Gunumuzun en ciddi problemi, yoğun bir değerler kaybının yaşanıyor olmasıdır. Dinî, millî ve ahlÂkî değerler kayboluyor, yerlerini farklı yollarla topluma empoze edilen ithal değerler alıyor. Uzun zamandır bu değişimi yaşıyoruz, bu hepimizin bildiği bir gercek. Ne var ki son yıllarda bu değerler kaybı daha bir hızlanmış durumda. Anlayışlar değişiyor, hayata bakışlar değişiyor, dolayısıyla yaşayışlar değişiyor.
Edebi şarkın alÂmet-i fÂrikalarından biri olan ictimÂi/toplumsal yaşam, yerini ferdiyetciliğe/bireyselliğe bırakıyor mesela. İnsanlar hem toplumdan, ortak yaşamdan; hem kendilerinden, fıtratlarından uzaklaşıyorlar. Aslında bu uzaklaşma, Yaratıcıdan uzaklaşma ile başlıyor.
Yaratıcıdan ve ona boyun eğmekten kopuş, insanı kendine de yabancılaştırıyor, topluma da. Bu noktada artık insan, hayalin anlamını yitiriyor. İc, deruni zenginliğini kaybediyor, topluma karşı ilgisizlik başlıyor. Elbette bu boşluk farklı şeylerle; para, başarı, prestij vs. ile doldurulmaya calışılıyor. Bir sure tatmin sağlanıyor da. Ama gel gelelim bu bir omru kapsamıyor. Gun geliyor, insan ruhu alabora oluyor, cokuşle birlikte arayış da tekrar başlıyor.
Fussilet suresinin 30-35. Âyet-i kerimelerinde Allah’a imanla başlayıp tum hayatı kuşatan değerler, bakınız nasıl sıralanıyor: "Rabbimiz Allah'tır" deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların uzerine melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, uzulmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin." (Fussilet 41/30)
İslam, insanın once ic dunyasında sağlıklı bir denge kuruyor. Ona inancı aşılıyor. Sağlam bir Allah inancını. İnsanın anlam arayışında ona elzem olan anahtarı vermiş oluyor boylece:“Rabbimiz Allah’tır.”
Allah’ı rab olarak kabul eden insan, onu en ustun otorite olarak kabul etmiş demektir. Artık hayatındaki değerler O’nun iradesine gore şekillenecek demektir. Cunku “Rabbimiz Allah’tır” demek buyuk bir dÂvÂdır. Ve bu soz uzerinde sebat etmek, istikamet uzere devam etmek elbette daha buyuk bir dÂvÂdır. Bu, yuce yaratıcının yolunu tutmak, bu uğurda her şeye katlanmaktır.
Firavun Âilesinden mumin bir adam vardı. İmanını Firavun ve Âilesinden gizliyor, yeri geldiği zaman onlara Hakk’ı ve hakikati gostermeye calışıyordu. Bir gun Firavun, Musa (a.s.) ile yaptığı munÂzarada mantıkî bir cıkış yolu bulamayınca:“Bırakın beni, oldureyim Musa'yı da o Rabbine dua etsin.” (Mumin, 40/26) diyerek işi kaba kuvvete dokmek istedi. Bunun uzerine “Firavun ailesinden imanını saklayan bir adam şoyle dedi: ‘Bir adamı, Rabbim Allah dediği icin oldurecek misiniz? Halbuki o size Rabbinizden delillerle gelmiştir.” (Mumin, 40/28) Ve daha onlara pek cok nasihatte bulunarak bu haksızlığa karşı cıktı.. Aynı sozu Hz. Ebu Bekir (r.a.) de Hz. Bilal (r.a.) icin soylemişti. Onun Mekke’de, Muslumanların zayıf oldukları gunlerdeki, o ic parcalayıcı halini gormuş:“Bir adam ‘Rabbim Allah’tır’ dediği icin ona boyle davranıyorsunuz oyle mi?”diye cıkışmıştı muşriklere. Sonra da onu ellerinden kurtarıp ozgurluğune kavuşturmuştu.
Boyledir. Rabbim Allah’tır dediği ve bu uğurda sebat ettikleri icin en buyuk imtihana peygamberler ve onların ilk bağlıları maruz kalmışlardır. Ve aynı kararlılığı gosteren daha pek cok muminler topluluğu aynı durumla karşılaşmışlardır. Mukafatı ve mujdesi de o denli buyuktur ama bu duruşun: “Onların uzerine melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, uzulmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin. Biz dunya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Cennette sizin icin canınızın cektiği ve istediğiniz her şey vardır. Bunlar cok bağışlayıcı ve cok merhametli olan Allah tarafından bir ağırlamadır.”(Fussilet, 41/30-32)
İnancın kalbe yerleşmesinden sonra mumin, toplumla sağlıklı bir iletişim ve ilişki kurar. Eriştiği yuce hakikatin diğer insanlar tarafından da tanınmasını, bilinmesini, yaşanmasını ister. Kendi değerlerini yaşamaya calışmanın yanında sozle ifade etmeye, anlatmaya da cabalar. Ancak kullanacağı dil cok onemlidir bu noktada:“Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve:"Ben gercekten Muslumanlardanım" diyen kimseden daha guzel sozlu kim olabilir?”(Fussilet, 41/33) Musluman portresinin en bariz cizgisidir, guzel soz. İnsanları incitmeden, kırıp dokmeden tatlı bir yaklaşım. Merhametli ve şefkatli bir dil. Guzel bir ifade tarzı, dostcanlısı bir yaklaşım tabi ki en cok ona, Hakk’a davet eden Muslumana yakışır. Elbette bu uslup insanlara ihsanda bulunmak, yardım etmek, onların problemlerini cozmek gibi şık davranışlarla desteklenecektir.
Hz. Peygamber (s.a.) ne kadar comertti. Bir insanın gonlunu kazanmak icin koca bir suruyu hediye eder, hicbir şeyini esirgemezdi. Eline ne gecerse armağan etmek onun en bariz vasfıydı. Zira insan kalbindeki erişilmez kaleler, boyle aşılıyordu. Yusuf (a.s.) zindana girdiğinde, mahkumlar etrafına toplanıp geldiler. Aralarından ikisinin muşkulleri vardı..“Biz” dediler “Senin iyi bir insan olduğunu goruyoruz. Bize gorduğumuz ruyanın yorumunu yap.”(Yusuf, 12/36) Yusuf (a.s.) guzel bir hitapla : “Ey benim zindan arkadaşlarım” (Yusuf, 12/39) diye soze başladı. Once onlara Hakk’ı ve hakikati, onların kavrayabilecekleri bir tarzda anlattı. Sonra da onların muşkullerini halletti.
Medine’ye muallim olarak gonderilen Mus’ab’ın yontemi de aynıydı. O da tatlı dili ve guzel davranışları ile kısa surede insanların gonlunu fethetti. SÂd İbn UbÂde gibi, SÂd İbn MuÂz gibi Medine’nin ileri gelenleri onun o tatlı dili ve guzel uslubu vesilesiyle Musluman oldular. Hatta denebilir ki yakın zamanda İslam davetinin kalbi olacak olan Medine, onun bu zarif tutumu vasıtasıyla İslam oldu. Oyleyse Musluman demek, guzel sozlu, guzel usluplu, zarif davranışlı kimse demektir. Salih amelleriyle bunu bilfiil gosteren, sozu ve ameli tam bir butunluk arzeden insan demektir.
Musluman her zaman bu iyi niyetini muhafaza eder. İnsanlara guzel davranmayı, Hakk’a daveti guzellikle yapmayı prensip edinir kendine. Ama yine de duşmanca davranışlara maruz kalabilir, kotu niyetli kimselerle karşı karşıya gelebilir. Peki bu durumda ne yapacaktır:“Hem iyilik de bir değildir, kotuluk de. Kotuluğu en guzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir duşmanlık olan kişinin, samimi bir dost gibi olduğunu gorursun.”(Fussilet, 41/34)
İşte Kur’Ân onumuze eşsiz bir değer daha koymaktadır: kotuluğu iyilikle savmak, kotuluğe iyilikle muÂmele etmek. Bir insan kendine kotuluk yapmaya kalkan birine, iyililikle muÂmele edebilir, iyilik yapabilir mi? Oncelikle şoyle sormak lazımdı belki. Kendine kotuluk yapan birine karşı tavırsız kalabilir, intikam duygularına kapılmadan durabilir mi? Sıradan bir insan tabi ki hemen intikam almaya kalkışacaktır, biraz daha bilincli biri bırakıp yoluna gidecektir. Ama istenen bunlar değildir.
İdeal bir davranış tarzı ile karşı karşıyayız. Ancak yureği geniş bir Musluman yapabilir bunu. Cunku o, Rabbim Allah’tır deyip yola duşmuş, en guzel dili, en guzel uslubu benimsemiş, inandığı dÂva uğruna her turlu fedakarlığı ve sabrı goze almıştır. Elbette kendine yapılan kotuluğe kotulukle cevap vermeyecektir. Doğruları anlatmaya bir fırsat olarak gorecektir belki bunu. Muhatabının gonlunu kazanacak bir vasıta.. Onun dunyasına girecek bir anahtar.. Zaten ayetin devamında da:”Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak (hayırdan, ruhi kuvvet ve faziletten) buyuk bir pay sahibi olanlar kavuşturulur.” (Fussilet, 41/34) buyurulur.
Hz. MevlÂna, Mesnevi’sinde muhatabına odağacı gibi olmasını tavsiye eder. Duşmanca yaklaşıp odağacını ateşe verenler, odağacının kendilerine enfes bir rÂyiha yaydığını gorurler. Tıpkı Hz. Peygamber (s.a.) gibi. O da kendine duşmanca davranıp hayatına kastedenlere du ediyor, onların bağışlanmalarını diliyordu:“Allah’ım halkıma hidÂyet et, cunku onlar bilmiyorlar.”
İşte muhatap icin bu davranış karşısında yapılacak tek bir şey kalıyor: husumeti bırakıp dostluk kurmak. Hem de canı gonulden, sıcak bir dostluk. Hz. MevlÂna’nın misalindeki od ağacı kokusunun mestu hayran edişi gibi; Muslumanın zarif, guzel davranışları da muhatabını kendine hayran ediyor. Sonucta da samimi bir dostluk başlıyor.
Ayetler bize, değerler kaybına karşı bir hal caresi de sunmaktadır.“Bu durumda şuurlu Musluman hangi hasletlere sahip olmalıdır?”sorusunun cevabını da vermektedir. Ayetlerde ifade edilen değerler;Allah’a iman ve istikÂmet, guzel bir uslup sahibi olmak, kotuluğu iyilikle savmak şeklinde ozetlenebilir.
Bunlar ve İslam’ın ortaya koyduğu daha nice hasletler bizim ayırıcı vasıflarımızdır. Bizi biz yapan, toplumumuzu ayakta tutan bu değerlerdir. Bu toplum asırlardır, kimliğini kaybetmeden bu değerler sayesinde varlığını devam ettirebilmiştir. Değerler kaybının onune gecmek bu bakımdan onem arz etmektedir.
Kaynak:ALtınoLuk DerGisi
__________________
"Değerler Kaybı ve Musluman!!!"
Dini Bilgiler0 Mesaj
●28 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- "Değerler Kaybı ve Musluman!!!"