Arapca ilmini bilmeden Kur'an-Sunnet hakkında hukum vermek!
Ebu Hamza tarafından yazıldı..
Fasıl
Bid'atcilerin yontemlerinden birisi de şudur:
Allah ve Rasulu'nun kastettiği şeyi anlamaya yarayan Arapca ilmini bilmedikleri halde Arapca olan Kur'an ve Sunnet hakkında yalan yanlış şeyler uydururlar;[1]
kendi bildikleri şeylerle şeriatın aleyhinde bulunur­lar, uydurdukları şeyleri kendilerine din edinirler ve ilimde yeterli seviyede olan kişilere muhalefet ederler. Kendi nefislerine cok guvendikleri ve hic de oyle olmadıkları halde kendilerini ictihat ve istinbat yapabilecek kişiler olarak gordukleri icin boyle bir tavrın icine girerler.
Nitekim onlardan birisine[2] Âyeti hakkında sorulunca şoyle demiştir:
Buradaki "sır" sarsar, yani geceleyin oten cırcır boceği demektir, der.
Nazzam'dan[3] rivayet edildiğine gore o da şoyle demiştir:
Kişi Allah'ın ismini anmaksızın îlÂ[4] yaparsa îla yapmış sayılmaz.
Cunku îlÂ, Allah isminden turemiştir. Bazıları da "Âdem Rabbine başkaldırdı ve yolunu
şaşırdı."[5] Âyetini tefsir ederken yasaklanmış ağactan meyveyi cok fazla yedikleri icin Adem'in yolunu şaşırdığını soylerler.
Cunku ayette gecen ve "başkaldırdı, Âsi oldu" anlamına gelen (ğavÂ) kelime­sini Arapların, annesinin sutunu catlayıncaya kadar emen ve hatta bu yuzden bazan hayata veda eden deve yavrusunu anlatmak icin kullandıkları (ğave'l-fasilu) tÂbirine takılarak yorum­larlar.[6]
Halbuki bir insan hakkında bu tÂbir kullanılamaz. Bu keli­me Âyet-i kerimede, başkaldırmak, Âsi olmak anlamına gelen "ğayy" mastarındandır. Bunlar "Andolsun, biz insanlardan ve cinlerden bir coğunu cehennem icin yarattık,"[7] Âyetini "Biz insanlardan pek coğunu cehenneme attık, sactık, dağıttık" şeklinde yorumlarlar. Sanki onlar Âyette "ze-ra-e" kelimesindeki hemzeyi gormezler, bu yuzden Arapların"ruzgar bir şeyi sactı,dağıttı anlamında kullandıkları" (zerrathu'r-rîhu" tabirinden yola cıkarlar. Halbuki (zerae) "yarattı" " (zerÂ) ise "sactı" "dağıttı" anlamına gelir. Araplar "hayvan sırtındakini attı" anlamında da " (ezrathu d-dabbetu) derler.
İbn Kuteybe'nin anlattığına gore Bişr el-Muraysi arkadaşlarına:
"Allah Teala sizin ihtiyaclarınızı en guzel şekilde karşıladı" anlamında bir soz soylerken Arapca kurallarına aykırı bir cumle kurdu. Orada bulunan topluluğun buna gulduğunu goren Kasım et-Timar guya Bişr'i savunmak icin Arapca bir şiir okudu, fakat aynı kural hatasını kendisi de bu şiiri okurken yaptı.
KÂsım'ın okuduğu şiir meÂlen şoyle idi:
"Suleymi'yi Allah himaye ediyor. O hicbir şey vermediği halde Allah onu mahrum bırakmadı."
Bişr el-Muraysi akılcıların reisiydi. Kasım et-Timar ise kelamcıların reisiydi.
İbn Kuteybe der ki:
Kasım'ın, Bişr'i savunmak icin okuduğu şiirdeki hatası Bişr'in hatasından daha da tuhaftır.
Bunlardan bazıları "Leş, kan ve domuz eti size haram kılındı."[8] Âyetinin domuz yağının helÂl olduğunun delili olarak ileri surerler.
Bu Âyette domuzun sadece eti haram kılınmıştır, başka şeyi haram kılınmamıştır, dolayısıyle bu Âyet domuz yağının helal olduğuna delildir, derler.
Bazan bazı Âlimler de onların soylediklerini kabul ederler ve domuz yağının sadece icm ile haram kılındığını zannederler. Halbuki mesele basittir. Lahm yani et kelimesi hakiki anlamıyle yağı ve başka şeyleri de icine alacak şekilde kullanılır. T ki ozel ismiyle anıldığı zaman şahm, yani yağ denilir. Nitekim damar, sınır ve deri de boyledir. Şayet onların dedikleri gibi olsaydı damar, sinir, cild, ilik, beyin gibi ozel ismi olan şeylerin hicbirisi domuzda haram olmazdı. Bu ise domuzu tamamen haram olmaktan cıkarırdı.
HÂricilerin "Hukum ancak Allah'ındır."[9] Âyetini delil gostere­rek hakem tayin etmenin gayri meşru olduğunu iddia ederken sinsice bir yol tutuklarını soylemek mumkundur. Cunku bu Âyet-i kerimede hukum lafzı genel bir anlam ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Bu kelimenin ozel anlamlı olarak kullanıldığı yerler buna dahil edilemezler. Onlar hepsini aynı kategoride gordukleri icin şu Âyetlerden yuz cevirmişlerdir:
"Eğer karı-kocanın aralarının acılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gonderin."[10]
"İcinizden adalet sahibi iki kişi buna hukmeder."[11]
Şayet genel anlam ifade eden lafızlarla ozel anlam ifade eden lafızların reddedilemeyeceğine dair olan Arapca kuralı araştırarak bilmiş olsalardı ozel hukumleri hemen inkara koşmazlardı ve kendi kendilerine: "Acaba bu genel hukum başka hukumlerle tahsis edilmiş midir?" diye sorarlardı da sonra onu tevil ederlerdi. Bu konuda başka bir şey daha vardır ki yeri gelince o da zikredilecektir. Arap kelamıyle ilgili cehaletin pek coğu mecaz konusunda ortaya cıkar ki aklı başında olan bir kişi buna razı olmaz. Allah Teala lutf u ihsaniyle bizi cehaletten ve cehaletle amel etmekten korusun.
Buna benzer istidlallerin hicbir kıymeti yoktur, konuşanların seviyesini duşurur, emsallerine aykırı bir goruş olarak bile kabul edilemez. Bu tur istidlallerle ortaya konulan inanc ve amelle ilgili hukumler bid'atin ta kendisidirler.
Cunku bunlar hev ve hevese uyarak Arapca'nın genel-gecer kurallarının dışına cıkmak demektir. Hz. Omer'den nakledilen şu soz ne kadar doğrudur: Bu Kur'an bir sozdur. Onu yerli yerine koyunuz. Onu hev ve hevesinize uydur­mayınız. Yani bu kelama kendi anlamlarını veriniz ve anlamlarının dışına cıkarmayınız. Cunku Kur'an'ı kendi anlamlarının dışına cıkarmak demek onun doğru olan yolundan cıkıp hev ve hevese uymak demektir.
Yine Hz. Omer'den rivayet edilmiştir:
Ben sizin icinizden sadece iki adamın durumundan korkarım: Kur'an'ı yanlış tevil eden adam ve malı kardeşinden kıskanan adam.
el-Hasen'den (r.a) rivayet edilmiştir.
Ona sorulur:
Dilini ve mantığını duzeltmek icin Arapca oğrenen adam hakkında ne dersin?
Şoyle cevap verir:
Evet oğrensin. Cunku bir adam ki Kur'an'ı okur da yanlış manalara cekerse helak olur.
Yine ondan rivayet edilmiştir:
Kur'an'ı yanlış tevil eden acemler (Arap olmayanlar) sizi helake suruklediler.[12]
[1] Arapcayı bilmemek, Kur'an ve sunnet hakkında bilgisizce konuşmaya curet eden yabancıların ve diğer kişilerin yol actıkları kotuluklerin en onemli sebeplerinden birisidir. Bu yuzden onlar hem kendileri sapıtırlar, hem de başkalarını saptırırlar. Bu sebeple İmam Şafii'nin şoyle dediği rivayet, edilir: Arapcayı oğrenmek, şer'î ilimleri tahsil etmek isteyen herkesin uzerine farz-ı ayındır.
[2] Ali imran: 117. Halbuki "sır'" kelimesi burada şiddetli soğuk ruzgar anlamına gelir, (el-Lisan 4/2429)
[3] en-Nazzam: Ebu İshak ibrahim ibn Seyar el-Basri. Kelama ve Mutezile şeyhidir. Bazıları onun kÂfir olduğunu, bazıları da Brahman dinine mensup olduğunu soylediler. Sarhoşken balkondan duştuğu ve olduğu rivayet edilir. 220 kusurlarda vefat etti. (îhtilafu'l-Hadis, 17; el- Milel ve'n-Nihal, 1/53; el-Farkbeyne'1-Firak, 113)
[4] el-îlÂ: Bir adamın hanımına yaklaşmayacağına dair yemin etmesidir. Fıkıhta buna dair hususi hukumler vardır. (Lisanu'1-Arab. 1/117)
[5] TÂhÂ: 121
[6] Bu kelimelerin anlamları icin bakınız: el-Lisan 5/3320 ve 3423.
[7] A'raf. 179.
[8] Maide: 3
[9] En’am: 57, Yusuf 40, 67.
[10] Nisa: 35
[11] Maide: 95
[12] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dunyası Yayınları: 1/264-266.
reddulmuhtar sitesinden alıntıdır.
__________________
Arapca ilmini bilmeden Kur'an-Sunnet hakkında hukum vermek!
Dini Bilgiler0 Mesaj
●28 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Arapca ilmini bilmeden Kur'an-Sunnet hakkında hukum vermek!