Muminlerin hayata yukledikleri anlam, "bir yolcu gibi" olmak bilinci ile belirginleşir... Dunya uzerinden ahirete uzanmak esas alınmıştır... Bu musaferette "rıza" ve "rıd-van"a kendini programlamak var oluşun vazgecilmez esasıdır... Gercekten hayat, akidenin zorunlu kıldığı seferden başka bir şey olabilir mi? Her kul sefer mukellefiyeti altındadır... "Sefersizlik" ise sorumlulukları noktalamanın, kendinden vazgecmenin, hatta kendini yok saymanın adıdır... Seferle şereflenenlerin gonlunde ve gundemlerinde tek bir şey vardır:
"O halde Allah'a koşun!../'(Zariyat-50)
"Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri icin hazırlanmış olup genişliği gokler ve yer kadar olan cennete koşun!"(Al-İmran–133)
Ancak cok iyi biliyoruz ki, bu sefer gorev emri iki boyutlu acılımı gerekli kılıyor... Yeryuzunde i'layı kelimetullah ovasını surdurmeye yonelik cihadi bir sefer... Diğeri de kalbe yonelik deruni bir sefer... Bunların biri diğerinin mutemmimidir... İce doğru derinleştikce, dışa doğru yuruyuşunde onu acılır... İc seferini surdurmeyen, kalp sefaletini aşamayanlardan Allah yolunda sebat etmesini beklememiz boş bir temenniden ote bir sonuc vermeyecektir. Cihad yolundaki seferberlik gayretlerini sabote eden de yurek iflası değil midir? Kalbi dunya metaına esir duşmuş zavallıları siz hangi sefere ikna edebilirsiniz? Yeryuzu değerlerine cakılı kalan, basit lezzetlere takılı duran kalpler Allah yolunda seferi nasıl kaldırsın?
"Ey iman edenler! Size ne oldu ki, 'Allah yolunda sefere cıkın ' denildiği zaman yere cakılıp kalıyorsunuz? Dunya hayatını ahiret hayatına tercih mi ediyorsunuz? Fakat dunya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır." (Tevbe–38)
Demek ki, ayakların Allah yolundaki cihadından once yureklerin cihada cıkması gerekiyor... Kalplerin sefer bilin*cini kuşanması, dunyevi tutkulardan ozgurleşmesi onem kazanıyor... Toprağı, metaı, eşyayı aşabilme gucu o zaman oluşur. Hem şunu da biliyoruz ki Allah yolunda cihadında esas amacı ne cihangirlik davası, ne de gayesiz biz futuhattır... Cihaddan amac gonullerin İslam'la buluşmasının onundeki engellerin bertaraf edilmesidir... İnsanın İslam'la temas kurabilmesi icin ozgur bir ortamın gercekleşmesidir... Yoksa kimseyi İslam'a icbar etmek değildir. Bu boyle olduğu icindir ki, Hz. Peygamber (sav) Hayber gibi stratejik bir yerin fethi esnasında Hz. Ali (ra)ı şoyle uyarıyor:
"Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hida*yet bulması, guneşin uzerine doğduğu her şeyden (yada; kızıl tuylu develere sahip olmandan) daha hayırlıdır." (Buha-ri-Muslim)
Dunyalara değer bir amel, bir yureğin hidayet bulması…
Duşmanı teslim almadan once yurekler İslam'a teslim olamaz mı? Bunun icin yureklere sefer başlatmalıyız. İslam'ın hÂkimiyetinden once, İslam’ın hidayetini sunacağız... İslam kalblere hakim olunca, hayata hakim olmasını kim engelleyebilir? islam'ın savaş ahlakı ve savaş hukuku bize bunları oğretiyor... Ulkelerden once yureklere uzanmak... islam'ın cağrısının ulaşmadığı hicbir insan kalmasın. İslam'ın merhamet, İslam’ın merhamet, rahmet ve adaleti bunu zorunlu kılıyor...
Hz. Peygamber (sav) hicretin 8. yılında Halid b. Velid'i 300 kişilik bir ordu ile Beni Cezime uzerine gonderiyor. Ce-zime oğulları savaşmadıkca onlarla savaşmamayı tembih ediyor. Cezime oğulları silaha sarılınca savaş cıkıyor, duş*man esir alınıyor. Halid bazı esirleri oldurtuyor, bunu haber alan Resulullah (sav) şoyle buyuruyor:
"Ey Allah'ım! Halid'in yaptığı şeyden uzak ve beri olduğumu sana arz ederim. Yaptığı şeyi ben ona emretmedim." Niyazında bulunuyor. (İbn-i Kesir)
Savaşta kalbinizi alıp bir kenara koyamıyorsunuz... Duşmanın kalbini de yok sayamıyorsunuz... Savaş salt kılıc demek değildir... Kılıclardan once belki kalblerin buluşması gercekleşebilir. En azından buna yol aramamız gerekiyor. Efendimiz (sav) Hz. Ebuzer'e de aynı hatırlatmayı tekrarlıyor:
"Ey Ebuzer! Bir kişinin hidayetine sebep olman, senin icin dunya ve uzerindeki ziynetlerden daha ustundur."
Yeni bir insanın kalbini İslam'a ısındırmaktan ulaştıkları sevinc dunyalara bedel...
İce ve dışa yonelik seferlerimizde karşımıza cıkan hep kalbdir... Dışa doğru acılırken kalbleri tevhide cekmek, ice yonelirken kalbi takva yurduna cevirmek hedeftir.
Allah'ın Resulu bu iki boyutu şu veciz ifade ile ortaya soyuyor:
'’ İki goz var ki ateş onlara dokunmaz. Allah korkusun ağlayan goz ve Allah yolunda nobet tutan goz." (Tirmizi)
Goz afaki ve enfusi sefere eşlik ediyor. Boylesi bir donanıma sahip olan Mus'ab bin Umeyr Yesrib seferine gorevlendiriliyor. Sefer gorev emrini alan Mus'ab, Yesrib'de bu zorlu gorevde yureğini ortaya koydu. Bir yıl gibi kısa bir surede şehri kapı kapı gezerek kalpleri yokladı. Mus'ab'ın yurek seferi yuzleri guldurdu. Artık Yesrib Medine olma yolun*daydı... Allah yolunda yalnız kalıbıyla değil kalbiyle de yu*ruyenlerin bereketini goruyoruz...
Musluman'ın her adımına kalbin vuruşları yansımalıdır... Adımlarımızı hep ileriye ama kalbin derin duyarlılığını yedeğimize alarak yurumeliyiz... Yurek disiplini dağılınca, kalbin dizginlerini kacırınca hangi cukura yuvarlanacağını insan kestiremez...
Buna rağmen sadece hep yurumek istiyoruz kalbi ve ruhu geride bırakarak. Kalbini ve ruhunu geride bırakarak sadece yurumeye ayarlanmış bir adım nereye goturur insanı? Kalbi kuşanarak, bilgi ile donanarak yeni yureklere doğru yol alabiliriz...
Atılan adımı yurek destekliyorsa, kelama kalbin katılımı varsa soz yerine ulaşacak, muhatabın gonlunde yankı bulacaktır. Seferlerimizin, eylemlerimizin kalbin derin hikmetleri tarafından yonlendirilmesine de ihtiyac bulunmaktadır. Kalbimizden yansıyan ışığın ve ısının karşımızdakinin kalbine temas etmesini ve onu ısıtmasını sağlayabiliyor muyuz? Daha doğrusu kalbimizin boyle bir ozelliği var mı, ona bakmalıyız...
Hikmetle, oğutle gonul tellerini titretecek, en katı kalbleri bile harekete gecirecek bir nezaket, basiret ve merhametle davet calışmalarımızın onunu acmalıyız... Eğer sozler kalbden geliyorsa, kalbe girecektir, ancak sadece dilden geliyorsa, kulakların ilerisine gecemezler...
Davet gibi bir misyonumuz varsa, kelimeleri dizerken cumleleri kurarken, tebliğin ulaştırılacağı yurek koprusunu once sevgi ile ormeliyiz...Koprunun yurek ayağı sağlam oturtulmalıdır...
O zaman vereceğimiz her mesaj bir "yurek seferine" donuşecektir...
Duşuncelerimizi once kalbimizde damıtıp/ hayatımıza yansıtırsak daha sonra da muhatabımızla paylaşırsak guzel sonuclarla yuzumuz gulecektir. Aslında davet ve sohbetler kalp toprağına serpilen tohumlardır... Muhatabın kalbinde yeşermesi icin onun kalp toprağının da elverişli olması lazım.
Şu an gonuller arasına orulen utanc duvarlarını ne yapacağız? Yurekler arası kopruleri kuracak bir irade ve iştiyak gerekiyor... Bunun icinde kalbi kuşanarak işe koyulmalıyız. İhsan ve ikramımızla bize karşı on yargılı olanların kalbine uzanabiliriz. Belki bir ozur dileme, bir hediye, bir iltifat yeterli olacaktır.
Her turlu guzellik kalbi etkiler. Nazik ve şefkat dolu bir soz, ya da yardım severce bir tutum, bir tebessum kalbi yumuşatır ve acar. Buna karşın, sert sozler, zararlı eylemler, katı ve kaba davranışlar kalbi katılaştırır ve kapatır. Bu durum Hz. Muhammed icinde gecerlidir:
"O vakit Allah'ın bir rahmeti ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı kalpli olsaydın, hic şuphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları icin dua et..." (Al-i İmran–159)
Bazı kalpler o kadar katı ki, hic kimseye acık kapı bırakmıyor. Merhamet ve muhabbet bizi sevdiklerimize ulaştıran bir kopru oldukca ve insanlara yureklerimizden uzattığımız kopruler coğaldıkca, gercek benliğimize ve Allah'a yaklaşa*biliriz. Yureklerimizde başkalarına karşı oluşan cukurlar coğalıp, genişledikce Rabbimizden ve sorumluluk alanımızdan uzaklaşacağız...
Birbirimizin ve muhatabımızın yureğini bilmek durumundayız... Yurekler arası yolları mutlaka acık tutabilmeliyiz…Mumin yureğini yenileyebilmeli yol almak icin buna mecburuz... Bu gun sorunumuz mekÂn darlığı değil, yeter ki yurek darlığımız olmasın. Kalblerimizdeki daralmayı nasıl gidereceğiz? Gonul kapılarını sonuna kadar acamayacak mıyız?
Sistemi, toplumu değiştirmek bir yana, yurek seferini surdururken yolumuzdaki engelleri goruyor muyuz? Yollar yani yurekler acık mı? Yurekleri yerinden oynatacak bir cekim gucu ile İslami heybet ve cazibemizle yureklerde yer bulma arayışımızı surdurelim...
Farklı grup, mezhep, hizip, iklim, kavim Muslumanlarına ic dunyamızda yer acabiliyor muyuz? İslami oluşum ve yapılanmalarda kalbler arası ulfet ve unsiyet vazgecilmez bir gereklilik ise, bundan nasibimiz nedir?
İlgi duymadığımız ve el uzatmadığımız mahzun bir gonul kalmasın... Herkesten nefret, herkese mesafeli durmak sağlıklı bir ruh halinin ifadesi değildir. Belki de gonlu şeytana kaptırmışlığın bir sonucudur. Kalp unsiyet, ulfet, muhab*bet uretmiyorsa, fonksiyonlarını yitirmeye başlamışsa, kalbe yonelik suikastlara dikkat kesileceğiz... Kalbin tam kapasite devreye girmesini sağlayacağız...
Yurekler uzerinde korku ve teror salarak elde edilen sonuclar gecicidir. Kalblere de hukmedebileceklerini ve muhabbeti zorla, saygıyı zorbalıkla elde edebileceklerini zannedenler, kalplere tahakkum cabalarının nafile bir caba olduğunu er ya da gec anlayacaklardır. Kalıcı olan yurekleri coşturmak, fethetmek, harekete gecirip sevgi yeşertmektir. Bu ikinci yolu secme durumunda geleceğe en gercekci yatırımı yapmış oluruz.
O zaman gonulden gonule sevgi transferi, yurek kapılarını acmaya yeterli olacaktır... Hep endişeliyiz, kalblerimizi acsak, acaba kalblerini acarak ziyaretimize gelen birileri bulunur mu? Once kendimize soracağız... Bugune kadar kac vureğin kapısını caldık? Kac kişi bizim yurek kapımızı caldı? Kac kişi gonulden bizi "buyur" etti? Biz kacını? Yalnızlığı*mızda sığınacağımız sıcak yurekler, hırpalandığımızda bizi okşayacak muşfik yurekler var mı? Himayemizde kac mah*zun yurek var? Kac mazluma himmet ettik? Bakalım kalbi*miz yerli yerinde mi? Acıyan, sızlayan, seven ve titreyen bir kalbimiz var mı?
Mazlumların yureğindeki kıvranmayı paylaşmak gerekiyor... Yoksulun sinesindeki sancıyı dindirmek elbette bize duşuyor... İnsanların haykırışlarını, iniltilerini duyan kulaklarımız, goren gozlerimizle bunu yureklerimize aktardığımız zaman maşeri vicdanın harekete gectiğini goreceğiz. İnsanlara kalp uzerinden merhametle ulaştığımız vakit yureklerini bize actıklarına tanık olacağız, tum safvet ve samimiyetleri ile bize yonelip kucak actıklarını goreceğiz...
Bugun yoksullar yolumuzu gozluyor, ellerimize bakıyor... Bunu ancak goğsunde kalp taşıyan, vicdanı sızlayan, gozyaşı dokmesini bilen, merhamet ve şefkat damarı kurumamış, erdem ve ahlak sahibi fertler dert edinirler... Edinen yok mu? Elbette var... Ace'den Gazze'ye bu yurek seferini surdurenlere şahidiz... Ancak, bu seferde bizim yerimiz ve nasibimiz nedir?
Gonul kapısını daha bir acmalıyız... Bir adanmışlık ruhu icinde, iğretilikten uzak, yurekten bir seslenişle sefere dahil olmalıyız... Yurekler hareket halinde... Rahmete vuslat var...
Biz yurumeye devam edeceğiz... Yolları acacak olan var… Biz, bize duşeni yaparız, yureklerde etkisini sağlayacak olan Allah'tır. Ateşi gule cevirenden, denizi cadde klandan umidimizi kesecek değiliz ya!
Şu ana kadar insanların yurek kapılarına ulaşıp acmadıysak kalan omrumuz birer fırsattır. İnsanların kalplerine birer "yurek seferi" duzenleyebiliriz... Gonulleri okşayabiliriz... Yorgun yurekler, uzgun yurekler., neden bizimle teselli bulmasın ki? Bizimle ferahlamaları icin bir engel mi var? Gonlumuzun zenginliklerini kardeşlerimizle paylaşmayacaksak, bu ne kotu bir bencilliktir! Kanaat, sehavet, uhuv*vet, şefkat ve muhabbet ikramımız olsun... Gercek zenginlik gonul zenginliği değil miydi?
Dayanaksız, desteksiz, bitkin yureklerin mumin kardeşlerine yaslanmak hakları yok mudur? Birbirinden guc, moral ve guven alacak yurek adamlara ihtiyac var... Orneklik ve onculuk edecek yurekler şimdi nerede? Oyle gorunuyor ki, "yurek adam" kıtlığı yaşıyoruz...
Yureklerimizin derinliklerindeki gizlilikleri birbirimize acabilmeliyiz. Hicbir sansur ihtiyacı duymadan, endişeye kapılmadan... Sinelerin sakladıklarından kardeşlerle paylaşılmayacak hicbir sırrım yok diyebilmek... Esas olan, safvet ve samimiyet ile kardeşlik sevgisi ile sinelerin inşirah bulmasıdır...
Oncelikle yitik yureklerimiz icin bir arayış icinde olmalıyız... Tefekkur, tedebbur, tezekkur yureğimizle temas kurma seanslarımızdır... Teheccud yorgun ve yok oluşa terk edilen kalbleri hayata dondurme girişimidir... İnsanın kalbi ile yaşayabileceğini, korunabileceğini, kalbine emek vermenin ise apayrı bir manevi hassasiyet gerektirdiğinin bilgi ve bilincini taşıyor olmamız lazım...
Sefer yureksiz, yurek de sefersiz olmaz...
Seferi olanın ateşli acıya goğus germesi icin yurekli olması beklenir...
Haydi, yureğimizi ortaya koyarak, yurek yuruyuşunu tamamlamaya...
__________________
Yurek Seferi
Dini Bilgiler0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Yurek Seferi