Bağdat’a uzak bir yerde yaşayan bir talebe, Halid-i Bağdadi hazretlerini cok seven, hep ondan anlatan hocasına gelip der ki:



- Efendim, evdeki kitaplığımda buyuklerimizin kitapları var. Mesela İmam-ı Rabbani hazretlerinin ve oğlu M. Masum hazretlerinin Mektubatı var, Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin İtikadname kitabı var. Bunları dizerken veya okuyup birbirinin ustune koyarken, İmam-ı Rabbani efendimiz daha buyuk diye once Mektubatı uste koyuyorum, sonra oğlunun Mektubatını koyuyorum ondan sonra da Mevlana Halid-i Bağdadi efendimizin kitabını koyuyorum. Ama bunu yaptıktan sonra bana bir sıkıntı, bir uzuntu geliyor, anlatılır gibi değil. Gerci hep edeple yapıyorum, ama bu sıkıntının sebebini anlamadım, onu arz etmek istemiştim.



- Evladım, yaptığın ve yaşadığın basit bir şey değil, arkadaşlarını topla, yatsıdan sonra izah etmeye calışayım.



O gun yatsı namazından sonra hocaları, bugun bana şoyle bir sual soruldu, onu size izah edeyim der ve anlatır:



- Allahu teÂlÂdan gelen rahmete, ihsanlara kavuşmanın hicbir şartı yoktur. Her an her kuluna gelir. O kul dinli olsun dinsiz olsun, bilsin bilmesin, istesin istemesin, fark etmez. Rahmet-i ilahi her kuluna her an gelir. Ancak, Peygamber efendimizden gelen nimetlerin şartı vardır, herkese gelmez. Bu iki şart kimde varsa ona gelir.



Bu şartlardan birincisi, Onu tasdik etmektir, yani bu zat Peygamberdir, son Peygamberdir, ben buna iman ettim, inandım, getirdiklerini kabul ettim, beğendim demektir. Peygamber efendimizden gelen nimetlerin vasıtası kalblerdir. Nasıl ki elektrik kablo ile gelir, yani vasıtası kablodur, nasıl ki su boruyla gelir, vasıtası borudur, Peygamber efendimizden gelen nimetlerin vasıtası da kalblerdir. Bu tasdik olunca, bizim bilmediğimiz gormediğimiz anlamadığımız şekilde, o şahıs ile Peygamber efendimizin mubarek kalbi arasında hat kurulur.



İkinci şart ise, Onu yani Peygamber efendimizi cok sevmektir. Gelen nimetlerin derecesi bu sevgiye bağlıdır.



Bu Peygamber efendimizin zamanında, yani O hayatta iken boyle idi, vefat ettikten sonra ne oldu? Bunu Peygamber efendimiz bildiriyor:

(Kalbimde ne varsa, kardeşim Ebu Bekrin kalbine akıttım.) Yani, Peygamber efendimizin vefatından sonra, Ondan gelecek nimetler artık Hz. Ebu Bekir’den gelecektir. Ondan sonra Selman-ı Farisi hazretlerinden. Bu silsile yoluyla devam ediyor, yani silsile-i aliyye buyuklerinden. Bu buyukleri inkÂr eden, bu nimetlere kavuşamaz.

Silsile-i aliyye buyukleri birbiri ile mukayese edilmez. Peygamber efendimizin mubarek kalbindeki emanetlerin hepsi, nakledilerek bu buyuklere gecer. Buyukleri mukayese etmeye kalkmak, cahillerin, ahmakların işidir. Bu iş, ihtiyar genc işi değildir, tecrubeli tecrubesiz işi değildir. Bu Peygamber efendimizin mubarek kalbindeki o ilahi emanetlerin verilme işidir. Kime verilirse sultan odur, vÂris odur, yetkili odur. Bu iş ilim medrese işi de değildir, oyle olsaydı Ehl-i sunnetin reisi, dortte ucunun sahibi, dortte birinin de ortağı imam-ı a’zam hazretleri, Cafer-i Sadık hazretlerine talebe olmaz, bu talebe olduğu iki seneyi kastederek, (Omrumun son iki senesi olmasaydı, Numan helak olurdu) buyurmazdı. Medrese, tedrisat diye tutturan ahmaklar, imam-ı a’zam hazretlerinin ilim derecesine ulaşabilirler mi? Makamına yaklaşabilirler mi? Hic mumkun değil. Halbuki o buyuk imamımız, yolunda yani mezhebinde olmakla şeref duyduğumuz, hadis-i şerifte (O, ummetimin ışığıdır) diye methedilen imam-ı a’zam efendimiz, o zamanın silsile-i aliyye buyuğu Cafer-i Sadık hazretlerine talebe olarak, dinini oğrenmiştir. HÂşÃ‚ boşu boşuna, (Bu iki sene olmasaydı helak olurdum) buyurmadı. Demek ki işin icinde bizim bilmediğimiz anlamadığımız şeyler var.



Bu buyukleri olcmek, hÂşÃ‚ bu buyuk, bu kucuk diye ayırmak bize duşmez, kimseye duşmez. Biz tek şunu biliyoruz, o da, bildirildiği icin biliyoruz, hepsinin mubarek kalbinde, Peygamber efendimizin mubarek kalbindeki emanetler vardı, başkasını, daha fazlasını bilmeyiz. Buyuklerin meydanında kucuklerin işi ne, hele hele yine onlardan, onların kıymetli kitaplarından oğrendiğimiz birkac kelimeyi ezberleyip de kendisini bir şey zanneden bizim gibi ahmakların işi ne. Bu din edep dinidir, haddini bilme dinidir. Edep, haddini bilmektir. Herkes haddini bilmelidir.



Şimdi zamanın buyuğu Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleridir. Biz dinimizi ondan oğrendik. Bu buyukleri bize o tanıttı, o sevdirdi. O mubarek zatların kitaplarını tercume edip, acıklayıp bize vermişse, bu kitapları okuyun, evinizde sadece bunları bulundurun demişse, artık o kitaplar bizim icin Mevlana Halid-i Bağdadi efendimizin kitabı olmuş olur. Boyle olunca da, hocamızın kitapları arasında da ayırım yapmamız yani bu kitabı iyi, bu kitabı daha kıymetli, bu kitabın kıymeti az gibi ayırım yapıp ust uste koymak ayrı bir edepsizlik ve suc olur. İmam-ı Rabbani hazretlerine giden yol da, M. Masum hazretlerine giden yol da, butun buyuklere giden yol da, şimdi, Mevlana Halid-i Bağdadi efendimizin mubarek kalbinden gecer. Bu kalbden gecmeyen imam-ı Rabbani hazretlerine ve diğer buyuklere kavuşamaz, istifade edemez, onlardan zırnık alamaz. Alamadığı gibi suc işlemiş olur. O andaki yetkiliyi kabul etmemiş olur, kusurlu gormuş olur, eksik gormuş olur. Niyetine gore felakete gider yani. Halbuki vÂrise ne yapsan, Peygamber efendimize gider, yol aynı cunku. Allahu teÂl bu hÂle duşmekten bizleri ve butun muslumanları muhafaza etsin. Âmin.
__________________