
İnsanlık duşunce tarihinde doğru bilgiye ulaşma vasıtalarının neler olabileceği hep tartışma konusu olagelmiştir. Felsefenin de en onemli konularından birisi budur.Bu hususta temel bazı ekoller oluşmuştur.
Doğru bilgiye ulaşmak mumkun mudur, mumkun değil midir? Yani insan sahip olduğu maddi ve manevi cihazları ile mutlak doğru bilgiye ulaşabilir mi, ulaşamaz mı?
İşte burada genel olarak iki ekol oluşmuştur.
Birinci Ekol :Mutlak doğru bilgiye insan maddi ve manevi cihazlarından birisi ile ya da butunu ile ulaşabilir diyenlerdir. Bunlar da kendi aralarında, insan hangi cihazı ile doğru bilgiye ulaşabilir ayrışması icine girmiştir. Bu hususta belli başlı temel ekolleri sıralayalım.
Rasyonalizm:Salt doğru bilgiye sadece akıl ile ulaşılabileceğini temel alan ekoldur. Bunlara gore akıl kendi aleminde kurallar ve olculer koyabilen ve buna gore doğruyu bulabilecek ilkeleri oluşturabilen yeteneğe sahiptir. Bu yuzden doğru bilginin tek kaynağı akıldır. Diğer bilgi kaynaklarını onemsiz araclar olarak gorurler. Ozellikle din, vahiy ve ilham gibi doğru bilgi kaynaklarını reddederler.
Empirizm( Duyumculuk): Doğru bilginin tek kaynağı ve olcusu insanın yaşamı surecinde duyu organları ile gorduğu ,tecrube ile anladığı şeylerden ibarettir. İnsanın zihni ve alemi boş bir kağıt gibidir, zamanla tecrube ve deneyler ile elde edilen bu bilgiler ile dolar. İşte mutlak doğrular bundan ibarettir. Bunun dışında başka bir doğru yoktur.Yani butun her şey insanın beş duyusu ile gorduğu ve tecrube ettiği şeylerden ibarettir. Bundan başkası ve otesi yoktur, goruşudur. Akıl, deney ve duyum olmaksızın hicbir işe yaramaz. Kendi başına duşunemez. Boyle olunca, akılcılık akımının zıttı bir ekoldur.
Sezgiselcilik ( Kalp Gozu): İnsan mutlak doğru bilgiye ve hakka ancak sezgi ve kalbin inkişafından sonra ulaşabilir, goruşudur. İnsan, kalp gozu ile doğru ve hakikatleri idrak eder. Bunun dışında, akıl ve duyumlar onemsiz detaylardan ibarettir. İnsan, ancak kalp aydınlanması ile doğruları gorur ve ulaşır. İslam tarihinde bunlara işrakiyyun denilmiştir. Kalbin aydınlanma aracı olarak da bir takım riyazet tarzı disiplinleri benimsemişlerdir. Sezgicilikte sebep sonuc bağıntısı kurmaksızın suratli ve sebepsiz olarak birden doğruya ulaşılır.
Nakilcilik (Doğru Haber) : Doğru bilgiye, doğru haber ile ulaşılabilir goruşudur. Doğru haber ise vahiy ve İlahi buyruklardır. Bu goruşte olanlara gore akıl, sezgi ve duyumlar doğru bilgi kaynağı ve vasıtaları olamaz. Doğru bilginin tek kaynağı dindir. Bu yuzden akıl, sezgi ve duyumları din dışı olarak algılarlar. Hıristiyan ve Yahudi aleminde dogmatizm olarak bilinen dini mezhepleri buna ornek olarak gosterebiliriz. Bu değerlendirmeler insanlık duşunce tarihi icindir. Ozel olarak İslam alemi icin değerlendirmeler geniş bir şekilde konunun ileriki bolumlerinde incelenecektir.
İslam tarihinde bu tip bağnaz goruşte olanlar genelde Haricilik, Vehhabilik, Neo Selefcilik, akımlarıdır. Sezgi ağırlıklı olan tasavvuf ve tarikatı inkar etmeleri, aklı on plana cıkaran Kelam ilmine bidat nazarı ile bakmaları hep bu bağnaz fikirlerindendir. Gunumuzde bazı ilahiyat kokenli hocalar da bu akımların tesirinde kalmışlardır. Bu yuzden kalp aydınlanmasını one cıkaran bazı tasavvuf buyuklerini tadlil ve tekfir ediyorlar.
Yukarda ozetle verdiğimiz ekollerin hepsi doğru bilgiye ulaşmayı mumkun goren ekollerdir. Bu yuzden doğru bilgiye ulaşılır mı, ulaşılmaz mı? Sorusundan ziyade, hangi arac ve vasıta ile ulaşılır tartışması hakimdir bu ekoller arasında.
İkinci Ekol :İnsanlık duşunce tarihinde mutlak doğru bilgiye ulaşılamayacağını savunan ekollerde vardır. Bunları da ozetle izah edelim.
Septisizm (Şuphecilik): Doğru bilgiye ulaşmanın imkansız olduğunu savunan genel felsefedir. Bunlar da kendi aralarında şiddet bakımından sınıflara ayrılırlar. Bazıları doğru bilgiye ulaşmayı muhal gorurken, bazıları da kuşkuculuk ile yaklaşır.
Agnostisizm:Bunlar insanın mahiyetinden kaynaklanan bir yetersizlikten dolayı insanın hicbir zaman eşyanın hakikatini idrak edemeyeceğini savunan bir ekoldur.
Protagoras : "İnsan her şeyin olcusudur." der. Protagoras'a gore tum bilgilerimiz duyumdan gelir. Duyum insandan insana değişir. Bir şey bana nasıl gorunuyorsa benim icin oyledir. Ruzgar, uşuyen icin soğuk, uşumeyen icin soğuk değildir. Yani ortak bir doğrunun olamayacağını savunuyor. Doğrular her kişiye gore değişir, diyerek genel kabul gormuş bir doğrunun olamayacağını iddia ediyor.
Duşunce tarihinde doğrunun bilinmesinin imkansızlığını savunan bu fikri akımlar pek itibar gormemişlerdir. Ekseri filozoflar tarafından dışlanmışlardır. Onun icin bu akımlar doğrunun bilinebilirliği goruşundeki ittifakı bozamazlar.
Şimdi bu genel tariften sonra bazı tespitler icin madde madde mulahazalar yapalım.
Birincisi:Her bir felsefi akım bir hakikatin ucunu veya kırıntısını anlamış ve mesleğine tatbik etmiş. Onun icin bu ekolleri değerlendirirken butunune batıl ve yanlış demek doğru olmaz. Ustat bu manaya; her batıl mezhep icinde bir dane-i hakikat bulunabilir diyerek işaret ediyor.
İkincisi: Bu felsefi ekollerden hic birisi hakikati butunu ile ihata edemediği icin, kendi goruşuşunden başka hicbir goruşu doğru kabul etmiyor.Diğerlerini yanlış ve batıl olmak ile itham ediyor.Bu da felsefenin kendi icindeki bir celişkisi ve tutarsızlığı olarak beliriyor. İmam Gazali, eserlerinde bu tutarsızlıkları tek tek gostererek onları eleştiriyor.
Yine Ustat da, Sozler adlı eserin Yirmi Beşinci Sozunde verdiği bir temsil ile bu manayı şoyle tarif ediyor; Evet, hakikat-i mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilmez. Kur'an gibi bir nazar-ı kulli lazım ki ihata etsin. Kur'an'dan başka, cendan Kur'an'dan da ders alıyorlar, fakat hakikat-i kulliyenin, cuz'i zihniyle yalnız bir iki tarafını tamamen gorur, onunla meşgul olur, onda hapsolur. Ya ifrat veya tefritle hakaikın muvazenesini ihlal edip tenasubunu izale eder. Şu hakikat Yirmi Dorduncu Sozun İkinci Dalında acip bir temsille izah edilmiştir. Şimdi de başka bir temsille şu meseleye işaret ederiz.
Mesela, bir denizde, hesapsız cevherlerin aksamıyla dolu bir definenin bulunduğunu farz edelim. Gavvas dalgıclar, o definenin cevahirini aramak icin dalıyorlar. Gozleri kapalı olduğundan, el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas gecer. O gavvas hukmeder ki, butun hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir. Arkadaşlarından, başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki, o cevherler bulduğu elmasın tabileridir, fusus ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kurevi bir yakut eline gecer. Başkası, murabba bir kehribar bulur, ve hakeza, herbiri eliyle gorduğu cevheri, o hazinenin aslı ve mu'zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder. O vakit hakaikın muvazenesi bozulur. Tenasup de gider. Cok hakikatin rengi değişir. Hakikatin hakiki rengini gormek icin tevilata ve tekellufata muztar kalır. Hatta, bazan inkar ve tatile kadar giderler. Hukema-yı işrakıyyunun kitaplarına ve sunnetin mizanıyla tartmayıp keşfiyat ve meşhudatına itimad eden mutasavvıfinin kitaplarını teemmul eden, bu hukmumuzu bilaşuphe tasdik eder. Demek, hakaik-ı Kur'aniyenin cinsinden ve Kur'an'ın dersinden aldıkları halde-cunku Kur'an değiller-boyle nakıs geliyor.
Bahr-i hakaik olan Kur'an'ın ayetleri dahi o deniz icindeki definenin bir gavvasıdır. Lakin onların gozleri acık; defineyi ihata eder. Definede ne var, ne yok, gorur. O defineyi oyle bir tenasup ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyan eder ki, hakiki husn-u cemali gosterir.
Ucuncusu: Doğru bilgiye ulaşmakta yukardaki felsefi ekollerin tespit ettiği her bir arac ve vasıta, aslında gerekli ve elzem şeylerdir. Adeta bir butunun parcaları gibidir. Nasıl arabanın hareket etmesi icin tekerlek, motor, benzin vesaire gerekli bu parcalardan birisi eksik olursa araba hareket etmez. Aynen bunun gibi Allah, İnsan mahiyetini bir butun olarak yaratmıştır. Bu butunluk icinden bir parcayı atarsan, o mahiyet arabanın atıl kalması gibi atıl kalır, işlemez. Yani insana akıl da lazım, sezgi de lazımdır. Duyu organları da lazım, vahiy ve ilahi haber de lazımdır. Bunların biri gerekli, diğeri gereksiz demek, batıl ve yanlış olur.
Dorduncusu: İnsanı bir vasıtaya mahkum etmek, yanlış hukum ve neticelere sebebiyet veriyor. Mesela akıl ve duyuları olmayan bir adama, Kuran okumak ve nakli delilleri telkin etmek ne fayda sağlar. Kalbi melekesi inkişaf etmemiş birisi, Kuran ve Sunnetin letafet ve inceliklerini idrak edemez. Onun icin insan mahiyetinde koşe taşları konumunda olan her bir bilgi vasıtasının işlettirilip inkişaf ettirilmesi gerekir. O zaman insan tekemmul ile kamil bir insan olur.Yoksa bir vasıtada kaybolup, diğerlerini goremeyen adam, aynen filozofların bir birleri ile cekiştiği gibi kendi aleminde cekişip durur.
Beşincisi: İnsanlık bazı hakikatleri hisseder ama tam ihata edemediği icin ahenkli olarak tam tarif edemez. Tam tarif icin kulli ve ihatalı bir nazar lazımdır. İnsanlık ve hususen insanlığın aklı konumunda olan filozof ve duşunurler, insanın mahiyetini cuzi ve kayıtlı olarak cozumlemişlerdir. Bu yuzden insanın mahiyetindeki her bir vasıtayı, diğerlerini inkar ederek kendilerine esas almışlardır.
Ama kulli ve ihatalı bir nazara sahip olan Kuran ise her şeyi yerli yerine koymuştur ve hepsine gereken değeri vermiştir. Bu yuzden Kuranda, insanlığın hissettiği o belirsiz hakikat daha belirgin ve anlaşılır olarak ifade edilmiştir. Ama maalesef her insan Kuran’ın o belirgin ve anlaşılır yazısını okuyamadığı ve goremediği icin idrak edemiyor. İşte akliyatta zayıf olan bazı bidat mezhepler, Kuran’ın o ahenkli ve ihatalı yazısını tam okuyamadıkları icin, İlham manasını inkar ediyorlar. Halbuki Kuran, insanın realitesini inkar etmez, butunu ile sergiler, o butunu okuyamamak insana ait bir kusurdur.
Ozet olarak; akıl, duyumlar, sezgi ve vahiy insanlığın ortak kabulu olan değerlerdir. Hepsi hayatın bir gerceği ve hakikatidir. Bunların biri icin diğerini inkar etmek hakikate zulumdur. Yani insanlık sezgi ve ilham manasını kabul etmiştir. Ama yerli yerine oturtamadığı icin, yanlış yerlerde kullanmıştır, ya da eksik kalmıştır. İnsanlığın ortak kabulu olan bir şeyi yok saymak akla ziyan bir şeydir.
Akıl, Duyum, Sezgi, Vahiy, gibi Bilgi Aracları Tek Başına Doğru Bilgi icin Yeterli midir?
AKIL: Şuphesiz, insanın sahip olduğu en onemli cihazdır. Akıl şu kainat kitabını okuyup anlayacak ve hukumler cıkaracak bir kabiliyette yaratılmıştır. Kainatta sebep sonuc ilişkilerini takip ile bazı neticelere ulaşması da mumkundur. Ama aklın sınırları ve kayıtları, eşyanın hakikatlerini cozumlemede ve idrakte yeterli olduğu tezini curutuyor. Duşunce tarihindeki karmaşa ve doğru uzerinde ittifak sağlanamama buna en guzel şahittir. Felsefenin aklı evvel fikri, insan aklının sebepler icinde ne denli aciz ve caresiz kaldığının bir kanıtıdır. Bircok filozofun salt aklı ile ortaya attığı fikirler, insan aklının mutlak doğru bilgiye ulaşmada eksik ve yetersiz olduğunu cok acık bir şekilde ispat ediyor. O zaman eşyanın kunhunu ve hakikatini anlamakta akıl, vahye muhtac bir şekilde yaratılmıştır. Bu yuzden aklın, vahyin rehberliğine ihtiyacı vardır. Vahiy akla rehber olursa, o zaman eşyanın hakikati acılır, kainat kitabı doğru okunabilir. Yoksa, akıl surekli safsata ve hurafe ureten bir alet olur. Aklı esas alanların isabetli yonu ise, aklın da doğru bilgiye ulaşmada cok onemli bir konuma sahip olmasıdır. Zira akıl olmadan vahiy anlaşılmaz ve hicbir mana ifade etmez. Boyle olunca, akıl vahyi anlamada birinci sırada onem arz eder. Peygamberimizin(sas) aklı olmayanın dini olmaz hadisi bu manayı teyit icindir. Netice olarak akılsız din olamayacağı gibi dinsiz akıl da yeterli olamaz.
DUYU ORGANLARI: Bunlar gorme, işitme, dokunma, koklama, tatma vasıtaları ile bir takım tecrube ve deneyler aracılığı ile doğru bilgiye ulaşılacağını savunan bir ekoldur. Elbette akıl bahsinde denildiği gibi nasıl akıl doğru bilgiye ulaşmada onemli ve gerekli bir aractı, şu duyu organları ve tecrube de onemli ve gerekli birer vasıtadırlar. Bunlar olmadan, insanın doğru bilgiye ulaşması mumkun değildir. Gormeyen, işitmeyen, tatmayan, koklamayan, dokunma duyusu olmayan bir adam eşya ile irtibat kuramayacağı icin, bilgiye ulaşması mumkun değildir. Zira Kuran somut bir kitaptır, gormek ve işitilmek ile anlaşılır. Butun duyumları kapalı olan birisinin dış alemle iletişimi kapalı olmasından ve doğru bilgiye ulaşması mumkun olmamasından dolayı, bu ekol aşırı giderek doğru bilgiye ulaşmanın tek aracı olarak duyu organları ve tecrubeyi gormesi zıt bir aşırılıktır. Zira bu duyu organları acık olsa ama akıl olmasa, bu duyu organların bir anlamı kalmaz.. Aynı şekilde, gerekli tum duyu organları yerinde olsa, ama vahiy olmasa yine akıl ve duyu organları bir anlam ifade etmezler. İşte bu ekoller bir dane-i hakikati idrak etmişler ama butunu idrak edemedikleri icin hep yanlış ve eksik kalmışlardır.
SEZGİ VE KALP : Bunlar da doğru bilginin tek kaynağı olarak kalbin aydınlaması sonucu, kalp gozunun acılmasını savunuyorlar. Yani eşyanın kunhu ve hakikati ancak kalp gozu ve sezgi ile bilinebilir tezini savunuyorlar. Bunların da diğer ekollerde olduğu gibi ellerinde bir hakikat kırıntısı vardır ama sadece bu vasıtayı olcu almaları ve diğer aracları inkar etmeleri ifrattır. İnsanlık tarihinde vahyin ve diğer aracların denetiminde kalbi işlettirmek ile manevi ve ulvi alemlere kapı acan milyonlar evliya ve asfiyanın varlığı bu aracın meşruluğunu ilan ediyor. Ama maalesef bunun yanında vahyin denetiminden cıkmış sezgisel ekoller de tarihte var olmuşlardır. İkisini aynı kefeye koyup, topluca bu vasıtayı inkar etmek, ayrı bir cehalet, ayrı bir ifrattır. İslam’ın icindeki kalbi mesleklerle, İslam dışı sezgici akımları bir tutmak ihatasızlıktan gelen bir yaklaşımdır. Nasıl ki, akıl insanın bir cihazı ise, insan bu cihaz ile kainat kitabını okuyorsa, kalp de insanın başka bir cihazıdır. Kalp, başka alemleri okuyan ve o alemlerle iletişim kuran onemli bir cihazdır. Yalnız her iki cihaz da hiyerarşi olarak vahyin altında ve denetiminde olmak zorundadır.Yoksa din diye bir şey ortada kalmaz. Nasıl ki, akıl tek başına mutlak doğru bilgiye ulaşmakta yeterli olamıyorsa, kalp ve sezgi de tek başına mutlak doğru bilgiye ulaşmakta yeterli değildir. Buna şahit, İslam dışındaki sezgici akımların fikirleridir. Hatta İslam icinde de bir takım bidatkar batini fırkalar buna somut ornek olarak gosterilebilir.
VAHİY VE NAKİLCİLİK: İnsanlık tarihinde sadece nakil ve vahyi esas alıp diğer bilgi araclarını yok sayan dogmatik bir yapı da oluşmuştur. Bunlar daha cok Hıristiyan ve Yahudilikte gorunen ama kısmen de olsa, İslam icine de sızan bir yapılanmadır. Avrupa’nın ortacağ zihniyeti tamamen bu fikrin urunudur. Akıl, duyumlar ve tecrube tamamen dışlanmış, muthiş bir dogmatizm meydana cıkmıştır. Kilise bunu, otoritesini sağlamlaştırmak icin kullanmıştır. Zira akıl ve tecrube devreye girse, insanlar taklit ve tutuculuktan kurtulacak ve Kiliseyi sorgulamaya başlayacaktı. Bu durumun Kilise otoritesi icin hicte iyi olmayacağı aşikardı.
Semavi kitaplar insanların akıl, kalp ve duyu organlarını aydınlatmak ve yol gostermek icin Allah tarafından gonderdiği tamamlayıcı bir unsurdur. Yoksa insanları somurmek, uyutmak ve taklide mahkum etmek icin gonderilmiş unsurlar değillerdir. Yani buradan şu sonuc cok net olarak anlaşılıyor ki; ayet aklı ,akıl kalbi, kalp de insanın alemini aydınlatmakta bir metot ve hiyerarşidir. Bu metot ve sıralama atlanır, ya da bozulursa, formul de bozulmuş olur. O zaman insanın rotası kaybolur. Dalalet ve batıla duşmek kacınılmaz olur. Bu yuzden başta ayet, sonra akıl, sonra aşk beraber el ele verirse, insan-ı kamil tezahur eder. Ayet aklın rehberi, akıl kalbin rehberi, kalp de insanın hayatının rehberidir.
Maalesef, İslam aleminde de bu tarz dogmatik nakilci bidat fırkaları turemiştir. Bunlar ayetin zahirini esas alıp, aklı ve kalbi inkar ederek, donuk bir din anlayışını kabul ettiler. Bu yuzden taklit, taassup, yeknesaklık, tekfir, ihtilaf, zihni daralma, teror gibi illetler bu dogmatik nakilci din algılamasının neticeleri olarak tezahur etmişlerdir. Bunlar tarihte haricilik, şimdi Vehhabilik ve Neo Selefcilik akımlarıdır. Turkiyede bazı ilahiyat kokenli hocalar bu akımlardan etkilenmişlerdir. Onun icin tarikat ve tasavvuf geleneğini ve onun temsilcilerini inkar ile tekfir ediyorlar. Ama cadde-i kubra olan Ehli Sunnet ise, bu aşırı dogmatik anlayışları reddederek, Tarikat ve Tasavvuf mesleklerini kabul etmişlerdir. İslam aleminin genel anlayış ve tutumu budur.
Sonuc olarak; insanın mutlak doğru bilgiye ulaşmasında yukarıda sayılan her bir arac ve vasıta gerekli ve elzemdir. Bunlardan birisi atlanır ya da inkar edilirse, doğru bilgiye ulaşmak imkansız olur. İnsanlık kendi icinde bu vasıtalar etrafında kumelenip birini esas alırken, diğerini inkar etmiştir. Bu da insanların ekserisini dalalet ve kufurden kurtaramamıştır. Bu yuzden Allah, insanları aydınlatmak ve hakkı tesis etmek icin, Kuran ve Hazreti Muhammed (sav)’i gondermiştir. Kuran ve sunnet de insanların elinde olan akıl, kalp, duyu organlarını nerede ve nasıl kullanacağını istikamet uzere tarif ve tespit etmiştir. Bize duşen, bu bilgi kaynağına ve bilgi araclarına gereken değeri verip, istikamet uzere kullanmaktır.Yoksa, birini esas alırken diğerini dışlayıp inkar etmek, istikamet değil, idlaldir.
KAYNAK
__________________