Kur Ân-ı Kerîm in tertib ve duzeni, Âhenk ve insicamı, O nun mûcizevî buudlarından birini teşkil ettiği gibi, ifade tarzı ve anlatım keyfiyeti de beşer karihasını aşan, insan kudretini Âciz bırakan bir başka mûcizevî buudunu teşkil eder. Kur Ân-ı Kerîm, 23 sene zarfında, değişik olaylar, durumlar, muhataplar karşısında, parca parca olarak peyderpey inmesine rağmen O nun sûreleri, Âyetleri ve hatt kelimeleri arasında birbirine zıt duşen, birbirinin Âhengini bozan tek bir ifade, tek bir cumle bulmak mumkun değildir. Bir solukta soylenmiş şiir gibidir adeta O nun butunu. Bu ise ancak, 23 seneyi bir an gibi goren, gecmişi bu gunle, bugunu de yarınla bir arada gorup bilen, hÂsılı, zamandan ve mekÂndan munezzeh olan bir Zat ın kelÂmı olmakla acıklanabilir. Halbuki Kur Ân vahyinin, devamlı sûrette değişen sebep ve hÂdiselere gore ceste ceste gonderilmesi, bir yandan konuların mahiyetindeki değişiklik, diğer yandan parcalar arasındaki zaman farkı, tabiî olarak, onlardan bahsederken irtibatsızlığa sebep olmalıydı. Bunları bir sûre başlığı altında toplamak, normalde dağınıklığa yol acmalıydı. ...Eğer O, Allah tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, O nda bircok tutarsızlık bulurlardı (NisÂ/4: 82).

İşte sûreler ve Âyetler arası bu tanzim bile, tek başına gosterir ki Kur Ân, beşer kelÂmı değil, her şeyi bilen ZÂtın kelÂmıdır (Draz, 152).
Bu gerceğe rağmen, Kur Ân a ve sûrelere bir butun olarak bakamayan oryantalistler ve onlar gibi duşunenler, sûreler ve Âyetler arası intizÂm ve irtibatı anlayamamaktadırlar. Anlayamayınca da, kendi akıllarını tek doğru kabul etmekte ve Kur Ân-ı Kerîm in mevcut tertibinin hatalı olduğunu soyleyerek başka tertipler teklif etmektedirler. Halbuki Kur Ân, nÂzil olduğu sıraya gore duzenlenmeyip, vahye mustenid Peygamber Efendimiz in (s.a.s.) emriyle elimizdeki mevcut şekliyle tertip edilmiştir. Bu tertipte bircok hikmetler vardır. Bu hikmetleri mufessirlerimiz, gerek tefsirlerinde Âyetleri tefsir ederlerken, gerekse mustakil kitaplarda acıklamışlardır. Âyetler ve sûreler arası hikmetleri bulup cıkarmak icin ciddî gayret sarfeden mufessirlerimiz, eğer iki Âyet veya iki sûre arasındaki munÂsebeti bilememişlerse, hicbir zaman mevcut tertibi beğenmemezlik etmemiş ve başka bir tertip teklif etmemişlerdir. Fakat oryantalistler ve onların tesiri altında kalanlar, mevcut tertipteki Âyetler arası munasebeti bilemeyince, kendi akıllarına gore yeni bir tertip teklif etmektedirler. Halbuki ilÂhî bir kitap, hicbir zaman keyfî tertibe bırakılamayacağı gibi, boyle bir yol acık olsa, farklı tertipte kişiler sayısınca Kur Ân ortaya cıkacaktır. Allah (c.c.), boyle bir şeyden Kur Ân ı bugune kadar muhafaza etmiş ve Hic şuphe yok ki o zikri, Kur Ân ı biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz. (Hicr/15: 9) Âyeti gereği kıyÂmete kadar da muhÂfaza edecektir.

Oryantalistlerin, Kur Ân ın tertibi ile ilgili tenkit ettikleri hususlardan birisi de, Bakara sûresindeki kıble ile ilgili Âyetlerdir. Onlara gore mevcut tertip, anlam ilişkisi bakımından tutarlı değildir ve anlam karışıklığı vardır. İddialarına gore Âyetlerin dizilişi, 143-115-144-142 şeklinde olmalıdır:

Ve işte boylece Biz sizi ornek bir ummet kıldık ki, insanlar nezdinde Hakk ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun. Senin arzulayıp da şu anda yoneldiğin KÂbe yi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamber in izinden gidenlerle O ndan ayrılıp gerisin geriye donecekleri meydana cıkarmaktır. Gerci bu oldukca ağır bir iştir, ancak Allah ın doğru yola erdirdiği kimseler icin mesele teşkil etmez. Allah, imanınızı zayi edecek değildir. Cunku Allah, insanlara karşı pek şefkatlidir, cok merhametlidir. (Bakara/2: 143)

Doğu da Batı da Allah ındır, hangi tarafa donerseniz, orada Allah a itaat ve ibadet ciheti vardır. Muhakkak ki Allah ın lûtfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır. (Bakara/2: 115)

Elbette ilÂhî buyruğu bekleyerek yuzunun semada aranıp durduğunu goruyoruz. Artık musterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yoneltiyoruz. Haydi cevir yuzunu Mescid-i Haram a doğru! Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, kıbleyi cevirmenin gercekten Rabbileri tarafından olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir. (Bakara/2:144)

Akılsız insanlar, Bu Muslumanları daha once yoneldikleri Kıbleden ceviren sebep nedir? diyecekler. De ki: Doğu da Batı da Allah ındır. O, dilediği kimseyi doğru yola yoneltir Bakara/2: 142).

Biz, bu makalemizde, mevcut tertibe gore Bakara sûresindeki kıble ile ilgili Âyetleri (115,142,143,144) kısaca acıklayarak, aralarındaki munÂsebeti gostermeye calışacağız.

وَ ِللهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللهِ إِنَّ اللهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Doğu da Batı da Allah ındır; hangi tarafa donerseniz, orada Allah a itaat ve ibadet ciheti vardır. Muhakkak ki, Allah ın lûtfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır. (Bakara/2: 115)

Bu Âyetten bir onceki Âyet şudur:

Allah ın mescidlerinde Allah ın adının anılmasını engelleyip, oraların ıssız ve harap hÂle gelmesine calışanlardan daha zalim kim olabilir? Bunlar, oralara ancak korka korka girebilirler. Onlar icin dunyada zillet, Âhirette ise muthiş bir azap vardır. (Bakara/2:114)

Mufessirlere gore, bu iki Âyet arasında şoyle bir munÂsebet vardır:

Allah ın mescitlerini, iclerinde Allah denilmekten menetmek ve harap olmalarına calışmak, hem Allah ın, hem mescitlerin, hem de insanların hakkına cok buyuk bir tecavuzdur. Şu hÂlde, mescitlere saldırmak ve onların maddeten veya manen harap olmalarına calışmak, zulumlerin en buyuğudur ve bunu yapanlar en zalim kimselerdendir... O mescitlerden men edilen ve Allah a cidden ibadet etmek isteyenler asla ye se kapılmamalı ve umitsizliğe duşmemelidirler. O mescitlerde ibadet etmekten engellendik diye Allah tan ve Allah a ibadetten vazgecmemelidirler. Cunku sadece o mescitler değil, doğusu ve batısı ile butun yeryuzu, butun yonleri ve istikametleriyle butun yeryuzu Allah ındır (Ebû Hayyan 1:530; BikÂî, 2:122). Şu hÂlde, her nereye donerseniz donunuz, orada, Allah a ibÂdet edecek bir yon, bir cihet vardır. Allah ın bir mekÂnı yoktur. O, aslında yonden de, cihetten de munezzehtir, fakat butun yonler, butun cihetler O nundur. Namaz kılmak icin, mutlaka bir mescitte bulunmak zarurî değildir. Acık olan şu ki, yeryuzunun her tarafında, hatta zaruret hÂlinde her yana, her cihete namaz kılınabilir. Allah ın, Peygamberlere bir kıble emretmesi darlıktan veya bilgisizlikten değil, kullarını korumak ve onları birlik ve beraberlik demek olan tevhid sırrıyla terbiye etmek icindir. Allah, lûtfu ve rahmeti geniş olduğu icin daha once emrettiği bir kıbleyi değiştirerek, ona benzer ve hatta ondan daha hayırlı bir başka kıbleye tahvil edebilir (Taberî, 1:501; Kurtubî, 2:82).

Buyuk mufessir Taberî ye gore: 115 nci Âyette kıblenin cevrileceğine işaret vardır. Elmalılı da, Âyetle ilgili acıklamalarında aynı hususa yer vermekte ve Bakara sûresinin bu 115 inci Âyetinde ibadet icin, ozellikle namaz kılmak icin buyuk bir genişlik ongorulmuş ve kıblenin değişmesi işine de guzel bir mukaddime (başlangıc) yapılmış, Âdeta kıblenin değişmesi gerektiğine işaret edilmiştir demektedir (Yazır, 1:394).

115 inci Âyette kıblenin ileride değiştirileceğine dair bu işaretten sonra, kıble değiştirildiği zaman sefihlerin soyleyecekleri şeyler onceden haber verilerek şoyle deniliyor:

سَيَقُولُ السُّفَهَآءُ مِنْ النَّاسِ مَا وَلاَّهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُوا عَلَيْهَا قُلْ ِللهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ يَهْدِي مَنْ يَشَآءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

Akılsız insanlar: Bu Muslumanları daha once yoneldikleri Kıbleden ceviren sebep nedir? diyecekler. De ki: Doğu da Batı da Allah ındır. O, dilediği kimseyi doğru yola yoneltir. (Bakara/2: 142)

İnsanlar icinden birtakım beyinsizler, hafif akıllı anlayışsızlar diyecekler ki, bunları, yani Muhammed ve ummetini, bulundukları kıblelerinden yani Beyt-i Makdis den ceviren nedir? Bu soz, neshi inkÂr eden ve kıblenin tahvîline itiraz etmek isteyen Yahudiler, munafıklar (Vahidî, 42-43; Taberî, 2:1) ve Mekkeli muşrikler (Kurtubî, 2:148) tarafından ileri surulmuş, Âyet de onlar hakkında inmiştir.

İşte butun bunlara karşı ve daha doğrusu, kıblenin değişmesinden once sefihlerin ne diyecekleri ve onlara nasıl cevap verileceği hususuna işaret etmek uzere (Taberî, 1:2; Zemahşerî, 1:242; Nesefî, 1:83) 142 ve 143 ncu Âyetler inmiştir.

Asrımızın değerli mufessirlerinden Seyyid Kutub a gore de bu Âyet, gelecekten haber vermektedir. Bu Âyet, kıblenin değiştirilmesi neticesinde beyinsizlerin soyleyecekleri uydurma lÂflar ve sorulara bir mukaddimedir. Âyet-i kerîme, soyleyecekleri şeylerin belli, plÂnlarının malûm ve cevaplarının hazır olduğu hissini vermek icin istikbÂl sigası ile başlıyor. Hem yersiz soru sorma hareketlerinin tesirini tedavi ediyor, hem de Resûlullah a onlara verilecek cevabı telkin ediyor... (Kutub, ilgili Âyet)

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Mekke de iken, bazılarına gore KÂbe ye, bazılarına gore Beyt-i Makdis e, doğru namaz kılıyordu. Bu iki goruşu telif edebilen daha başkalarına gore ise, KÂbe yi onune alarak Beyt-i Makdis e doğru namaz kılıyordu (İbn. Kesir, 1:226). İbn Atiyye ve CessÂs gibi bazı Âlimlere gore Mekke de € KÂbe one alınarak€ Beyt-i Makdis e doğru yonelmenin emredilmesiyle Muslumanlar, KÂbe ye yonelen muşriklerden ayırdediliyor ve aynı zamanda da imtihan ediliyorlardı. Fakat Medine de, KÂbe ile Beyt-i Makdis i cem etmek mumkun olmadığından, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Beyt-i Makdis e doğru namaz kılmaya başlayınca, bu iş putperest Araplar ın gucune gitti. Daha sonra tekrar KÂbe ye donulerek namaz kılınması emir buyurulduğu zaman putperest Araplar sevindi, yahudiler rahatsız oldu (İbn Atiyye, 2:7; Cassas, 1:106). Yahudiler ve munÂfıklar: Bu ne iş boyle, kÂh buraya, kÂh oraya? Bunda kesinlik yok ve kararlılık olsa boyle olur mu? diyerek, Muslumanlar arasına şuphe ve fitne sokmaya calıştılar.

Medine doneminin başında Peygamberimizin Beyt-i Makdis e donmesinin emredilmesiyle (Taberî, 2:5; İbn Ebî Hatim, 1:248) kendi KÂbe lerini bırakmaya hazır olmayan muşrik Araplar denendi. Bu, kabilecilik geleneğini, bu tur cahiliye değerlerinin tesirlerini yok etme adına zorlu bir imtihandı, fakat samimi mu minler başarılı oldular, kabile taassubu icinde olanlar ise imtihanı kaybettiler. Kıble, Kudus ten KÂbe ye cevrildiğinde ise Musluman olan Yahudi ve Hırıstiyanlar deneniyordu. Atalarının kıblesinden başka bir kıble kabul etmek onlar icin cok zordu. Bu şekilde İslÂm dan yuz cevirenler, Allah ın gercek kullarından ayırdedildi ve Peygamber Efendimiz in (s.a.s.) yanında sadece gercek mu minler kaldı (Mevdudî, 1:107). Onlar kıble değişikliklerine itiraz etmedikleri gibi, imanlarında ve imanlarının gereği namazlarında samimi olduklarından ve diğer Musluman kardeşlerini kendi nefisleri kadar sevdiklerinden: Vefat eden arkadaşlarımızın kıldıkları namazlar ne olacak? diye telÂş ve endişeye kapıldılar. Bunun uzerine şu Âyet indi:

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَآءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَآ إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِنْ كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى الله ُوَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُضِيع َإِيمَانَكُمْ إِنَّ اللهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

Ve işte boylece Biz sizi ornek bir ummet kıldık ki, insanlar nezdinde Hakk ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun. Senin arzulayıp da şu anda yoneldiğin KÂbe yi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle O ndan ayrılıp gerisin geriye donecekleri meydana cıkarmaktır. Gerci bu, oldukca ağır bir iştir, ancak Allah ın doğru yola erdirdiği kimseler icin mesele teşkil etmez. Allah, imanınızı (Beyt-i Makdis e doğru kıldığınız namazlarınızı) zayi edecek değildir. Cunku Allah, insanlara karşı pek şefkatlidir, cok merhametlidir (Bakara/2: 143). (Ebû Davud, sunne 16; Tirmizî, tefsir 3; Suyutî, 29)

Hz. Peygamber (s.a.s.), yukarıdan beri devam edegelen bu işaretler uzerine
artık kıblenin değişmesiyle ilgili vahiy emrinin gelmesini bekleyip duruyordu. Adeta semadan Cibril in yolunu gozluyor ve atası İbrahim aleyhisselÂmın kıblesi olan KÂbe ye yonelmek icin Allah a du ediyordu. Nihayet şu Âyetler nÂzil oldu:

- قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَآءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

__________________