Zikrin Yapılış Şekilleri

Zikir, mutlak ve mukayyed olmak uzere iki kısımda icra edilir.
Mukayyed zikir, namazdan sonra yapılan tesbih, tahmid ve tekbirler, yemekten sonra, yatarken vs. yapılan dua, istiğfar ve ezkÂrdır.
Mutlak zikir ise, zaman ve mekÂnla alakalı değildir.
... Mu’min her halukarda Rabbini anmalı,
O’nu dilinden duşurmemelidir.
Nitekim Kur’Ân-ı Kerim’de; “Rabbini cok an, sabah akşam tesbih et.”(Âl-i İmrÂn, 3/41) buyrulmuştur.

Binaenaleyh, unutmaktan ve gafletten kurtulma manalarına gelen zikri, Herevî MenÂzilu’s-SÂirîn’de uc dereceye ayırmıştır:

1. Dil ile yapılan zikir:
Belli esma ve ibarelerin telaffuz edilmesi suretiyle olan zikirdir.

2. Kalp ile zikir:
Zikredileni kalbin duşunmesi, zikredilenin kalpte hazır olması veya kalbin zikredilenin huzurunda bulunması suretiyle olur.(6)
Denilmiştir ki, “Zikir kalbe iyice yerleşirse, tıpkı şeytana yaklaşan insanın carpılması gibi, o kalbe yaklaşan şeytan da carpılır ve sar’aya yakalanır.
Bunu goren obur şeytanlar toplanırlar ve ‘Buna ne oldu derler?’
‘Ona insan dokundu.’ denilir.”(7)

3. Hakiki zikir:
Nefis dÂhil, ağyarı nefyederek yapılan zikirdir ki bu mertebede zÂkir, mezkûr ve zikir birleşmiş durumdadır.
Başka bir ifade ile hakiki zikir,
Hakk TeÂlÂ’nın kulu ezelde zikreylemesini muşahede ederek, kendi zikrini gormekten kurtulmasıdır.(8)
Bu da Allah’ın seni andığını gormen, kendi zikrini unutup Allah’ı bekasıyla zikretmendir.

Oyleyse kul, kalbin daimi zikri mertebesine lisan zikri ile vasıl olur.
Kul, hem dil, hem de kalple zikir halinde iken sulûkunda kemal vasfına ancak bu şekilde ulaşabilmektedir.
Seyr-i sulûkun en onemli esaslarından biri zikirdir ve salikin gıdası durumundadır.
Bu gıda ile beslenmeyen salikin manen sıhhat bulması duşunulemez.
Bu dunyada Hakk’ı anmayanın, oteki Âlemde hatırlanıp tanınmayacağı tabiidir.
Bu sebeple salik, sıhhate kavuşmak icin lisanî zikirle yetinmeyip, kalbî ve hakiki zikirle Allah’ı zikretmeli, gafletten uzaklaşmalıdır.(9)

Denilmiştir ki,
Allah TeÂlÂ’yı kalp ile zikretmek muridlerin kılıcıdır (seyfu’l-muridîn).
Onlar, duşmanlara karşı bu kılıcla savaşırlar, kendilerine gelen afet ve musibetleri bununla defederler. Bela ve musibet yaklaştığı zaman, kul kalbi ile Allah TeÂlÂ’ya sığınırsa, hoşlanmadığı her şeyi derhal kendinden savmış olur, kendisine gelen afet, yolunu değiştirir.(10)

Şurası bir gercektir ki, zikrin en belirgin ozelliklerinden biri, belli bir vaktinin olmayışıdır.
Butun vakitlerde kul, Allah’ı zikretmekle memurdur.
Farz veya nafile olarak zikrin yapılmadığı bir zaman bulunmamaktadır.
Namaz butun ibadetlerin en şereflisi iken bazı vakitlerde kılınması caiz değildir.
HÂlbuki kalp ile zikre her vakit devam edilebilir.
Nitekim Allah TeÂlÂ;
“Onlar ki ayakta, otururken ve yanları uzere Allah’ı zikrederler”(Âl-i İmrÂn, 3/191)
“Namaz kıldıktan sonra Allah’ı ayakta, oturarak, yatarken anın.”(en-NisÂ, 4/103) buyurmaktadır.

Allah’ı zikretmenin tefekkurden daha faziletli olduğu konusunda Ebû Abdurrahman,
Ebû Ali Dekkak’a; “Zikir mi, yoksa fikir mi daha mukemmeldir?” diye sormuş;
Dekkak’ın, “Şeyhin bu konudaki goruşu nedir?” şeklinde karşılık vermesi uzerine Ebû Abdurrahman şunları soylemiştir:
“Bana gore zikir, fikirden (tefekkur) daha mukemmeldir. Cunku zikir Hakk TeÂlÂ’nın vasfıdır. (Allah zikretti denilir.) Fikir O’nun vasfı değildir.
(Allah duşundu denilmez.)
Allah TeÂlÂ’nın vasfı olan bir şey, insanlara mahsus olan bir şeyden daha mukemmeldir.”

Zikrin ozelliklerinden bir diğeri de zikre, zikirle mukabele edilmiş olmasıdır.
Allah TeÂlÂ; “Beni zikredin ki, Ben de sizi anayım.”(el-Bakara, 2/152) buyurmuştur.
Bir hadîs-i şerifte ise CebrÂil (a.s.)’ın Rasûlullah (s.a.v.)’e geldiği ve şoyle dediği rivayet edilmiştir:
“Allah TeÂl buyuruyor ki:
Hicbir ummete vermediğimi senin ummetine ihsan ettim.”
Rasûlullah, “O nedir Ya CebrÂil?” diye sordu.
CebrÂil: “Allah TeÂlÂ’nın; ‘Beni zikredin ki,
Ben de sizi anayım’ buyurmuş olmasıdır.
Allah diğer ummetlerden hicbirine bu şekilde hitap etmemiştir.” diye cevap verdi.(11)
Allah’ı cokca anmanın bereketi hakkında Ebû Suleyman DÂrÂnî şoyle demiştir:
“Cennet’te bir ova vardır ki, kul Allah’ı zikre başladığı zaman melekler bu sahaya ağac dikmeye başlarlar. Bazen meleklerden biri bu işe ara verir.
‘Neden duruyorsun?’ denildiğinde:
‘Namına ağac diktiğim şahıs zikre ara verdi de ondan.’ diye cevap verir.

Hasan Basrî, manevi zevklerin uc şeyde aranması gerektiğini soylerken bunlar arasında zikri de sayar ve şoyle der:
“Manevî zevki (halÂveti) şu uc şeyde arayınız.
Namaz, zikir ve Kur’an okuma.
Eğer buralarda halÂveti bulursanız ne ÂlÂ.
Bulamazsanız biliniz ki, zevkle amel etme kapısı kalbin katılığı sebebiyle size kapalıdır.”(12)


Zikrin Faydaları

Zikrin faydaları sayılmayacak kadar coktur.
Bunlardan bazıları şunlardır:

...
1. Zikir, şeytanı kişinin yanından uzaklaştırır ve Allah TeÂlÂ’nın hoşnutluğunu kazandırır.

2. Kalpten gam ve tasayı giderir.

3. Kalbe ferah, sevinc ve rahatlık verir.

4. Kalbi ve yuzu nurlandırır.

5. Bedeni ve kalbi guclendirir.

6. Dinin ruhu olan sevgi ve muhabbeti temin eder.

7. İhlÂs kapısının acılmasına vesile olur.

8. Allah’a kurbiyeti sağlar, mÂrifet kapılarından en buyuğu o sayede acılır.

9. Zikir, kalbin hayatiyeti icin balığın suya duyduğu ihtiyac gibidir.

10. Kalbi cilalandırır.

11. Zikir, hataları onler, hatta giderir, yok eder.

12. Allah’ı zikreden kimse,
Allah’a yaklaşır, hatta O’nunla beraber olur.

13. Zikir, kalbin şifa ve ilacı, gaflet ise marazıdır.

14. Zikir, Cehennem ile kul arasında bir duvardır.

15. Zikir, dilin gıybet, yalan vs. gibi batıl ve haram şeylerle meşguliyetini onler.

Allah’ı anmanın insana sağladığı yarar ve faydaların yanında, bundan uzaklaşmanın da bir takım cezaları gerektirdiği muhakkaktır.
Nitekim Allah TeÂlÂ: “Kim beni anmaktan yuz cevirirse şuphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet gunu kor olarak haşredeceğiz.”
(TÂhÂ, 20/124) buyurmaktadır.

__________________