Takım elbiseye sığmayan...
Takım elbiseyle karanlık basmak uzereyken saha kenarına gelir ve bağırırlardı: "Basit oyna, kademeye gir, uzun at." Her şehrin, her mahallesinde bir zamanlar yıldız futbolcuydular, sonra ağabeyliğe, babalığa terfi ettiler. Aralarında bazıları hızını alamaz, ceketi cıkarır, sabah boyattığı ayakkabısıyla kaledeki ufaklığa beş penaltı atardı. Onlar futbolu iyi bilirdi ve mahalledeki cocukların doğal teknik direktoruyduler. Pro lisansa ihtiyacları yoktu, sistemci değildiler, sabah kalkıp gitmeleri gereken bir işleri vardı... Hikayemizin asıl kahramanları ise stadyumlarda 10 binleri, ekran başında milyonları ayağa kaldırmış, futbol tarihine adlarını kazımış, kramponları astıkları gun sevenlerini ağlatmış sonra hızını alamayıp teknik direktorluğe soyunan isimler... Futbol onların hayat boyu işi oldu. Başka iş denedilerse de başarısız oldular cokca... Lakin bu guzel ama huysuz oyun sahadaki her efsaneyi yedek kulubesinde efsane bırakmıyor ne yazık ki! O buyuk futbolcular gun geliyor, tribundeki taraftara "Bu adam futboldan anlamıyor (!)" dedirtiyor. Evet, Hagi'den ilham olan ancak onunla sınırlı olmayan bir hayal kırıklığı hikayesi bu. Buyuk futbolcudan buyuk teknik adam olmaz derneği uyesi onlar. Cruyff gibi (hem efsane futbolcu hem de efsane teknik adam) antitezler uretse de bu oyun, futbolun bircok efsanesi, iş hoca olmaya gelince uzduler, uzulduler... Hagi, Maradona, Gullit, Matthaus, Jean Pierre Papin, Stoichkov, Ronald Koeman, Passarella, Boniek ve hatta kimilerine gore Arthur Zico! Hepsinin hikayesi ayrı ama ortak yonlerini bulmaya calışalım. KULUP YONETİMİYLE GECİNEMEZLER 1 Soyunma odasında verdikleri taktikle yetinmezler. Saha kenarında 90 dakika oturmaz ve surekli oyuncularını uyarırlar. Tac atan futbolcuya bile hangi yone atacağına soyler, serbest vuruşlarda takım savunmasını yerleştirirler. Basketboldan sonra futbolda da tartışılan 'overcoaching' (kenardan aşırı taktik) sahadaki futbolcuların kimyasını değiştirir, kimlik kaybı yaratır. Saha kenarından fırca yiyeceğini bilen futbolcu korkudan uc metreye pas atamaz hale gelir! 2 Kramponlarını cıkarmış, jubilelerini yapmış ancak futbolu hicbir zaman bırakmamışlardır. Teknik adamlık tercihi biraz da eşofman sevdasıdır. Takım elbiseyle maclara cıkarlar ama antrenmanlardaki cift kale maclarda yeleği giyer oyuna dahil olurlar. Zaten onlara kalsa 11'i yazarken tahtaya ilk kendi isimlerini yazarlar. Yonetilenden yonetene gecişteki sancı hic cıkmaz karınlarından... 3 Uzun yıllar ust duzey futbol oynayıp, pek cok yonetici tanıdıklarından teknik adamlıklarında kulup yonetimleriyle gecinemezler. İşlerine karışılmasını istemezler. Kulup başkanı ile kavga eder, son yılların icadı futbol profesyonellerini takıma yaklaştırmazlar. Transfer mutlaka onların listesinden yapılmalıdır. Disiplin kurallarını da kendileri belirler, kapıdan girdiklerinde takıma ketcap, mayonez yemeyi yasaklarlar mesela! Bir de hepsi illa ki sponsor organizasyonlarından nefret eder... 4 Efsane oldukları donemdeki futbol sistemlerine sadık kalan muhafazakar kafaya sahiptirler. Futboldaki gelişime gozlerine kapatırlar. Yeni antrenman teknikleri, kondisyon antrenmanları fazla bilimseldir! Futbolun en yetenekli adamları icin başarının bir numaralı sırrı yine yetenektir. Yeni bir diziliş toplu intihardır. Guardiola (Barcelona), Villas Boas (Porto), Jurgen Klopp (B.Dortmund), Ertuğrul Sağlam (Bursaspor), gibi başarılı teknik adamların sırrı da belki de budur. Genc hocalar icin futbolcularıyla kuşak farkı yok denecek kadar azdır ve yeniliklere acıktırlar. Efsaneler eleştirilmeyi sevmez. Bulutların uzerinde gecen futbol kariyerinin şişirdiği egoları o kadar buyuktur ki soyunma odasına sığmaz. Bu yuzden yorumcularla kavga eder, medyayla soğuk savaş yaşar ve yazan cizeni kendilerine duşman bellerler. 5 Buyuk futbolcu olup 'zor adam' olmayanı azdır. Efsane oldukları gunlerde pamuklara sarılan, bir dedikleri iki edilmeyen, takımda en cok parayı kazanan ustalar teknik direktorluklerinde kendilerine benzeyen yıldızlara kafayı takarlar. Maradona'nın Riquelme ile, Hagi'nin Misimovic ile, Koeman'ın Valencia'da takımın yıllanmış isimleriyle gecinememesi gibi... Sahadayken ozgur olan, pres yapmayan, "Her top bana," diyen efsaneler; teknik adam olduklarında takımın 10 numarasından cok koşmasını, pres yapmasını ister, futbolun bir takım oyunu olduğundan bahsederler. HEPSİNİN HİKAYESİ AYNI Maradona'nın 2010 Dunya Kupası oncesinde Arjantin Milli Takımı'nda 80 futbolcu denemesi ve finallerde yaşadığı husran; Hagi'nin Galatasaray'a ikinci gelişinde takımın yarısını uc ayda kafasından sildikten sonra yarıştığı iki kulvarda da havlu atması; Matthaus gibi bir ustanın dokuz yılda yedi takım değiştirmesi; Gullit gibi bir markanın bugun Avrupa arenasından cok uzakta Cecen takımı Terek Grozny'i calıştırması, Hristo Stoickov gibi 90'larda dunyayı sallayan bir buyuk yeteneğin gecen sezonu Guney Afrika'da ufak bir kulupte gecirmesi, Fransızların medarı iftiharı Jean Pierre Papin'in ulkesinde yaşadığı hayal kırıklıkları, Ronald Koeman'ın Valencia'dan sonra AZ Alkmaar'ı da imha etmesi; buyuk ustalardan Boniek'in hicbir zaman ust arenaya cıkamaması ve en buyuk başarısını Fenerbahce ile Şampiyonlar Ligi'nde ceyrek final oynayarak yaşayan tum zamanların en iyi 10 numaralarından biri olan Arthur Zico'nun Rusya ve Yunanistan'da tutunamayıp, Avrupa'da kendine takım bulamaması.... Uzar gider liste ama durmak lazım... Duvarlarımıza posterlerine astığımız bu adamların takım elbise giydiklerinde bize yaşattıkları husran; sadece topun yuvarlaklığıyla acıklanabilir mi sizce? Bulent Timurlenk SABAH __________________