Her ne kadar tarihsel ve aktuel vakıalara bakarak bu tarz-ı harekete dayanak arama ameliyesini meşru gosterme eğilimleri var ise de, bizzat İslam'ın sabitelerinin buna ne kadar musamaha ettiğini irdelemekle bu meselenin can alıcı noktası gundeme getirilmiş olacaktır.
Her şeyden once şunu belirtelim ki, İslam'ın Tasavvuf penceresinden farklı, Fıkıh penceresinden farklı gorunduğu tezinin makbul addedilebilmesinin onundeki en buyuk engel, bizzat bu ekollerin tarihe mal olmuş simalarının ve onde gelen temsilcilerinin duruşlarıdır. O buyuk şahsiyetlerin hepsi, Kur'an ve Sunnet'in emirleri/yasakları hayata gecirilmeden Mu'min olunamayacağı noktasının altını cizmekte muttefiktirler.
Her hangi bir Sufî "TabakÂt" kitabının taranmasıyla bu soylediğimiz hususun gerceğe ne olcude tekabul ettiği anlaşılabilir. Burada ozellikle Tasavvuf buyuklerinin bu konudaki sozlerinin hatırlanmasında buyuk fayda mulahaza ediyoruz.
Aşağıda da uzerinde duracağımız gibi, Zahir/Batın ayrımının belli bir gerceğin farklı duzlemlerde vurgulanması olarak anlaşılması ve bu iki kategorinin behemehal birbirini tamamlar tarzda mezcedilmesi gerektiğini ortaya koyanların bizzat Tasavvuf buyukleri olması, meseleye getirilmeye calışılan sathi yaklaşımları kokunden curutmektedir.
Bir diğer ifadeyle Tasavvuf'tan, modern zamanlara ozgu "sofistike" bir "humanizm" cıkarma gayretlerinin onundeki en buyuk engel, yine bizzat Tasavvuf buyuklerinin duruşları, tavırları ve sozleridir.
Oncelikle şunu belirtelim ki, ozellikle erken donemler itibariyle "Şeriat-Tarikat" ikilisi, yani "Zahir-Batın" ilimleri icicedir ve bu ilimlerin her birinde temayuz etmiş olan buyuk simaların ilmî silsileleri, her iki alanı mezcetmiş ustadlardan suzulup gelmiştir.
Sozgelimi Tasavvuf buyuklerinden Ebu'l-Kasım el-Kuşeyrî (k.s), hem buyuk mutasavvıf Ebû Ali ed-DekkÂk'tan, hem de İbn Fûrek, el-BÂkıllÂnî ve Ebû İshak el-İsferÂînî gibi Hadis ve Kelam ulemasından feyz ve ilim almıştır. (İbnu'l-Mulakkın, TabakÂtu'l-EvliyÂ, 258.) Yine bu yolun buyuklerinden Habîb el-Acemî, Tabiun'dan el-Hasanu'l-Basrî ve İbn Sîrîn'e yetişmiş ve bunlardan hadis rivayet etmiştir. (İbnu'l-Mulakkın, a.g.e., 182.)
Aşağıda bir eserinden alıntı yapacağımız Ebû Abdirrahman es-Sulemî (k.s), Tasavvuf konusunda olduğu kadar, Tefsir ve Hadis konusunda da soz sahibidir ve bu alanlarda eserler vermiştir. Hakkında "İmam, Hadis hafızı, Muhaddis" nitelemelerinde bulunan ez-Zehebî'nin belirttiğine gore es-Sulemî'nin Tasavvuf konusundaki eserleri 700 cuz, Hadis konusundaki eserleri de 300 cuz hacmindedir. (Siyeru A'lÂmi'n-NubelÂ, XVII, 247.)
Bu konudaki ornekler bu yazının hacmine sığmayacak kadar fazladır. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler icin "TabakÂt" turu kitapları tavsiye ederek bu orneklere son vermek zorundayız.
Tasavvuf ehlinin "zahirî ilimler"e bakışı
Tasavvuf buyuklerinin, Zahir-Batın ikilisinin birbirinden ayrılmayacağını ve Kur'an ve Sunnet'e uymanın kacınılmaz bir gorev olduğunu gosteren sozlerinden de birkac ornek zikredelim: Once bu yazının başlarında zikrettiğimiz "meşru ihtilaflar" dairesi hakkında Ebû Yezîd [BÂyezîd]-i BistÂmî (k.s)'nin bir sozu ile başlayalım:
"Mucahede'de otuz yılım amelle gecti; bu sure zarfında ilim oğrenmek ve ilme uymaktan daha zor birşeyle karşılaşmadım. Ulemanın ihtilafı olmasaydı (Şer'î delillerin hangisiyle nasıl amel edilmesi gerektiği konusunda) şaşırır kalırdım. Tevhid [Akaid] ile ilgili meseleler dışındaki konularda ulemanın ihtilafı rahmettir. (es-Sulemî, TabakÂtu's-Sûfiyye, 70.)
"Akıl, emrolunan ve yasaklanan hususlara kendisiyle delil getirilen bir aractır" şeklindeki sozun sahibi Seriy es-Sakatî (k.s): "Sunnet'e uygun şekilde yapılan az amel, bid'at işleyerek yapılan cok amelden daha hayırlıdır." (es-Sulemî, a.g.e., 52.)
el-HÂris b. Esed el-MuhÂsibî (k.s): "Kulun, dinin kendisine yuklediği gorevleri aksatarak veraı araması boşunadır." (es-Sulemî, a.g.e., 58.)
HÂtem el-Asamm (k.s): "Cihad uc turludur: Birincisi, başkasının bilmeyeceği şekilde şeytanla yaptığın ve onun gucunu kırdığın cihad; ikincisi, aleni olarak farzları yerine getirmek icin yaptığın cihad; ucuncusu ise İslam'ı guclendirmek icin Allah duşmanlarıyla yaptığın cihad." (es-Sulemî, a.g.e., 96.)
Ahmed b. Ebi'l-HavÂrî (k.s): "Sunnet'e ittiba etmeden amel eden kimsenin ameli batıldır." (es-Sulemî, a.g.e., 101.)
Ehl-i Tasavvuf'un Kelam ve Fıkıh gibi İslamî disiplinler bakımından nerede durduğu sorsuna gelince;
Ehline malum olduğu uzere, Ebû Bekir Muhammed b. İshak el-KelÂbÂzî (GulÂbÂdî


Ehl-i Tasavvuf'un Akidevî cizgisi:
el-KelÂbÂzî (GulÂbÂdî

Ancak her topluluk arasında ifrat ve tefrida kayanlar bulunabileceği gibi, Ehl-i Tasavvuf arasında da zaman zaman bu turlu kaymalar ve surcmeler gorulmesi de bir olcude normaldir.
Sozgelimi nasıl Fıkıh mezhebi olarak Hanefîliği tercih etmekle birlikte Akide'de Mu'tezile'nin goruşlerini benimseyenler, yahut Fıkıh mezhebi olarak Hanbelîliği benimsemişken, Akidevî goruşlerinde teşbih ve tecsim inancına kayanlar var ise, Ehl-i Tasavvuf'un yolunu benimseyip de, Akidevî goruşlerinde Ehl-i Sunnet cizginin dışına (SÂlimiyye diye anılan grup orneğinde olduğu gibi) cıkanlar da bulunabilmiştir.
Ancak nasıl Fıkhî mezhep mensupları arasındaki bu turlu kaymalar Fıkhî mezhepler icin bir nakisa teşkil etmiyorsa, Tasavvuf ehli arasında gorulen bu turlu istisnaî durumlar da Tasavvuf'un aslı ve oğretisi bakımından zedeleyici durum bir arz etmez.
Ehl-i Tasavvuf'un Fıkhî cizgisi:
Fıkıh alanında Mutasavvıfe'nin genel tutumu, Fukaha'nın icma ettiği goruşlerden ayrılmamak, ihtilaflı konularda ise ihtiyata ve azimete en uygun goruşu almak şeklinde tezahur etmektedir.
(İmam eş-Şa'rÂnî'nin el-MîzÂnu'l-KubrÂ'sı, Muctehid İmamlar arasındaki Fıkhî ihtilafları "azimet-ruhsat" şeklindeki ayrımın icine oturtarak acıklaması bakımından kayda değerdir. Bu meyanda Ebu'l-A'l SÂ'id b. Ahmed b. Ebî Bekir er-RÂzî'nin –henuz gun yuzune cıkmamış olan– el-Cem' Beyne't-Takv ve'l-Fetv fî MuhimmÂti'd-Dîn ve'd-Duny adlı eseri, sahasında tek denebilecek bir calışmadır. Bu turlu calışmaların tespit ve neşredilmesi ile konu hakkındaki şuphelerin ve malumat eksikliklerinin buyuk olcude giderilebileceği izahtan varestedir.)
İctihad mertebesine erişmiş olan kimse, Şer'î delillerden kendi ictihadıyla cıkardığı hukumlere gore amel eder; ictihad seviyesine erişmemiş olan ise, ilmine guvendiği bir fakihin fetva ve hukmune uyar. (el-KelÂbÂzî, a.g.e., 95 vd.)
Ehl-i Tasavvuf'un Kelam ve Fıkıh ilimleri hakkındaki tutumu konusundaki bu kısa malumattan sonra, şimdi de zahirî ilimlerde soz sahibi ulemanın zuhd hayatına bakışları ve Ehl-i Tasavvuf ile munasebetleri uzerinde bir nebze duralım.
"Zahir alimleri" ve Tasavvufî hayat
Bilahare sistemleşip "Tasavvuf" adını alacak olan disiplinin ilk onculeri, hic kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.)'in terbiyesinde yetişmiş olan Sahabe'dir.
Onlardan sonra gelen kuşak arasında one cıkan isimler arasında şunları sayabiliriz: Hz. Huseyin (r.a)'in oğlu Ali Zeynelabidîn, onun oğlu Muhammed el-BÂkır, onun oğlu Ca'fer es-SÂdık, Uveys el-Karenî (ulkemizde Veysel Karanî olarak telaffuz edilir), Herm b. HayyÂn, el-Hasan el-Basrî, Ebû HÂzim el-Medînî, MÂlik b. DînÂr, AbdulvÂhid b. Zeyd, Utbe el-⁄ulÂm, İbrahim b. Edhem, Fudayl b. IyÂd ve oğlu Ali b. Fudayl, Davud et-TÂî, Abdullah b. el-MubÂrek, Sufyan es-Sevrî, Sufyan b. Uyeyne...
Burada sadece kucuk bir kısmını zikrettiğimiz bu isimlere dikkat edilirse, coğunluğunun aynı zamanda Fıkıh ve Hadis gibi ilimlerde yed-i tûl sahibi oldukları gorulur. Hatta bunlar arasında, Muctehid-i Mutlak derecesini ihraz etmiş olan ve kendi adlarına nisbet edilen Fıkıh mezhebi bulunan –ki bu mezhepler zamanla inkıraza uğramışlardır– simaların mevcudiyeti dikkat cekmektedir.
Şimdi bu buyuk zatlardan birkacının konuyla ilgili tavrını birer-ikişer cumleyle nakledelim: "Allah'a yemin ederim ki ey insanoğlu, eğer sen Kur'an'ı okur ve ona iman edersen, dunyada huznun artar, korkun şiddetlenir ve ağlaman coğalır" diyen ve devamlı huzun halinde bulunmasından dolayı, gorenlerin sanki az once başına buyuk bir bela gelmiş zannettiği (bkz. Ebû Nu'aym, Hilyetu'l-EvliyÂ, II, 156) el-Hasanu'l-Basrî, –o "huzun abidesi"– hakkında ez-Zehebî, "İlim ve amel bakımından yaşadığı donemin seyyidi idi" der. (Siyeru A'lÂmi'n-NubelÂ, IV, 565.)
Yine ez-Zehebî'nin naklettiğine gore onun, birisi evinde, diğeri mescitte olmak uzere iki ayrı ilim halkası vardı. Evindeki ozel halkada zuhd ve batın ilimleri dışında birşey konuşmaz, mescitteki derslerinde ise Hadis, Fıkıh, Kur'an ilimleri, Lugat ve sair ilim dallarında dersler verirdi. (ez-Zehebî, a.g.e., IV, 579.)
İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin talebeleri arasında –yukarıda isimleri gecen– Abdullah b. el-MubÂrek, DÂvud et-TÂî ve Fudayl b. IyÂd gibi zuhd ve vera ehli buyuk imamlar vardı. (Bkz. el-Hatîbu'l-BağdÂdî, TÂrîhu BağdÂd, XIV, 250.)
Hatta İmam Ebû Hanîfe'nin şoyle dediği nakledilir: "(Hal ehli) ulemanın tutumunun ve guzel ahvalinin nakledilmesi bana Fıkh'ın pek cok bahsinden daha sevimli gelir. Cunku bu nakillerde onların adabı anlatılmaktadır." (AbdulfettÂh Ebû Gudde, el-HÂris el-MuhÂsibî'nin RisÂletu'l-Musterşidîn'ine yazdığı takdim yazısı, 3-4.)
SufyÂn b. Uyeyne şoyle demiştir: "Bir yerde salih zatlar zikredildiği zaman oraya rahmet iner." (A.g.e., 4.) Selef alimlerinden pek cok buyuk imam, meclislerinde gıyaben salih zatlar zikredildiğinde, onlara duydukları edepten dolayı toparlanır ve oturuşlarına dikkat ederlerdi. (A.g.e., aynı yer.)
İmam Ahmed b. Hanbel'in –bilindiği gibi– zuhd hayatıyla ilgili hadisleri topladığı KitÂbu'z-Zuhd adlı bir eseri vardır. İlginctir, tarihte ve gunumuzde Ehl-i Tasavvuf karşısındaki ifrat tutumlarıyla one cıkan bir kısım Hanbelî ve Vehhabîler'in aksine, bu buyuk imam da salih zatlara karşı edepde kusur etmeyenlerdendir. Birgun hafifce yan yatmış bir vaziyette otururken, yanında, salih zatlardan olan İbrahim b. TahmÂn'ın adı zikredildiği zaman hemen doğrulmuş ve "Salih zatlar zikredilirken bizim yan yatmamız uygun değildir" demiştir. (A.g.e., aynı yer.)
Ehl-i Beyt imamlarından, Hz. Huseyin (r.a)'in torunu Muhammed el-BÂkır: "Allah'ın dininin ozu kimin kalbine girerse, o kişinin kalbi ondan başkasından arınır ve sadece onunla meşgul olur. Dunya dediğin nedir? Ha var, ha yok! Dunya, bindiğin binek, giydiğin elbise ve evlendiğin kadından başka nedir?" (ez-Zehebî, Siyeru A'lÂmi'n-NubelÂ, IV, 405.)
Yine Ehl-i Beyt imamlarından, Muhammed el-BÂkır'ın oğlu Ca'fer es-SÂdık: "Takva'dan daha ustun bir azık, suskunluktan daha guzel bir hal, cehaletten daha zararlı bir duşman ve yalandan daha onmaz bir hastalık yoktur." (Ebû Nu'aym, Hilyetu'l-EvliyÂ, III, 228.)
Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem anlatıyor:
"Birgun oturmuş abidler ve zahidler hakkında konuşuyorduk. Soz Zunnûn el-Mısrî'ye geldi. Tam o esnada iceriye Omer b. NubÂte girdi. Ne konuştuğumuzu sordu, biz de abidler va zahidler hakkında konuştuğumuzu soyledik. Şoyle dedi: Allah'a yemin olsun ki Muhammed b. İdris eş-ŞÃ‚fi'î'den daha fasih konuşan ve daha fazla vera sahibi olan birisini gormedim. Ben, o ve el-HÂris b. Lebîd SafÂ'ya cıkmıştık. el-HÂris, "Bu, ayrım gunudur. Sizi ve sizden oncekileri bir araya getirdik" (77/el-MurselÂt, 38) ayetini okudu. eş-ŞÃ‚fi'î'nin sarsıldığını ve hıckırarak ağladığını gordum. Bir sure sonra şoyle dua etti:
"İlahi! Yalancıların ahiretteki yerinden ve gafillerin yuz cevirmesinden sana sığınırım. İlahi! Ariflerin kalpleri sana boyun eğmiş ve muştakların kalpleri seninle dolmuştur. İlahi! Comertliğinden bana ihsanda bulun, merhametinin ortusuyle benim kusurlarımı ort, ilahi kereminle beni affet ey merhametlilerin en merhametlisi!" (Fahruddîn er-RÂzî, MenÂkıbu'l-İmÂm eş-ŞÃ‚fi'î, 311.)
Bu olayı anlatan Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem'in soylemek istediği, İmam eş-ŞÃ‚fi'î'nin abidlik ve zahidlik yonunun de Zunnûn ve diğer abid/zahidlerle birlikte anılması gerektiğidir.
SufyÂn es-Sevrî –ki Hadis, Fıkıh gibi ilimlerde "imam" olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yoktur ve hatta kendisinin bile kendisi gibi birisini gormediği, doneminin alimleri tarafından soylenmiştir– Fudayl b. IyÂd ile ilmî muzakerelerde bulunduktan, nasihatleştikten ve beraberce ağladıktan sonra şoyle demiştir:
"Bu meclisimizin, bereket bakımından meclislerimizin en onemlisi olmasını umarım." (ez-Zehebî, Siyeru A'lÂmi'n-NubelÂ, VII, 268.)
"Zahirî ilimler"de parmakla gosterilen buyuk simalardan sadece birkacının zuhd hayatı ve zahidler hakkındaki tutumuna ilişkin olarak burada verdiğimiz ornekler –tıpkı daha once zikrettiklerimizde olduğu gibi– konu hakkında zikredilebilecek binlerce orneğin sadece cok cuz'î bir kısmını teşkil etmektedir ve –yine daha once belirttiğimiz gibi– "TabakÂt" ve "TerÂcim" kitapları bu tur ibretamiz vakaların anlatımıyla doludur.
Butun bu anlatılanların şu noktanın tebellur etmesine yardımcı olacağını umuyoruz: İslam tarihinde Tasavvuf karşıtı akımların boy gostermesinden once "zahirî ilimler"de isim yapmış ulemanın Tasavvuf'a karşı olumsuz herhangi bir tavrı soz konusu olmadığı gibi, zahir/batın ayrımının da keskin cizgilerle birbirinden ayrıldığını soylemek mumkun değildir.
Bir başka deyişle, genel olarak bir hadisci ya da fakih aynı zamanda abid ve zahid; zuhd hayatında one cıkmış bir abid de aynı zamanda hadisci ve fakih idi. Dolayısıyla onların anladığı ve uyguladığı İslam, hic bir zaman bugun yapılmaya calışıldığı gibi birbirinden alabildiğine farklı tezahurleri olan farklı anlayışları ifade etmiyordu.
Hz. Peygamber (s.a.v)'den Sahabe'ye, onlardan Tabiun'a ve daha sonraki nesillere suzulerek gelen sahih İslam anlayışındaki zahir-batın dengesi, İslamî ilimlerin Fıkıh, Kelam, Hadis, Tefsir, Tasavvuf gibi sistematik disiplinlere donuşmesinden sonra hem zahirî ilimlerde, hem de batınî ilimlerde zirve noktasına ulaşmış olan –kelimenin gercek anlamıyla– "alim" zatlarda tecessum etmiştir.
Bunlara ornek olarak, muhtelif mezheplere mensup ulema arasında el-GazzÂlî, en-Nevevî, Fahruddîn er-RÂzî, Takiyyuddîn es-Subkî ve oğlu TÂcuddîn es-Subkî, Veliyyuddîn el-IrÂkî ve oğlu Zeynuddîn el-IrÂkî, CemÂluddîn ez-Zeyla'î, KemÂluddîn İbnu'l-HumÂm, SirÂcuddîn İbnu'l-Mulakkın, Ali el-Karî, Celaluddîn es-Suyûtî, AbdulvehhÂb eş-Şa'rÂnî, Muhammed ZÂhid el-Kevserî ve daha binlerce isim sayılabilir.
Butun bu dev simalar, zahir ilimlerde otorite oldukları kadar, batınî ilimlerde ve zuhd hayatında da etraflarını aydınlatan birer ışık olmuşlardır.
Gerek Sûfiyye'ye, gerekse Hadis ve Fıkıh alimlerine mahsus "TabakÂt" kitaplarında, bu turden "zu'l-cenÂheyn" alimler hakkında alabildiğine zengin malumat mevcuttur.
"Ilımlı İslam" mı?
Bu yazı boyunca ortaya koymaya calıştığımız zahir-batın birlikteliğine ve her iki kesimde onderliğini kabul ettirmiş alimlerin İslam anlayışlarının birbirinden farklı olmadığı hususuna şoyle bir muhtemel itiraz ileri surulebilir:
"Madem ki zahir ulemasının temsil ettiği İslam ile batın ulemasının temsil ettiği İslam arasında herhangi bir fark yoktur; o halde zahir ulemasına nazaran batın ulemasının İslam anlayışının "daha yumuşak ve daha insancıl" olduğu kanaati nereden beslenmiştir?"
Boyle bir itirazın, her iki kesim alimlerinin tutumları hakkında sağlıklı bilgilere dayanmayan, "imajinatif" bir yanılgıdan kaynaklandığını rahatlıkla soyleyebiliriz.
Zira Tasavvuf buyuklerinin, Hadis ve Fıkıh ile bağdaşmayan bir zuhd hayatını reddettiği, yanlış bulduğu nasıl bir hakikat ise, pek cok zahir ulemasının da, zuhd, takva, vera, ihlas... uzerine bina edilen "ic denge" olmadan, zahirî ilimleri sadece "bilmek"le Yuce Allah'ın murad ettiği ve razı olduğu İslamî yaşantıya ulaşılamayacağı konusundaki uyarıları da aynı derecede hakikattir ve dikkate alınmalıdır.
Yukarıdaki turden itirazların, meselenin –hangi cenah adına olursa olsun– tek taraflı ve yanlı bicimde algılanmasından ve bilgi eksikliğinden kaynaklandığında kuşku yoktur.
Hele "Tasavvuf İslamı-Fıkıh İslamı", yahut "Turk Muslumanlığı-Arap Muslumanlığı" gibi bilgi eksikliğinden kaynaklanan, tamamen spekulatif ve ağırlıklı olarak imajinatif kavramları one cıkararak İslamî meseleler hakkında soz soylemek, –kimse kusura bakmasın ama– bu devasa kultur mirası karşısında "ukalalık" etmekten başka bir şey değildir!
Kur'an ve Sunnet'te tecessum eden ilahî vahyin somut tezahuru soz konusu olduğunda birkac turlu İslam anlayışının ortaya cıktığının gorulduğu şeklindeki iddianın acılımlarından birisi de şoyle:
"Hanefî-Maturîdî cizginin temsil ettiği İslam anlayışı, Şafiî-Eş'arî cizginin temsil ettiği İslam anlayışına kıyasla daha "ılımlı" ve cağın şartlarına uyum bakımından daha elverişli bir duruşu ifade etmektedir."
Boyle bir tesbitin iler tutar tarafının bulunmadığı ve hicbir ilmî veriye dayanmadığı konusunda uzun boylu tahlillere girişmenin gereksiz olduğunu duşunuyoruz. Bununla birlikte bu nokta hakkında birkac şey soylemeden gecmenin de, konuyu bir tarafıyla eksik bırakmak anlamına geleceği icin uygun olmayacağı ortadadır.
Her şeyden once şunu belirtelim ki, Tasavvufî cizgiyi Fıkıh ve Hadis'ten bağımsız, "ılımlı", "humanist", "sofistike" İslam anlayışının temsilcisi olarak gorenler ciddi bir yanılgı icindedirler. Zira Tasavvufî geleneğin yetiştirdiği buyuk simalar arasında Şafiî-Eş'arî cizgiyi benimseyenlerin sayısı hic te azımsanamayacak boyutlardadır. el-GazzÂlî'den tutunuz, Fahruddîn er-RÂzî'ye, es-Suyûtî'ye, eş-Şa'rÂnî'ye kadar pek cok unlu mutasavvıf bu cizginin muntesibidirler.
Buna mukabil Hanefî-Maturîdî cizginin yetiştirdiği pek cok unlu sima da, Tasavvuf muntesibi değildir. Ebû Ca'fer et-TahÂvî'den Bedruddîn el-Aynî'ye kadar bircok Hanefî muhaddis ve fakihin adı bu meyanda zikredilebilir. Her ne kadar bu soylediğimiz, Hanefî-Maturîdî cizgideki bu alimlerin Tasavvuf karşıtı bir tutum icinde olduklarını gostermez ise de, burada bizim icin onemli olan, bunların meşrep olarak Mutasavvıf olmadığı gerceğidir.
Şimdi sormak durumundayız:
Yukarıdaki iki gruptan Şafiî-Eş'arî cizgideki Mutasavvıflar mı, yoksa Ehl-i Tasavvuf olmadıkları halde Hanefî-Maturîdî cizgide yer alanlar mı "ılımlı" ve "humanist" İslam'ı temsil etmektedirler?
Bu sorunun cevabı, tarih boyunca birkac turlu İslam anlayışının sergilenegeldiğini soyleyenlerin haklılık payını (!) ortaya cıkarması bakımından son derece onemlidir.
Akidevî ihtilaflar ve "kulturel zenginlik"
Bir de tarih icinde, ozellikle de erken donemlerde ortaya cıkmış olan Kelamî fırkaların temsil ettiği İslam anlayışlarının bir "zenginlik" olarak algılanması gerektiği tezi uzerinde biraz duralım.
Burada kastedilen, Mu'tezile, Haricîler, Murcie... gibi "bid'at fırkalar"ın ortaya koyduğu anlayışın da yanlışlanmaması gerektiğidir.
Ancak burada meseleye "inanc" boyutu mudahil olduğu icin bu noktada alabildiğine hassas olmak durumundayız. Zira eğer bu fırkaların tumunun benimsediği –birbirinden farklı– inanc esaslarının hepsinin de doğru olduğunu soylersek, bunun, aslında bu itikadî mezheplerin tumunun yanlış olduğunu tersinden soylemekten hicbir farkı yoktur.
Zira mesela kabir azabı, şefaat, sırat, mizan, evliyanın kerameti... gibi hususlar ya vardır, ya yoktur. Bunlara "vardır" derseniz, "yoktur" diyenleri yanlışlamış; "yoktur" derseniz, "vardır" diyenlerle taban tabana ters duşmuş olursunuz.
Keza Allah Teala hakkında inanılması caiz olan ve olmayan hususlar, Sahabe'nin konumu, Sunnet'in/hadislerin bağlayıcılığı... gibi pek cok konu da aynı minval uzere değerlendirilmelidir.
Şu halde burada bir tercih yapmak ve butun bu fırkalar icinde sadece birisinin doğruya isabet ettiğini, diğerlerinin ise yanıldığını soylemek durumundasınız. Bunu yaptığınız zaman da, "birkac turlu İslam anlayışının bulunduğu ve bunların tumunun doğru olduğu" şeklindeki anlayıştan sıyrılıp, zorunlu olarak "Ehl-i Sunnet–Ehl-i Bid'at" ayrımına gelirsiniz ki bu da, Ehl-i Sunnet dışındaki bu fırkaların yanılgıya duştuğunun ve ana caddeden ayrıldığının ikrarı demektir...
Sonuc olarak, neresinden bakarsak bakalım, "birkac turlu İslam anlayışı" bulunduğunu soyleyenlerin bu iddiası, daha once de soylediğimiz gibi ya bilgi eksikliğinden, ya da vakıanın bilincli bir şekilde carpıtılması maksadından kaynaklanmaktadır. Tarihe ve olaylara şuurlu olarak ve Muslumanca bakılabildiğinde boyle bir iddianın ciddiye alınır tarafının bulunmadığı rahatlıkla gorulecektir...
EBUBEKİR SİFİL-Altınoluk Dergisi
__________________