu filozof George Berkeley ise, algılarımızın sadece zihnimizde yer aldığını ve dış dunyada var olduklarını kabul ettiğimizde yanıldığımızı cok acık olarak ifade etmektedir:
Kendilerini gorduğumuz ve dokunduğumuz icin ve bize algılarımızı verdikleri icin nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… Butun bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, oyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların icine duşmuş oluyoruz demektir…
Ayrıca, hicbir zaman ulaşamayacakları, goremeyecekleri, dokunamayacakları varlıkların olmasının veya olmamasının insanlar icin hicbir onemi yoktur. Cunku madde dunyası olsa da olmasa da, insan sadece beynindeki algılar dunyasını izler. Maddelerin asılları ile hicbir zaman karşılaşamaz. Dahası, her insana kopyasını goruyor olmak yetmektedir. Orneğin, rengarenk ciceklerle bezenmiş bir bahceyi gezen bir insan, gercekte bu bahcenin aslını değil, beynindeki kopyasını gorur. Ancak, bu bahce o kadar gercekcidir ki, her insan bu hayalinde oluşan bahceden gercekmiş gibi aynı zevki alır. Hatta bugune kadar milyarlarca insan, bu bahce gibi gorduğu herşeyin aslını gorduğunu sanmıştır. Dolayısıyla, "dışarısı"nın insanı ilgilendirmesi icin ortada hicbir neden bulunmamaktadır.
Araba kullanan bir insan direksiyonun, onundeki yolun ve ağacların kendinden uzakta olduğunu zanneder. Oysa tum bu gordukleri, aynı bir fotoğrafta olduğu gibi, beyninde tek bir satıh uzerindedir.
Uzaklık Hissi de Beyinde Oluşan Bir Algıdır
Caddedeki kalabalık, arabalar, korna sesleri, mağazalar, binalar... Bir caddeye baktığınızda gorduğunuz bu tablo size cok net, cok gercek gibi gelir. Bu nedenle, insanların buyuk bir bolumu bu gordukleri tablonun beyinlerinde meydana geldiğini kavrayamaz, hepsini gercek zannederek yanılırlar. Bu tablo o kadar mukemmel bir şekilde yaratılmıştır ki, insanın bunun dış dunyanın aslı olmadığını, sadece kendi zihninde yaşadığı bir kopya goruntu olduğunu anlaması mumkun değildir.
Goruntuyu bu kadar inandırıcı ve etkileyici yapan şeyler ise mesafe, derinlik, renk, golge, ışık gibi unsurlardır. Bu malzemeler o kadar kusursuzca kullanılmıştır ki, beynimizde uc boyutlu, renkli ve canlı bir goruntu haline gelirler. Sonsuz sayıdaki ayrıntı bu goruntuye eklenince, ortaya, hic farkına varmadan butun bir omur boyunca gercek zannederek icinde yaşadığımız ama aslında sadece zihnimizde muhatap olduğumuz bir dunya cıkar.
Şimdi kendinizi bir araba kullanırken duşunun. Arabanın direksiyonunu kendinizden bir kol mesafesi uzaklıkta, trafik lambalarını ise birkac yuz metre ileride gorursunuz. Onunuzdeki arabayla aranızda yaklaşık 10 metre bulunmaktadır. Ufukta gozuken dağlar ise, hesaplarınıza gore kilometrelerce uzaktadırlar. Oysa bu tahminlerinizin hepsi yanlıştır! Ne dağlar, ne de onunuzdeki araba o kadar uzakta değildir. Aslında butun goruntuler bir sinema perdesi gibi beyninizde tek bir yuzeyde, iki boyutlu olarak yer alırlar. Gozumuze yansıyan goruntuler, televizyon ekranındaki goruntuler gibi iki boyutludur. O halde bu mesafe ve derinlik duygusu nasıl oluşmaktadır?
Mesafe dediğimiz algı, bir ceşit uc boyutlu gorme şeklidir. Goruntulerde mesafe ve derinlik hissini uyandıran şeyler ise perspektif, golge ve hareket dediğimiz unsurlardır. Optik biliminde mekan (space) algısı denilen bu algı şekli, cok karmaşık sistemlerle sağlanır. Bu sistemi en basit şekliyle şoyle anlatabiliriz: Aslında gozumuze gelen goruntu sadece iki boyutludur. Yani yukseklik ve genişlik olculerine sahiptir. Goz merceğine gelen goruntulerin boyutları ve iki gozun aynı anda iki farklı goruntu gormesi derinlik ve mesafe hissini oluşturur. Bizim her bir gozumuze duşen goruntu, diğer goze gelen goruntuden acı, ışık gibi unsurlar acısından farklıdır. Beyin bu iki farklı goruntuyu tek bir resim haline getirerek derinlik ve mesafe hissini oluşturur.
Bunu daha iyi anlamak icin bir deney yapabiliriz. Once sağ kolunuzu iyice ileri uzatın ve işaret parmağınızı kaldırın. Şimdi gozlerini parmağınıza odaklayıp sırayla sağ ve sol gozlerini kapatıp acın. İki goze farklı iki goruntu geldiği icin parmağın hafifce yer değiştirdiğini veya kaydığını goreceksiniz. Şimdi iki gozunuzu de acıp sağ işaret parmağında odaklamaya devam ederken sol işaret parmağını mumkun olduğu kadar gozlerinize yaklaştırın. Yakında olan parmağın cift goruntu oluşturduğunu fark edeceksiniz, bu ise algı sisteminde uzaktaki parmaktan farklı bir derinlik oluşması nedeniyledir. Şimdi bu durumdayken gozlerinizi sırayla kapatıp acarsanız yakındaki parmağın daha fazla yer değiştirdiğini goreceksiniz, cunku iki goze duşen goruntulerin farkı artmıştır.
Uc boyutlu film yapılırken de bu teknik kullanılır; iki farklı acıdan cekilen goruntu aynı ekran uzerine yansıtılır. Seyirciler renk filtresi veya polarize filtreli ozel gozlukler takarlar. Gozluğun camındaki filtreler iki goruntuden birini yakalar, beyin bunları birleştirip uc boyutlu goruntu haline getirir. İki boyutlu bir retinada derinlik hissinin oluşması, iki boyutlu bir resim tuvalinde gercekci bir derinlik hissi oluşturmaya calışan ressamların kullandığı tekniğe cok benzer. Derinlik hissini oluşturan bazı onemli unsurlar vardır. Bunlar; nesnelerin ust uste yerleşmesi, atmosfer perspektifi, doku değişimi, doğrusal perspektif, boyut, yukseklik ve harekettir. Orneğin doku değişimi derinlik hissinin oluşumunda son derece onemlidir. Uzerinde dolaştığımız yuzey, orneğin bir yol ya da ciceklerle dolu bir tarla aslında bir dokudur. Bize yakın olan dokular daha detaylı, uzakta kalanlar ise daha silik gozukur. Bu yuzden bir doku uzerine yerleştirilen nesnelerin mesafesi hakkında yargıda bulunmak daha kolaydır.
Bu resimde arkadaki cizgi ondeki cizgiden nerdeyse iki kat daha uzun duruyor. Oysa her iki cizgi de aynı boyda. Bu ornekte de gorulduğu gibi, cizgilerin kullanımı, perspektif, ışık, golge gibi unsurlar insanların bazı nesneleri olduğundan farklı gormelerine neden olabilmektedir. Ama aslında tum nesneler tek bir yerde, beynimizdeki goruntu merkezinde algılanmaktadır.
Ayrıca burada golge ve ışık unsurları da devreye girerek uc boyutlu goruntuyu tamamlarlar. Nitekim başarılı ressamların yaptığı resimleri hayranlıkla seyretmemizin nedeni, golge ve perspektif unsurlarını kullanarak resme verdikleri derinlik ve gerceklik hissidir. Perspektif, uzaktaki şeylerin, goren kişiye gore yakındaki şeylere oranla daha kucuk olarak gozukmesinden kaynaklanır. Orneğin bir manzara resmine baktığımızda uzaktaki ağaclar kucuk, yakındaki ağaclar buyuk gozukur ya da arka plandaki dağ goruntusu on planda duran insan goruntusunden daha kucuk cizilir. Doğrusal perspektifte ise ressamlar paralel cizgileri kullanırlar. Orneğin, tren rayları ufuk cizgisinde birleşerek mesafe ve derinlik hissini oluştururlar.
Derinlik hissini oluşturan unsurların en onemlilerinden biri doku değişimidir. Bize yakın olan dokular daha detaylı, uzakta kalanlar ise daha silik gozukur. Orneğin soldaki resimde de gorulduğu gibi renk, golge ve ışık kullanılarak, duz bir kağıt uzerinde, uc boyutlu, derinlik hissi olan, kabarık olduğu izlenimini veren bir doku oluşturulmuştur. Sağdaki resimde tum noktalar beyaz olmasına rağmen, siyah beyaz olarak yanıp sonuyor gorulmektedir.
Ressamların tablolarında kullandıkları yontem, beynimizde meydana gelen goruntu icin de gecerlidir. Beynimizdeki iki boyutlu bir mekanda derinlik, ışık, golge aynı metodla meydana gelir. Bir goruntude ayrıntılar, yani ışık, golge ve boyutlar ne kadar ayrıntılı işlenirse, o goruntu o kadar gercekci olur ve duyularımızı aldatır. Boylece biz ucuncu boyut olan derinlik ve mesafe varmış gibi hareket ederiz. Halbuki gorduğumuz butun goruntuler bir film karesi gibi tek bir satıh uzerinde bulunur. Beynimizdeki gorme merkezi bir kredi kartı kadar kucuktur! Butun o uzak mesafeler, uzaktaki evler, gokteki yıldızlar, Ay, Guneş, havada ucan ucaklar, kuşlar gibi goruntuler bu kucuk mekana sığdırılır. Yani sizin bakıp binlerce kilometre yukarıda dediğiniz bir ucakla, elinizi uzatıp tutabildiğiniz bardak arasında teknik olarak bir mesafe yoktur, tumu beyninizdeki algı merkezinde tek bir yuzey uzerindedir.
İKİ BOYUTLU BİR ZEMİNDE
DERİNLİĞİ OLAN BİR GORUNTU
MEYDANA GETİRMEK
Orneğin, ufukta kaybolmakta olan bir gemi, aslında sizden kilometrelerce uzakta değildir. Gemi sizin beyninizin icindedir. Baktığınız camın pervazları, camın onundeki kavak ağacı, evinizin onunden gecen yol, deniz ve denizde yol alan gemi de dahil olmak uzere beyninizdeki gorme merkezinde, yani aynı iki boyutlu mekanda oluşmaktadır. Nasıl ki bir ressam, buyukluk kucukluk gibi oranları, renk, golge ve ışık gibi malzemeleri ve perspektifi kullanarak, uzaklık hissini iki boyutlu bir tabloda gosterebiliyorsa, bizim beynimizde de benzer şekilde, uzaklık algısı oluşur. Sonuc olarak, gorduklerimizi kendimizden uzakta gibi algılamamız, gorduklerimizle aramızda bir mesafe olması bizi yanıltmamalıdır. Cunku mesafe de diğerleri gibi bir algıdır.
Bu bolumde gorulen resimlerin hepsinde son derece gercekci bir derinlik farkedilmektedir. İki boyutlu bir tuvalin uzerinde golge, perspektif ve ışık kullanılarak, uc boyutlu, derinliği olan bir goruntu oluşturulabilmektedir. Ressamın yeteneğine gore, bu gercekcilik daha da artmaktadır. Benzer bir durum bizim gorme algımız icin de gecerlidir. Cunku gozun retina tabakasına duşen goruntu iki boyutludur. Ancak her iki goze duşen goruntu daha sonra tek bir resim haline getirilir ve 3 boyutlu, derinliği olan bir goruntu olarak beynimizde algılanır.
__________________
Beynimizde Oluşan Dunyanın Aslına Asla Ulaşamayız
Dini Bilgiler0 Mesaj
●15 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Beynimizde Oluşan Dunyanın Aslına Asla Ulaşamayız