Sihir ve buyuye karşı ne yapabiliriz?İnsanı kufre goturen sihir ve buyude, Allah’tan başkasına bağlanma ve Allah’tan başkasının gaybı bilebileceğini sanma gibi hepsi de İslam’ın temel ilkeleriyle bağdaşmayan pek cok olumsuzluk vardır.
Peygamberlerin ortaya koyduğu aydınlık yolun ilkelerini ozumseyemeyen ve bunu kendi cıkarları ve sahte konumları bakımından tehlikeli goren birtakım insanların oteden beri başvurageldikleri karanlık işlerden biri de sihir ve buyudur. Toplumda İslÂmî konulardaki temel bilgi ve kultur azalmasına paralel olarak buyuculuk, falcılık, astroloji, kahinlik ve medyumluk gibi İslam’ın onaylamadığı birtakım hayali ve karanlık yontemlere talep artmaktadır. Maalesef bu talep, onemli bir pazar oluşturmakta ve bu pazar, bu tur karanlık işlerden cıkar sağlayanların işini kolaylaştırmaktadır. Halbuki İslam Dini; falcılık, kehanet, sihirbazlık, medyumluk ve benzeri faaliyetleri şiddetle yasaklamıştır.
Kur’Ân-ı Kerim’de şoyle buyrulmaktadır: “…fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı.” (Maide: 3) “Ey iman edenler! (Aklı orten) icki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kacının ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide: 90) “…duğumlere ufleyenlerin kotuluğunden, …sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.” (Felak: 1-4)
Hz. Peygamber sihri en buyuk gunahlardan saymıştır. (Ebu DÂvud, VesÂya 10). Hadis-i şeriflerde buyuculere ve medyumlara başvuran kişilerin, Allah’ın yardımından mahrum kalarak başvurdukları yontemlerle baş başa bırakılacakları anlatılmaktadır. İslam’a gore her işin meşru fiziki ve maddi sebeplerine sarılmak, her işte sebeplere sımsıkı sarıldıktan sonra duayla bunu sağlama bağlamak ve işleri Allah’a havale etmek gerekmektedir. Dolayısıyla sihir, kehanet, medyumluk ve benzeri uğraşlara itibar edilmez. Muslumanların bunlardan uzak durması ve bunlarla meşgul olanlara ilgi gostermemesi gerekir. Sihirde yalan, aldatma, kandırma, goz boyama, saf zihinleri bozma, Allah’tan başkasına bağlanma ve Allah’tan başkasının gaybı bilebileceğini sanma gibi hepsi de İslam’ın temel ilkeleriyle bağdaşmayan pek cok olumsuzluk vardır. Bu itibarla sağlam inanclı bir Musluman, bunlardan uzak durur, inancına golge duşurebilecek şeylere itibar etmez.

Buyunun tarihi eski
Soru: Bazı insanlar, en kucuk musibetleri bile buyuyle irtibatlandırarak kendilerine sihir yapıldığını duşunuyor ve uzerlerinde hissettikleri gizli guclerin tesirlerinden kurtulmak icin kapı kapı dolaşıp “nefesi kuvvetli” kimseler arıyorlar...

Kotu niyetle ve cıkar duşuncesiyle, bazen metafizik gucleri de kullanarak, meşru olmayan yollarla insanları aldatmaya ve hatta onlara zarar vermeye yonelik gozbağcılık ve duzenbazlık şeklindeki işlere “buyu” denir. Arapca’da “sihir” adı verilen buyuyu, metafiziğin fiziğe tesir etmesi ya da fizik otesi bazı kuvvetlerin ruhu ve cesedi etkilemesi neticesinde insanın tuhaf şeyler hissetmesini, duymasını ve gormesini sağlamak şeklinde tarif edenler de olmuştur. Sihrin, maddî değil de ancak vehim ve hayal boyutunda bir etkisi olabileceği goruşunu savunanlar ise, onu, becerikli bazı kimselerin sergilediği el cabukluğu, algı yanıltması, bazı fizik kanunlarını istismar etme, uyuşturucu veya sarhoş edici maddeler icirerek bir kısım insanları etkileme ve gercekte normal olan bir olayı olağan ustu yanları varmış gibi gostermeden ibaret saymışlardır.
Buyuculuğun koku cok eskilere dayanmaktadır. Oyle ki, Hazreti İbrahim’in peygamber olarak gonderildiği Babil halkının onceleri ruhlara ve meleklere ibadet eden, daha sonra da yıldızlara, aya, guneşe ve bunlar adına yapılmış putlara tapan kimseler olduğu rivayet edilmektedir. Gunumuze kadar gelip ulaşan ve ozellikle inancı zayıf kimseler arasında yaygınlaşan yıldız falına inanma ve yıldızların gucune sığınma da onlardan kalmıştır.

Sihir ve buyu Tevrat’tan once de uygulanıyordu
Hz. İbrahim, muhataplarını ikn etmeye calışırken sık sık ay, guneş ve yıldızlara atıfta bulunmuş; boylece o donemde one cıkan ve devrin insanlarınca değer verilen meseleleri de nazara vermiştir. Cinleri yardım icin cağırma gucune sahip olduklarına ve bazı gizli gucleri diledikleri gibi kullanabileceklerine inanan Babilliler, bu yonleriyle Mısır medeniyeti uzerinde de cok buyuk izler bırakmışlardır. Babil’den kalan falcılığı ve sihirbazlığı daha da ileri goturen Mısırlılar coğu meseleleri buyuyle halletmeye calışıyor, gozbağcılık yapıyor ve hemen her hususta illuzyona başvuruyorlardı. Eski Mısır, dunyalarını yalan uzerine bina eden gozbağcı sihirbazlarla, onları bu işe sevk eden mutekebbir firavunların hakimiyetindeydi. Bazı Yahudiler arasında da sihre itikat pek revacta idi. Cin ve peri cağırmak, kotu ruhları esir almak, gizli gucleri kullanarak harikalar meydana getirmek, buyu ve efsun yapmak gibi şeyler Yahudiler arasında da mevcuttu. Fakat, bunların kaynağı İsrailoğulları ve Tevrat değildi. Onların batıl inancları da, tılsımlarla guc kazanmaya ve buyuden kuvvet almaya bağlı bir akım olan Kabalizm’in menşei gibi, Eski Mısır’ın putperest anlayışına ve firavunların sihirbazlarına dayanıyor, hatta Babil’e kadar uzanan bir cizgi takip ediyordu. Cinliler de buyuyle yakından ilgileniyorlardı. Haddizatında, eskiden iyi-kotu butun ilimler, hep Uzakdoğu’dan geliyordu. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz’in (sas) “İlim Cin’de bile olsa gidip alın!” sozunu sadece ilim iştiyakına ve araştırma aşkına bağlamak doğru değildir. Gerci, bazı muhaddisler, bu sozun, Efendimiz’e isnat edilen “uydurma” bir beyan olduğunu ve senet zincirindeki kırılmalardan dolayı hadis kabul edilemeyeceğini vurgulamışlardır; fakat, “Bu zayıf bir hadistir” diyenler de olmuştur. Şayet, bu ifadeyi hadis kabul edersek, şoyle duşunebiliriz: Allah Rasûlu daha uzak bir yeri de işaret edebilirdi; fakat, Cin’i nazara vermişti. Demek ki, belli bir donemde eski dunya itibarıyla Cin’de ilim cok gelişmişti. İlmin gelişmesinin yanı sıra efsanevî şeylere olan ilgi de artmış; sihir de yaygınlaşmıştı.


Kabalacılar, Hz. Suleyman’a buyucu derler!
Dinler tarihine gore, tenasuh eski Mısır halkının “Hermes”ine dayanmaktadır ve Pisagor (Pythagoras) vasıtasıyla kadîm Yunan’a goturulmuştur. Pisagor, ruha dair bazı duşunceleri Mısır’dan İyonya’ya taşırken, gorunmez kuvvetlere hukmetme duşuncesini de taşımış, zamanla Yunan-Roma medeniyetinde de, Şark’ta olduğu gibi, buyuculuk ve falcılık rağbet bulmuştu. Rasûl-u Ekrem Efendimiz’in muasırı olan Yahudiler arasında da buyu cok yaygın idi. Onlar Hazreti Suleyman’ın -hÂşÃ‚- buyuk bir sihirbaz olduğunu, hukumdarlığı sihir ile elde ettiğini, ins u cinne de yine buyu ile hukmettiğini soyluyor; aynı yolla hem cok guclu hÂle gelebileceklerini hem de başka kavimlerin icine korku salacaklarını duşunuyorlardı. Kur’an-ı Kerim, Hazreti Suleyman’ın bir peygamber olduğunu bildirince, onlar -hÂşÃ‚- “Muhammed Suleyman’ı peygamber sanıyor, halbuki o bir buyucudur.” demişlerdi. CenÂb-ı Hak, Bakara sûre-i celîlesinin 102. ayet-i kerimesiyle onların bu iddialarına cevap vermiş ve şoyle buyurmuştu: “Tuttular Suleyman’ın hukumranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sozlere tÂbi oldular. Halbuki Suleyman kufre girmemişti. Fakat asıl o şeytanlar kufre girdiler. Halka sihri ve Babil’de HÂrut ve MÂrut adlı iki meleğe indirilen şeyleri oğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan icin gonderildik, sakın kÂfir olmayasınız!” demedikce hic kimseye (sihir yapmaya vesile olabilecek) bir şey oğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını acacak şeyler oğreniyorlardı. Allah’ın izni olmadıkca onlar bununla hic kimseye zarar veremezlerdi. Fakat, onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler oğreniyorlardı. Doğrusu, buyuye muşteri olan kimsenin Âhiretten nasibi olmadığını da pek iyi biliyorlardı. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kotu! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara, 2/102). Bu ayet, HÂrut ve MÂrut kıssasının ozunu ve icyuzunu de acıklamaktadır. Bazı mufessirler, onların birer melek değil sembol ve mecÂzî ifade olduğunu soyleseler de, genel kanaate gore, HÂrut ve MÂrut, Suleyman Aleyhisselam doneminde Babil’de insan şeklinde ortaya cıkan, kotuluk icin kullanmamaları şartıyla insanlara sihir ilmini oğreten ve insanlar icin imtihan vesilesi olan iki melektir. Bu ilmi kotuluk ve kufur yolunda kullanan fÂsıkların aksine HÂrut ve MÂrut, “Biz imtihan vesilesiyiz; biz hem kaybettiririz, hem de kazandırırız; bu oğreteceğimiz şeyler fitneye musaittir ve kotuye kullanılması da kufurdur; aklınızı başınıza alın ve bu imtihanı kaybetmeyin.” demedikce hic kimseye hicbir şey oğretmiyor ve muhataplarını suiistimale karşı uyarıyorlardı.

HÂrut ve MÂrut imtihan icin oğretiyorlardı
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın da ifade ettiği gibi, HÂrut ve MÂrut adlı meleklerin oğrettiği bilgiler bizatihi sihir değildi, ancak o bilgiler sihir yapmaya ve suiistimal neticesinde kufre duşmeye de acıktı. Nitekim, soz konusu ayette “o iki meleğe indirilen şey” hakkında acıkca sihir tabiri kullanılmamış, o “şey” sihre atfedilmiştir.
Buyu İslÂm’dan once ozellikle Babil ve Mısır medeniyetinde oldukca gelişmiş; zamanla Cin ve Hindistan’da da rağbet gormuş ve inanc acısından metafizikle ilgili mulahazalara cok yatkın olan Doğu insanının eliyle iyice yaygınlaşarak Batı ulkelerine kadar ulaşmıştır. Meleklere ve cinlere inandıkları icin fizik otesine aşina olan Muslumanlar o eski medeniyetlerle irtibata gecince buyu ile de tanışmış; tutsu, tılsım, muska ve fala bakma gibi bidatları onlardan almışlardır.
İslÂm alimleri sihri bazı kategorilere ayırmış; yıldızların tesirine dayandırılan ve “tılsım” denilen daha cok KeldÂnîlerin kullandığı sihirden ruh cağırma, hipnotizma ve benzeri yollarla insanlar uzerinde muessir olma şeklindeki buyuye, cinlerin gizli kuvvetlerinden yararlanılarak yapıldığı ileri surulen ve halk arasında “cincilik” olarak bilinen sihirden el cabukluğu ile birtakım şaşırtıcı oyunlar gostererek bir goz boyamadan ibaret olan “illuzyon”a, farklı farklı aletlerle yapılan buyuden ceşitli ilacların ve kokuların kullanılmasıyla ortaya konulan tuhaflıklara, İsm-i A’zam’ı bildiği iddiasıyla karşısındakileri psikolojik baskı altına almaktan insanların gizli yanlarını bir şekilde oğrenerek onların kalblerini okumuş gibi yuzlerine soylemek şeklindeki hokkabazlığa kadar pek cok buyu ya da buyu olarak değerlendirilebilecek duzenbazlık ceşidi saymışlardır.


Efendimiz’e de (sas) buyu yapılmıştır
Ehl-i Sunnet alimlerine gore, sihir bir gercektir ve onun bazı turlerinin fizikî dunyaya tesirleri de soz konusudur; ancak bu tesir sihirbazın değil, onun sebepleri yerine getirmesi neticesinde Allah’ın yarattığı bir tesirdir. BuhÂrî ve Muslim gibi sahih hadis kitaplarında, Allah Rasûlu’ne de (aleyhi ekmelu’t-tehÂyÂ) buyu yapıldığından bahsedilir. Mutezile alimleri ve bazı modern yorumcular boyle bir hadiseyi kabul etmeseler de muteber kaynaklarda bu mesele anlatılmakta ve CenÂb-ı Hakk’ın bir hikmete binaen izin verdiği bu buyu sebebiyle, Peygamber Efendimiz’in “mukarrabînin yanılması” cercevesinde bazı sahabiler tarafından -bir kısım kucuk farklarla- rivayet edilmektedir. AshÂb-ı kiram, nubuvvet pÂyesiyle telif edemedikleri oyle bir vakayı soylemeyip gizleyebilirlerdi. Fakat, Rasûl-u Ekrem uzerinde cok kısa sureli ve kucuk tesirleri gorulen bu olayı nakletmede bir mahzur gormemişlerdi.
O hadiseyi nakletmek suretiyle, buyunun, Peygamber Efendimiz uzerinde, dinin ve diyanetin ruhuna dokunmayacak şekilde, muvakkat bir tesirinin hÂsıl olduğunu belirterek hem onun bir şer olduğunu gostermiş hem de oyle bir musibete maruz kalanların ne yapmaları gerektiğini talim buyurmuşlardı. Zaten, o sihirden sonra Allah Rasûlu’nde sadece birkac namazda “mukarrabîn sehvi” diyeceğimiz turden yanılmalar gorulmuş ve bu hal uzun surmemişti. O yanılmalar da, uhrevî duşuncelerin ve dava yorungeli mutÂlaaların bir insanı alıp bir yuce ufka taşıması ve ona bulunduğu zamanı-mekanı muvakkaten unutturması şeklinde olmuştu. Oyle ki, yuksek duygulara ve uhrevî mulahazalara bağlı o ceşit yanılmalar bizde vuku bulsa, bizim icin birer fazilet vesilesi bile sayılabilir; cunku, o sehivlerin arkasında dava duşuncesi vardır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine buyu yapıldığının farkına varınca dua etmiş ve CenÂb-ı Allah’tan şifa dilemişti. Cok gecmeden Hazreti Cibrîl ve MikÂil (aleyhimesselam) gelerek işin hakikatini Efendimiz’e haber vermiş; Allah Rasûlu’nden alınan bir tarak sac-sakal ile hurma ciceği kullanılarak Lebîd İbn-i A’sam tarafından yapılan buyunun Zervan kuyusuna atıldığını soylemişlerdi. Rasûl-u Ekrem, bazı ashÂbıyla beraber o kuyuya gitmiş ve kuyuyu kapatmışlardı. Hazreti Aişe, “Ya Rasûlallah, sihri cıkardınız mı?” diye sorunca Efendimiz, “Hayır cıkarmadım. O sihri cıkarıp cozmekle halk arasında sihrin şuyû bulmasından endişe ettim.” buyurmuş; Cenab-ı Hakk’ın, kendisine şifa verdiğini ve şifa bulmak icin ill sihri cozmek gerekmediğini belirtmişti. (Bazı rivayetlerde, Hazreti Peygamber’imizin buyuyu kuyudan cıkardığı; ama halka teşhir etmediği de anlatılmaktadır.)


Buyu kişiyi kufre goturur
İslam, buyuyu ve buyuculuğu kesin bir dille yasaklamıştır: Kur’an-ı Kerîm buyuculerin iflah olmayacağını belirtmiştir (TÂhÂ, 20/69). “Bir duğume ufuren sihir yapmış olur; sihir yapan da şirke girmiş sayılır.” buyuran Rasûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) sihrin buyuk gunahlardan ve helak edici yedi curumden biri olduğunu beyan etmiştir. Bir hadis-i şerifte eşlerin arasını acmak icin efsuna başvurmanın, ipliğe okumanın ve buyu yapmanın şirk olduğunu soyleyen Peygamber Efendimiz, başka bir hadiste de, “Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan bir şey sorar, soylediklerine inanır ve tasdik ederse kufre girmiş olur.” buyurmuştur. Bu hadisleri delil olarak getiren bazı alimler, sihirbazın kÂfir olduğuna hukmetmişlerdir. Evet, goz boyama ve el cabukluğuyla insanları aldatma şeklindeki bazı turleri goz onunde bulundurulunca buyu yapan herkes hakkında “kufre girmiş olur” hukmu verilemezse de buyunun her ceşidinin haram olduğunda şuphe yoktur. Allah Rasulu’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) buyude bir tesir-i hakiki olduğuna inanıp Cenab-ı Hakk’ın guc ve kuvvetini gormezlikten gelmeye, buyuyu ticarî bir iş edinmeye ve insanların maneviyat boşluklarını onunla doldurmaya calışmaya kufur nazarıyla baktığı da aşikardır. Hususiyle bazı cevreler, bu turlu metafizik mulahazaları dinin yerine koymaktadırlar. Yogayı, meditasyonu, illuzyonu ve fizik otesiyle alakalı ruhî tecrubeleri dine karşı bir alternatif olarak takdim etmektedirler.


Huzurun kaynağı imandadır
Din sayesinde ulaşılabilen huzura, saadete ve bir kısım fevkaladeliklere, bu yollarla da ulaşılabileceğini iddia ve ilan ederek, insanları dinden soğutup yogaya, meditasyona ve hicbir sağlam temele dayanmayan ruhî tecrubelere sevk etmekte ve dinin yerine başka metafizik mulahazaları ikame etmeye calışmaktadırlar. Şayet, insanların nazarında farklılık arz eden ve onlara ilk bakışta harikulÂde gibi gorunen bazı hal ve hareketlere ulaşabilirlerse, onlarla caka yapmakta, fevkalÂdeden varlıklar gibi arz-ı endam etmekte ve -acıktan acığa soylemeseler bile- kendilerini peygamber yerine koymaktadırlar. Yogizmden mistisizme, meditasyondan bir kısım batıl tarikatların ayinlerine kadar cok geniş bir alanda bu turlu sapıklıkları gormek mumkundur. Maalesef, bizim ulkemizde o turlu inhiraflara girenlerin sayısı da az değildir. “Namaz, oruc, hac cok onemli değil, bunların hepsi şeklî şeyler. Asıl mesele şudur...” diyerek furuÂta dair bir hususu one cıkaran, dinde her meselenin kendine gore bir konumu olduğunu goz ardı ederek CenÂb-ı Hakk’ın buyuk gorduğunu kucuk kabul eden, O’nun indinde cok kucuk olan bir meseleye de aslan payı veren, dolayısıyla Allah’a karşı saygısız davranan ve ciddi bir inhiraf yaşayan bu kimseler, insanların gonlunde din ve diyanetle doldurulabilecek boşlukları o turlu bÂtıl şeylerle kapatmaya cabalıyorlar. Diğer taraftan da, din ile Allah’a yaklaşabilecek, diyanetle kendi ruhî boşluklarını doldurarak tatmine ulaşabilecek ve Hak nezdinde hoşnut olunan birer kul haline gelebilecek insanları o turlu fantezilerle değişik bir Âleme cekerek meşgul ediyor, Allah’tan uzaklaştırıyor ve dolayısıyla kufre giriyorlar. Buyuyu ya da buyu kategorisine dahil edilen el cabukluğuna dayalı bazı oyunları boyle buyuk bir tahripte kullanmayanlar kÂfir olmayabilir; hadis şerhlerinde gorulduğu gibi belki gunah-ı kebÂir işlemiş olurlar. Fakat, genelde Peygamber Efendimiz buyuye ve buyuculuğe kufur nazarıyla bakmıştır. Netice itibarıyla, sihrin bazı ceşitleri insanı kufre goturuyorsa, ondan tamamen uzak durmak her zaman daha sağlam bir yoldur. Nasıl ki, gıybetin bir ceşidi zinadan daha tehlikelidir.. evet, bir ferdin gıybetini yapmak gunahtır; fakat, bir topluluğun ya da o topluluğu temsil eden bir şahsın gıybetini yapmak sıradan bir gıybet gibi değildir; o zinadan daha tehlikeli ve oldurucu bir gunahtır. Aynen oyle de, buyunun bazı turleri ve onların sebep olduğu bir kısım sapık inanclar vardır ki, onlarla meşgul olmak ve onlara inanmak da kufurdur. Oyle ise, ondan butun butun uzak durmak gerekir. Dolayısıyla, o meseleyi ifade ederken Allah Rasûlu, hikmetle hukum vermiş ve “Sihir kufurdur” buyurmuştur.

Papaz Buyusu propaganda vesilesi
Kimisi buyuyu meslek edinmiş, sihir yapıyor ve kufre giriyor; kimisi de farkına varmadan -hÂşÃ‚ ve kellÂ- Allah’ın gucu ve kuvveti yerine farklı gucler ve kuvvetler farz ediyor, buyu yaptırmak ya da bozdurmak icin kapı kapı dolaşıyor ve kufurle karşı karşıya geliyor. Sanki -hÂşÃ‚- Allah onların yapacağı sihrin onunu alamazmış gibi duşunuyor. Dolayısıyla, CenÂb-ı Hakk’a teveccuh edeceğine bir buyucuden başka bir buyucuye, ondan da bir başkasına koşuyor. Boylece, kesret-i kıble (aynı anda pek cok kapıya yonelme) fÂsid dairesi icine duşuyor. Bir ona bir buna yoneliyor ve itikadı tamamen sarsıldığı icin de hic kimse onun derdine derman olamıyor. İşin vahim bir yanı da, buyu vasıtasıyla insanların korkutulması ve uzerlerinde psikolojik baskı kurulmasıdır. Asırlar once Firavunların muracaat ettiği ve Kabalistlerin de cokca kullandığı bu metotla adeta iradeler felc edilmekte; insanlar hem o turlu şeylerle oyalanarak hayır yollarından uzaklaştırılmakta hem de somurulmektedirler. Mesela, “papaz buyusu” olarak bilinen meşhur sihir ceşidi boyle bir psikolojik silah ve propaganda vasıtasıdır. En tehlikeli buyu ceşidi olarak anlatılan, sonu gelmeyen mubalağalarla cok korkunc gosterilen ve coğu zaman ancak bir papaz tarafından cozulebileceği iddia edilen “papaz buyusu” gunumuzde de cahil insanları psikolojik baskı altına alan korku faktorlerinden biridir. Dilden dile aktarılırken bir heyulaya donuşen ve bir yonuyle “Aman o adamlarla iyi gecinin, sakın onları kızdırmayın; papaz buyusu yaparlarsa bir daha kolunuzu bile kaldıramazsınız” manasına da gelen soylentiler sinsi bir oyunun parcasıdır. Maalesef, sayıları az da olsa, cami golgesinde buyuyen fakat kilise catısı altında papazdan medet uman ve ona buyu cozdurmek icin sıra bekleyen kimselerin varlığı da -şerirlerin lehine- bu oyunun tuttuğunu gostermektedir.


İnsanlar medyumlara niye gidiyor?
Milletin akîdesiyle nasıl oynandığını, dinin huviyet-i asliyesinin bozulması icin ne denli gayret edildiğini ve hurafelerin ne şekilde inanc yerine konduğunu gormek icin medyumlara ve onlara rağbet edenlere bakmak da yeterli olsa gerek. Oyle insanlar var ki, Allah’a, Peygamber’e, dine ve diyanete inanmıyorlar; fakat, bir genel mudurluğe gelip gelemeyeceklerini, bir koltuk kapıp kapamayacaklarını oğrenme umidiyle medyumlara danışıyorlar.
Ulkemiz ve milletimiz icin hayatî ehemmiyeti olan bir kurumun ust seviyedeki bir temsilcisi bile daha yukarıdaki bir basamağa cıkıp cıkamayacağını oğrenme niyetiyle medyumun huzuruna koşuyor! Bu insanların bir kısmı belki de hayatlarında bir kere olsun, kÂinatta en buyuk hakikat olan “LÂilÂhe illallah Muhammedun Rasûlullah” hakikatine kendi azameti olcusunde inanmamışlar. Medyuma inandıkları kadar Allah’a inanmamış zavallı insanlar.


Cozum, Kur’an ve Sunnet’te
Bazı insanlar gercekten buyuye, vesveseye ve evhÂma maruz kalmış ya da habis ruhların hucumuna uğramış da olabilir. Bunlar genellikle Allah’tan uzaklaşma, Peygamber Efendimiz’e karşı mesafeli durma ve Kur’an’dan ayrı kalma neticesinde olur. Oyleyse, careyi yakınlaşmada ve aradaki mesafeyi daraltmada aramak gerekir.
Ayrıca, bazı ağzı dualı kullar vardır; onlar yalnızca Allah rızası icin dua ederler. Hastanın ismini alır, birkac gece kalkar, secdeye kapanır ve yalvarırlar; “Bahtına duştum Allah’ım, Şafi-i Hakiki Sen’sin. Şu kuluna şifa ihsan eyle; onu batıl peşinde koşan insanların eline duşurme; onların eline duşurup perişan etme” der, yakarırlar. Allah TeÂl da murad buyurursa, şifa ihsan eder. Bu yol, enbiyÂ, evliy ve asfiyÂnın yoludur; bu hak dostlarının yolu dururken, Kur’an ve Sunnet gibi hic yanıltmayan muracaat kaynakları bir kenarda beklerken başka kapılara yonelmek aldanmışlıktır. Bu hidayet rehberlerine muracaat edenler butun dertlerine derman bulabilirler. Dertlerine derman bulamasalar da, sabır kalesine sığınır, az dişlerini sıkar ve musibeti vereni bildikleri icin sabrederek evliyÂ, asfiyÂ, ebrÂr ve mukarrabîn mertebesine yukselebilirler.


Hangi duaları okumalıyız?
Soru: Peygamber Efendimiz’in buyuye karşı okumuş olduğu bir dua var mıdır? Kendisine sihir yapıldığına inanan bir insan hangi duaları okumalıdır?

Cevap: Allah Rasûlu (aleyhi ekmelu’t-tehÂyÂ) her gece yatmaya hazırlandığı zaman iki elini acarak birleştirir, İhlÂs, FelÂk ve NÂs sûrelerini okuyarak ellerinin icine ufler, sonra başından ve yuzunden başlayarak uc defa elinin eriştiği kadarıyla butun vucudunu sıvazlar, ondan sonra yatardı. Hazreti Aişe validemiz, Peygamberimizin bunu her gece uc defa yaptığını rivayet etmektedir. Rasul-u Ekrem Efendimiz, kendisine buyu yapıldığını fark ettiği zaman da bu sureleri okuyarak Cenab-ı Hakk’a sığınmıştı. İki elini acıp yan yana getirmiş; İhlÂs, FelÂk ve NÂs sûrelerini okuyarak avucuna uflemiş ve baştan ayağa kadar butun vucudunu meshetmişti. Nakledildiğine gore, Efendimiz bunu 11 defa yapmış; her defasında adeta bir duğumun cozulduğunu hissetmiş ve rahatlamıştı. Dolayısıyla, o turlu bir duruma maruz kalanlar İhlÂs Suresi’ni ve “Muavvizeteyn” dediğimiz FelÂk ve NÂs surelerini on birer kere okumalı ve Peygamber Efendimiz gibi yapmalıdırlar. Buna ilave olarak, Fatiha Suresi, Âyete’l-Kursî ve guvenilir dua mecmualarındaki mesnun (Allah Rasulu’nden nakledilen) dualar da okunup onlarla Allah’tan şifa dilenebilir. Mesela; cin carpmasına maruz kaldığını duşunen bir insan Fatiha Suresi’ni, Bakara Suresi’nin 1, 2, 3, 4, 5, 163, 164, 255, 284, 285 ve 286. ayetlerini, Âl-i İmran Suresi’nin 18. ayetini, A’raf Suresi’nin 54, 55 ve 56. ayetlerini, Mu’minûn Suresi’nin 116, 117 ve 118. ayetlerini, SÂffÂt Suresi’nin ilk on ayetini, Haşr Suresi’nin son uc ayetini, Cin Suresi’nin 3. ayeti ile İhlÂs, FelÂk ve NÂs surelerini okumalıdır. (Bu duanın tam metni Işık Yayınları tarafından neşredilen Mealli Dua Mecmuası’nın Mart-2004 baskısının 161. sayfasında mevcuttur.) Bunları, o derde dûcar olan insan kendisi okuyabileceği gibi, eşler ve ailenin diğer fertleri de birbirlerine okuyabilirler. Ayrıca, gecesi aydın, ağzı dualı, hicbir beklentisi ve iddiası olmayan samimi kimselere dua ettirme de şifa adına başvurulması gereken yollardan biri sayılabilir.


ŞÃ‚fi ve Muessir-i Hakikî Rabbimiz’dir (cc)
Bu arada, bu duaları okuma kadar onemli olan bir husus da, buyuyle imtihan olan şahsın, onu Allah’ın izale edebileceğine tam inanmasıdır. Şayet insanın inancı zayıfsa, yani Allah’ın kendisine şifa ihsan edebileceğine dair şuphesi varsa, butun bu okumalar, yalvarmalar ve dualar şifaya vesile olmayabilir. Fakat, Kur’an’ın bereketiyle ve sağlam bir niyetle Allah’a teveccuh edilirse o dert -inşaallah- zÂil olur. Biz Allah’ın her şeye gucu yettiğine inanmıyor muyuz? Oyleyse, o belayı -hÂşÃ‚- Rabbimiz savamayacak da cinci hocalar (!) ve medyumlar mı savacak? Hayır, nÂcar kaldığı yerde sadece CenÂb-ı Hakk’a teveccuh eden bir insana, Allah mutlaka bir perde acar ve onun dertlerine derman olur. Elverir ki o, başka kapılara gitmesin ve Allah’ı yegÂne Muessir-i Hakiki bilerek O’na yonelsin. Evet, “O’dur beni yaratan ve hayat imkÂnlarını veren, maddeten ve mÂnen yol gosteren. O’dur beni doyuran, O’dur beni iciren. Hastalandığımda O’dur bana şifa veren. O’dur beni oldurecek ve sonra da diriltecek olan. Buyuk hesap gunu gunahlarımı bağışlayacağını umduğum ulu Rabbim de yine O’dur.” (Şuara, 26/78-82) diyen Hazreti İbrahim bu konuda bize ne guzel ornektir. İşte bu imanla hareket etmek lazım. Ac da kalsak susuz da, tokezlesek de duşsek de, bela ve musibetlere maruz kalsak ya da duşmanlarla karşılaşsak da, her halukarda Allah bize yeter. Allah’ın inayet ve riayetinin olduğu bir yerde, başka desteklere ihtiyac yoktur. Sozun ozu, buyu gercektir; ama her şeyi buyuden bilmek yanlıştır. Buyuculerin pek cok gizli bilgilere vÂkıf olduğu ve tabiat ustu işler başarabildiği şeklindeki inanclar İslÂm’a aykırıdır. Sihri bir sektor haline getirip insanları Allah’tan ve dinden uzaklaştırmak, dinin yerine bu turlu metafizik mulahazaları ikame etmek kufurdur. Sihrin haram olduğuna inanmakla birlikte, iman zaafından dolayı sihir yapmak veya yaptırmak da buyuk gunahtır. Allah’a tam teveccuh etmişsek- kimsenin bize zarar veremeyeceğine kat’î surette inanma bu konuda bize duşen vazifelerdir.


AİLEM DERGİSİ
__________________