Minarelerin sesi, asırlardır milletimizin sesi olagelmiştir. Biz, o seslerin cağlayanlar gibi uzerimize dokulduğu bir dunyada doğup buyuduk. O altın seslerle gune başladık, onlarla gun boyu yaşadık, onlarla oturup kalktık ve hÂl onlarla oturup kalkıyoruz. Aslında o sesler, gunde beş defa bize, kim olduğumuzu ve nasıl bir konumda bulunduğumuzu hatırlatır; biz de onlarla derlenir-toparlanır ve varoluş gayemize, gercek insanî ufka yoneliriz.
Ezan, lugatte “bilmek ve bir şeyi bildirmek, ilan etmek, duyurmak”1 demektir. Tovbe sûresinde: “Haccın en buyuk gunu, Allah ve Resûlu’nden insanlara şunu ilan edin ki; Allah da, Resûlu de muşriklerden beridir…” ayetinde “ezan” kelimesi bu manÂda kullanılmıştır.2 Şer’î manÂda ise ezan, farz namazlarının vaktini bildiren, nasla belirlenmiş belli lafızlardan muteşekkil bir semavî ilandır.3
Mana ve muhtevası yonuyle ezan, hem tevhid, hem İslÂm hem de namaz icin bir cağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza cağrılırken; diğer taraftan İslÂm’ın temel ilkelerini oluşturan esaslar da duyurulur. Allah’ın varlığı-birliği, ondan başka ilah olmadığı, Hz. Muhammedin O’nun elcisi olduğu ve asıl kurtuluşun Allah’a kullukta; hususiyle en cami kulluk namazda aranması gerektiği acıklanır. Diğer bir tabirle ezanda cok oz ifadelerle İslÂm’ın itikat ve amele ait temel esasları ozetlenmiştir. Bu yonuyle ezan, İslÂm’ın temelidir. Mehmet Akif de, bu noktadan hareketle; “Bu ezanlar ki şehadetleri, dinin temeli / Ebedi yurdumun ustunde benim inlemeli,” demiştir.
Yer kurenin guneş karşısındaki konumu ve kendi cevresinde donuşu ile namaz vakitlerinin oluştuğu goz onunde bulundurulursa, muslumanların yaşadığı her ulkede gunde beş defa okunanan ezanların, kesintisiz devam ettiği, ilahî mesajın gunun her anında butun bir aleme yayıldığı gorulur ve duyulur. Yahya Kemal, “Ezan-ı Muhammedî” şiirinde cihan-ı Muhammedî’nin ona dar geldiğini, yuz binlerce minÂreden yukselen ezan seslerinin, gokyuzunu de nura gark ettiğini belirtir:
Emr-i bulendsin ey ezÂn-ı Muhammedî,
KÂfî değil sadÂna cihÂn-ı Muhammedî.
Gok nûra gark olur nice yuzbin minareden,
Şehbal acınca rûh-i revÂn-ı Muhammedî
Sultan Selîm-i Evvel’i rÂmetmeyib ecel
Fethetmeliydi Âlemi şÃ‚n-ı Muhammedî...
ErvÂh cumleten gorur AllÂhu Ekber’i
Akseyleyince Arş’a lisÂn-ı Muhammedî.
Uskup’te kabr-i mÂdere olsun bu nev-gazel,
Bir tuhfe-i bedî’u beyÂn-ı Muhammedî...
Bu ilahî sad “bir yandan kulaklarımıza carpıp bizi semÂvîliğe cağırdığı aynı anda, diğer yandan da goklerin derinliklerine doğru yankılanarak ‘Sozlerin en temiz ve en guzel olanı O’na yukselir.’ (Fatır, 10) fehvasınca sem kapılarını aşar ve gider t otelere, otelerin de otesine ulaşırlar. Bu seslerin buyusuyle hemen herkes, olduğundan ve bulunduğundan daha farklı yeni bir duruşa gecer; yeni bir duyuş, yeni bir sezişle oteleri daha anlamlı bir temaşaya koyulur. Oyle ki, bu seslerin ulaştığı hemen her yer Âdeta ruhÂnîlerin metÂfı hÂline gelir. Arz’a, ruhÂnîlerle beraber itminan ve sekîne iner, bu esnada habis ruhlarsa kuyruklarını kısar ve saklanacak yer ararlar. Arz u semÂda bir velvele olur; kimileri ona koşar, kimileri de ondan kacar. Yarasalar rahatsız olur, guvercinler ona dem tutmaya durur. Gonuller pur heyecan şahlanır, nefislerse yeisle yutkunur. Herhalde sem sakinleri de yerdekilere gıpta etmeye dururlar.”4 İşte Yuce Resûl, şeytanların ezan okunurken gosterdikleri bu tepkiyi şoyle ifade etmektedir: “Namaz icin ezan okunduğu zaman, sesli sesli yellenerek, şeytan ezanı duyamayacağı yere kadar uzaklaşır. Ezan bitince ise, tekrar geri gelir şeytan. Kamet getirmeye başlanınca yine kacar. Kamet bitince tekrar geri donup, namazda kişi ile kalbinin arasına girip, vesvese atar. Şunu hatırla, bunu duşun vb. gibi aklında daha once hic olmayan şeylerle vesveseye vermeye başlar. Oyle ki buna kapılan kişi kac rekat kıldığını bilmeyecek hale gelir.”5
Bir şairimizin de dediği gibi:
Ezanlar! Kovun tum şeytanları ulkemizden!
Silinsin yadı beynamazlığın toremizden!..
Ezanla ilgili bu genel girişten sonra, asıl ezanın başlangıcı ve ezanla ilgili bilmemiz gerekli olan diğer konulara gecebiliriz. Ezan nasıl başlamıştır? Ezana nasıl saygılı olunmalı ve ezan nasıl dinlenilmelidir? Ezan anında ve ezandan sonra neler yapılmalıdır?
Davet icin usul arayışları
Namaz vaktinin girdiğini bildirmek uzere ezan okuma, usul olarak belirlenmeden once, Muslumanlar, Mescid-i Nebevî’de bir araya toplanıp namaz vaktini beklerlerdi. Bazen de geldiklerinde namaz kılınmış olurdu. Bu bir şekle ve disipline bağlanmalıydı. Peygamberimiz bir gun, ashabını toplayarak Muslumanları namaza cağırmak icin ne yapmak gerektiğini onlarla istişare etti. Bazıları şoyle dedi; “Namaz vakti gelince bir bayrak dikelim! Onu gorenler birbirlerine haber versinler.”6 Fakat Allah Resûlu bunu beğenmedi. Bir başkası boru otturulmesini veya can calınmasını teklif etti. Peygamber Efendimiz bu tekliflerin de hic birini kabul etmedi. Ashab-ı KirÂm, bir ara can calmayı uygun gorduler. Hatta Hz. Omer, can icin gerekli olan iki ağac parcasını satın almayı da uzerine almıştı. Fakat bu yontem de uygulanmadı. Bunun uzerine yuksekce bir yerde ateş yakalım denilince; Kainatın Efendisi bu tavsiyeyi, uygulamanın Mecûsîlere ait olduğunu soyleyerek kabul etmedi. Zira İslÂm toplumu, Mecûsîlere veya bir başka topluluğa ne ic yapısı ne de dışıyla hicbir şekilde benzeyemezdi. “Bir kavme benzemeye calışan onlardandır”7 buyuran Allah Resûlu (s.a.s.)’in bu teklifleri kabul etmesi duşunulemezdi.
Arayışlar devam ediyordu. Herkes bir arayış ve bekleyiş icindeydi. Aradıklarını bulamıyorlardı. Fakat araştırmaya devam ediyorlardı.8 Her arayışın guclu bir fiilî du olduğunu biliyorlardı. Henuz bekledikleri de Resûlullah’a bildirilmemişti. Davet icin getirdikleri teklifler de, taklitten oteye gitmiyordu. Halbuki taklit, taklit edilen şeyi hatırlatır. Taklit edilen şeyin aslına ait rituelleri, manÂyı veya manÂsızlıkları akla getirir. Kaldı ki “sapıklıkları uzere devam etmekte olan milletlere dinî nişaneler konusunda muhalefet etmek gerekir.”9 Bundan dolayı teklif edilen yontemler kabul gormemişti. Aynı zamanda taklitle bir yere varılamazdı. Taklit, hakikate giden yol olamazdı. Dolayısıyla Muslumanları namaza cağırmak icin oyle bir yol bulunmalıydı ki, guzelliği, etkileyiciliği ve evrenselliği ile insanlığı kuşatsın. İnanan cok şey anlar ve imanla dolarken, inanmayan hic olmazsa bir şey anlasın. Gozleri, gonulleri hakka bağlasın. Allah’a kulluk haricinde, her şeyden zihinleri arındırsın. Kalpleri ibadete hazırlasın. İnsanı vicdanının derinlikleriyle yakalayıp mescide bağlasın. İnsan, dinlerken ağlasın..Ağlarken ici şuur bağlasın. Yuce divana kulluğa durduğunda, icinde, huşû ve huzur cağlasın. Yoksa insanlar, can ve boru otturme vs. gibi teklif edilen şekillerin herhangi birisiyle de namaza cağrılabilirdi.
İşte “İlahî hikmet, ezanın sadece bir duyuru aracı olarak kalmamasını; aksine dinî şeÂirden biri olmasını, okunduğunda gaflet halinde olanlara dini hatırlatıcı bir ozellik icermesini, bir topluluğun onu kabul etmesi halinde Allah’ın dinine boyun eğdikleri manÂsına gelici bir mahiyet arz etmesini gerektirmiştir. Bu sebeplerden dolayı ezanın, Allah’ın zikri, kelime-i şehadet ve namaza cağrı ifadelerini icermesi vacip olmuştur. Boylece ezana, kendisiyle ne kastedildiği herkesce anlaşılan bir muhteva kazandırılmıştır.” 10
Sonucta bu arayış ve kavlî-fiilî duÂlara, hızlı bir icabette bulunulmuştu. Bu bekleyiş ve arayışlar sırasında ezan, sadık bir ruya ile Abdullah b. Zeyd’e oğretilmişti.11 Aynı zamanda İslÂm alimleri, Maide sûresinin 58. ayetinin de, ezanın sırf ruya ile değil, Kur’Ân’ın nassı ile de sabit olduğunu gosterdiğini belirtmişlerdir.12 Bu ayette “O kafirleri de dost edinmeyiniz ki namaza cağırdığınız zaman o ezan veya namazı eğlence ve oyun yerine tutar, alay ederler.” buyrulmaktadır. Bu ayet ezanın dayanağıdır. Ayrıca ezanla alay edip hafife almanın kufur olduğuna delalet eder.13 Abdullah b. Zeyd’in gorduğu ruyayı Hz. Omer (r.a) da gormuştu. Bu iki sahabenin ezanla ilgili ruyaları, onlara ilahî bir ihsan ve ikramdı. Bu bir tevafuktu. Allah Resûlu’nun: “Bu ruya haktır, inşaallah” demesi de bu ikramın bir teyididir. Burada insanın aklına “ezanın bu şekilde teşriinin hikmeti nedir?” diye bir soru gelebilir. Buna şu şekilde cevap verebiliriz. Bizim bildiğimiz bilmediğimiz pek cok hikmet vardır. Bir hikmeti de şu olabilir: Ezan, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şahsını da yucelttiği icin, hikmet-i ilahi onun, başka bir muminin diliyle meşru olmasını dilemiştir. Boyle bir takdirden dolayı ne ilahî hikmeti, ne de O’nun mutlak iradesini asla sorgulayamayız. Allah, hak ve hakikati kullarına nasıl duyuracağını, nasıl oğreteceğini, en iyi bilendir. “...Şuphesiz ki Allah ne dilerse yapar.” (Hac, 18)
Medîne’de ilk ezan
İşte bu arayışlar devam ederken, sahabeler bir sure namaz vakitleri yaklaştığında, sokaklarda, “es-salÂh, es-salÂh“ (namaza, namaza) diye birbirlerine cağrıda bulunmuşlardı. Fakat bu yeterli bir uygulama değildi. Dolayısıyla namaz vaktinin girdiğini haber vermek icin, kalıcı bir işarete, bir beyana, etkili bir duyuru şekline ihtiyac olduğu aşikardı. Can calınması, boru otturulmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklindeki teklifler de, yukarıda belirttiğimiz gibi hoş karşılanmamıştı.
Bu sırada Ensar’dan Abdullah b. Zeyd, bir sabah Allah Resûlune gelerek bir ruya anlattı: “Ya ResûlÂllah! Bu gece uyurken, uzerinde iki parcadan yemyeşil elbiseler giyinmiş, elinde can taşıyan bir adam yanıma uğradı. Beni gezdirdi, dolaştırdı. Ona ‘Ey Allah’ın kulu! Bu canı satar mısın? dedim.’
— Ne yapacaksın? dedi.
— Namaza davet edeceğiz” dedim.
— Sana daha hayırlı olan bir şey bildireyim mi? dedi.
— Olur goster! Nedir o? deyince, bana şu kelimeleri oğretti.
Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Allahu Ekber. Allahu Ekber
Eşhedu ell ilÂhe illÂllah.
Eşhedu ell ilÂhe illÂllah.
Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah.
Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah.
Hayye ale’s-SalÂh.
Hayye ale’s-SalÂh.
Hayye ale’l Felah.
Hayye ale’l Felah.
Allahu Ekber. Allahu Ekber.
LÂilÂhe illÂllah.”
Bunları bana soyledikten sonra, az geriye durup, namaza kalkacağın sırada şunları okursun dedi.
“Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Eşhedu ell ilÂhe illÂllah
Eşhedu ell ilÂhe illÂllah
Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah
Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah
Hayye ale’s-SalÂh
Hayye ale’s-SalÂh
Hayya ale’l-Felah
Hayya ale’l-Felah
KadkÂmeti’s-SalÂh
KadkÂmeti’s-SalÂh
Allahu Ekber. Allahu Ekber.
LÂilÂhe illÂllah.”
Bunun uzerine Resûlullah (s.a.s.); “ İnşallah bu hak ruyadır. Bilal ile birlikte kalk da gorduğunu ona oğret. Ezanı okusun. Zira onun sesi, seninkinden daha gurdur.” buyurdu. Bilal ile kalktık. Ben ona oğretmeye o da okumaya başladı. Bu sesi evinden işiten Hz. Omer, hemen cıkıp geldi ve şoyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlu! Seni hak ile gonderen, Allah’a yemin olsun ki, O’nun gorduğu ruyanın aynısını ben de gordum. Bu sozu işiten peygamberimiz, Allah’a hamd ederek; ‘şimdi bu, daha sağlam oldu’ dedi.”14 Boylece ezan, namaza davette usul olarak teşrî kılındı.
Ezan-ı Muhammedî, o gunden bugune, bu kudsî lafızlarla okundu. Allah Resûlu’nden sonra da herhangi bir donemde ezana herhangi bir mudahalede bulunulup değiştirilmedi ve değiştirilemeyecektir. Cunku ezan, Mescid-i Nebevî’nin inşası biter bitmez hicrî 1. yılda lafızlarıyla peygamberimize bildirilmiş, ashabından Abdullah b. Zeyd ve Hz. Omer gibi onemli kişilerin sadık ruyalarıyla da teyid ve tasdik edilmiştir. Allah Resûlu, “ Artık bu daha sağlam oldu” dedikten sonra, lafızlarıyla gunumuze kadar hicbir değişikliğe uğramadan sapasağlam gelen, davetlerin en guzeli ve en mukemmeli ezan-ı Muhammedî’yi kimin haddine ki, değiştirmeye yetkisi olsun.
İşte Bediuzzaman, ezanın şeÂirden ve taabbudî bir emir olduğunu ve yerine başka bir şey konulamayacağını; yerine ne konulursa konulsun asla aynı hikmet ve maslahatların gercekleşmeyeceğini şu kullî prensiblerle veciz bir şekilde belirtmektedir:
“ŞeÂirin taabbudî kısmı, hikmet ve maslahat onu değiştiremez. İbadet olma yonu ondedir ona ilişilmez. Yuz bin maslahat gelse onu değiştiremez. Oyle de, ‘şeÂirin faydası yalnız bilinen maslahatlardır’ denilmez. Boyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar, cok hikmetlerinden bir faydası olabilir. Mesela, birisi dese, ‘ezanın hikmeti, muslumanları namaza cağırmaktır. Şu halde bir tufek atmak kÂfidir.’ Halbuki, o dîvÂne bilmez ki, binler maslahat-ı ezÂniye icinde o sadece bir maslahattır. Tufek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, kainatın ve beşeriyetin yaratılışının en buyuk neticesi olan tevhidi ilan ve alemlerin Rabbine karşı, kulluğu izhar vasıtası olan ezanın yerini nasıl tutacak?”15 Yine Bediuzzaman, ezanın lafızlarının değiştirilemeyeceğini şoyle acıklamaktadır: “Kur’Ân’ın, Nebevî du ve tesbihlerin lafızları cÂmid bir giysi değil; cesedin canlı cildi gibidir, belki zamanla cilt olmuştur. Elbise değiştirilir; fakat cilt değişse, vucuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi mubarek lafızlar, manÂ-yı orfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise, değiştirilmez.” Dolayısıyla “ZarûriyÂt-ı dîniye mahfazaları olan İlahî kudsî lafızların yerine hicbir şey ikÂme edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini goremez.”16
Muezzin ve davetine icabet
Muezzin; ezelden bu gune kadar değişmemiş ve ebede kadar değişmeyecek olan, kainattaki en buyuk hakikatların mumini, şahidi ve dellalıdır. Yapılan iş buyuk, man buyuk. Davanın buyukluğu ve yuceliği, temsilcilerini de buyutuyor. Yuce Resûl (s.a.s.)’un dilinde muezzinler, hak ve hakikata tercuman olanlar, onu butun bir kainata en guzel şekilde ilan edenler, kıyamet gunu, insanların en uzun boylusu olarak haşr edilecektir. Onlar, bir manÂda bugun de yarın da, boylarına ulaşılamıyacak kadar yuce ve ustun şahsiyetler.. Hakka iman etmeyen, iman edip, onu soz ve davranışlarıyla ilan, yani temsil etmeyenler, buyuklukte onların topuğuna ulaşamazlar.
Dolayısıyla buyukluğun sırrı ezanda.. Ezanın manÂsıyla mayalanmada.. Ezandaki hakikatlerle ruh ve man kazanmada. Şayet ferde, aileye ve topluma ezan mayası calınamamışsa; o millet buyukluk nedir asla bilemez. Bir omur boyu kucuklukte, buyukluk arayışları icinde kaybolur gider. Kucukluğu buyukluk zannederek, faniyi baki tevehhum ederek mahvolur biter.
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: Resûllullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Muezzine, sesinin gittiği yer boyunca mağfiret edilir. Yaş ve kuru herşey onun lehinde şehadet eder. Namaza katılan kimseye yirmibeş kat namaz sevabı yazılır. Ve iki namaz arası gunahları affedilir.”17 Sesinin gittiği yere kadar muezzinin affedilmesi; Allah’ın mağrifetinin genişleğini ve cokluğunu ifade eder. Veya muezzinin sesini işitip de namaza iştirak eden herkesin bağışlanacağını mujdeler. Bu hadis-i şerifde hem muezzinliğe hem de ezanın ve icindeki hakikatlerin mumkun olduğu kadar geniş topluluklara duyurulmasına teşvik vardır. Ezanın ifade ettiği hakikatlerin guneşin doğup-battığı her yere ulaştırılmasına ve o yuce hakikatlerin hakkıyla temsiline işaret vardır.
İşte ezan burada onumuze yeni bir kapı acıyor. Hem muezzine, hem dinleyene.. Gunahları af kapısı.. Cemaatle namaza icabet eyleyene, saflar arasında şevkle ibadet edene, yirmi beş kat sevap kapısı. Acaba ezanın, acılmasına vesile olduğu bu kapıdan daha guzel bir kapı, ezanın bizi davet ettiği bu yapıdan daha sağlam bir yapı var mı?
Evet muezzini, sesinin ulaştığı herşey duyar. Tekbirlerine icabet eder ve uyar. Muezzinin ne dediğini anlar, onu tanır ve tehlillerle canlanır. Doğruluğuna kendi diliyle gurul gurul şehadet eder. Tek doğruya ve en buyuk hakikate davet eden, bu davetciyi, takdir eder . Onun faziletini kabul eder. Tanıyıp faziletini kabul ettiği gibi; okunan ezanı tekrar edip, o yuce davete icabet edeni de tanır ve tebcil eder. Zira muezzin yuce olduğu kadar, ezanı huşû ve huzur icinde dinleyen ve tekrar eden; dinleyip namaza iştirak edenler de yucedir. Amr b. el-As (r.a) anlatıyor: “Bir adam Allah Resûlune gelerek YÂ ResûlÂllah! Muezzinler sevapca bizden ustunler. Onlara yetişmemiz mumkun mu? diye sordu. Yuce Nebi cevaben; ‘onların dediklerini sende tekrar et. Bitirip sona erince de dilediğini iste. Sana da aynı sevap verilecektir.’ dedi.”18 İşte kulfeti az, sevabı cok, guzel bir ibadet. İşte cok kolay elde edilebilecek geniş bir af ve mağrifet.
Ezana saygı
Ezan şeÂirdendir. Yani İslÂm’ın nişanıdır. Beldelerin şehadetidir. Kur’Ân ve KÂbe gibi, Namaz ve hac gibi.. ŞeÂire ise sahip cıkmak ve saygı gostermek Kur’Ân’ın bize bir emridir: “…Kim Allah’ın şearini tazim ederse, şuphe yok ki bu kalplerin takvasındandır.” (Hac, 32) Dolayısıyla Allah’ın şeÂirine saygı gostermek, Muminin kalbinde takva olduğunu gosterir. Kaldı ki ezan kelimesinin lugat manÂlarından biri de “işitilen bir şeye kulak verip dinlemek,”19 yani dikkatli dinlemek demektir. Kelimenin lugat anlamı da bizi şeÂire karşı saygı ve dikkate davet etmektedir.
Peki ezan nasıl dinlenir? Ezana saygı nasıl gosterilir? Bunu da dinimiz adına her şeyi kendisinden oğrendiğimiz, Rehber-i Ekmel Yuce Peygamberimizden oğreniyoruz. Zira Hakk ve hakikate ondan daha derin bir saygı duyan yoktur. O, bu manÂda da bir Rehber-i Ekberdir. İşte Efendimiz buyuruyor ki: “Ezanı işittiğiniz zaman siz de muezzinin dediğini deyin.”20 Resûlu Ekremin bu konudaki uygulamasını, Ummu Habîbe validemiz şu şekilde anlatmaktadır: “Peygamber (s.a.s.), benim yanımda bulunduğu zaman, muezzinin ezan okuduğunu duydum. Muezzin sustuğu anda, onun soylediğini tekrar ederdi
Hz. Omer’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de bunun karşılığında cennet vaad edilmektedir:
“Resûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: Muezzin, ‘Allahu ekber Allahu ekber’ deyince sizden kim samimiyetle, ‘Allahu ekber, Allahu ekber’ derse, sonra muezzin: ‘Eşhedu en l ilÂhe illÂllah’ deyince, ‘Eşhedu en l ilÂhe illÂllah’ derse; sonra muezzin: ‘Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah’ deyince, ‘Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah’ derse; sonra muezzin: ‘Hayye ale’s-salÂh’ deyince ‘L havle vel kuvvete ill billÂh’ derse; sonra muezzin: ‘Hayye ale’l-felÂh’ deyince, ‘L havle vel kuvvete ill billÂh’ derse; sonra muezzin: ‘Allahu ekber Allahu ekber’ deyince, ‘Allahu ekber Allahu ekber’ derse; sonra muezzin: ‘LailÂhe illÂllah’ deyince ‘LÂilahe illÂllah’ derse cennete girer.”22
Evet; bu ulvî hakikat, bu yuce sesler ve tekbirler karşısında Fahr-i KÂinat, adeta hazır ola gecmemizi istemiştir. Bu yonuyle ezan, adeta bir dikkat komutu gibidir. Ezanın ilk kelimesi olan “Allah…” lafzı duyulur duyulmaz, herkes kendini toparlayacaktır. Uygunsuz tutum, durum ve davranışlardan uzak duracaktır. Huzur ve huşu icinde sadece ezanı dinleyecektir. Konuşan Hak ve hakikattir, Hakk’a kulak verilecektir. Her şey susacak, ezan konuşacak, ezanla konuşulacaktır. Ezanlaşılacaktır.. Ezandan irfan ve iz’an alınacaktır. Bu manÂda ezan bize, malÂyÂniyattan uzaklaşma uyarısı, bir temkin ve bir zikr-i daimî dersidir.
İşte Peygamberimiz (s.a.s.), ezanı duyar duymaz, kulak vermiş, gonlunu vermiş, duyduklarını tekrarla duÂya durmuştur. Davete icabet ederek kulluğunu eda etmiştir. Sadece dilde kalmamış, dudaklarından eksik olmayan duÂlarını, davet edilen yere icabetle de pekiştirmiştir. Gercek manÂda ezana saygı ve davete icabet de ancak budur.
Evet; ezan okunurken, kainatta en buyuk hakikat konuşurken, herkes susmalı, her şey durmalı, herkes ve her şey tekbir ve şehadetlerle dolmalıdır. Butun hamdler senalar sadece O’nadır, Tek “Bir”le beraber olmalıdır. Kur’Ân okuyan bile okumasını kesip ezanı dinlemelidir. Selam veren selamı vermemeli, namaza durmak isteyen dahi, namaza kalkmamalıdır. Zira ezan, selamdır. Ezan duÂdır. Ezan du Ânıdır. Mu’min buna katılmalıdır. Ezan dikkattir, dikkat Ânıdır. Herkes dikkatle onu takip etmelidir. Zira ezan, duÂlara mutlaka cevap verildiği ganimet zamanıdır. Af icin fırsat Ânıdır. Mumin dikkat eder, takib ederse, sukût murakabesine dalar, gonlunun diliyle yalvarırsa kazanır.
İşte bu dikkat ve diriliş Ânını kacırmış olan cok şey kacırmış olabilir. Resûlullah (s.a.s.) buyuruyor ki: “Şu beş şey icin semanın kapıları acılır; Kur’Ân okunduğu an, duşmanla karşılaşıldığı an, yağmur yağdığı an, mazlum du ettiği an ve ezan okunduğu an.”23
Kamet getirildiği zaman dilimi de boyle bir lutuf Ânıdır. “Ezan okunduğu an, semanın kapıları acılır ve duÂlara icabet edilir. Kamet getirildiği anda ise hicbir du reddolunmaz.”24
Namaz icin kamet getirildiği Ânın değeri bir başka hadisde şoyle ifade edilmektedir: “Şu dort yerde semanın kapıları acılır ve duÂlara icabet edilir. Allah yolunda duşmanla karşılaşıldığında, yağmur yağdığı zamanda, namaz icin kamet getirildiğinde ve KÂbe gorulduğunde.”25
Yine bir başka hadisde Allah Resûlu (s.a.s.), ezanla kamet arasındaki vaktin değerine de dikkatlerimizi cekmektedir: “Dikkatli olun! Ezanla kamet arasında yapılan du red olunmaz. Onun icin o vakitlerde du edin.”26 Hadisin başka bir rivayetinde şu ilave de vardır: “Bunun uzerine sahabe-i kiram; ‘Ya Resûlallah! O an duÂlarımızda Allah’tan ne isteyelim?” diye sordular. Resûlullah (s.a.s.): “Dunya ve ahirette af ve afiyet isteyin”27 buyurdular. Bunun hikmeti ise “ilahî rahmetin inmesi ve her tarafı kaplaması; du edenin de tam bir teslimiyet arz ederek ilahî rahmeti hak edecek bir konumda durmasıdır.”28 Bunun icin ezan ve kamet esnasında asla konuşulmaz. Selam verilmez. Aksırana “yerhamukellah” bile denilmez. Hatta bu duÂyı o anda icinden bile soyleyemez. Bazı kaynaklarda oksurmenin de konuşmak olarak kabul edildiği belirtilmektedir.29
Ezan okunurken muezzine icabette, tekbirler ve kelime-i şehadetler yukarıda hadis-i şerifte de gectiği uzere aynen tekrar edilir.30 “Hayye ale’s SalÂh” ve “Hayye ale’l FelÂh” cumlesinde “l havle vel kuvvete ill billÂh” denilir. Yani; Allah’tan başka guc ve kuvvet yoktur. Yoksa muezzinin bu emirlerini aynen bizim de tekrar etmemizin bir anlamı olmayacağı gibi bu doğru da olmazdı. Cunku bir emri aynıyla tekrar etmek eğlence ve alay sayılır. Onun icin muezzinin “Namaza koşun, kurtuluşa koşun, yonelin” emirleri karşısında bize, bu tesbihi soyleme tavsiye edilmiştir. Burada soylenen bu cumlenin manÂsını ezandaki bu emirle şoyle irtibatlandırabiliriz: “Allah’a isyandan ancak Allah’ın kuvveti ile, onun muhafazası ile korunulur. Allah’a hakkıyla itaate de yine Allah’ın yardımı ve kuvveti ile ancak muvaffak olunur.”31 Cunku “Bu buyuk ibadetle en buyuk murada ermek en ustun hayır ve en buyuk bahtiyarlıktır. Fakat bizden engelleri kaldırıp itaat ve ibadetlere kuvvet verecek olan şanı yuce Rabbimizdir. Binaenaleyh bu konuda da kendisinden yardım dileriz.”32
Farza başlamadan once getirilen kametde, boyledir. Ezanı dinleyip namaza koşanlar, kamete de eşlik etmelidir. O mubarek kelimeleri dinlemek ve ifade ettiği derin manÂları uzerinde tefekkur etmek farza hazırlık ve konsantre adına, cok onemlidir. F. Gulen, ‘Namaz’ adlı bir makalesinde ezan ve kametlerin insanı ibadete nasıl hazırladığını şoyle acıklamaktadır: “Mescide doğru yuruyuş, yol mulÂhazası, abdestle gercekleştirilen ilk gerilim ve akordasyon hep birer kıvama erme cehdi sayılabilirler. Ezan, Âdeta harem dairesine alınma daveti, ruhumuzun derinliklerinde bizi konsantrasyona hazırlayan ledunnî bir ses ve duygularımız uzerine inip-kalkan bir mızrap gibidir. Her gun tekerrur ettiğinden kulaklarımız ona alışmış olsa da, duz mantığımız ona karşı bir kanıksama hissetse de, ezan, her zaman otelerle aramızdaki tepelerin arkasından tıpkı bir ay gibi birdenbire zuhur eder.. yıldırımlar gibi gurler ve bir anda arzî olan nazarlarımızı semÂya cevirir.. ve derken her yanda şadırvanlar gibi ince ince cağlayan, şelÂleler gibi ihtişamla coşan yepyeni ilÂhî bir fasıl başlar.. ve başlar-başlamaz da ruhlarımıza dunyanın en enfes, en carpıcı ve en diriltici mûsıkîsini boşaltır.” Bu itibarla, “Her zaman kendini yenileyip kalbî ve rûhî hayatı itibÂriyle taze kalabilen canlı vicdanlar, her ezan vaktinde, onun ilk gokten indiği donemin halÂvet ve tarÂvetini duyar ve minarelerden yukselen sesin icinde peygamberlerin cağrılarını dinlerler.. gonlunde meleklerin tekbir, tehlil, şehadet korosuna erer.. ve Âdeta Cibrîl’in dirilten nefeslerini, İsrÂfil’in hayat veren soluklarını duyar gibi olurlar. Ezanla, namaz dışı gerilim ve doyum tamamlanınca, henuz farzla gercek kurbet enginliklerine acılmadan evvel, ılgıt ılgıt ilÂhî rahmet esintilerinin ruhları kuşatma faslı sayılan ilk nafile namaz ve kametle, o dakikaya kadar adım adım derinleştirilen konsantrasyon bir kere daha kontrol edilir; nihÂî huzura ait teveccuh ve temkin bir kere daha gozden gecirilir ve mi’raca yurunuyor gibi namaza yurunur. O Âna kadar gonlumuze carpan, insanî yanlarımızı alarma geciren ve bizi ebedî mihrabımıza yonlendiren ses, soz ve davranışlar, vicdan tellerinde gonlumuze ait hakiki nağmeleri bulabilmek icin bir akort ameliyesi gibidir.”33
Evet, Allah’ın huzuruna girerken muminlerin ic hazırlığı cok onemlidir. Ve getirilen kamet artık son hazırlıktır. Onun icin muezzin, “KadkÂmeti’s-SalÂh” yani “namaz başlıyor” mujdesini verirken; “ekÂmehallÂhu ve edÂmeh” denir. Yani “Allah hepimizi, namazlarımızı huşu icinde dosdoğru kılmaya ve onu bu şekilde devam ettirmeye muvaffak kılsın” demektir.
“Ebu UmÂme (r.a) veya Ashabdan bir başkası tarafından rivayet edildiğine gore: “Hz. BilÂl (r.a) kamet getirirken, ‘Kad kÂmeti’s-salÂt’ deyince, Resûlullah (s.a.s.); ‘Allah, onu (namazı) ikÂme etsin (hakkıyla edaya muvaffak kılsın) ve dÂim kılsın!”34 buyurmuştur. Sabah namazının ezanında, “es-salÂhu hayrun mine’n-nevm” yani “namaz uykudan hayırlıdır.” kısmında ise “Sadakte ve bererte” yani “doğru soyledin ve iyi soyledin” denilir.
Ezandan sonra duÂ
EzÂn-ı Muhammedî okunurken, muezzinin dedikleri aynen tekrarlanmalıdır. Tabi ki bu tekrar kuru bir tekrar olmamalı. Kalpteki derin imandan kaynaklanan, daima şuurdan beslenen, bir iman tazeleme ameliyesi şeklinde olmalıdır. Allah Resûlu (s.a.s.) emir buyurdukları gibi: “İmanınızı ‘LÂilÂhe illÂllah’ ile, yani ‘Allah tan başka ilah yoktur’ kelime-i tevhidiyle yenileyin.”35 İnsan her an yenilenmeye muhtac. İnsan nisyanla ma’lul, her an hatırlamaya muhtac. O’nun yuce adını, sozune sertac etmeye muhtac. Zikrini kalbine mi’rac etmeye muhtac. Kitabını kendine minhac etmeye muhtac. O’nu anmaya her an ac. Bu aclığı duyabilmek, biz kullara mi’rac.
İşte ezan lafızlarının tekrarı, boyle rûhÂnî bir coşku ve neşve icinde yapılmalıdır. Bu, ezana ve ezandaki hakikate, hem sevgi, hem de saygının gercek bir ifadesidir. Ezan cumlelerinin neşveyle tekrarı, imanımıza iman katmak, icimizdeki imanî hakikatlerin gelişmesine guzel bir zemin hazırlamaktır. Ezandan sonra ise okunması sunnet olan du şoyledir: “Allah’tan başka ilah olmadığına, ortağı bulunmadığına ve Muhammedin (s.a.s.) onun kulu ve Resûlu olduğuna şehadet ederim. Allah’tan Rab, Muhammed (s.a.s.) den Resûl, İslÂm’dan din olarak razı oldum.36 Ey bu eksiksiz tam davetin ve kılınan namazın sahibi Allah’ım! Muhammed’e‚ Vesîle’yi ve fazîleti ver. O’nu, vaad ettiğin makÂm-ı Mahmûd’u ver.”
Kim ezandan sonra boyle du ederse, ona KıyÂmet gunu mutlaka şefaatim helal olur.”
Bu duÂnın onemiyle ilgili Abdullah b. Amr ibnu’l-As, Resûlullah (s.a.s.)’dan şu hadisi rivayet etmektedir: “Muezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin. Sonra bana du edin. Cunku her kim bana bir defa salavat getirirse (du ederse) Allah ona on defa rahmet eder. Sonra Allah’tan benim icin vesîleyi isteyin. Zira vesîle cennette bir makamdır. Ona, Allah’ın kullarından bir tanesi layıktır. Umarım ki o bir kişi de ben olayım. Şimdi kim benim icin vesileyi isterse ona şefaatim vacib olur.”38
Evet bu nurlu beyan, bizleri, gok kapılarının rahmetle acıldığı bir anda duÂya teşvik etmektedir. Rahmet yağmurları altında yıkanmaya davet etmektedir. Bir semavî sofra kurulmuştur, o sofradan istifadeye buyur etmektedir. Evet “Nebiyy-i ZîşÃ‚n’ın MakÂm-ı Mahmûd’u, İlahî bir maide ve Rabbanî bir sofra hukmundedir. Dağıtılan lutuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resûl-i Zîşan’a (s.a.s.) okunan salavÂt-ı şerîfe, o sofraya edilen davete icabettir. Ve keza salavÂt-ı şerîfeyi getiren adam ZÂt-ı Peygamberîyi bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taalluk ettiğini duşunsun ki, tekrar be tekrar salavat getirmeye teşvikcisi olsun.” 39
Hergun, gunde bir kac kez gelip-gecen dakikalar ve yakalayamadığımız bu saniyeler, bizim olmayan saatlerdir. Zira fırsatı değerlendiremediğimiz anlar veya değerlendirmediğimiz fırsatlar, asla bizim olamaz. Evet, bize, hakikat adına bir şeyler kazandırmayan zamanlar bizim değildir. İcinde ruh ve gonul olarak yıkanıp her turlu kotuluklerden arınamadığımız bu kıymetli saatler, nasıl ve neleri ile bize ait olabilir ki? Zatı itibarıyle kıymetli olsalar bile bize bir şey kazandırabilirler mi?
___________
DR. Selman Kuzu
Yeni umit Dergisi
DİPNOTLAR
1- Feyrûzabadî, Kamus, II, s. 1545; İbn Faris el-Mekayîs fi’l-Luğa, s. 65
2- Ezan kelimesi Kur’Ân’da dort vecihte gelmektedir. Birisi yukarıda belirttiğimiz gibidir. Diğer ayetler icin bkz.:Yusuf, 70; Araf, 70; Hac, 27.
3- Curcanî, Ta’rifat, s. 16
4- Bkz. F. Gulen, Ornekleri Kendinden Bir Hareket, s. 205-207, Nil yay., İstanbul 2003
5- BuhÂrî, EzÂn 4, Amel fı’s-SalÂt 18, Sehv 6, Bed’u’I-Halk 11; Muslim, SalÂt 19, Mes cid 83; Ebu DÂvud, SalÂt 31; Muvatta, Nid 6; NesÂi, EzÂn 30.
6- Ebu Davud, SalÂh, 27
7- Munavî, Feyzu’l-Kadîr, VI, s. 104
8- Bu konudaki rivayetler icin bkz., Buharî, Ezan, 1; Muslim, SalÂh,1; Tirmizî, SalÂt,
139; İbn Mace, Ezan, 1; Nesaî, Bed’u’l-Ezan, 1; Ebu Davud, SalÂh, 27
9- Şah Veliyyullah Dihlevî, Huccetullahi’l-Baliğa, (İslÂm Duşunce Rehberi, Trc.,
M. Erdoğan) I, s. 538.
10- Şah Veliyyullah Dihlevî, I, s. 538
11- Abdullah b. Zeyd’in, bu ruyayı gormeden sekiz gun oncesinde, Cebrail (a.s)’ın ezanı Resûlullah’a getirdiği veya ezanın Mirac sırasında peygamberimize vahyedildiği de ifade edilmiştir. Bu rivayetler zayıftır. Sahih rivayetlere gore ezan Ashab-ı kiramdan Abdullah b. Zeyd ve Hz. Omer’in ruyaları ve Allah Resûlunun onları tasdikiyle sabit olmuştur. (Bkz. İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, VII, s. 495) Şayet burada bir vahiy soz konusu ise “vahyin inişi bu zaman rastlamış olabilir. Dolayısıyla o zaman ezan sadece bu sadık ruya ile değil vahiyle de sabit olmuş olur.” (Bkz. Vehbe Zuhaylî, I, s. 534 )
12- Bkz. Fahreddin er-Razî, (Maide, 58’de)
13- Suat Yıldırım, Kur’Ân-ı Hakîm ve Acıklamalı Meali, (Maide, 58’de)
14- Ebu DÂvud, SalÂt 28; Tirmizî, SalÂt 139
15- Said Nursî, Mektûbat, (29.Mektup. 9.Nukte) s. 537-538.
16- Daha geniş izah icin bkz. Mektûbat, (26. Mektup, 8. Mesele) s. 508.
17- Ebu DÂvud, SalÂt 31; NesÂî, EzÂn 14; İbn MÂce, EzÂn 5.
18- Ebu Davut, SalÂh 36.
19- Feyrûzabadî, Besair, II, s. 149
20- BuhÂrî, EzÂn 7; Muslim, SalÂt 10; Tirmizî, SalÂt 154; İbn MÂce, EzÂn 4.
21- Es-Saatî, el-Fethu’r-Rabbanî li tertîbi Musned-il-İmam Ahmed, III, s. 29, Daru
İhyai’t-Turas, Beyrut
22- Muslim, SalÂt 12; Ebu DÂvud, SalÂt 36.
23- O an du kabul edilir, fakat duÂnın kabul şartlarına mutlaka riayet edilmelidir. Bu konu hakkında ve benzer rivayetler icin bkz. M. Muhammed Hattab es-Subkî,
el-Menhelu’l-azbu’l-mevrûd Şerhu Sunen-i Ebi Davud, IV, s. 187, Daru İhyai’t-
Turas, Beyrut
24- Kenzu’l-Ummal, II, s. 108; Bu hadisin ilk kısmı Musned’de, Cabir b. Abdullah’tan, ikinci kısmı ise Enes b. Malik’ten ayrı ayrı rivayet edilmektedir. Bkz. es-Saatî, el-Fet hu’r-rabbanî, III, s. 12-13
25- Kenzu’l-Ummal, II, s. 110
26- Kenzu’l-Ummal, II, s. 108
27- Kenz’l-Ummal, II, s. 108; Bu hadis, sadece “Ezan ve kamet arasında yapılan du ret olunmaz” kısmıyla Tirmîzî ve Ebu Davud’un Sunenlerinde de rivayet
edilmektedir. Tirmîzî, SalÂh, 158; Ebu Davud, SalÂh, 9; es-Saatî, el-Fethu’r-
Rabbanî, III, s. 12;Tirmîzî, hadisi hasen sahih olarak değerlendirmektedir.
28- Şah Veliyyullah Dihlevî, I,s. 540
29- İbn Abidin, Reddu’l-Muhtar Ale’d-Du’rri’l-Muhtar (Trc. Ahmet Davudoğlu ) II, s, 77, Şamil Yay. İstanbul 1982
30- İlk “Eşhedu enne Muhammeden ResuIullah” cumlesinde “salle’llahu aleyke Ya
Resûlellah” yani “Allah sana af ve merhamet eylesin ey Allah’ın Resûlu” ; ikincisin-
de ise “Karret aynî bike ya Resûlellah” yani “Seninle mesut oldum, yuzum gozum aydınlığa erdi ey Allah’ın Resûlu” demek mustehaptır. Bunu soyleyen kimse sonra her iki baş parmağının tırnaklarını gozleri uzerine koyarak, “Allahumme metti’nî
bi’s-sem’i ve’l-besar” yani “Allah’ım! İşitmekle ve gormekle nimetlendir, faydalan-
dır.” derse Efendimiz (s.a.s.), cennete doğru o kimsenin delili olur. Kitabu’l-Firdevs’
de ise “her iki baş parmağının” ifadesinden once, “ Kim ezanda, Eşhedu enne
Muhammeden Resûlullah cumlesini işitince ‘Allahumme metti’nî bi’s-sem’i ve’l-bes-
ar’ derse, onun onderi ve cennet saflarına koyanı ben olurum” denilmektedir. Bkz.
İbn Abidin, a.g.e., 1/398
31- Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslÂmî, I, s. 553;Yaklaşık manÂlar icin bkz. Muhammed Hattab es-Subkî, IV, s. 202
32- Huseyin Cisrî Efendi, Risale-i Hamidiyye, s. 107
33- F. Gulen, Yeşeren Duşunceler, s. 75-76
34- Ebu DÂvud, SalÂt 39
35- Munavî, Feyzu’l-Kadîr, III, s. 345
36- Duanın bu kısmı Sa’d İbn Ebî VakkÂs (r.a)’ın rivayet ettiği hadisde şoyle gecmektedir: “Resûlullah (aleyhi’s-salÂtu vesselÂm) buyurdular ki: “Muezzini işittiği zaman, kim: ‘Ben şehadet ederim ki, bir olan Allah’tan başka ilah yoktur, 0’na şerik de yoktur, Muhammed O’nun kulu ve Resuludur. Rabb olarak Allah’tan Resul olarak Muhammed’den -bir rivayette “nebî”- peygamber olarak Muhammed’den din olan İslà m’dan razıyım’ derse gunahı affedilir.” (Muslim, SalÂt 13; Ebu DÂvud, SalÂt 36; Tirmizî, SalÂt 156 ; İbnu MÂce, EzÂn 4; NesÂî, EzÂn 38)
37- BuhÂrî, EzÂn 8; Ebu DÂvud, SalÂt 28; Tirmizî, SalÂt 157; NesÂi, EzÂn 38; İbnu
MÂce, EzÂn 4
38- Muslim, SalÂt 11; Ebu DÂvud, SalÂt 36; NesÂî, Ezan 33; Tirmizî, SalÂt 154; İbnu MÂce, EzÂn 4. Hadisin ilk cumlesi BuhÂrî’de de rivayet edilmiştir. Buharî, EzÂn 7
39- Said Nursî, Mesnevi, s. 131
__________________
EzÂn-ı Muhammedî ve Ezana Saygı
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- EzÂn-ı Muhammedî ve Ezana Saygı