Airball: Şut cekildiğinde topun ne cembere, ne potaya değmemesi. Tribunde "yuh" veya "oha" tezahuratına yol acan şut! Alley-oop pass: Rakip potaya yonelmiş bir oyuncuya atılan yuksek pas. Elemanın topu havada yakalayıp smac atması yahut cemberin icine bırakması ile son bulduğunda daha da leziz olur ve asist sayılır. NBA'de bini bir para, bizde olunca jeneriğe girer. Assist: Sayı pası. Backcourt: Rakip sahada, yani hucumdayken defans sayılan oyuncular. Genellikle gardlar. Backcourt violation: Hucum ederken gectiniz takım halinde santrayı, rakip sahadasınız... Adamlar baskılı savunma yapıyor, topa hakim elemanı ikili sıkıştırmayla ketenpereye getirdiler, goğusleriyle iteliyorlar gerisin geriye... Adam topu santranın gerisindeki kendi potasının olduğu sahaya değdirir/vurursa yahut topla temas halinde iken ayağını orta cizgiye veya arkasına basarsa, bunun adı "backcourt violation"dır. Statusu, kategori itibarıyla "top kaybı"na girer, yapan adamın takımdaki statusu de "itibar kaybı" olarak nitelendirilebilir. Backdoor play: Top yuksek posttaki adama gecirilir. Savunmanın dikkati buna cekilmişken ters taraftan bir oyuncu kat eder ve ona pas cıkarıldığında acık şutla basket şansı bulur. (İsmet Badem cok sever bu lafı telaffuz etmeyi...) Backup: İlk beşte yer alan pozisyonların birinde oynayan oyuncuların yedeği. (Orn. Backup PG: Yedek oyun kurucu.) Ballhandling: Top hakimiyeti... Bunu iyi kıvıran elemanlara "ballhandler" sıfatı yakıştırılır. Adamın goğsu kabarır, havaya girer, varyasyon cekmeye başlar. Top kaybı yapmıyorsa demek ki unvanı hakediyordur. Bank shot: Panya tabir edilen, "backboard" yahut "glass" olarak da bilinen, cemberin ardındaki dik duzleme carptırılarak atılan şut. Panyalı basket atma teşebbusu. Baseline: İki potanın arkalarında yer alan, sahanın bitiş cizgisi. "Endline" diye de bilinir ama kullanılmaz pek. Bench: Yedekler. Bounce pass: Yerden sektirilerek atılan pas. Baunspas dediğimiz... Arapaslarında cok elverişli bir stildir. Box out: Ribaunt icin avantaj sağlamak amacıyla, vucudunu kullanarak rakiple pota arasında pozisyon almak. "Baks koysana lan" denir ya! Breaking ankles: Hayır efendim, bileği burkmak filan değil, atlamayın hemen aynalı sazan gibi! Şudur: Crossoverla rakibi gecerken adamı dağıtıp belini kırma hareketinin enbieycesi... (Yine Levent Koralp'ten...) Ben de ornek vereyim: Hani Mike'ın şu meşhur "the last shot"ını hatırlıyor musunuz? 98 finallerinde Jazz'i geberttiği şut... İşte o şuta kalkmadan once Howard Eisley ya da Bryon Russell, hangisi tam cıkaramadım, o elemana cektiği numara. Brick: Topun, basket olmakla alakasız bicimde ve sert şekilde panyaya yahut cembere carpıp uzağa sekmesine yol acan dengesiz şut. (Bunları atanlara da "stone hand/taş elli" denir!) Body up someone: Savunmada vucudu kullanmak. Faul yapmadan yahut hakemin gormeyeceği sumenaltı faullu hareketlerle ayılık etmek, matchup'ı canından bezdirmek, sindirmek. Bunny: Markaj altında değil de son derece serbest pozisyonda atılan orta yahut kısa mesafeli, basket olması cok yuksek ihtimalli şut. "Snowbird" de denir. Kacırana kotu bakılır. Rakip alay eder. Bury: Orta/uzak mesafeli şutu gommek. (Yani sayı olması.) "Drain" tabirini de kullanırlar yerine... Butcher: Kelime anlamındaki gibi, aynen; kasap. Ayı gibi faul yapan oyuncu. (Flagrant foul calarlar ya hani.) Ornek vereyim mi? Nah, alın: Benetti! Hatırladınız mı? Hani Zoff'lu, Bettega'lı efsanevi İtalya Milli Takımı'nın defans oyuncusu. Zaten lakabı da "Kasap" idi. "Top gecer adam gecmez" lafını hayatta idrak ettiğim şahıstır. Şimdi hemen "E Benetti filan diyorsun, hani futbol yasaktı bu sitede?" diye vızıldanmayın. Benetti'nin oynadığı, futbol filan değildi. Haydi, ikileyin. Buzzer: Hani arada bir tezahuratı filan bolen "zıvaaaynk!" diye bir ses var ya, odur işte. Peki ne zaman calar bu duduk? 24 saniye suresi bittiğinde, periyod bittiğinde ya da mac bittiğinde... Takımın bir, iki veya uc sayı gerideyse ve sen bu sesi duyduğunda top da hala elindeyse, tribunlerden o topu ne yapacağına dair bol miktarda oneri duyabilirsin! (buzzer beater: bu duduk caldığında, "aman uzerimde kalmasın" diyerek şutu atmış olan oyuncunun, eğer top cemberden gecerse coşku icinde layık goruleceği kahramanlık payesi... Bunu becerme adetinde olan oyunculara "clutch player" da denir. Yani oyunun tansiyonun yuksek olduğu son anlarında, skor uretebilme kabiliyetine ve soğukkanlılığına sahip mustesna şahsiyet hesabı...) Charging: Hucum faul. Cheerleader (chick): Amigoluk yapan, yani molalarda ve devre arasında sahada cıbıl vaziyette danseden dişi. Ponpon kız. Hani İsmet Badem diyor ya; "Enderciğim sen bırak Allahaşkına saha avantajını filan da, şu kızları niye yakından gostermiyorlar?" İşte o kızlar! Cherry picking: Savunmaya fazla takılmadan, rakip top kullandığında ufak ufak ileriye tuyerek, pası aldıktan sonra beleş sayı atmak. Bunu yapan, cherry picker! Pek sevilmiyor genellikle. (Levent Koralp'ten geldi) Charity line: "Charity", hayır işi vs. demek. Deyim, serbest atış cizgisi icin kullanılıyor. Faul atışları, kolay sayı bulma kaynağı olduğu icin. Gelin gorun ki Shaq, Ben Wallace gibi "stone hand" adamlara pek faydası dokunmuyor bu hayırsever cizginin! Crash the boards: Bir uzun adamın pota altında dominant bir mac cıkarıp yuksek miktarda (20 civarı filan) ribaunt alması. Yahut elemanın bilmemkaclık maclık bir seri ya da ay veya sezon boyunca yuksek (mesela 13-15 filan) ribaunt ortalamasını yakalaması. Coast-to-coast: Sahanın bir ucundan otekine atılan pas yahut şut. Crossover: Son derece muhim ve etkili bir driplingle adam gecme hareketi. Karşındaki savunmacının uzerine top surerek giderken, sağından gececekmiş gibi, topu da sağ eline alıp vucudunla oraya hamle edersin, eleman da geri geri kendi soluna gitmeye calışır, ossaat aniden capraz driplingle topu sola gecirip acar bir vucut calımıyla elemanı dağıtır, ters tarafından gecer gidersin. Crossover'ı iyi olmayan, iyi gard/forvet olamaz. Kimdir bu hadiseye imza koyanlar? Tim Hardaway, MJ, Gary Payton, Stephon Marbury, Allen Iverson... Eskilerden Sidney Moncrief, Oscar Robertson, Earl Monroe. Cut: E kat etmek işte, biliyorsunuz bunları! Dead-ball foul: Top oyunda değilken ve saat işlemiyorken yapılan faul. Yoksa top patlamışken yapılan değil! Death valley: Olum vadisi anlamına gelen bu dramatik terim, sahada basket kaydetmenin cok zor olduğu anlarda kullanılır. Genelde super forvetler ve pivotlar arasında dişe diş ribaunt mucadelesinin filan gectiği, ayı gibi savunmanın yapıldığı pota altları kastedilir. Bir de Las Vegas'a giderken Nevada'daki Mojave Colu'nde yer alan Olum Vadisi vardır ki, konuyla hicbir alakası yoktur, zaten turistik bir yerdir. Deny the ball: Cok yakın ve sıkı savunma yaparak bir rakibin top almasına engel olmak. (Finaller; Tyronne Lue-Iverson... Hehe!) Dipsy-doo: Top hakimiyeti yuksek, dripling ustası gardın fantaziye kacıp top surerken, pas verirken, fake atarken vs. varyasyon cekmesi, seyircinin gozune girmesi ve kocun da gozune batması! Dish out: Asist yapmak. Dish, tabak demek, malum. Buna "out" preposition'ı ilave edilerek oluşturulan phrasal verb, (lan acıklayacağız derken iyice karıştırdık yahu, hale bak!) "tabakta sunmak" anlamında super baba sayı pası vermildiğine işaret ediyor. Hani futbol geyiğinde "al da at" tabir edilen paslar var ya, ondan. Hatta Kukoc'un Bulls'daki ilk yılında, super asistleri yuzunden lakabı "garson" olmuştu. Double dribble: Eşşeklik. Topu suruyorsun, tutuyorsun iki elinle, yine suruyorsun. Steps oluyor. Top kaybı oluyor. Ayıp oluyor! Double-team: İkili sıkıştırma. Topa hakim rakip oyuncuyu iki adamla birden savunmak. Gecen sezona kadar, alan savunması yasak olduğu icin, topsuz adama ikili sıkıştırma yapılamıyordu cunku "illegal defense" oluyordu. Artık o da serbest. Downtown: Potaya cok uzak mesafe. Minimum, uc sayı arkının dışarısı... Eskiden bir NBA efsanesi vardı, Downtown Freddy Brown diye... Eleman orta saha civarından devamlı lambalardı şutlardı. Ki duşunun, o zaman uc sayı filan da yok! Bir de benzeri, benim favorim Pete "Pistol" Maravich. Dribble: Dripling. Topu yerde sektirmek, surmek. (Yuh artık!) Dunk: Smac. Slam, slam dunk, jam de deniyor. Encore: NBA Action programının NBA terimi haline getirdiği bir tezahurat lafı. Anlamı: Bis... Yani; bi daha, bi daha! Fast break: Hadi len! Bunu da bilmiyorsanız ne işiniz var lan sitede. Cıkın! Field goal: Sahanın herhangi bir yerinden atılan basket. 2 sayı, 3 sayı da dahil. FG diye gecer hani. Flagrant foul: Rakibe gereksiz ve sert faul yapmak. Hakemin yorumuna bağlı bir karar. Cezası ağır, imajı kotu. Foul trouble: 6 faulle diskalifiye olmaya yaklaşmış, dolayısıyla daha dikkatli oynaması gereken oyuncu. Genelde 4 veya 5 faul yapmış olanlar bu kategoriye giriyor. Erken alınmışsa bazen 3 faul de olur. Franchise: Takımla ligde mucadele eden organizasyonu en geniş anlamda tanımlayan sozcuk. Ornek vereyim zira anlamı derin; mesela Lakers franchise'ı denince, Los Angeles Lakers değil, eskiden Minnesota'da kurulu, Minneapolis Lakers olarak NBA'de mucadele eden, ardından kent değiştirerek (relocation) Los Angeles'a taşınan takımın, gecmişinden bugune tumu kastediliyor. "Franchise", bu anlamından hareketle, bazı dominant oyuncular icin de kullanılabiliyor, "tek başına takıma bedel" anlamında, "franchise player" olarak. Şu anda Rockets'da oynayan Stevie "franchise" Francis'i kastetmiyorum. O daha oyle bir adam değil. Fakat mesela Kareem Abdul-Jabbar, gercek bir "franchise player" idi, bugunlerde lakaplar biraz ucuzladı, o kadar. (Bir de "franchise-killer" deyimi var ki, gelecek vadedermiş formatına burunup baba bir uzun donem kontrat yaptıktan sonra işleri seren, yan gelip yatan oyuncular icin kullanılır. Mesela Vin Baker, Shawn Kemp, Glen Rice gibi elemanlar buna ornektir. O kontratla atamazsın, satamazsın, takas edemezsin. Salary cap'e coreklenir, 4-5 yıl takımın icine eder bu adamlar.) Free agent: Herhangi bir takımla kontratının suresi sona ermiş yahut ilgili maddeler kullanılarak kontratı kendisi, takım yahut komisyon tarafından iptal edilmiş oyuncu. Frontcourt: Rakip sahada karşı potaya yakın oynayan elemanlar. Genellikle uzunlar, pivot ve forvetler. Garbage time: (Gunter Soydanbay'dan geldi) Bu arkadaşlardan cevrede bol miktarda bulunmakla birlikte pek faydalı oldukları soylenemez. Misal vermek gerekirse, gecen seneki Kings'te Nick Anderson veyahut Final Four yaptığı sene Efes'teki Kareem Reid. Hatta bizim Mirsad da Knicks ve Bucks yıllarında işte tam bu tur bir adamdı. Butun superstarların bir adet garbage-time yedeği bulunur. Genelde yıldız oyuncu ortalığı kasıp kavurup "ben bir Gatorade iceyim" der (ki bu da, sonucu belli olmuş bir macın sonlarına denk gelir), sonra bu arkadaşlarımız kocun emri ile oyuna dahil olurlar. Macın kaderini değiştirecek zamanları ise havlu sallayarak veya benchte yanında oturan takım arkadaşı ile itişip kakışarak, hayvan şakası yaparak gecirirler. Give-and-go: Futboldan verkac olarak bildiğiniz hadise... Topu arkadaşına pas verip kat etme. Glass cleaner: Ribaunt işinde ustalaşmış ve bu kategoride ortalaması yuksek eleman. Rodman olur, Jayson Williams olur... Yaşayanlardan Mutombo, zaten bu işin profesorudur. Adamın ille uzun olması gerekmez. Marion gibi undersized elemanlardan da glass cleaner cıkabiliyor. Goaltending: Hakemin, girmemiş olan bir şut icin sayı kararı vermesi. Sebepleri, şut potaya doğru inişe gecmişken savunma oyuncusunun dokunması, panyadan sekmiş cembere giden bir topa temas (inişte olmasa bile) veya cemberin uzerindeki hayali silindirin icinde olan topa mudahale etme. Gunner: Silahşor. Zırt pırt şut kullanan. Mesela Ivy, Stack vs. Hand-checking: Savunmacının, defans yaptığı rakibe eliyle şarj uygulayarak pozisyonunu bozması. Elini ancak koyabilir, iter yahut cekerse, hand-checking violation, yani faul olur. Hang time: Şut, smac yahut turnike (drive) icin sıcramış oyuncunun havada kalma suresi. (Jordan, Carter, Kobe gibilerinki hang hour da sayılabilir! Bir de hang over var ki, uzmanı bendenizim!) High post: Serbest atış cizgisinin dolayları... Home/road games: Home game, takımın kendi sahasında yaptığı mac demektir. Road game ise takım mac sonrasında salondan cıkıp eve giderken, yedeklerin "ula koc iki dakika sokmadı, hevesim kursağımda kaldı" diyerek yolda durup acık sahada cevirdikleri tek potadır. Yediremedik mi? Tamam o zaman, o da deplasman macı demek. Hook shot: Hukşat işte len. Cengel atış. Efe Aydan filan! Tanrısı da Kareem Abdul-Jabbar tabii. Hoop: Cember. Argoda ise baskebol anlamında. Let's play hoops! J: Cemşat. Jump ball: Cembol. Hava atışı. Hakemin işin icinden cıkamadığında verdiği karar. Duruma gore santrada yahut yakın olduğu potanın faul cizgisi uzerinde vuku bulur. Jump hook: Sıcrayarak hukşat. Yolunu bilirsen, blok yapılması imkansız şut. Lane: Boyalı alan, uc saniye koridoru, bizdeki ampul! "Key" yahut "paint" diye de bilinir. Larry Bird hakları: Bir takımda en az uc yıl oynayan oyuncunun o takımla tekrar anlaşmak icin kazandığı ekstra kontrat ve ucret avantajları. Larry Bird haklarını alan oyuncu, NBA kuralları gereği, free-agent olduğunda eğer takımıyla tekrar anlaşırsa, başka takımlarla yapabildiğinden daha yuksek ucrete sozleşme imzalayabilir. Mesela kendi başına farklı bir takımla 4 yıllık sozleşme yaparsa, yıllık artış olarak maksimum yuzde 10 alabilir. Oysa Bird hakkını kazandığı takımla kontrat yenilerse, bu artış yuzde 12.5 olabiliyor. Yine Bird hakkıyla aynı takımla kontrat yenilerse suresi 7 yıl olabiliyor fakat başka takıma giderse maksimum 6 yıl icin imzalayabiliyor. (Orn: Chris Webber, Allan Houston, Michael Finley gibi oyuncular bu off-season'da takımlarıyla, kazanmış oldukları Bird haklarını kullanarak maksimum sure ve/veya ucrete anlaşmalar yaptılar. Eğer sign-and-trade olmadan başka takıma gitselerdi, bu ucretleri/sureleri alamazlardı.) Bird hakkı kullanılarak kontrat yenilenen oyunculara verilen bu ekstra ucret ve yıllık artışlar, salary cap'e dahil edilmiyor. Bu kuralın cıkışıyla birlikte yararlanarak ilk kontrat yenileyen oyuncu Celtic Larry Bird olduğu icin adı da oyle kaldı. Benzer şey, daha az bir ekstra ucret ve yıllık artış oranıyla, takımında iki yılını dolduranlar icin "Early-Bird hakları" ismiyle de kullanılıyor. Fakat tabii iki yıl oynayıp Early-Bird haklarıyla kontrat yenilemektense oyuncu bir yıl daha direnip sonra Full-Bird haklarıyla maksinun sozleşme yapmayı tercih ediyor. Uzun oldu biraz, umarım değmiştir. Zira bunun zırt pırt sorulmasından bıktım usandım artık. Hayır, bir cok yazımda da anlatmıştım defalarca! Layup: Turnike diye bildiğimiz hareketin sonunda topu cembere bırakmak. Fakat NBA'de layup'ın illa ki ucadımdan sonra olması gerekmiyor. Aldın asisti pota altında, zıpladın ve mesela finger roll yahut baby hook ile fileye emanet ettin, aha o da layup işte! Loose-ball foul: Top hicbir takımın kontrolunde değilken yapılan faul. Mesela ribaunt mucadelesinde veya boşta yuvarlanan topa koşarken... Lottery: Playoffa giremeyen takımlar arasında cekilen ve draft ilk turundaki on sıralarda kimin secim yapacağını belirleyen kura. Sana cıktı mı, hakikaten buyuk ikramiye... İyi kullanamadın mı, yıllar boyu alay konusu olursun. Mesela MJ, ucuncu sırada secilmişti! Low post: Potanın iki yanındaki bolgeler. Money shot: Kendi şutunu yarattıktan yahut rahat top kullanabilecek yere tuyup asisti aldıktan sonra basketi lambalamak. Daha ziyade uclukler icin soylenir. Net: Bir New Jersey oyuncusu. Şaka len şaka! File... Cembere asılı olan. Nothing but net: "Tuf" sesi cıkararak cembere değmeden giren şut. Deliksiz! Ortaokulda oynana malum oyunda iki sayı yerine gecer! Outlet pass: Savunma ribaundu aldıktan sonra, fast break'e tuymekte olan, yarı sahada yahut daha da ilerideki bir arkadaşına pas atma. Pas eğer, coktan rakip potaya yanaşmış bir elemana ve tek elle atılmışsa, "baseball pass" denir ve yukarıda izah ettiğim "coast-to-coast" terimi de gecerli olur. Over the limit: Takımın bir periyodda dort faul limitini aşması. Ne olacak? Karşı takım artık her faulde serbest atış kullanacak. Overtime: Oyunun uzatmaya gitmesi... Bir tanesi 5 dakika... Biri onde bitirene dek tekrarlanır! Yaa... Ben NBA'de dort uzatmaya giden mac gormuştum. Fazlası var mı bilmem. Palming: Dripling yaparken elini, topu avuclayacak şekilde alta getirmek. Topu taşımak. Kepce! Hani "Bilader al da eve gotur bari" deriz ya... Steps oluyor yani! Penalty situation: Over the limit ile aynı şey. Pick: "Screen" de denir. Perdelemek. "Skrin koymak" deriz ya... Takım arkadaşının peşindeki rakip savunmacının koşuyoluna onceden gelip dikilmek. Hareketli olursan hucum faul calınır, ona gore! Picpocket: "Steal" diye de acıkladığımız top calmanın, caldıranı iyice yerin dibine batıran soylemi... Hani nasıl "steal" calmak demek, "pickpocket" da yankesicilik anlamına geliyor zaten. Pickup games: Antrenman macları. Genelde tek pota. Cift de olur ve siyah adamların bunu uce uc yaptıklarını bizzat gordum, katılmışlığım dahi vardır. Sonrasında "siz kafayı yemişsiniz abi" dediydim. Pick-and-roll: Pikenrol işte yaa... Stockton-to-Malone... Yıllardır yaptıkları hadise... Top suren arkadaşına perde koyup iceri devrilir, sonra onun pasını alıp şutu kullanırsın. İyi yapmışsanız, pası aldığında rahat şut atarsın, kazma değilsen sokarsın, sayı olur. Pill: Hap demek ve top icin kullanılır. Player-control foul: Hucumdayken fakat şut kullanmıyorken yapılan faul. (Ne halt ediyorduysan o ara!) Point guard: Nokta gozcu. Hade len, uğraştırmayın beni! Oyun kurucu. Pileymeykır! Ceysınkid. Possession: Top hakimiyeti (kayıtlı ve de şartlıdır!) Power forward: Uzun forvet. Hem sayı atıp hem ribaunt alan eleman. Krisvebır, Karlmalon. Press: Basın. Yok yok şaka, cok yakın savunma yapmak. Baskı. Pump fake: Şut atarken once topu kaldırıp sonra geri cekip savunmacı rakibe aldatma vermek. Eleman yediyse ve zıpladıysa hemen tekrar şuta kalkarsın, o inerken sen yukselip topu kullanırsın. Hadisenin kralı, Maurice Lucas adlı NBA efesidir. Evet, yanlış yazmadım, efsanesi değil, efesi. Tanıyan bilir! (Bu terimde "fake" sozcuğu olmazsa o zaman manası felaket! Dilim varmaz yani.) Putback: Cemberden donen topu iceriye itelemek. "Tip in" de tabir edilen tamamlama hamlesi. (NBA'de eğer top cemberin uzerindeki hayali silindirin icindeyse, bunu yaptığında duduğu duyar ve fakat skorbordda sayıyı goremezsin. Koctan fırca yediğinde neyin ne olduğunu oğrenir, bir daha yapmazsın. FIBA'da ise silindir milindir yok.) Quadruple-double: Dort kategoride birden iki basamaklı sayılara erişmek. Mesela 32 sayı, 16 ribaunt, 11 asist ve 10 blok. Hakeem'in yapmışlığı vardır, bir de Amiral. Başka bilmiyorum. Rainbow: Uzaktan atılan bombeli şut. Tabii girerse... Rainmaker: Karşılaşmanın son anlarında, gitti denilen macı cok zor şartlar altında kullandığı bir şut ve muhtemelen ucluk bir basket ile ceviren, uzatmaya goturen yahut kazanan eleman. ("Muhtemelen" dedim zira eylemin daha heyecan verici, mucizevi versiyonları da mevcuttur. Orneğin 1999'da Larry Johnson'ın, son anda bir ucluk sokarken faule maruz kalması uzerine kıvırdığı "4 point play" gibi...) Rebound: Cakarım iki tane, gorursun ribauntu. Dalga mı geciyorsunuz be! Rejection: Top kesme. Şapka! Refuze olursun, kendini kotu hissedersin. Reverse: (Bizde) dripling esnasında aniden 360 derecelik donuş yaparak karşıdaki savunmacıyı ekarte etmek. Donuş tamamlandıktan sonra dripling, top donuşten onceki tarafın aksi yonune gecirilerek surulmeye devam edilirse daha kıyak bi demarkaj elde edilir. NBA'de "spin move" diye tabir edilir. (reverse jam ve reverse layup diye terimlere de onayak olmuştur bu sozcuk ki, ilki ters smac, diğeri ise ters turnike olarak dilimizde mana bulur.) Rim: Cember. Hulahop! "Cembere değebiliyon mu lan?"daki gibi... Rock: Kaya anlamında, top icin kullanılır. Rookie: Caylak adam. NBA'de ilk sezonunu oynayacak, oynamakta yahut henuz oynamış olan. Yaş baş onemli değil. İkinci sezondan gun aldın mı iş bitti, terfi ettin. Sınıfsal adını Draft'tene gelene devredersin. Gecen sezon kim vardı caylak: Darius Miles, Kenyon Martin, Morris Peterson, Marc Jackson, Mike Miller... Şimdi kim var? Kwame Brown var, Eddie Curry var, Gasol var, Shane var. Oldu mu? (NCAA'de ilk yılını oynayanlara ise "freshman" deniyor. NBA terimi değil ama bilgi olsun.) Run-and-gun: Ofans transition'a dayanan, takımın hızla hucuma cıkıp etkili şutorleriyle rakip savunma yerleşmeden sayı bulmasını ifade eden bir oyun tarzı terimi... (Kim boyle oynuyor? Bu aralar mesela Bucks, mesela Mavs, bir zamanlar Phoenix...) Running jumper: Jumpshot'ın aksine, hareketli halde atılan şut... Mesela Reggie Miller pek guzel becerir bu işi... Baseline'dan drive eder, one doğru adım atarken zıplayarak şutunu gonderir, faulu kesinleştirir ve basket-faul icin de dua mırıldanır bir yandan. Sag: Savunmada kendi adamını bırakıp ikili sıkıştırma icin arkadaşına yardıma gitme. Salary cap: Hehe, sanki burada anlatılır iki satırda. Onun icin ayrı sayfa acacağız. Screen: Pick dedik ya yukarıda. Perde. Kırlent! Set shot: Hucum seti sırasında boş kalıp sıcramadan atılan şut. NBA'in ilk yıllarında kullanılan birşeydi, artık cok nadiren rastlanıyor. Esasen Sam Perkins dışında yapan kaldığını sanmıyorum. Set someone up: Takım arkadaşına elverişli şut yahut sayı atma pozisyonu yaratmak. Kıyak no-look asistle olur, adamının peşindeki elemana screen'e takarak olur... İnsan yardım etmek istedikten sonra yolu cok! Sharpshooter: Bir traş bıcağı markası değil. Boş bıraktığın an acık alandan genelde uclukle cezayı kesen keskin nişancı şutor demek. Zamanında Steve Kerr, Dan Majerle, Glen Rice boyle adamlardı. Favorim ise Rex Chapman'dır. Shoot the lights out: Her attığını sokmak. Abartmak, bokunu cıkartmak... "He's hot" veya "he's on fire" diye de tanımlanır. Bu formata giren adam, kariyerine muhtemelen 40-50 sayılık, torunlarına anlatacağı bir mac eklemek uzeredir. Shot clock: Hucum suresi olan 24 saniye... Şutu cektin, cektin... Olmadı, ver topu rakibe. Shooter's bounce: Şutun cemberden sektikten sonra girip sayı olması. Bunun genelde iyi şutorlerin başına geldiğine inanılır, hani para parayı ceker misali(!), o yuzden terimin adı boyle. Sign-and-trade: Free-agent olan, yani kontratı biterek serbest kalan oyuncunun, son oynadığı takımla tekrar sozleşme imzalayarak derhal başka takıma takas edilmesi. Genelde, bu takımda en az uc yıl oynayarak Larry Bird haklarını kazanan oyuncuların, takım değiştirirken daha fazla paraya anlaşmaları icin kullanılır. Bird hakkını alan oyuncu, NBA kuralları gereği, free-agent olduğunda eğer takımıyla tekrar anlaşırsa, başka takımlarla yapabildiğinden daha yuksek ucrete sozleşme imzalayabilir. Mesela kendi başına farklı bir takımla 4 yıllık sozleşme yaparsa, yıllık artış olarak maksimum yuzde 10 alabilir. Oysa Bird hakkını kazandığı takımla kontrat yenilerse, bu artış yuzde 12.5 olabiliyor. Gitmeye kararlı oyuncu bu yuzden kendi takımıyla tekrar anlaşıyor ve istediği takıma, alabileceği maksimum ucretli yeni kontratıyla takas ediliyor. Eski takımı da bu işten eli boş cıkacağına karşılığında salary cap dahilinde oyuncu almış oluyor. "Sign-and-trade"in 48 saat icinde yapılması gerekiyor. Sixth man: İlk beşte yer almayan en baba yedek. Oyun ilk giren olması şart değil. En cok sure alan yedek. AaronMcKie, Hidayet filan... (İlaveten, nadide okur Celal Başer uyardı ki, bu terimin anlamı tek değil. "batug.com'da enbiey takımları hakkında yazılar yazan kardişlerimize verilen addır 6th Man" diyor Celal biladerim, doğru diyor, guzel diyor.) Sky-hook: NBA'in tum zamanlarda en cok sayı atan adamı efsane oyuncu, mustesna şahsiyet, iyi insan Kareem'in icat ettiği bir tur hukşat. Esasen hukşat da sayılmaz zira bu atışta kol, şuta adını veren cengel (hook) pozisyonunu pek almaz. Tek ayak uzerinde rakip potaya donerek zıplarsın, İki elindeki topu vucuduna yakın yukseltirken tek ele gecirirsin, sonra kolun dimdik yukarıdayken bilek hareketiyle şutunu cekersin. Ne blok cabası işe yarar, ne double team... (Ali Yıldız'dan ilave: Yapılabilmesi icin gerekli ve yeter şart, fırıncı kureği boyutlarında kola ve ele sahip olmak - bkz. Kareem.) Skywalk: "Havada yurume" tadında sıcrama... Julius Erving babasıdır, MJ de amcası... Steal: Top calma. Faideli hırsızlık. Stone hand: Ne kadar calışıp didinse de iyi bir şut stili edinemeyen, dolayısıyla duşuk isabet yuzdesine mahkum oyuncu. Kim mi? Evet evet, mesela o işte! Sweep: Kelime anlamı supurme. Playoff serisinde bir takımın rakibini hic mağlup olmadan elemesi. İlk turda uce, sonrakilerde dorde karşı sıfır yani. İtibarı yerle bir eder. Edilgen acıdan ayıp, etken acıdan gunahtır! Swingman: 2 veya 3 numarada yani skorer gard yahut kısa forvet mevkiinde oynayan, cok uzun boylu olmayan fakat son derece atletik, iyi sıcrayan, gerek jump shotları, gerekse etkili drive ve power movelarıyla sayı ureten elemanlar. Şimdikilerden Stackhouse olur, Derek Anderson olur, Kobe olur, Vince olur. MJ olmaz mı? Nah olmaz, tabii olur. Bir de mesela, Rex Chapman. Adamımdır (dı!) Switch: Savunmadaki iki oyuncunun, tuttukları adamları değiştirivermesi... Bazen lazımdır, iyi yapmazsan rakibi kacırırsın boşa, yersin basketi, yersin fırcayı! Technical foul: Top oyunda veya değilken rakibe kufrettin, kavgaya girdin, yumruklaştın, topu yere hızla vurdun yahut rakibe, tribune, hakeme fırlattın, hakemle dalaştın vs. Teknik faul calınır. Takımın sahadaki tum personeli de dahildir buna... Hem hanene bir faul yazılır, hem de para yahut mac cezası alabilirsin. Bkz. Rasheed Wallace, eskiler icin Rodman! Three-second violation: "3-in-the-key" diye de bilinir. Hucum oyuncusunun rakip pota onundeki boyalı alanda uc saniyeden fazla kalarak takımına topu kaybettirmesi. Bu yıldan itibaren, alan savunmasının serbest bırakılmasıyla birlikte, savunma yapan oyuncuya, kendi potasının onundeki boyalı alanda da, eğer bir rakibi bire bir savunmuyorsa, uc saniyeden fazla kalmama zorunluluğu getirildi. 360: Dripling yaparken yahut drive etmişken kendi etrafında tam donuşle rakibi ekarte etmek. Spin de denir. Dominique Wilkins, havada trisiksti smacların babasıydı. Nick "the quick" Van Exel da driplingte iyi becerir. Tip-in: Cemberden sekmiş bir şutu iceriye iteleyip sayı yapmak. Traffic: Hucumdayken, rakip oyuncuların oluşturduğu kalabalık bolge. Trailer: Fast break'te, karşı potaya en onde giden oyuncuların ardından ikinci dalga olarak deli dana gibi gelen, geriye atılan bir pasla yahut top girmediğinde ribauntu almak/tamamlamak icin avantajlı sayı pozisyonu yakalayan eleman. Transition: Top hakimiyet değiştirdiğinde hucumdan defansa yahut defanstan hucuma geciş. Muhim hadise. Başarı anahtarı. Traveling: Walking diye de bilinir. Topu surmeden adım atmak. Top taşımak. Steps. Yapma! Triple-double: Uc kategoride birden iki basamaklı sayılara ulaşmak. Mesela 35 sayı, 12 ribaunt, 16 asist... Yapan adamlara da triple-double-man derler, all around (yani cok yonlu) oyuncu oldukları su goturmez. Bu aralar Jason Kidd'i, Grant Hill'i, Kevin Garnett'i, Chris Webber'ı filan biliyorsunuz ama zamanında Larry Bird'un, Magic Johnson'ın triple-double ortalamalarla oynadığı 15-20 maclık seriler vardı. Sezon ortalaması triple-double'a yakın adamlar gecmişte daha coktu. Şimdiki yıldızlar iyice sunepe! (Derken, taze Efvan yazarımız Emre Yalcın'dan super bir bilgi geldi ki; yeri de tam burası. Oscar Robertson -yani Big O- 1962 sezonunu 30.8 sayı, 12.5 ribaunt, 11.4 asistle oynamış. Yani 82 macın ortalaması bu... Duşunun ki şu aralar, sezonda 8-10 t-d yapana triple-double man diye isim takıyorlar! Eyvallah Emre!) Turnover: Top kaybı. Artık hucum faul mu yaptın, yanlış pas mı attın, driplingte kaptırdın mı, ne halt ettiysen... Top rakibin kontrolune gecti ve sen tırsıyor, gozlerini koctan kacırıyorsun. Turnaround jumper: Yakın savunmadaki rakibe sırtı donuk, driplingle yanaşma, tercihan pivotal movelar ile fake gosterip donerek cemşata talkma. (Bu arada "jumper" da "J" veya "jump shot" yani cemşat demek.) Eğer bu hareket, rakibe yuklenip aniden geri cekilerek ve donerken zıplayarak yapılırsa, o zaman turnaround fadeaway jumper olur. Savunmacının gardını dağıtan fakat cok zor bir harekettir. Hem kafa, hem fundamental, hem timing (zamanlama), hem muthiş atletizm, hem de yumuşak bilek gerektirir. Becerirsen ustune adam olmaz. Beceren var mı? Jordan tabii... Hatırlamıyor musunuz ulen? Veteran free agent: Caylak sozleşmesinden cıkmış ve sonraki sozleşmesi de sona ermiş oyuncu... Weak side: Sahanın, topun olmadığı bolumu. White man's disease: Beyazların, siyahlar gibi sıcrama yeteneklerinin olmamasına atıf yapan bir deyim. (Buraya kadar yine Levent Koralp'ten.) Deyimi dilimize, "beyaz adam hastalığı" diye ceviriyoruz fakat bunu, kaz yanmasın diye yapmıyoruz. Zira "White Men Can't Jump" adlı filmin sonlarında, Woody de ortağı Wesley'ye bunun her zaman boyle olmadığını gostermiştir. "Aman be, o film!" diyor, itibar etmiyorsanız, Rex Chapman'ı da biliyorsunuz demektir. Zira kendisi, durduk yerde (fol yumurta yokken anlamında değil) yani şuta kalktığında 1 metre yukselebilen bir beyaz(dı.) Zone: Alan savunması. Şimdiye dek yasaktı, zaten adı da "illegal defense"ti. Sanki yapanı karakola cekip iceri alıyorlarmış gibi... Artık serbest. Hadi bakalım. batug.com adresinden alınmıştır __________________