Kaza ve kader Allah’ın (c.c.) hakkıdır. Cunku O kullarına dilediği gibi hukmetme hakkına sahiptir. İsterse herkese zulum yapabilir. Kullarının buna hicbir suretle itirazları olamaz. Nitekim insan et ihtiyacı icin hayvanları kesmekte ve yemektedir. Aklı başında olan hic kimse hayvanların yaşam haklarının olduğunu, bunun icin canlı bir varlık olarak kesilmemeleri gerektiğini savunamaz. Cunku insanın kısmi irade sahibi bir varlık olarak canlı varlıkların hayatı uzerinde hakkı bulunmaktadır. Bunun gibi Allah (c.c.) da mutlak irade sahibi yaratıcı olarak kulları uzerinde mutlak bir tasarruf ve hukmetme hakkına sahiptir. O’nun yaptığı şeyler uzerinde hic kimsenin itirazda bulunmaya hakkı yoktur. Ama Allah (c.c.) boyle zorba biri gibi değil de kaza ve kadere en guzel ve insanın hoşuna giden, hayranlık duyduğu sıfat ve guzel isimlerle egemendir. Zira Allah (c.c.) ezeli ilmi (el-Alîm), pek cok hikmeti (el-Hakîm), mutlak adaleti (el-Adl), sınırsız merhameti (er-RahmÂn) ile kaza ve kadere hukmeder. Her insanın kaderi Levh-i Mahfuz’da bir hukum olarak yazılmıştır. Zamanı geldiğinde bunların meydana gelmesine kaza denir. İnsanın Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi uzerinde rıza gostermesi Allah’ı (c.c.) el-Alîm, el-Adl, er-RahmÂn el-Hakîm guzel isimleri ile tazim etmesi (yuceltmesi) anlamına gelir.
Allah (c.c.) kaza ve kaderinde eksiksiz, mutlak adalet sahibidir. Dunyada gorunuşte pek cok adaletsizlikler goze carpar. Orneğin bir insanın İslam diyarında doğması ile kufur diyarında dunyaya gelmesi İslam dinine girmede ve onunla şereflenmede bir adaletsiz durum olarak goze carpar. Yine bir insanın doğuştan kor yada başka bir organının engelli olması da boyle değerlendirilebilir. İnsanın kadın yada erkek cinsiyetine sahip olarak doğması, zengin yada yoksul bir ailede dunyaya gelmesi, zeki yada geri zekalı olması, guzel yada cirkin yaratılması elinde olmadan, kaza ve kaderle gercekleşen şeylerdir. Tum bunlar ve benzerleri gorunuşte Allah’ı (c.c.) adaletsizlikle suclayabileceğimiz konulardır.
Allah (c.c.) kaza ve kadere pek cok hikmeti, ezeli ilmi, mutlak adaleti ve sınırsız merhametiyle hukmeder. Ama bunları dunya sınavı gereği gozlerden saklar. İnsanları bu gorunuşte adalete aykırı yaratılış durumları ile sınava tabi tutar.
Allah (c.c.) bazı insanları sozunu ettiğimiz olumsuzluklarla yarattığı icin gorunuşte zulmetmiştir. Oysa hakikatte “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).” O zulum olarak gorulen hoşa gitmeyen şeyler, ahirette birer rahmete donuşecektir. Belki kişinin ebedi azaptan kurtulmasına birer vesile olacaktır. Onun icin Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderinde gorunuşte kendisini gosteren adaletsizlikler O’nun ezeli ilminde sınırsız bir merhamet nedenine dayanıyor olabilir. Orneğin İslam diyarında doğmayan kişi Allah’ın ezeli ilminde İslam diyarında doğsa idi Allah’ın (c.c.) dinine acıkca cephe alanlardan olabileceği icin Allah (c.c.) onu sınırsız merhametiyle esirgeyip fetret ehlinden (Allah’ın [c.c.] dininin tebliği ile karşılaşmadıkları icin ahirette hesaba cekilmeyecek olan batıl din mensuplarından) kılmış olabilir. Yada ona İslam diyarında doğup da İslam dinine acıkca karşı gelenlere gore ahirette daha merhametle muamele edebilir. Ama boyle olmasında muhakkak Allah’ın (c.c.) pek cok hikmeti, mutlak adaleti ile sınırsız merhameti rol oynamıştır. Bir insanın doğuştan sahip olduğu kimlik ozellikleri de Allah’ın (c.c.) ezeli ilminde mutlak adaleti, pek cok hikmeti ve sınırsız merhameti gereği oyle olması kula iyi ve yararlı olduğu icin secilmiş yada verilmiştir. Bir insanın doğuştan bir organından oturu engelli olması da boyledir. Dunyaya geri zekÂlı olarak gelen bir cocuk kendisini, anne-babasını, kendisine bakıp koruyanları, yardım edenleri boyle yaratıldığı, sorumluluk sahibi olmadığı ve başkalarına yuk olduğu icin cehennemden kurtarabilir. Butun bunları kimsenin bilmesine olanak yoktur. Allah’ın (c.c.) ezeli ilmini, mutlak adaletini, pek cok hikmetini ve sınırsız merhametini ancak ahirette tam olarak kavrayabileceğiz.
Kaza ve kadere rıza gosterme tasavvufta nefis mertebeleri ile de cok yakından ilgili bir konudur. Şoyle ki: Bilindiği uzere yedi nefis mertebesi bulunmaktadır. Bunlar: 1.Nefs-i EmmÂre 2. Nefs-i LevvÂme 3. Nefs-i Mulhime 4. Nefs-i Mutmainne 5. Nefs-i Raziyye 6. Nefs-i Marziyye 7. Nefs-i KÂmile.
Bu nefis mertebeleri insanın Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi karşısında aldığı tavırla ve rolle cok yakından ilişkilidir.
İnsanın manevi yonu asıl olarak nefis, ruh ve iradeden meydana gelir. Nefis, vucut yonu ile toprağa bağlı olduğu icin aşağılık şeylere meyleder. Şehvetlerle dunyaya bağlıdır. Ruh, Allah’tan (c.c.) geldiği icin aşk, faziletler gibi asil bir duygunun kaynağıdır. İlahi guzelliklere ve erdemlere meyleder. İrade ise secme yetisidir. İnsan bu dunyada yaptığı secimlerle, ruhuna yada nefsine uymasıyla ebedi ahiret yurdunda odul yada ceza icin sınava tabi tutulmuştur.
Nefsi terbiye etmek kolay değildir. Nefsin icerisinde bulunduğu makam ve aştığı mertebeler kaza ve kader karşısında belli olur. Aşağıda her nefis mertebesini kaza ve kader karşısında aldığı tavır ve rolle değerlendireceğiz:
Nefs-i EmmÂre (kotuluğu emreden nefis) sahibi, her zaman kendisini haklı bulur. Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderini yargılar. Başına kotu bir iş geldiğinde haklı ve haksız olduğuna bakmayarak kendisini savunmaya, başkalarına duşmanlık gostermeye bakar. Sabır gostermez. Cıkarları doğrultusunda hareket eder. İşine geldiğinde haksızlığa bile kendince bir gerekce bulur, onu savunur. Cıkarları zedelediğinde her turlu gunahı işleyebilir. Her şeyin bir tesaduf sonucu olduğunu duşunur.
Nefs-i LevvÂme (kendini kınayan nefis) sahibi kişi, tovbe-i nasuh (bir daha gunah işlememeye kesin niyet) etmiştir. Başına gelen kotu olaylarda her zaman Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarını anımsar. Başına gelen bela ve musibetlerdeki ilahi ikazı sezer. Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine rıza gostermenin gerekliğini bilir. Ama cok cabuk zafiyet gosterir. Unutkanlıkla, ofkeyle, şehvetle eski nefs-i emmÂre alışkanlıklarını kısmen de olsa bazen nefsine yenik duşerek surdurebilir. Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderini eleştirebilir. Ama kendisini toparlayıp yine tovbe etmesi de an meselesidir.
Nefs-i Mulhime (ilham sahibi nefis) sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi uzerine sırlara yavaş yavaş vakıf olmaya başlar. Allah (c.c.) ruyalarında gayba ait olan şeyleri ona gosterir. Coğu zaman ruyaları doğru cıkar. Bu sayede kaza ve kadere imanı daha da yakinleşir. Her şeyin Allah’ın (c.c.) ilminde olduğunu, O’nun izni ve yaratması ile meydana geldiğini gozleriyle goruyormuş gibi bilir.
Başına gelen kotu olaylardaki asıl nedeni anlamaya başlar. Allah’ın (c.c.) mutlak adaletini kavrar. Allah’ın (c.c.) kimseye zulmetmediğini gorur. Adeta bir doğa kanunu gibi kotu amellerin insanın başına bela ve musibet olarak geri donduğunu anlar. Ama insanın yaptığına nispetle Allah’ın (c.c.) daha merhametli olduğunu da kavrar. İnsanlara sabrı ve şukru tavsiye ederken nefsine karşı da boyle davranır.
Allah (c.c.) sadece ruyalarında gabya ait şeylerle ilgili ilhamlarla iltifat etmez. Gunluk yaşamda varlıkların, olay ve olguların arkasındaki gercek nedenleri de kavrar. Bazı sırlar ona acılmaya başlar.
Bu nefis sahibi şeytanın vesveselerini işitebilecek bir merhaleye ulaşabildiği gibi makamın son perdelerinde velilerin de ruhlarıyla konuşabilir.
Nefs-i Mutmainne (tatmin olmuş nefis) sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine hic itiraz etmez. Artık nefsi varlık, olay ve olgulardaki sırlardan haberdar olduğu icin bir gonul tokluğu icerisindedir. Başına gelen kotu şeylerde Allah’ın (c.c.) ezeli ilmini, pek cok hikmetini, mutlak adaletini ve sınırsız merhametini yaşayarak oğrenmiş olur. Hicbir şeyin tesaduf eseri olmadığını bilir. Her şeyde bir hikmet arar.
Kaza ve kaderine itiraz etmeyen birisine Allah (c.c.), el-Hakîm guzel ismiyle tecellide bulunarak olayların arkasında işleyen gizli yasaları gosterir. Varlıkların, olay ve olguların arka planındaki sırları ona oğretir.
Olayların arkasında işleyen gizli yasalara; varlıkların, olay ve olguların arka planındaki sırlara hikmet denir. Nefs-i mutmainne sahibi, hikmete ermiş bir kişi olarak başkalarına yardımcı olabilecek bir makamdadır. Kaza ve kaderle ilgili sırları yaşayarak oğrendiği icin insanlara sabrı ve şukru tavsiye etmede etkili konuşur. Bu, aynı zamanda velilik makamının başlangıcıdır.
Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de hikmet icin şoyle demektedir: “(Allah [c.c.]) Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet vermişse kuşkusuz ona buyuk iyilik etmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ders alır (Bakara suresi, ayet 269).”
Nefs-i Raziyye (razı olmuş nefis) sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine şukreder. Bu şukur sadece başa gelen iyi olaylarda değil kotu olaylarda da soz konusu olur. Cunku bunlarda Allah’ın (c.c.) ezeli ilmini, pek cok hikmetini, mutlak adaletini, sınırsız merhametini yaşayarak gorurken Allah’ın (c.c.) sınırsız merhametinin daha galip olduğunu anlamıştır. Bu nedenle Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine icinde şukurle doğan bir duyguyla razı olmuştur.
Nefs-i Marziyye (Allah [c.c.] tarafından razı olunmuş nefis) sahibi kişi, kaza ve kadere rıza gosterir. Bu rıza sonucu Allah da ondan razı olur.
Nefs-i Marziyye sahibi kişi rızada oyle bir derecededir ki, başının kesileceğini bilse bile kaza ve kadere gonlunde bir şevk ve aşk duyar. Her şeyin Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile olduğunu bildiğinden ondan gelen bela ve musibeti bir iltifat olarak değerlendirir. Buna icten bir şukurle karşılık verir.
Nefs-i KÂmile (olgun nefis) sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) yeryuzundeki halifesidir. Allah (c.c.) onları kaza ve kaderi uzerine pek cok sırlara vakıf ettiği gibi insanlar uzerinde keşif ve kerametleri ile de ustun kılar. Konuştukları zaman hikmetle ders verirler. Her şeyi Allah’ın (c.c.) izniyle ve rızası icin yaparlar. Allah (c.c.) katında duaları geri cevrilmez.
İnsanları Allah’a (c.c.) ulaştırırlar. Gorulduğunde Allah’ı (c.c.) anımsatırlar. Peygamberin yaşayan varisleridirler. Dinin koruyucusu ve sığınağıdırlar.
Kaza ve kadere rıza derken zulme uğrayan kişinin hakkını aramaması ve adalet icin mucadele etmemesi anlaşılmamalıdır. Allah’ın (c.c.) birer guzel ismi de el-Hakk ve el-Adl’dir: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhinde bile olsa Allah icin şahitler olarak adaleti ayakta tutun (Nisa suresi, ayet 135).”
Hak ve adalet yolunda Allah rızası icin mucadele eden kimselere ise şehitliğin bir mukafat olarak verildiğini de unutmayalım.
Allah bizlere kaza ve kaderine rızayı nasip etsin. Hususiyle rızasını nasip eylesin. Ayrıca Allah bizleri hakkı ve adaleti ayakta tutan şahitler olarak yazsın. Amin.
Muhsin İyi
__________________
Kaza ve Kadere Rıza, Nefis Makamları (Nefsin Dereceleri)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●17 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Kaza ve Kadere Rıza, Nefis Makamları (Nefsin Dereceleri)