İnsan iki oğeden meydana gelmektedir. Birincisi ruhtur. Ruh Allah’tandır. Onda butun guzellikler ve faziletler vardır. İyilik ruhtan gelir. İkincisi nefistir. Nefsin temel kaynağı anasır-ı erbadır (toprak, su, ateş, hava). Anasır-ı erba Allah’ın emri ile yoktan yaratıldığı icin butun kotu olan şeyler bunlardan kaynaklanır. Cunku yokluk butun kotuluklerin kaynağıdır. Ayrıca kotu anılar da kompleks olarak nefsin nasırları olarak işlev gorur. Onlara basıldığı zaman sıkıntılar yaşanır. Bir de tabii nefsin icguduleri vardır ki nefis bu yonu ile hayvanlarla ortak bir dunyaya sahiptir. Bunların da usulune gore doyurulması gerekir. Yani nefis butun cirkinlikleri ve rezillikleri barındırır. İnsan, ruhu ile nefsi arasında bir denge kurarak yaşamaya calışır. Bazen nefsine meyleder bazen de ruhunun sesine kulak verebilir.
Nefis daima dunyaya meyleder, şeytan da onu bu dunya ile kandırır. Nefis bedene bağlıdır. Bedenin ihtiyacları karşılanınca nefis de biraz rahatlar. Ama nefis cok acgozludur. Onun ihtiyacları bitmediği gibi butun dunyaya sahip olsa da tamamen tatmin olması mumkun değildir. Ruhsa bu dunyaya ait değildir. O Allah’tan bir nefhadır (soluktur). Ruhun gıdası ibadetlerle elde edilebilecek olan nurdur. Kişi ibadetlerden uzak olduğu zaman ruhu zayıflar, kendisini pek belli edemez. Boyle bir insanda hÂkim olan oğe nefistir. Nefis ibadetleri sevmez. Ruh ise ibadetlerle yaşayabilir; ibadetlerden sonsuz bir haz alır. Onlarla beslenir.
Nefis guzelliklere şehvetle yaklaşır. Ruhsa Âşık olur. Nefis daima kendini duşunur. Ruh ise diğerkÂmdır.
Cağdaş bilimler, ozellikle psikoloji ve psikanaliz (nefis cozumleme iken ruh cozumleme diye yanlış dilimize cevrilip terim olarak kullanılmaktadır), insanı sadece nefis yonu ile tanırlar ve tanıtırlar. Ruhu tamamen inkÂr ederler. Psikolojik savunma mekanizmaları ve psikolojik hastalıklar olarak tarif ettikleri şeyler tamamen nefisle ilgili şeylerdir. Nefse bilincdışı veya bunun organı veya yeri olarak kabul ettikleri bilincaltı (id) derler. Onlara gore insan insanın kurdudur. Bir insanın diğer bir insana menfaatsiz iyilik yapması imkÂnsızdır. İnsanın yaptığı butun iyiliklerin altında bir cıkar vardır. Faziletler bu cıkar ilişkilerinden doğar. Allah rızası diye bir kavramı algılamaları imkÂnsızdır. Zira Allah dini bir kavramdır. Bilimsel duşuncede dine yer yoktur. Onlara gore din de dinsel kavramlar da insanların cıkarları icin uydurdukları zihinsel zincirlerdir. Onlarla birbirlerini bağlarlar. Yine onlara gore insanın diğer bir insana Âşık olması bilincsizce bir şehvet hissidir. Şehvet duygusundan uzak bir aşk soz konusu olamaz. Platonik aşk bir psikolojik rahatsızlıktır.
Psikanalizin kurucusu S.Freud gencken koyu bir Yahudi olarak kutsal kitaplardan yani Tevrat ve onun tefsiri olan Talmut’tan nefis kavramını inceden inceye oğrenmiştir. Sonra olgunlaştığında inanc bunalımı yaşadığı devirde onu sekuler alana taşıyıp once bilincdışı diye tanımlamış, sonra da hastaları uzerindeki gozlem ve deneylerle cağdaş bilimlerin yontem ve teknikleri ile acımlamış ve ceşitli bilgilerle ve kavramlarla sistemleştirmiştir. Ruhu ise sistem dışı bırakarak insanı sadece nefisten ibaret cinsel bir yaratık olarak tanımlamıştır. İnsanı en etkili icgudusu, yani cinselliği etkisi altında bir oyuncak gibi gostermiş, bu icgudusu engellenip tatmin olmayınca ceşitli ruhsal hastalıklara yakalandığını ifade etmiştir. Kuşkusuz soyledikleri sadece nefisten ibaret kalan ve ibadetsiz bir hayatla ruhunu zayıflatmış veya oldurmuş insanlar icin doğrudur, yerindedir. Gerceğin ta kendisidir. Ama tanımladığı insan Musluman icin eksik kalır. Cunku bir Musluman nefsinin bu tur hastalıkları yanında ruhunun gucuyle kurtulur ve cinsel icgudunun ustunde bazı ruhsal doyumlarla tatmin olduğu icin ruhsal yonden sağlığını da korur. İbadet hayatı bir ruhsal sağaltım (terapi) gibi işlev gorduğu icin kolay kolay ruhsal hastalıkların kıskacına girmeyecektir.
İnsanı boyle yarım yamalak tanımladıkları, yani ruhu inkÂr ettikleri ve insanın sadece nefisten meydana geldiğini ifade ettikleri icin psikoloji ve psikanalizle ciddi bir şekilde ilgilenen insanlar, genellikle Allah’ın da varlığını kabul etmezler. Ateist, teist, deist gibi birtakım inanc bicimlerini kabul ederler.
Gerci bir hadis-i şerifte (bazıları kelam-ı kibar olarak kabul ediyorlar) ‘Nefsini bilen Rabbini bilir.’ denmektedir. Ama insanı sadece nefis yonu ile bilen Allah’ı inkÂr eder. Kufur ve isyan bataklığına gomulur. İnsan, ruhun varlığını kabul ederek nefsini tanırsa buyuk bir irfana, marifete kavuşur. Cunku ic dunyamızı tanımamız buyuk bir keşiftir. Bu bilgi bizim kendimizi tanımamızı sağlamakla kalmayacak Allah’ı da tanımamızı sağlayacaktır. Cunku Allah sadece dış dunyada değil ic dunyamızda da kendi varlık ve birliğine işaret eden pek cok ayet yaratmıştır. Bunları insan tanımaya başladıkca Allah’ı tanımaya ve anlamaya başlayacak, dolayısıyla irfana ve marifete ulaşacaktır. Nefsinin kotu eğilimleri ile şeytanın ortaklaşa hareket etmesi sırrına vakıf olan bir insan duşmanlarını tanıdığı icin dunyanın hazinelerinden daha ustun bir hazineye sahip olacaktır. Zira bu bilgi ile cennetin anahtarlarını elde etmek isteyebilir. Cunku gercek duşmanlarını bilen Rabbini tanıyacak ve O’nun rızasını kazanacak şeyleri elde etmeye calışacaktır. Boylece ‘Nefsini bilen Rabbini bilir.’ sozu tahakkuk edecektir.
Nefsin en buyuk ozelliği değişmezliğidir. HÂlbuki bu soz yanlıştır. Bu sozun doğrusu şudur: ‘Nefis cok inatcıdır. Kolay kolay değişmez.’ Onun icin pek cok atasozu onun bu durumunu anlatmaktadır: İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Huy canın altındadır. Can cıkar huy cıkmaz vb. Bu atasozleri insanın nefsinin değişmezliğini, değişmekte direndiğini cok guzel anlatmaktadır. Gercekten de oyledir. Nefsin değişse bile huylarını devam ettirmekte ne kadar inatcı olduğunu herkes kotu alışkanlıklarını bıraktıktan sonra bile anlayabilir. İcki gibi kotu bir alışkanlığı olan bunu bıraktıktan sonra nefsi cay, soda, gazoz vs. başka bir iceceğin tiryakisi kesilir. Bunlara yapışır. Kaybını bunlarla telafi eder. Eskiden kotu kadınlarla yatıp kalkan bir arkadaşım tovbe edip hak yola donunce bu sefer de gul gibi karısının ustune kuma getirmeye kalktı. Yani nefis eski yoldaki alışkanlıklarını bu sefer meşru yoldan telafi etmeye devam edecektir. Nefsi bunlardan alıkoymak, onunu kesmek kolay değildir. Nefis bildiğini başka kılıklarda yine okuyacaktır.
Nefsin bir diğer ozelliği de kufur uzere yaratılmış olması ve akılla, nasihatle yola gelmemesidir. Bilindiği uzere tasavvufta nefsin yedi makamı vardır. Bunlar sırasıyla şunlardır: 1.Nefs-i EmmÂre 2. Nefs-i LevvÂme 3. Nefs-i Mulhime 4. Nefs-i Mutmainne 5. Nefs-i Raziyye 6. Nefs-i Marziyye 7. Nefs-i KÂmile.
Nefsin bu makamları kaza ve kader karşısında aldığı tavırla belli olur. Nefs-i EmmÂre kaza ve kadere aleyhine olduğu zaman isyan eder, hep kendisinin haklı olduğunu duşunur. İşlediği gunahlarda bile kendince haklı gerekceleri vardır. Nefs-i levvÂme boyle bir durumda bocalamasına karşın bazen kendisini kaybederek yanlış yola koyulabilir. Kaza ve kadere rıza mulhime makamında tomurcuklanmaya, ancak mutmainne makamında meyvelerini vermeye başlar, nefs-i raziyye de ise bu meyveler olgunlaşıp kıvama gelir. Nefs-i marziyye ise kulun kaza ve kadere rızasının Allah tarafından kabul edildiğinin, nefs-i kÂmile ise bunun taltif edildiğinin makamlarıdır. Bu durumda insan şoyle duşunebilir: Bu ustun mertebelere ulaşma, velilik, kutupluk sadece nefsin kaza ve kadere rıza gostermesine bağlı ise bunu nicin herkes kolay bir şekilde gercekleştiremiyor, tarikatlara girip onca sıkıntılara duşuyorlar? Bu konuda kitaplar yazılsa onları okuyarak ve bu konularda bilinclenerek nefis makamlarını aşamazlar mı? Evet, iş bu kadar basit olsaydı, elbette insanlar bu bicim bir yola koyulur, kitaplar okuyarak veli olurlardı. Kuşkusuz bu konuda bilinclenmek, bilinclenmemeye gore guzeldir. Ama insanlar bu konuda butun kitapları bir omur boyu okusalar da boyle okumalarla nefis makamlarını aşamazlar. Cunku nefsin akılla, zekÂyla, duşunmeyle pek bağlantısı yoktur. Nefis entelektuel yaşantıyla değişmez. Nefis bizzat yaşadıklarıyla değişir. Onlardan etkilenir. Yaşantılarla değişir. Duşunceler değil, eylemler, ilişkiler nefse anlamlı gelir. Yani nefsin dili, mantığı cok farklıdır. Ona ulaşmak, hitap etmek, onu değiştirmek, onu bir makamdan diğer makama ulaştırmak o kadar kolay değildir. Ondan yukarıdaki atasozlerimiz onun değişiminin imkÂnsızlığından soz etmişlerdir.
Nefsi ya bizzat nefse hitap eden ibadetlerle ya da ruha seslenen ibadetlerle değiştirebiliriz. Onun icin tarikatlar her ne kadar birbirinden farklı ibadetlerle, yontem ve tekniklerle nefsi tezkiye, ruhu tasfiye ediyorlarsa da aslında iki gruba ayrılırlar.
Tarikatların bir grubu daha ziyade zikre ağırlık vererek ruhu tasfiye ederek nurlarla guclendirmeye calışırlar. Nakşibendiyye tarikatı bu gruba girer. Ruh nurla olgunlaşarak kendisine gelir, yavaş yavaş ic dunyada soz sahibi olarak nefsi kendisine benzetmeye, onu tezkiye etmeye başlar. Yani nurlarla ruh carkı dondukce nefis tezkiye olup makam kazanır. Tabii nefsin makam kazanması kolay değildir. Her makamda elli bin perde olduğu soyleniyor. Bu cok yavaş olur. Zikir Allah rızası icin cekildikce olur. Carklar işler. Onun icin zikirde şu cumleyi belli bir periyotla soylemek gerekir: ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Sen’in rızandır.)’ Zira cekilen zikir Allah’a ulaştıracak ruzgÂr ise bu ilgili cumle onun rotasıdır. Rota, ruzgar kadar hatta ondan da onemlidir. Zikir bu niyetle cekilmedi mi nefse hizmet eder. Nefsi bir gaye ile zikir cekilmeye başlanır. Nefis de gitgide şişer, yoldan cıkar. Şeytanın oyuncağı olur. Onu cıkamayacağı ucurumlara atar. Yalancı mehdiler, kutuplar, evliyalar hep bu rotadan sapan insanlardan cıkar. Allah gostermesin. Allah zikrinde bizleri rızası dışında başka noktalara suruklemesin. İşte zikir Allah rızası icin cekilirse ruh saflaşır nefis de Allah’tan gelen şeylere, hususiyle kaza ve kaderine rıza gozluğu ile bakmağa başlar. Ruh zikri bu niyetle cekip saflaşması ile nefse bu konuda dersler verip onu kendisine benzetmeye calışır.
Tarikatların diğer bir grubu da doğrudan nefsi hedef alarak onu tezkiye etmeye calışırlar. Bunun icin muritleri zorlu hizmetlere koşarlar. Oruc ve erbain (cile) gibi ibadetlere onem verirler. Bu tur tarikatlar kurumsal alt yapılara ihtiyac gosterdiğinden zamanımızda kalmamışlardır. Halveti, Mevlevi gibi tarikatlar bu gruba girer. Elbette zikir gerek ferdi gerekse bireysel bu tarikatlarda da vardır, ama birinci planda değildir. Nefis bu zorlu ibadetlerle zamanla dize gelerek nefis makamlarının kat edilmesindeki Allah’ın kaza ve kaderine rızayı oğrenmeye, daha doğrusu bu bilgiyi icselleştirmeye başlar, bu yolla nefis makamları tek tek aşılır. Ama tabii bunlar cok uzun yılları da alabilir. Yani nefsin değişimi onlarca yıl surebilir.
Tabii her şeyde olduğu gibi insanların kabiliyetleri de farklı farklıdır. Kimisinin meşrebi nefsi ibadetlerden hoşlanırken kimisi de ruhu geliştiren ibadetlere meyleder. Kimisi tasavvuftan ve tarikattan hic zevk almaz. Cemaatleri sever. Cemaatte de belli hizmetler hoşuna gider. Elbette tasavvuf ve tarikat yolu farz değildir. Farz ve yasak olan şeyler bellidir. İnsanlar İslam’ın hukumlerinden sorumludur. Nefsi makamlar kat ettirip mutmainneye ulaştırmak zorunda değiliz. Ama Allah’ın dinini hayatımıza uygulamak, farzları yerine getirmeye ve yasaklardan kacınmaya mecburuz. Daha doğrusu Allah bizleri bununla sorumlu tutmaktadır. Bunun icin bize levvÂme (Allah’a donen, gunahlara pişmanlık duyan) nefis de yeterlidir. Ama herhalukarda nefs-i emmÂreden kurtulmak gerekiyor. Zira bu nefis sahibini cehenneme goturur. Allah korusun. Allah hepimize tovbe-i nasuh nasip eyleyip kaza ve kaderine rızayı, hususiyle Kendisi’nin rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
__________________
Nefis, Nefsin Yapısı, Ozellikleri, Değişebilirliğinin Zorluğu
Dini Bilgiler0 Mesaj
●14 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Nefis, Nefsin Yapısı, Ozellikleri, Değişebilirliğinin Zorluğu