GECEN hafta tanıdık bir dukkandan bir gomlek aldım, parasını odemek uzere elimi pantolonumun cebine attım, eyvah paralar yok!.. Başka yere koymuşumdur diye ceketimin, paltomun ceplerini araştırdım, onlarda da yok. Dukkan sahibi “Sonra odersiniz...” dedi. Bereket versin eve tramvayla donecek kadar bozuk param vardı...
Eve geldim, kaybettiğim paraları arıyorum. O gun pantolonlarımdan birinin pacalarını kısalttırmıştım, onun ceplerine baktım, meğerse paralar oradaymış... 200 İsvicre frangı, 150 lira kadar da Turk parası saydım, eksik yoktu, tamamdı.
Pantolon tamircisine ilk defa iş yaptırtmıştım, kendisini tanımıyordum, dukkÂnı evime yakın bir yerde de değildi. Durust ve temiz bir vatandaşmış, cebimdeki paralara el surmemiş.
Ulke ve toplumdaki bozukluklardan şikayet edip dururuz. Madalyonun arka tarafında, bu anlattığım durustluk gibi iyi ve olumlu şeyler de var.
Acaba bu iyi ve olumlu şeyler genel ve yaygın mı, yoksa nÂdir ve istisnaî mi? Bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum.
Taşraya, kucuk şehirlere bir şey soylemem ama İstanbul cok bozuldu. Can, mal, ırz guvenliği kalmadı. Otomobilli kapkaccılar zavallı kadınların cantalarını kapıyorlar, onları yerlerde surukluyorlar, bazısını olduruyorlar.
1544’te, Fransa elcisinin maiyetinde İstanbul’a gelen bir İtalyan rahibinin hatıralarında şu cumle yazılıdır;
“İstanbul’da, avucunda altın dolu olduğu halde dolaşırsın, kimse yan bakamaz. Pera’da da durum boyledir.”
(Jérome Morand, d’Antibes à Constantinople, Paris, 1901)
Şimdi İstanbul’da bu guvenlik yok. Avrupa Birliği standartlarına uydurulan ceza hukukumuzda hırsızların ve soyguncuların hakları ve guvenceleri soyulanlarınkinden daha fazla.
Âhir zamanda bina, zina ve cinayetler coğalacakmış.
Kapıkule gumruğundeki rezaletleri ve yolsuzlukları duymuşsunuzdur. Beni en fazla uzen ve ofkelendiren husus, gonderine Turk bayrağı cekilen resmi bir binada bir fuhuş odası bulunması.
Orada bir mescid acılmasını istesek, bir takımları boyle bir şey laikliğe aykırıdır diye itiraz ederler. Peki, fuhuş odası laikliğe uygun mudur?
Gumruk Bakanlığı’nın eski musteşarı beyanat vermiş ve “bir sene sonra orada durum yine aynı şey olacak...” demiş.
Eğer bir ulkede can, mal, ırz, namus, din, inanc, vicdan guvenliği yoksa, ben oradaki demokrasiyi ne yapayım...
“Efendi, guvenlik yok ama laiklik var... Ne sızıldanıp duruyorsun... Yoksa laiklik gibi bir nimeti hor mu goruyorsun?..”
Estağfirullah efendim, eyvallah efendim, surc-i lisan ettikse affola efendim...
İnşallah, eski TCK 312’nci, yeni TKC 216’ncı maddeleri ihlal etmiş olmam; guvenlikle ilgili bazı dilek ve temennilerimi arz etmek istiyorum:
(1) Hırsızlığa, kapkaccılığa, soygunculuğa, yol kesiciliğe o kadar ağır cezalar getirilmeli ki, en profesyonel ve mÂrifetli hırsızlar bile “meslekten” el cekmeli; “hırsızlık yapmaktansa olmeyi tercih ederim” demelidir.
(2) Zavallı ve gucsuz bir kadıncağız cantasında bir servet olduğu halde tek başına ulkenin bir ucundan obur ucuna oyle bir guvenlik icinde seyahat edebilmelidir ki, hicbir şerir ona yan gozle bile bakamamalıdır.
(3) Evlerin kapılarını kilitlemeye luzum gorulmemelidir.
(4) Kaybolan eşyaların, cantaların, duşurulen cuzdanların sahiplerine geri donme ihtimali binde 999 olmalıdır.
(5) Manken veya film yıldızı olmak icin evinden kacan 14 yaşındaki salak kız 15 gun sonra evine bÂkire olarak donebilmelidir.
(6) Eskiden olduğu gibi “MAHALLE TEŞKİLÂTI” kurulmalı; kucuk anlaşmazlıklar, ufak nizalar polise ve mahkemeye başvurulmadan halkın ileri gelenleri tarafından, tarafların rızası ve hoşnutluğuyla halledilmelidir.
(7) Mahkemeler işsiz, hapishaneler ıssız kalmalıdır.
(8) Birleşmiş MilletlerTeşkilatı’nın her yıl yaptırdığı doğruluk ve temizlik anketi listesinde Turkiye birinci olmalıdır.
(9) Halkımıza, haram yemektense olmenin yeğ olduğu ilkesi, inancı, duşuncesi ve ahlakı aşılanmalıdır.
(10) Milli eğitim sistemimiz guclu ve yuksek bilgi ve kulturun yanında koklu bir ahlak ve karakter terbiyesi aşılamalı; bu sayede ceza kanununun uygulanmasına luzum kalmamalıdır.
Bu isteklerim ve temennilerim nasıl gercekleşebilir? Bu konuda cok acık konuşamam. Okuz altında buzağı arayan zihniyet yakama yapışır ve beni “ortacağ karanlıklarını” istemekle suclayabilir.
Cok buyuk bir geminin yolcularıyız, tarih denizinde bir semt-i mechule doğru yol alıyoruz... Geminin duzeni cok bozuk, gemi iyi idare edilmiyor, gemi su alıyor. Gemi o kadar buyuk ki, su aldığının farkında değiliz.
Gemide herkes kendi havasında... Sağcı sağcılık yapıyor, solcu solculuk. Geminin sofuları, camisinde namaz kılarken, geminin masonları, locasında Âyin yapıyor. Geminin guvenliği bozuk, makineleri yıpranmış, gereken tÂmirat ve bakım yapılmıyor. Gemi idaresi cok borclanmış. Alacaklılar gemiye haciz koymuşlar. Gemi yalpalıyor. Gemi dinamitlenmiş, catlaklar meydana gelmiş, oralardan su sızıyor... Bu geminin hali ne olacak.
Titanic’in nasıl battığını biliyor musunuz?
O kadar guclu, o kadar sağlam bir gemiydi ki denize indirildikten sonra kafirin biri “Bu gemiyi Allah bile batıramaz” demişti. Sen misin boyle soyleyen, gemi ilk seferinde battı. Yeterli tahlisiye (kurtarma) sandalı olmadığı icin binden fazla insan boğuldu.
Gemi denizde yuzen bir buz dağına carptı; bir rivayete gore 70, başka bir rivayete gore 90 metre uzunluğunda bir yarık acıldı. Gemiyi inşa eden muhendis oradaydı, hesap yaptı, bu gemi batar dedi. Lakin meret o kadar buyuktu ki, batması saatler surdu. Buzdağına carpınca buyuk bir sarsıntı olmamıştı. Yolcular facianın farkında değildi.
Gemi batmaya başlamıştı ama:
• Kumar salonunda kumarbazlar oyun oynamaya devam ettiler...
• Dans salonunda orkestra neşeli parcalar calıyor ve birbirlerine sarılmış ciftler zevk ve şehvet icinde dans ediyorlardı.
• Şatafatlı bir sarayı andıran luks yemek salonunda nefis yemekler nadide şaraplarla midelere indiriliyordu. Nihayet gemi yana yattı, yolcuların boşaltılmasına duzensiz bir şekilde başlandı.
En son orkestra “Tanrım bizi koru ve kurtar” ilahisini calmaya başladı.
Titanic, ne kadar buyuk olursa olsun, deryada yuzen bir gemiydi, o boyle battı.
Birinci Dunya Savaşı’nda Canakkale Boğazı’nda bir mayına carpan dev Bouvet zırhlısı 59 saniyede denizin dibini boylamıştı.
Ulkeler, gemiler gibi batmaz... Biz Turkler tarihte cok devletler batırmışızdır. Bunlardan biri Altın Ordu devletidir. Coğumuz bu devletin hangi coğrafyada kac sene hukumran olduğunu bilmez, batmış gitmiştir.
Bugunku Turkiye’miz, Edirne ile Kars, Sinop ile İskenderun arasında bir vatan parcasıdır. 1912’ye kadar devletimizin batı hudutları Adriyatik Denizi’ne ulaşıyordu. 1918’e kadar Suriye, Lubnan, Filistin, Irak, Kuveyt, Arabistan, Yemen bizim idaremizdeydi. Hepsini yitirdik. Osmanlı gitti de ne oldu? Filistin’e bakalım, Irak’a bakalım...
Biz bu kafada gidersek, gemimizin Âkıbeti parlak olmaz ,
alıntı
__________________