Kader İlim Nev'indendir
Dini Bilgiler0 Mesaj
●21 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Kader İlim Nev'indendir
-
09-09-2019, 01:43:37
Kader İlim Nev'indendir
Kader, CenÂb-ı Hakk'ın ilminde eşyaya bicilen bir plÂn ve projedir. Bir şeyi bilmek ise o şeyi vucuda getirmek, demek değildir. MeselÂ, siz kafanızda bin tane binanın plÂnını tutsanız, yuzlerce fabrikanın fizibilitesini tasarlasanız bunlardan hicbiri sırf kafanızda tuttuğunuzdan dolayı vucuda gelmez. Onların vucuda gelmesi icin, irÂde ve kudrete ihtiyac vardır. Aksi halde, kafanızda tasarladığınız bina veya fabrikayı sadece siz bilirsiniz. Hayalen onun icinde dolaşır durursunuz ve hayalinizdeki en kucuk bir kesinti de o fabrika veya o binayı ortadan kaldırıverir. Hatta, muhayyileniz yardımını kestiğinden dolayı hic duşunmemiş ve tasarlamamış gibi olursunuz.
Bir kere daha hatırlatalım ki, kader ilim nev'indendir. İlim ise daima ma'lûma tÂbidir. Yani bir şey nasılsa ve nasıl olacaksa oyle bilinir. Yoksa, ma'lûm ilme tÂbi değildir. Durum boyle olunca, bizim ne yapacağımızı, iradelerimizi nasıl kullanacağımızı CenÂb-ı Hak biliyor ve takdirini de bildiği istikamette yapıyor. O'nun ilmi muhittir, her şeyi kuşatmıştır. -"CenÂb-ı Hakk'ın ilmine tÂbidir" şeklinde bir ifade kullanmak sû-i edeptir. Biz bu tÂbiri sadece meseleyi akla ve anlayışımıza yaklaştırmak icin kullanıyoruz.-
Bir tren duşunelim. Bu trenin iki istasyon arasında katedeceği mesafe, zamanlama acısından bellidir. İnce hesaplarla hesaplanmış bu netice, trenin hareketinden cok once bilinir ve bazen de bu ma'lûmat matbû hÂle getirilir. İşte bu bilinen netice bir plÂn ve projedir. Mes'eleyi, mevzûmuza teşmil ve kıyas edecek olursak biz buna "Kader" deriz. Şu kadar var ki, elimizdeki bu ma'lûmat ve kader, treni harekete geciren cebrî bir guc değildir. Yani tren bu plÂn ve projeden dolayı, denilen saatte, denilen istasyona gitmiyor, belki tren o vakitlerde oralara gideceği icin bu plÂn ve projede, yani trenin kaderinde bu boyle yazılıp kaydediliyor. Cunku ilim malûma tÂbidir. Nasıl olacaksa oyle bilinmekte ve hakkındaki takdir ona gore yapılmaktadır.
CenÂb-ı Hakk'ın ilmi, manzar-ı a'lÂdan (cok yuksek bir nokta) olmuş ve olacak butun eşyaya bir anda ve bir noktaya baktığı gibi bakar. O'nun ilminde, sebep-netice, illet-ma'lûl, başlangıc ve sonuc ic icedir ve hepsi tek noktanın icine sıkıştırılmıştır. O'nun icin orada evvel-Âhir, once ve sonra diye birşey yoktur. Yani CenÂb-ı Hakk'ın ilmi her şeyi, butun yonleriyle kuşatmıştır. Takdirini de bu ilmiyle yapmaktadır. Oyleyse bu takdir, iradî fiillerde, irade devre dışı tutularak yapılmamıştır.
İnsanın butun yaptıkları, daha once Levh-i Mahfuz'a kaydedilmiş şeylerdir. Daha sonra onun boynuna takılan kader bu Levh-i Mahfuz'dan istinsah edilmiştir.
وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ
"Her insanın amelini boynuna doladık." (İsra, 17/13) Âyeti de bize bu hakikati anlatmaktadır.
Evet, insanın yapacağı her şey onceden yazılmıştır. İnsan yaptıklarıyla sadece kendi hakkında yazılmış olanı yerine getirmektedir. Ancak bu yazılma, insanın yapacakları onceden bilindiği icindir. Yoksa insanı zorlayıcı bir guc ve kuvvet değildir. İnsanın boynuna asılan bu defterle, insanın fiillerinin melekler tarafından yazıldığı defter yan yana getirildiğinde gorulecektir ki, insan teker teker kendisi icin daha once yazılandan başka birşey yapmamıştır. Sonra CenÂb-ı Hak, bu defteri insana okutacak ve hesabı da bu deftere gore gorecektir.
Burada, dolayısıyla şu hususa da işaret etmek istiyorum; ruh meselesiyle ciddî meşgul olan kimseler, ruhun aynı zamanda insan dublesi olduğunu soylerler. Yani misÂlî bedenin yanıbaşında, insanın serguzeşt-i hayatına dair takdir ve tayinlerin yazıldığı ikinci bir yonu bulunduğuna dikkat cekerler. Dolayısıyla ruhun belli mahiyet ve fonksiyonlarına muttali olunduğu zaman, başından gecenlere de belirli oranda vÂkıf olunabileceğini ileri surmektedirler. ZÂten, ilm-i kıyafet ile, yani, maddî yapının ifade ettiği mÂnÂlarla uğraşanlar, elin icindeki cizgilerden, kaderin cisme aksedişinin bir ifadesi olarak kişinin başından gececek şeyleri kısmen de olsa soyleyebilmektedirler. Hatta basiret ve firaseti acık kimseler, cehresine baktıkları insanın simasında, onun bir kısım mukadderatını sezebilirler. Bunlar gaybı bilmek değildir. Cunku onlara gore kadere ait sırlar, işaretler şeklinde insan vucudunda şekillenmiş durumdadır. Bu işaretleri bilmeyenlere gore soylenenler gaybî olsa dahi, hakiki mÂnÂda gayb bu kabil ma'lûmatla sınırlı tutulamaz. YÂni bu soylediklerimiz, "Gaybı ancak Allah bilir" hukmune zıd değildir.
Allah'ın cismaniyetimize yerleştirdiği işÃ‚ret ve alÂmetlere bakarak, kaderi okumaya calışmak, Saadet Asrı'nda da rastladığımız bir ilimdir. O zaman bunu yapanlara "KÂif" denirdi.
Efendimiz (sav) bu ilmin karşısına cıkmadığı gibi, bir defasında kendisi de bir kÂif getirmiş ve haklarında dedikodu yapılan Usame b. Zeyd ile, Zeyd b. Harise'ye baktırmıştı. -Zeyd Efendimiz'in azadlısıydı. Usame de onun oğluydu. Ancak Zeyd'in aksine Usame beyaz tenliydi. Bunun icin de halk arasında bu meselenin kritiği yapılıyordu.- Efendimiz, birgun her ikisi de uyurken ustlerini ortturdu.. ve sadece ayakları gorunuyordu. Getirdiği kÂif de uyuyanları tanımıyordu. Ayaklarına bakarak: "Bu ayaklar birbiriyle alÂkalı" dedi. Allah Resûlu (sav) de sevincle Hz. Âişe'nin (ra) yanına giderek bu durumu haber verdi: "UsÂme Zeyd'dendir ya Âişe" dedi. Fakat burada bir kÂif getirmekle, halka mÂl olmuş bulunan ve ictimÂî hayatta bir yeri olan bu muesseseyi halkın bakış acısına uygun bir delil olarak kullanmak istemişti. KÂifin soylediği ile kendi bildiği arasında da bir zıtlık yoktu. Onun icin de kÂifin soylediğinin halka mÂl olmasını arzu ediyordu.
__________________