Ayağa batan bir dikenin bile kaza ve kader kitabında bir anlamı vardır. Bu bir uyarı, daha buyuğune işaret eden bir anlama sahip olabilir. Ayrıca bir gunahın da şefkat tokadı olabilir. Belki de iki ayrı anlama da gelebilir. Ama mutlaka Allah’tan mesajlar icerir. Bozulan bir camaşır makinesi kişinin tovbe edeceğini ve yeni bir hayat rotası cizeceğini onceden haber verebilir. Ayrıca bir şukursuzluğe ve isyana da ufak bir kulak cekme anlamı da icerebilir. Duvardan duşen bir resim o kişinin kalbini kırmaya, olumune, itibardan duşmesine ima edebilir. Yani kader oyle bir kitap ki buyuk olaylar gercekleşmeden once yavaş yavaş konunun gelişmesine ve nirengi noktalarına yeri geldikce değinebilir, ceşitli dokundurmalarla onceden bazı şeyleri haber verebilir. Ayrıca onceden yaşadığımız iyi veya kotu eylemlerimizin dunyadaki manevi odulleri veya cezaları olabilir de.
Musluman kaza ve kader kitabını okurken kafayı bazı şeylere takmamalıdır. Yoksa saplantılı takıntılı bir psikolojik rahatsızlığa yakalanabilir. S. Freud bu psikolojik rahatsızlığa yakalananların cok zeki insanlar olduğunu soylemektedir. Bunun nedeni bu insanların başlarına gelen olay ve olgularda bazı ilahi kanunların farkına varmaları, yani olay ve olguların gelişiguzel olmadığını, belli kanunlarla cereyan ettiğini algılamalarıdır. Ama onlar bazı şeylere takılıp kalırlar ve bunlarla hayatlarını zorlaştırırlar. Bir Musluman icin boyle bir tehlike olmamalıdır. Musluman ilahi kanunlara değil Allah’a guvenir. Bir takım uyarılar algılarsa hayatını zorlaştırmaz, duasını yapar, Allah’a tevekkul ederek işine gucune bakar. Kotu bir şey başına geldiğinde hayatını gozden gecirip hatası varsa tovbe edip sabır gosterir. İmtihandan gecirildiğini anlar. İsyan etmez. Onun amacı ders almak ve benzer hataları yapmamaktır. Musluman’ın kafasına taktığı tek kitap Kuran-ı Kerim olmalıdır. Daima onu okumalı, hayatını ona gore duzenlemeli ve onun emir ve yasakları ile hayatını sorgulamalıdır. Tabii kaza ve kader kitabı ahrette bize sunulacak amel defterimiz olacağı icin ihmal de edilmemelidir. En az haftada bir kez kontrol edilip uzerinde tefekkur edilmelidir.
Musluman madem kaza ve kadere, hayır ve şerri Allah’ın yarattığına inanıyor, oyle ise ara sıra kaza ve kader kitabını okumalı ve yaşadığı olaylarla Allah’ın kendisine nasıl mesajlar verdiğini duşunmelidir. Bu guzel bir tefekkurdur.
Tabii burada kaza ve kader konusunda yanlış bir itikada duşmemek icin ehl-i sunnetin cizgisini hatırlatmakta fayda vardır. Her şey bir amac icin gercekleşmekte ve Allah’ın izni ile yaratılmaktadır. Başımıza gelen butun hayır ve şerler ve bizim yaptığımız butun iyi kotu her şey de bu kapsamdadır. Her şeyi yaratan Allah’tır. İnsan kalbinde gecirdiği bir niyetle Allah’ın yarattığı filleri sahiplenmektedir. Daha doğrusu Allah bu niyetle kulu o yaptığını sandığı fiillerden sorumlu tutmaktadır. Boylelikle kula verilen cuzi irade (kısmi irade) doğmaktadır. Kul cuzi iradesi ile bazı şeyleri yapmak icin harekete gecmekte, bu sırada yaptığını sandığı filleri Allah yaratmakta ve kulu bunlarla sorumlu tutmaktadır. İsterse bunları yaratmayabilir de. ‘HÂlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı. (bk. Saffat suresi, ayet 96).’ Bakınız şu ayette de Allah nasıl da doğadaki en kucuk bir fiile bile sahip cıkıyor: ‘Bir yaprak bile O’nun ilmi dışında yere duşmez. (En’am suresi, ayet 54)’
Hayatımızda gercekleşen her şey Allah’ın izni ve yaratması ile meydana geldiği icin gelişiguzel meydana gelmez. Kompozisyon icindeki kelime, icerisinde bulunduğu cumleye belli bir anlam kattığı gibi bu cumle de kompozisyon icerisinde bir işleve sahiptir. Bunun gibi gerek irademizle gerekse irade dışı meydana gelen her şey icin bu kural gecerlidir. Yani ister farkında olalım ister olmayalım bizim icin kaza ve kader adı verilen bir kitap yazılıyor. Bu kitabın her satırı da diğer satırla şu veya bu acıdan irtibatlı bulunuyor. Ahirette bu kitap bize sunulmadan once okumakta ve bu satırlar arası ilgileri gormekte buyuk bir fayda vardır. Aslında bunu her zaman yapmalı ve surekli icerisinde bulunduğumuz olayları birbiri ile ilgi kurarak anlamlandırmalıyız. Bu kitabın sonunun iyi bitmesi icin daima değerlendirmelerde bulunmalıyız. Tefekkuru elden bırakmamalıyız.
Allah’ın değişmez, şaşmaz kanunlarını kaza ve kaderi değerlendirirken gormek imanın yakinleşmesini sağlar. Zira nefis yaşanan olaylardan ders alır. Entelektuel zekÂyla nefsin pek bir ilgisi yoktur. Allah’ın değişmez ve şaşmaz kanunlarından birincisinin başa gelen butun bela ve musibetlerin gunahlarımız neticesi olduğunu bilmektir. “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz gunahlar nedeniyledir. Hatta Allah gunahlarınızın coğunu da affeder (Şûr suresi, ayet 30).”, “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kotuluk ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, ayet 79).” “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).”
Yalnız kişi başkaları icin edep gereği bu olcuyu kullanmaz. Onlar icin Allah yuce makamlar ihsan etmek icin bela ve musibete ducar ediyor diye duşunur ve boyle de konuşur. Cunku yuce Allah bela ve musibet konusunda başka bir ayet-i kerimede şoyle buyuruyor: “Ey muminler, (itaat edeni asi olandan ayırt etmek icin) sizi biraz korku, biraz aclık, biraz da mallardan ve mahsullerden eksiltmek ile imtihan edeceğiz. Ey resûlum, sabredenleri mujdele! (Bakara suresi, ayet 155)” Başkaları hakkında başlarına gelen bela ve musibetleri gunahları yuzunden olduğunu duşunduğumuz zaman suizan yapmış oluruz ki bu buyuk bir gunahtır. Başımızı da manevi olarak belaya sokar. Zira bir hadis-i şerifte mumin kardeşinizi kınadığınız bir husus başınıza gelmedikce olmezsiniz diyor. Bela ve musibetlerin gunahlarımız yuzunden olduğunu ancak nefsimizle baş başa kaldığımız anlarda kendimiz icin duşunuruz. Bu konuda kendimizi sucladığımız anda Allah ilgili bela ve musibetin hangi gunahımızdan doğduğunu kalbimize ilham eder. Bu guzel bir tefekkurdur. Şayet insanın kendini toparlamasına ve tovbe etmesine vesile olursa cok buyuk bir nimettir. Hadis-i şerifte belirtildiği uzere bir saatlik tefekkurun yetmiş yıllık ibadete denk olduğu cinsten buyuk bir ibadettir. Cunku kişinin nefsi sozlerle, kitaplarla pek yola gelmez. Ama şoyle bir Allah’ın kudretiyle yazılan kaza ve kader kitabına bakıp da onundeki bela ve musibetlerle gunahları arasındaki ilgiyi gozle gorurcesine anlayınca hatasını anlayıp gittiği yolu duzeltebilir. Bu ancak boyle bir tefekkurle mumkundur. Yoksa kimse kimsenin sohbetinden, kitaplarından etkilenerek yolunu pek değiştirmez. İnsan nefsi demin de dediğimiz gibi entelektuel zekÂnın sunumlarına pek değer vermez. Ama ne zaman ki işin ucu kendisini rahatsız etmeye başlar, bela ve musibet kapısını calar, o zaman bazen şapkayı onune koyarak şoyle bir kaza ve kader kitabının satırlarını okumaya başlayabilir. Allah’ın ihmal etmediğini ama muhlet verdiğini gorebilir. Tabii bu da ancak kalbinde iman varsa, hususiyle kaza ve kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna iman kalbinde varsa, bu aydınlanma mumkun olur. Bu yoksa boyle bir kişi her şeyin tesaduf sonucu olduğunu duşunur. Başa gelen bela ve musibetlerden ders cıkarmaz. Onu bunu suclar durur. Oc alma duyguları ile şişer. Vakti ah vah etmekle gecer. Gorunen nedenlere bakar, vaktini bunları eleştirmekle harcar. Gunahlarla bela ve musibetler arasındaki derin ilişkileri sezmez. Anlamak da istemez.
Elbette bela ve musibetler durduk yerde başa gelmez. Birileri bunlardan sorumlu da tutulabilir. Mumin bu konuda hakkı ve hukuku yukseltmeli, bunun gereğini yerine de getirmelidir. Bunun icin gerekiyorsa polise, mahkemeye başvurmalıdır. Bu yapılması gereken bir gorev ve odevdir. Hakkı hukuku aramamak, ayrı bir sorumluluktur, manevi yuktur. Ama iş bununla bitmemelidir. Bir de sucu kendimizde arayarak kaza ve kader kitabında hangi kotu amelimizin karşılığı olarak kaza ve kader nicin gelip bizden bunun icin, yani gizli adalet icin, bu bela ve musibetle kapımızı caldı diye sormak gerekir. İşte bu sorgu ve sual nefse cok ağır gelir. İnsan bu noktada nefsine toz kondurmak istemez. Hatasını gormek hoşuna gitmez. Ama şunu bilelim ki nefsimiz kÂfilerden bile alcaktır. Mumin her daim nefsi ve şeytan ile harp halindedir. Bu savaş asla bitmez. Son nefeste bile daha cetin olarak devam eder. Bazen insanın kendisini kaybettiği anlar olabiliyor bu imtihanda. O zaman işlenen gunahlar gerci unutulup gidiyor. Ama kaza ve kader unutmuyor. Allah boyle bir eksiklikten uzaktır. Gizli adaletin carkları işliyor. Yeri geldiğinde Allah bizim o gunaha tovbe etmemiz, doğru yola girmemiz, tabii en onemlisi de kaza ve kaderin bu sırlarına vakıf olup imanımızın artması icin bela ve musibet olarak onumuze bu gunahların meyvelerini getiriyor. Allah mutlaka bu anlarda ilhamlarla kula ‘Bak,’ der, ‘goruyor musun ektiğin gunah tohumlarını, ağac oldu meyve verdi, ye de bak ne kadar acı, işte sen bunları benden utanmadan yaptın, gel tovbe et ve yoluma gir de seni temizleyeyim, sana merhamet edeyim, bari ahrette bu bela ve musibetler senin icin bir ibadete donuşsun de cektiğin sıkıntılar bir şeye değsin. Sana yarasın.’ Onun icin veliler ‘Kahrında hoş lutfunda hoş’ demişlerdir. Cunku Allah’ın bu dunyadaki kahrı tovbeye ve sabra donuştu mu ibadet hukmune geciyor ve ahrette rahmete vesile oluyor. Tovbe etmiş, hak yola girmiş kul bu kahra hic şukretmez mi?
Allah’ın değişmez ve şaşmaz kanunlarından birincisinin başa gelen butun bela ve musibetlerin gunahlarımız neticesi olduğunu bilmek olduğunu soyledik ve bu konuyu da yeterince actık sanırım. Allah’ın değişmez ve şaşmaz kanunlarından ikincisinin de bir zamanlar yapılan iyiliklerin, gonul almaların, hayır ve duaların da hayatımızı kolaylaştıran ve geliştiren imkÂnlara donuştuğunu gormektir. Yaşadığımız guzellikler ve iyi haller de boyle bir kanuna bağlıdır. Gerci bunlarda nefsin kendisine pay bicmesi doğru değildir. Zira iyi haller Allah’ın bir lutfu olarak gorulmelidir. “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kotuluk ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, ayet 79).”
Allah her birimize rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
__________________
Kaza ve Kadere Rızanın Değerlendirilmesi: Tefekkur
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Kaza ve Kadere Rızanın Değerlendirilmesi: Tefekkur