Bu dunya ceza ve odul yurdu değildir. Bir imtihan yeridir. Her şey Allah’ın (c.c.) ezeli bilgisi, pek cok hikmeti, sonsuz merhameti ve mutlak adaleti ile belirlenmiştir. Orneğin bir insanın ozurlu olarak dunyaya gelmesi, yoksul bir ailenin ferdi olması, şu veya bu cinsiyette bulunması, mensup olduğu ırkı, ulusu hep ilahi kaderle tespit edilmiştir. Kişiye duşen, kaderine rıza gosterip teslim olması, bunun altında yatan hikmeti ve hayrı duşunmesidir. Allah’a (c.c.) bunun icin şukurde bulunmasıdır. Kadere rıza gostermemek ve kaderi eleştirmek Allah’a (c.c.) isyan etmektir.

Kader Allah’ın (c.c.) bir sırrıdır. Kim kadere isyan ederse başını bir orse carpmış gibi olur. Kendi zarar gorur. Allah’a (c.c.) kimse zarar veremez. İnsanın da kadere isyan etmeye hakkı yoktur. Cunku yaratıcımız Allah (c.c.) olduğuna gore O’nun bizim icin sectiği her şey, guzeldir ve yerindedir. Allah (c.c.) sadece bizim hayrımız icin hukumde bulunur. Her kuluna da anne ve babasından daha merhametlidir. Bundan dolayı kadere isyan eden birisi, hem dunyada hem de ahirette zarar gormeye mahkumdur.

Allah (c.c.) kader sırrı ile kimi insanı kimi insandan ceşitli yonleriyle ustun kılmış, kimini de geri bırakmıştır: Kimi kuluna devasız hastalık vermiş, kimi kulu verdiği varlıkla toplumda itibar sahibi kılmıştır. Kimine fiziksel acıdan guc, kudret verip one cıkarmış, kimini de zayıf, dermansız, hasta kılarak bu konuda geri bırakmıştır. Kimi guzel kimi cirkin yaratılmıştır. Kimi insan şan ve şohretle dunyaya gelmiş, kiminin de yaşadığını ancak onlarca kişi bilebilmiştir.

İnsanların her bir ozelliği o kadar birbirinden farklı ki, Allah (c.c.) butun bunları insanın yararına olmak uzere ezeli ilmi, pek cok hikmeti, sonsuz merhameti ve mutlak adaletiyle belirlemiştir. Tabii bu yararı bir imtihan yurdu olan bu dunyada tam olarak anlayamamaktayız. Her şey ahirette apacık meydana cıkacaktır. O zaman belki de dunyada iken haline şukreden yoksul insan, şayet varlıklı kılınsaydı isyan halinde olacağını, ibadetinde geri kalacağını gorerek, yuce yaratıcısına şukurde bulunacaktır. Yine zihnen ozurlu kişi, kendisine bakanlara yardımcı olarak ebedi hayatlarının kurtuluşlarına vesile olduğunu gorup dunyadaki haline rıza gosterebilecektir.

Kuşkusuz bazı konularda ileri gitmek ve geri kalmak bizim fiili ve sozlu dualarımıza bırakılmıştır. Orneğin Allah’tan (c.c.) hidayet isteyip O’nun emir, yasakları ve rızası yonunde gayret gosteren birisinin bu dunyada iman gibi buyuk bir nimete erdiği anlaşılır. Elbette oyle birisi gozlerini dunyaya dikmiş, Allah’tan (c.c.) yalnız bu dunyanın guzelliklerini ve zevkini isteyen birisine gore takvada ileri gecmiştir.

Kısacası Allah’ın (c.c.) insanları bazı konularda ileri kılması, bazı konularda geri bırakması hikmeti bu dunyada anlaşılamayacak onemli bir kader sırrıdır. İnsana duşen gorev, bu konudaki nimetlere şukretmek, sıkıntılara sabretmektir. Takvada one gecmeye calışmaktır.

Her insanın nefsi kaderine isyan halindedir. Hic kimse bu konuda nefsini temize cıkarmamalıdır. Cunku bu konuda insanların bazı sıkıntıları olmasaydı nefsi marziyye ve kÂmile gibi ust makamlara cıkmış olurdu. Yani imtihan sırrı olarak nefis emmare (kotuluğu emreden nefis) duzeyinde yaratılmış olup mutlaka icerisinde bulunduğu koşulları kabullenmemekte, nimetlere gereken şukru kılmadığı gibi haline de sızlanmaktadır.

Kadere rızada ilk adım Allah’a her ne halde bulunursak bulunalım O’nun uzerimizdeki sonsuz nimetlerini dilimiz donduğunce ve aklımıza gelenlerini de sayarak şukurde bulunmaktır. Her Elhamdulillah tespihi bu yolda verilen nimetleri de hayal ederek atılan birer adım olarak Allah’ın kaza ve kaderine rıza yolunda ilerlememizi sağlar. Buyuk kısım ibadetlerin ozu, ozellikle zikrin ruhu şukurdur.

Bir insan icindeki butun olumsuzluklarına rağmen dili şukretmeye başladığı anda kaza ve kaderine rıza gosterme yolunda adım atmaya başlar. Bu noktada nefsi yavaş yavaş kırılıp değişir. Uzerindeki sıkıntılar hem maddi hem de manevi olarak azalarak ruhu buyuk bir huzur duyar. Nefis ust makamlara doğru terakki eder.
Şukur, insanın butun melekeleriyle olursa daha makbuldur. Yani dil, duygu, hayal, samimiyet şukurde birbiriyle kaynaşmalı, bu bicimde Allah’a ulaşmalıdır.

Zikir ruhun gıdası ise şukur de suyu gibidir. Ruh şukurle canlanır. Hayat bulur. Gelişir, canlanır.

Şukrun bazı incelikleri vardır. Allah (c.c.) şukre muhtac değildir. Kul muhtactır. Bunu ozellikle bilmek gerekir. Yaptığı şukurle kimse Allah’ı (c.c.) minnet altına koymamalıdır. Şukre de şukurle karşılık vermeye calışmalıdır. Bu konudaki acziyetini de ifade etmelidir. Bir de Allah kendisine yapılan şukurden once kulun diğer insanlarla ilişkilerine buyuk onem vermekte, kul haklarıyla kendi haklarını ayırmaktadır. Bu meyanda insanlara teşekkur etmek de cok onemli bir konudur. Oyle ki bu konuda nezaketten uzak ve nankor insanlara Allah (c.c.) kaza ve kaderine rızasında onemli bir adım olan şukru nasip etmemektedir. Cunku Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şoyle buyurmuşlardır: “İnsanlara teşekkur etmeyen, Allah’a şukretmez.” Bu doğa kanunu gibi bir şeydir. Anlayana buyuk uyarıdır. Teşekkur etmek, başkasına duyulan icten bir minnettarlık duygusudur. Bunu dil ile soylemekte bir sakınca yoktur. Ama fazla bir abartıya kacmak ve gercek nimet sahibi olan Allah’ı (c.c.) akıldan ve hatırdan cıkarmak da doğru değildir. Bununla birlikte her şeyi Allah’a (c.c.) bağlayarak insanlara teşekkurden kacınmak da, demin zikredilen hadis-i şerif uyarınca, sakıncalı bir durumdur. Demek ki teşekkur ederken bir edep sınırımız bulunmakta, belli bir olcuye ve kurala uygun bir yol takip etmemiz gerekmektedir. Bu da cok doğal bir ses tonuyla, ifadede aşırıya ve abartmaya kacmadan gercek nimet verenin Allah (c.c.) olduğunun bilincinde olarak insanlara teşekkur etmektir.

Bazı insanlara teşekkur etmek adeta uzerimizde bulunan bir borctur, kul hakkıdır: Anne-babalar, oğretmenler, akrabalar, bizlerin buyumesinde ve yetişmesinde emeği gecen nice kişiler… Kuşkusuz coğu kez bunlara emeklerine karşılık dil ile bir kere bile teşekkur etme olanağına sahip bulunamamış olabiliriz. Belki bir kısmını yitirdik veya onlarla aramıza ulaşılamaz mesafeler girdi. Teşekkur etmek dilden ziyade yurekle olur. Bu insanların arkalarından yapılacak guzel dualar, onlara edilebilecek en guzel teşekkurlerin yerine gececektir.

Allah (c.c.) asıl kendisine teşekkur edilecek en yuce varlıktır. O’na şukurde bir an bile gaflette bulunmamak gerekir. O’nu anmadan gecen her an boşa gecmiştir. O’na şukur etmek bile buyuk bir nimettir. Bu nimetin de şukru gerekir. Yani şukre de şukretmeliyiz. Nitekim Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de “Ey Davud ailesi, şukrederek calışın…(Sebe suresi, ayet 13)” buyurunca, Hz. Davud:
“Ey Rabb’im Sana nasıl şukredeyim ki? Benim şukrum bile Senin bir nimetindir.” demiştir. Yuce Allah (c.c.) ona şoyle karşılık vermiştir:
“İşte şimdi Beni tanıdın ve Bana şukrettin ey Davud! Cunku şukretmenin de Benim bir nimetim olduğunu bildin.”

İnsan Allah’a (c.c.) gereği şekilde şukrun imkÂnsız olduğunu bildiğinde daimi bir şukur haline girebilir.

İcinde bulunduğumuz Batı medeniyetinin temeli maddi refaha dayanmaktadır. İnsanlar birbirlerine zenginliklerine, toplumda işgal ettiği mevki ve makamlarına gore muamelede bulunmaktadırlar. Yoksul ve zayıf insanlar genellikle hor goruluyor ve kucumseniyor. Boyle bir ortamda her insanın nefsi de bu atmosferden nasibini alıyor. Ben “Elhamdulillah Musluman’ım.” diyen bir kişi de bu olumsuz koşullardan etkilenmekte, o da havaya uyarak inancında buyuk bir erozyona uğramaktadır. Bu yuzden pek cok Musluman, insanları değerlendirirken bu yanlış olcutleri kullanabilmektedir.

Cağımızın en buyuk manevi sıkıntıları stres, kaygı, depresyon, panik atak, melankolidir. Toplumun onemli bir kesimi bu tur ruhsal rahatsızlıklardan etkilenmekte ve tedavi icin doktorlara gidip ilac kullanmaktadırlar. Bu ilacların isimleri ne olursa olsun kişiye iki turde etki yapmalarına gore sınıflandırılabilir: Ya kişiyi uyutmakta ya da icki ve uyuşturucu maddelerde olduğu gibi kişiye gecici bir neşe vermektedir. Madde ile gelen bu şeyler, birkac saat suren bir etkiye sahiptirler. Sonra kişi eski haline donmektedir. İlacla gelen bu gorunuşte olumlu kısa etki bağımlılığa yol actığı gibi her gecen ay da kişide ilgili ilacın kullanım dozunu artırmakta ve surecini de kısaltmaktadır. Hasta oyle bir hale duşmekte ki artık ilacsız bir an bile duramamaktadır. Aslında manevi dunyasında yani itikadında ve inancında ceşitli hastalıkları bulunan insanları yukarıda sıraladığımız bir kısım psikolojik hastalık isimleri altında ilacla tedavi etmek oncelikle bu tur hastalıkların mahiyetine ters duşmektedir. Cunku ruhsal, manevi olan bir hastalık ancak kendisi gibi ruhsal ve manevi olan bir yontemle iyileştirilebilir. Aynen bunun gibi bedensel, maddi bir hastalığa da tıbbi ve cerrahi bir yolla mudahale edilebilir. Bu acıdan cağımızın yaygın ruhsal ve manevi hastalıklarından olan stres, kaygı, depresyon, panik atak, melankoli gibi psikolojik rahatsızlıkların tedavisi de mahiyetlerine uygun olmak zorundadır.

Bu tur ruhsal hastalıkların ilacı sabır ve şukur kavramlarında bulunmaktadır. Cağımızın yaygın bu psikolojik rahatsızlıkları ya sabır ya da şukur yokluğundan meydana gelmektedir.

Konumuz dışında olduğu icin sabrı bir kenara bırakarak şukur hakkında biraz yoğunlaşmaya calışacağız. İnsan nefsinin doyumsuzluğu icin guzel benzetmeler yapılır: Bir erkek koyundeki butun kadınları nikÂhı altına alır. Sadece bir yaşlı kadın kendi halindedir, bu erkeğin nikahı altında değildir. O erkek bu kadını da nikÂhı altına almak ister. İnsan nefsi bu benzetmede olduğu gibi şehvette hicbir sınırı kabul etmediği gibi liderlik, baş olma sevdasında da boyledir. Şayet Allah (c.c.) tum evreni bir insanla paylaşsa o insan diğer yarısını da almak icin caba gosterecektir. İnsan mal ve para biriktirmede de aynı acgozlu tutumunu surdurur. Bir altın dağa sahip olsa bir başkasını da ister. Peygamberimizin (s.a.s) bir hadis-i şerifte bildirdiği gibi insanın gozunu ancak toprak doyurur. Boyle bir nefsin elindeki ile yetinmesini sağlayıp yaratıcısına şukrettirmek gercekten cok guc bir şeydir. İşte her birimiz bu ozellikleri taşıyan birer nefse sahibiz.

İnsanın yediği bir ekmek parcasının şukrunu eda etmesi bile buyuk bir meseledir. O ekmeğin soframıza gelinceye kadar kac işlemden gectiğini, ne kadar insanın emeği ile o hale geldiğini duşunduğumuzde tum insanlara ve ozellikle yuce Allah’a (c.c.) karşı icimizde bir teşekkur etme isteği ve şukur duygusu uyanmaya başlar. İş bununla da bitmemektedir. Bu ekmek Allah’ın (c.c.) yoktan yarattığı organlar, dokular, hucreler sayesinde hayata, yaşam enerjisine donuşuyor. Boyle buyuk bir iş ve emekle gercekleşen bir hayatı kim stresle, kaygıyla, depresyonla, panik atakla, melankoli ile nefsin ve şeytanın oyuncağı haline donuşturebilir veya onun boyle bir duruma duşmesine seyirci kalabilir? İnsanca ve Muslumanca bir yaşamın tek hedefi Allah’a (c.c.) icten bir teşekkur, daimi bir şukur halinden başka ne olabilir?

Allah’ın Eş-Şekûr (asıl kendisine teşekkur edilecek yuce varlık) guzel ismi ile kula duşen gorev şoyledir: Şukur nimetlerin aslını Allah’tan (c.c.) bilip insanlarla paylaşmaktır. Kuşkusuz dil ile yapılan şukrun de buyuk bir ecri vardır. Ama gercek şukur sadece dil ile yapılmaz. Eylemle tamamlanır. Bu bakımdan her şeyin bir şukru vardır: Oğrendiklerini başkaları ile paylaşmak bilginin şukrudur. Bir hastaya kan vermek sağlığın, yoksula yardım etmek sahip olduğun mal ve mulkun, insanlara selam verip onların hal hatırını sorman dilin ve icerisinde bulunduğun huzurun ve afiyetin şukurleridir… Şukur ceşitlerini saymak bile başlı başına bir konudur.

Gercek anlamıyla yapılan şukur nimetin artmasına vesiledir. Allah (c.c.) rızası ve O’na şukur icin maddi olanakları başkalarıyla paylaşmak bunların coğalmasını sağlar. Şu ayet-i kerimede buna işaret vardır: “And olsun, şukrederseniz elbette size daha fazla veririm. Eğer nankorluk ederseniz, haberiniz olsun ki, azabım cok şiddetlidir (İbrahim suresi, ayet 7).”

Allah, bizlere kaza ve kaderine rızayı nasip eylesin ve bunun icin bizleri şukreden kullarından eylesin. Amin.
Muhsin İyi
__________________