İslam kelimesi, Arapca'da "barış" kelimesiyle aynı anlama gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryuzunde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak icin indirilmiş bir dindir. Allah tum insanları, yeryuzunde merhametin, şefkatin, hoşgorunun ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına cağırmaktadır. Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şoyle buyurulmaktadır:"Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve guvenliğe" (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Cunku o, size apacık bir duşmandır."
Ayette gorulduğu gibi Allah, insanların "guvenliği"nin ancak İslam'a girilmesi, Kur'an ahlakının yaşanmasıyla sağlanabileceğini bildirmektedir.

Allah bozgunculuğu lanetlemiştir

Allah, insanlara kotuluk yapmaktan sakınmalarını emretmiş; kufru, fıskı, isyanı, zulmu, zorbalığı, oldurmeyi, kan dokmeyi yasaklamıştır. Allah'ın bu emrine uymayanlar, ayetin ifadesiyle "şeytanın adımlarını izleyenler" olarak nitelendirilmiş ve acıkca Allah'ın haram kıldığı bir tutum icerisine girmişlerdir. Kur'an'da bu konudaki bircok ayetten sadece iki tanesi şoyledir:"Allah'a verdikleri sozu, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryuzunde bozgunculuk cıkaranlar; işte onlar, lanet onlar icindir ve yurdun kotu olanı da onlar icindir." (Rad13/, 25)
"Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dunyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryuzunde bozgunculuk arama. Cunku Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas, 28/77)
Gorulduğu gibi, Allah, İslam dininde, teror, şiddet anlamlarını da kapsayan her turlu bozgunculuk hareketini yasaklamış ve bu tur bir eylem icinde olanları lanetlemiştir. Musluman dunyayı guzelleştiren, imar eden insandır.

İslam, duşunce hurriyetini ve hoşgoruyu savunur

İnsanların fikir, duşunce ve yaşam ozgurluğunu acıkca sağlayan ve guvence altına alan bir din olan İslam, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz duşunceyi (zan) dahi engelleyen ve yasaklayan emirler getirmiştir.

Değil teror ve ceşitli şiddet eylemi, İslam, insanların uzerinde fikri olarak bile en ufak bir baskı kurulmasını yasaklamıştır:"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şuphesiz, doğruluk (ruşd) sapıklıktan apacık ayrılmıştır." (Bakara, 2/256)
"Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin." (Gaşiye, 88/22)
İnsanların bir dine inanmaya veya o dinin ibadetlerini uygulamaya zorlanması, İslam'ın ozune ve ruhuna aykıdır. Cunku İslam, inanc icin ozgur iradeyi ve vicdani bir kabulu şart koşar. Elbette Muslumanlar birbirlerini Kur'an'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması icin uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama asla bu konuda bir zorlama yapılamaz. Ya da dunyevi bir imtiyaz tanınarak, kişi dini uygulamaya yonlendirilemez.

Bunun aksi bir toplum modeli varsayalım. Orneğin insanların ibadet yapmaya zorlandıklarını farzedelim. Boyle bir toplum modeli İslam'a tamamen aykırıdır. Cunku inanc ve ibadet, sadece Allah'a yonelik olduğunda bir değer taşır. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları icin dindar olurlar. Din acısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda Allah rızası icin dinin yaşanmasıdır.

Allah masum insanların oldurulmesini haram kılmıştır

Bir insanı sucsuz yere oldurmek, Kur'an'a gore en buyuk gunahlardan biridir:"Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryuzundeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) oldururse, sanki butun insanları oldurmuş gibi olur. Kim de onu (oldurulmesine engel olarak) diriltirse, butun insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elcilerimiz onlara apacık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir coğu yeryuzunde olcuyu taşıranlardır." (Maide, 5/32)
"Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere oldurmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır." (Furkan, 25/68)
Yukarıdaki ayetlerde gorulduğu gibi, masum insanları haksız yere olduren kişiler buyuk bir azapla tehdit edilmişlerdir. Allah tek bir kişiyi oldurmenin, tum insanları oldurmek kadar ağır bir suc olduğunu haber vermiştir. Allah'ın sınırlarını koruyan bir insanın değil binlerce masum insanı katletmek, tek bir insana bile zarar verme ihtimali yoktur. Dunyada adaletten kacarak cezadan kurtulacağını sananlar, oldukten sonra, ahirette Allah'ın huzurunda verecekleri hesaptan asla kacamayacaklardır. İşte bu nedenle olumlerinin ardından Allah'a hesap vereceklerini bilen muminler Allah'ın sınırlarını korumakta buyuk bir titizlik gosterirler.

Allah, muminlere şefkatli ve merhametli olmalarını emreder

Bir ayette Musluman ahlakı şoyle anlatılmaktadır:"Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır." (Beled, 90/17-18)
Allah'ın, ahiret gunu kurtuluşa erenlerden olmaları, rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri icin kullarına indirdiği ahlakın en onemli ozelliklerinden biri ayette gorulduğu gibi "merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak"tır.

Kur'an'da tarif edilen İslam son derece modern, aydınlık, ilerici bir yapıya sahiptir. Gercek Musluman, her şeyden once, barışcı, hoşgorulu, demokrat ruhlu, kulturlu, aydın, durust, sanattan ve bilimden anlayan, medeni bir kişilik yapısına sahiptir.

Kur'an'ın getirdiği guzel ahlakla yetişen bir Musluman, herkese İslam'ın ongorduğu sevgiyle yaklaşır; her turlu fikre karşı saygılıdır; estetiğe ve sanata değer verir, olaylar karşısında her zaman uzlaştırıcı, gerilimi azaltan, kucaklayıcı, itidalli davranışlar sergiler. Boyle insanların oluşturdukları toplumlarda ise, bugun en modern devletler arasında gosterilen ulkelerden daha gelişmiş bir medeniyet, yuksek bir toplumsal ahlak, neşe, huzur, adalet, guvenlik, bolluk ve bereket hakim olacaktır.

Allah hoşgoru ve affediciliği emretmiştir

Kur'an-ı Kerim'in Araf Suresi'nin 199. ayet-i kerimesindeki "Sen af yolunu benimse" sozleriyle ifade edilen "affedicilik ve hoşgoru" kavramı, İslam dininin temel kaidelerinden birini oluşturur.

İslam tarihine bakıldığında, Muslumanların Kur'an ahlakının bu onemli ozelliğini sosyal yaşama nasıl gecirdikleri cok acık bir şekilde gorulur. Muslumanlar ulaştıkları her noktada, hatalı uygulamaları ortadan kaldırarak hur ve hoşgorulu bir ortam oluşturmuştur. Din, dil ve kultur bakımından birbirine taban tabana zıt olan halkların aynı catı altında barış ve huzur icerisinde yaşamalarını sağlamış, kendisine tabi olanlara da buyuk bir ilim, zenginlik ve ustunluk kazandırmıştır. Nitekim buyuk bir coğrafyaya yayılmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığını yuzyıllarca devam ettirebilmesindeki en onemli nedenlerden biri, İslam'ın getirdiği hoşgoru ve anlayış ortamının yaşanması olmuştur. Asırlardır hoşgorulu ve şefkatli yapılarıyla tanınmış olan Muslumanlar, her zaman donemlerinin en merhametli ve en adil kişileri olmuşlardır. Bu cok uluslu yapı icerisindeki tum etnik gruplar, yıllarca mensubu oldukları dinleri ozgurce yaşamışlar, ustelik dinlerini ve kulturlerini yaşayabilecekleri tum imkanlara da sahip olmuşlardır.

Gercek anlamda Muslumanlara mahsus olan hoşgoru, ancak Kur'an'ın emrettiği doğrultuda uygulandığında tum dunyaya barış ve esenlik getirir. Nitekim Kur'an'da"İyilikle kotuluk eşit olmaz. Sen, en guzel bir tarzda(kotuluğu) uzaklaştır; o zaman, (gorursun ki) seninle onun arasında duşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost (un) oluvermiştir." (Fussilet, 41/34)
ayet-i kerimesi ile bu ozelliğe dikkat cekilmiştir.

Tum bunlar, İslam'ın insanlara oğutlediği ahlak ozelliklerinin, dunyaya barış, huzur ve adalet getirecek erdemler olduğunu gostermektedir. Şu an dunya gundeminde olan ve adına "İslami teror" denen barbarlık ise, Kur'an ahlakından tamamen uzak, cahil ve bağnaz insanların, dinle gercekte hic bir ilgisi olmayan canilerin eseridir. İşledikleri vahşetleri İslam kisvesi altında yurutmeye calışan bu kişi ve gruplara karşı uygulanacak kulturel cozum, gercek İslam ahlakının insanlara oğretilmesidir.

Başka bir deyişle, İslam dini ve Kur'an ahlakı, terorizmin ve teroristlerin destekleyicisi değil, yeryuzunu terorizm belasından kurtaracak caredir.

Barış Dini ve Sevgi Peygamberi

Peygamberler, dunyayı esenlik ve barış yurdu hÂline getirmek icin gorevlendirilmiş kimselerdir. Onlar, insanlığa "barış ve esenlik" anlamına gelen İslÂm dinini ulaştırmak icin gonderilmişlerdir. Bir hadislerinde Peygamberimiz (s.a.s.),"Biz peygamberler baba bir kardeşleriz, hepimizin dini birdir." (Buharî, Enbiya, 48)
buyurmuştur. Yuce Allah da Kur'Ân'da,"Allah katında yegÂne gecerli din İslÂm'dır." (Âl-i İmran, 3/19)
buyurur ve butun peygamberlerin bu dini insanlara tanıtmak icin geldiğini ve bu konuda peygamberlerin ilk ornekleri insanlara sunduğunu haber verir.

İslÂm, barış ve esenlik demektir. Musluman da barış ve esenliğe ermiş, barış ve esenliği hedeflemiş kimse demektir. Yuce Allah'ın bir adı da 'SelÂm'dır. Buna gore O, barış ve esenlik kaynağıdır. O'na teslim olan Musluman, barış ve esenlik kaynağına bağlanmakla once kendi ic dunyasında huzur ve sukuna kavuşan, sonra da tanıştığı bu huzuru dış dunyasına taşıma sevdasında olan kimse demektir. Gercekten de iyi Musluman, en olumsuz şartlarda bile yaşasa, her turlu stres, buhran ve ic huzuru zedeleyen duygulardan uzak kalmaya calışır. Bu sebeple 'Daru's-SelÂm' (barış ve esenlik yurdu) Cennet'e talip olan Musluman dunyayı, barış yurdu hÂline getirmekle gorevlendirilmiştir. Bir acıdan bu yuzden de olacak ki ilk insan, dunyaya gelmeden once Cennet'e konmuş, Cennet'te bir sure yaşayıp Cennet kulturu ile donatıldıktan sonra dunyaya gonderilmiştir. Artık dunyaya gonderilen insan, kaybettiği Cennet'in sevdasıyla yanıp tutuşmakta, once onu dunyada kurmaya calışmakta ve hic olmazsa Âhirette ona tekrar kavuşmayı duşlemektedir.

Aynı şekilde Musluman'ın bir adı da 'emniyet ve guven sahibi' anlamında 'Mu’min'dir. Yuce Allah'ın bir adı da 'Mu’min'dir. Dolayısıyla guven kaynağı Yuce Allah'a inanan, O'na bağlanan mu'min, kendi ic dunyasında tutarlı, huzurlu olan ve ic dunyasında kurduğu bu guven ortamını dış dunyaya taşıyan kimse demektir. Bu yuzden inanan insanın varlığı, herkes icin hayırdır. Nitekim Kur'Ân, İslÂm toplumundan bahsederken şoyle buyurur:"Siz, insanların iyiliği icin ortaya cıkarılmış en hayırlı ummetsiniz; iyiliği emreder, kotulukten meneder ve Allah'a inanırsınız..." (Âl-i İmran, 3/110)
İslÂm dininin sahibi olan Yuce Allah'ın bir adı da Vedûd'dur (Hûd 11/90). Vedûd, cokca seven ve sevilen anlamına mubalÂğalı ism-i fail kalıbıdır. Evet Yuce Allah, sevgi kaynağıdır. Sevgiyi O yaratmış ve bizim ozumuze de "Kendi Ruhu'ndan uflerken" sevgiyi O yerleştirmiştir. İbn Arabî'nin dediği gibi,"Biz sevgiden sudur ettik, sevgi uzerine yaratıldık, sevgiye doğru yoneldik ve sevgiye verdik gonlumuzu." (İbnu'l-Arabî 1998, 38)
Nitekim bir Âyette şoyle buyurulmuştur:"Rabbim Rahimdir, Vedûddur" (pek merhametlidir, kullarını cok sever)."(Hûd, 11/90)
İşte kendisi her bakımdan guzel olan ve guzeli seven Yuce Allah, fıtratlara sevgiyi yerleştirmiş ve onun soz ve davranışlara yansımasını sağlamak icin sevgi yumağı peygamberler gondermiş, sevmeyi ve sevilmeyi sağlayan dusturlar mecmuası kitaplar indirmiştir. Son olarak da Hz. Muhammed (s.a.s)'i gondererek, "birbirini yemede sırtlanları gecmiş" olan insanlardan, birbirini seven, başkasını kendisine tercih eden Muslumanlar yetiştirmiştir. Bu konudaki pek cok Âyetten ikisi şoyledir:"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parcalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize duşman kişiler idiniz de O, gonullerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş cukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, size Âyetlerini boyle acıklar ki, doğru yolu bulasınız."(Âl-i İmran, 3/103)

"Daha onceden Medine'yi yurt edinmiş ve gonullerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine goc edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı iclerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret icinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr, 59/9)
İslÂm'a gore en buyuk fetih, barıştır. Nitekim Fetih Sûresi'nin ilk Âyeti olan "Biz Sana aşikÂr bir fetih ve zafer ihsan ettik." Âyetindeki "Feth-i Mubin"den kasıt, pek cok tefsirciye gore, Hudeybiye Barış Anlaşmasıdır (Taberî, 26:67-68; İbn Kesîr, 4:183) Neredeyse savaşın eşiğine gelmiş iki grup arasında imzalanan bu anlaşmanın en onemli maddesine gore ise, Muslumanlarla Mekke Muşrikleri on yıl sureyle birbirleriyle savaş yapmayacaklardı. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarından sonra Hicretin 6. yılında yapılan bu anlaşma ile Peygamberimiz (s.a.s.), guven ve barış dini İslÂm'ın yayılmasının onundeki savaş engelini kaldırmıştır, bir bakıma, insanlar ile iradî tercihleri ve doğruyu bulma arasındaki engel kaldırılmıştır.

Sevgi ve Guven Âbidesi Hz. Muhammed (s.a.s.)

Hz. Peygamber (s.a.s.), varlığı insanlığın hayır ve yararına olan toplumu oluşturmak icin calışmış ve sonucta boyle bir toplumu oluşturarak bu dunyadan ayrılmıştır. Nitekim, Onun sağlığında Hayber Yahudileri, Muslumanlardan gordukleri adalet ve hakkaniyet karşısında "Herhalde Cennet, Muslumanların eliyle yeryuzunde kuruldu." demekten kendilerini alamamışlardır. Peygamberimiz (s.a.s.), bizzat kendi hayatıyla bunun en guzel misalini sunmuştur."Andolsun ki, Resûlullah, sizin icin, Allah'ı ve Âhiret gunune kavuşmayı umanlar ve Allah'ı cokca zikredenler icin guzel bir ornektir." (AhzÂb, 33/21)
Nitekim O, daha peygamber olmadan Mekke'de sergilediği kırk yıllık ornek hayatında herkesin takdirini kazanmış ve 'Muhammedu'l-Emîn' (Guvenilir Muhammed) denilmeye başlanmıştı. Onun bu guvenilirliği ve saygınlığı kendini, Hz. Hatice (ra)'nin ona uluslararası ticaret işlerini teslim etmesinde, KÂbe'deki Hakemlik olayında ve Mekke'de haksızlıklarla mucadele adına kurulmuş olan Hılfu'l-Fudul cemiyetinin saygın bir uyesi olmasında gostermişti. Yine peygamber olmadan once yaptığı ticari ortaklıklarda O'nun guvenilirliği ve durustluğu herkesin dikkatini cekmekteydi. O'nun peygamber olmadan onceki hayatı, altmış uc yıllık omrunun yarısından fazla, kırk yıllık uzun bir suredir. O, bu donemde Allah'tan vahiy almadan once de, bir insan olarak tertemiz ve herkes icin bir emniyet Âbidesi olarak yaşamıştı. Hem de pek cok insanın pek cok erdemden yoksun olduğu bir donemde. Bu sebeple O'nun, peygamber olmadan onceki ahlÂkî guzelliği, olumsuz şartları bahane ederek işledikleri kotulukleri, yahut yapmadıkları guzellikleri ortbas etmeye calışan gunumuz insanı icin son derece onemli ve anlamlıdır. O'nun peygamber olmadan once de guzellikleriyle toplum icerisinde tanınan bir insan olduğunu acıklayan Kur'Ân Âyetlerinde şoyle buyurulur:"Yoksa Peygamberlerini henuz tanımadılar da, bu yuzden mi onu inkÂr ediyorlar?" (Mu'minûn, 23/69)
"De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan once bir omur boyu icinizde durmuştum. Hal akıl erdiremiyor musunuz?" (Yunus, 10/16)
Ben peygamber olmadan once kırk yıl aranızda yaşadım. Siz benim doğruluğumu, durustluğumu, emanete hıyanet etmeyişimi, ummiliğimi biliyorsunuz. Ben gencliğimde hic Allah'a isyan etmedim. Şimdi siz benden, boyle bir şeyi nasıl istersiniz? (Kurtubî, 8:321) O'nun sahip olduğu guzelliklerle ilgili Kur'Ân Âyetlerinden biri de şoyledir:"Gercekten Sen cok ustun bir ahlÂk uzeresin." (Kalem, 68/3)
Fatiha ve AlÂk sûresinden sonra ucuncu sırada inen Kalem sûresinin bu Âyeti, O'nun baştan beri sahip bulunduğu faziletleri acık bir şekilde tescil etmektedir. Cunku henuz onun tum hayatını kuşatan Kur'Ân Âyetleri inmemişti; buna rağmen O, buyuk bir ahlÂk uzere bulunuyordu. Daha sonra O'nun, Kur'Ân’la kendi icinde daha da olgunlaşan, mukemmellik icinde mukemmellik kazanan ahlÂkî kişiliğini eşi Hz. Ayşe (ra) şoyle ozetleyecekti:"Onun ahlÂkı Kur'Ân'dı." (İ. Hanbel, Musned, 6:188)
Hz. Hatice VÂlidemiz'le evlenirken nikÂh merasiminde soz alan amcası Ebû Talip henuz yirmi beş yaşındaki yeğenini şoyle tanımlıyordu: "Doğrusu Muhammed, Kureyş'in hicbir gencine benzemeyen, onlardan hicbiriyle bir tutulamayan bir genctir. Cunku o, şeref, asalet, erdem ve akıl bakımından onlardan ayrılır." (İ. Hişam, 1/201)

Kendisine ilk vahiy geldiğinde, gorduğu manzara karşısında heyecanlanan Hz. Peygamber (s.a.s)'e vefakÂr ve fedakÂr eşi Hz. Hatice (ra) şoyle diyordu:"Sen rahat ol, uzulme. Allah'a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmayacak, ele gune rezil etmeyecektir. Cunku sen, akrabalık bağlarını gozetirsin. Hep doğru soylersin. Emanete hıyanet etmezsin. Sıkıntılara katlanmasını bilirsin, gucsuzlerin elinden tutarsın. Misafir ağırlamayı seversin. Zor durumda kalan mağdurların hakkını korumak icin onlara yardım edersin." (a.g.e., 1:253)
O'nun sahip olduğu bu erdemler, duşmanları tarafından bile teslim edilmişti. Rum Kisrası, elci olarak huzurunda bulunan, o zaman henuz iman etmemiş Ebû Sufyan'a Peygamberimiz (s.a.s)’in ozellikleri ile ilgili sorular sormuş ve aralarında şoyle bir diyalog gecmişti:- Bundan once, onun hic yalan soylediğine şahit oldunuz mu?
- Hayır, asla boyle bir şeye şahit olmadık.
- İnsanlara yalan soylemeyen, vallahi Allah'a yalan soylemez!
Habeşistan'a hicret eden Cafer b. Ebî Talib de Necaşî'nin huzurunda şunları soylemişti:"Ey Kral! Allah icimizden, aramızda yaşadığı kırk yıl doğruluğu, durustluğu, asaleti, emanete riÂyetkÂrlığı ile tanıdığımız bir kimseyi peygamber gonderdi..." (İbn Kesir, Tefsir, 2:411)
Peygamberliğinin onuncu yılında muşrik ve kÂfirlerin aşırı baskılarına maruz kalan Peygamberimiz (s.a.s.), davetini taşımak ve onlardan kendisine arka cıkmalarını sağlamak icin Taif'e gitti. Orada on gun kaldı ve ev ev dolaşarak onlara doğruları anlattı. Sonucta onlar Hz. Muhammed (s.a.s)'le alay ettiler ve onu kovdular ve o cıkıp giderken onu ve arkadaşı Zeyd'i ayaklarından kan akıncaya kadar taşladılar. O (s.a.s.), Taiflilerin elinden kendini bir bağa zor atmış ve orada şoyle dua etmişti:"Allahım! Gucsuz ve zayıflığımı, hor ve hakir goruluşumu Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf ve gucsuzlerin Rabbi Sensin, benim Rabbim de! Şimdi beni kime bırakıyorsun. Beni, senden uzak olan duşmanlara mı bırakıyorsun? Eğer bana kızmamışsan, hic onemli değil, cektiklerim bana hic dokunmaz. Ben Sana, Senin nuruna sığınırım. Bana gazap etmenden korkarım. Senin af ve merhametin benim icin cok geniştir. Her şey Senin rızan icindir. Butun guc kuvvet Senin elindedir." (Koksal, 5/66-71)
İşte o sırada kendisine gelen ve eğer istersen bu toplumu helÂk edelim diyen meleğe Hz. Peygamber (s.a.s) şoyle karşılık vermiştir:"Hayır, hayır. Ben onların helÂk edilmelerini istemiyorum. Aksine Allah'ın onların soyundan, yalnız Allah'a ibadet edecek, O'na hicbir şeyi ortak koşmayacak kuşaklar cıkarmasını diliyorum!" (Koksal, 5/76)
Uhud savaşında yaralanıp dişi kırılınca, O, "Muşriklere beddua etseniz!" diyenlere;"Ben lÂnetci olarak gonderilmedim. Ya Rab! Kavmime hidÂyet nasip et, cunku onlar bilmiyorlar."(Buhari, Enbiya, 37)
diye dua etmişti. Kısaca O, insanlığa sevdalı, butun varlığını insanlığın kurtuluşuna adamış bir sevgi ve merhamet peygamberiydi.. Ona gore, bir kişinin hidÂyete ermesi, yani gercekle tanışması, tum dunya ve icindekilerden cok daha hayırlıydı.

Hicretin sekizinci yılında Mekke fethedilmişti. 53 yıllık baba ocağını Peygamberimiz (s.a.s)’e ve O'nunla beraber inananlara dar eden, onlara olmadık işkence ve eziyeti reva goren, onları Mekke'den surup cıkaran, bununla da kalmayıp onları Medine'de bile rahat bırakmayan, defalarca Medine'ye saldırılar duzenleyen Mekkeliler Hz. Muhammed (s.a.s.) komutasında Mekke'ye giren on bin kişilik orduya beyaz bayrak kaldırıp teslim olmuşlardı. Tum Mekkelilerin biraz heyecan ve biraz da korkuyla bekledikleri bir sırada Hz. Muhammed (s.a.s.), onlara karşı, sevgi, merhamet ve hoşgoruyu zirvede temsil eden insan olarak"Size bugun hicbir şekilde başa kakma ve kınama yok. Allah sizi yarlıgasın. O, esirgeyicilerin en esirgeyicisidir. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!" (Koksal, 15/288-289)
diyerek şanına yaraşanı yapmıştır.

Allah Resûlu'nun Kur'Ân Âyetlerinde ve kendi sozlerinde gecen pek cok ismi ve sıfatı, bizim O'nu doğru olarak tanımamızda oldukca onemlidir.O Rahmet Peygamberidir (Rasulu'r-Rahme, Nebiyyu'l-Merhame). O, belli bir kesime değil, tum Âlemlere rahmet olarak gonderilmiştir.

O, Mujdeci ve Uyarıcıdır (el-Mubeşşir, el-Beşîr; el-Munzir, en-Nezîr)

O, apacık gercektir (el-Hakku'l-Mubîn).

O, tutunulacak en sağlam kulptur (el-Urvetu'l-VuskÂ).

O, dosdoğru yoldur (es-SırÂtu'l-Mustakîm)
.
O, ışığıyla etrafını aydınlatan parlak bir yıldızdır (en-Necmu's-SÂkıb).

O, aydınlatan bir kandildir (en-Nûr, es-SirÂcu'l-Munîr).

O, Allah'a cağıran bir davetcidir (DÂi ilÂllah).

O, şefaati makbul bir şefaatcidir (eş-Şefî', el-Muşeffe').

O, ıslahatcıdır (el-Muslih).

O, Allah'ın sevgilisi ve dostudur (Habîbullah, Halîlurrahman).

O, guclu delil ve kanıt sahibidir (SÂhıbu'l-Hucce ve'l-BurhÂn).

O, Allah'ın sectiği seckin kişidir (el-Mustafa, el-MuctebÂ, el-MuhtÂr).

O, ovulmuş, ovulmeye lÂyık kişidir (Muhammed, Ahmed, Mahmûd, HÂmid).

O, Guvenilir Muhammed'dir (Muhammedu'l-Emîn).

O, peygamberlerin sonuncusudur (HÂtemu'n-Nebiyyîn) (Kadı Iyaz, 189-195).
İşte O, sevgi yumağı, guven ve durustluk Âbidesi secilmiş, gaye insanı anlamak, her şeyden once O'nu tanımak, O'nun gibi olmakla ve O'nu sevmekle mumkundur. Zaten O'nu anlamanın anlamı da budur. Nitekim O,"Benim sunnetimi izleyen bendendir, ondan yuz ceviren ise benden değildir." (Ma'mer ibn Raşid, 11/291)
buyurarak, bu gerceğin altını cizmiştir. Kısaca soylemek gerekirse Peygamber Efendimiz (s.a.s)’i anlamak ve sevmek, her yonuyle O'nu doğru bir bicimde tanımak, O'na uymak, O'nun adını cokca anmak, O'nun ismine ve bize bıraktığı evrensel değerlere saygı duymak, O'nun sevdiklerini sevip, sevmediklerinden uzak olmak, O'nun ahlÂkı olan Kur'Ân ahlÂkıyla ahlÂklanmakla olur.

Peygamberimiz’in Hayatından Sevgi Tabloları

Şimdi Allah Resûlu'nun hayatından sevgi tabloları sunmak istiyoruz:

1. Allah Sevgisi: Allah Resûlu (s.a.s.), surekli Allah'ın gozetimi altında bir kul olduğunun şuurundaydı. O'na karşı kulluk gorevlerini aksatmadan ve kendine yaraşır bir bicimde yerine getirmeye gayret ediyordu. Bu konuda O'nun hedefi, "Şukreden bir kul olmaktı" (Buharî, "Munafikun," 79) Peygamberimiz (s.a.s), Allah'ı en iyi bilendi. O'nunla irtibat hÂlindeydi. O'nun hoşnutluğunu kazanmak tek derdiydi. Olum, onun icin O'na kavuşmaktı. Nitekim O’nun pek cok sozunde Allah sevgisi, Allah icin sevmek ana tema olarak işlenmiştir. Zaten O’nun bir sevgi yumağı oluşunun temelinde de, sevgi kaynağı olan Yuce Allah'a olan bu yakınlık ve irtibatı yatmaktadır.

2. Cocuk Sevgisi: Peygamber Efendimiz (s.a.s.), cocukları kucağına alır, oper okşardı. (Buharî, "Edeb", 22) On tane cocuğu olduğu halde hic birisini alıp opmediğini soyleyen birisine, "Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Allah kalbinden merhameti sokup almışsa ben ne yapabilirim!" (a.y.) buyurmuştu. Cocuklarla ilgilendiği gibi genclerle de ozellikle ilgilenmiş, onları ciddiye almış, onlara değer vermiştir. O'na ilk inananlar arasında genclerin ayrı ve onemli bir yeri vardı. O, liyakatli gencleri cok buyuk sahabilerinin de icinde bulunduğu ordulara kumandan tayin ederek onları taltif etmiştir. O, Tebûk gazvesinde Neccaroğulları sancağını henuz yirmi yaşındaki Zeyd b. Sabit'e vermiş; Bedir savaşında yirmi bir yaşlarındaki Hz. Ali'yi sancaktar tayin etmiş; KudÂaoğulları uzerine gonderilen kırk bin kişilik ordunun başına on sekiz yaşındaki Usame b. Zeyd'i gecirmiş; yirmi bir yaşındaki Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gondermişti.(Doğuştan Gunumuze…, 1:391-392)

3. Aile ve Akraba Sevgisi: Ailesine duşkun bir ev reisiydi. Ev işlerinde onlara yardım etmekten asla cekinmezdi. Yeri gelince et doğrar, kabak doğrar, sokuk dikerdi. Aile bireylerinin Allah'a karşı gorevlerini yerine getirme konusunda da onlara cok duşkundu. Cunku O,"Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) Biz seni rızıklandırıyoruz. Guzel sonuc, takv iledir." (Ta-Ha, 20/132)
emrinin muhatabıydı. O, davetine once akrabalarından başlamıştı. Cunku Allah oyle buyurmuştu:"(Once) en yakın akrabanı uyar." (Şuara, 26/214)
Akrabalık ilişkilerini her zaman surdurmuş ve yakınlarından da bunu istemişti. O, anne baba sevgisi uzerinde ısrarla durmuş, sut annesini, sut kardeşini, baba dostunu sevmeyi ısrarla istemiş, kendisi de onlara gereken ilgiyi gostererek en guzel misali sunmuştu.

4. Arkadaş Sevgisi: Peygamberimiz (s.a.s.), cahiliye doneminin karanlıklarında yaşayan insanları her turlu sıkıntıya cefaya katlanarak insanlık tarihinin en mukemmel insanları seviyesine yukseltmiştir. Bir zamanlar kendisine olmadık işkence ve eziyeti yapmış olanları af ve onore etmiştir."And olsun size kendinizden oyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona cok ağır gelir. O, size cok duşkun, mu’minlere karşı cok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 9/128)
"Mu’minlere kol kanat ger, onları şefkatle koru!." (Hıcr, 15/88)
"Sana tÂbi olan mu’minlere kol kanat ger..." (Şuara, 26/215)
5. Ummet Sevgisi: Hayatını ummetine adadığı gibi, ahirette de, peygamberlerin bile kendi derdine duşeceği anda O (s.a.s.), "Ummetî, ummetî! Allah'ım, ummetimi isterim ummetimi!" (Ebu AvÂne, Musned, 1:158) diyecektir.

6. İnsan Sevgisi: O, butun Âlemlere rahmet olarak gonderilmiş bir peygamberdir (Enbiya 21/107). Ne kadar kotu de olsa herkesi davetine muhatap olarak kabul eden bir peygamber. İnsanları kurtarmak icin hicbir fedakÂrlıktan kacınmayan bir peygamber. Ev ev, panayır panayır, şehir şehir dolaşmış, en zor şartlarda ve zamanlarda pek cok yere seferler duzenlemiş bir peygamber. İnanc ayrımı yapmadan konu komşusuna karşı gorevlerini yerine getirmiş bir peygamber. Yanlış yere insanların oldurulmesine ve kim olursa olsun onlara eziyet, işkence edilmesine, insanların koleleştirilmesine şiddetle karşı cıkmış bir peygamber. Savaşta bile işkence edilerek insanları oldurmeyi yasaklamış, savaşa katılmayanlara ve Musluman olduğunu soyleyenlere asla dokunulmamasını emretmiştir. O'nun doneminde yapılan savaşlarda olen insanların sayısı dort yuzu bulmamaktadır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in sevgi ve şefkati ilÂhî kaynaklıydı;"O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yurekli olsaydın, hic şuphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hÂlde onları affet; bağışlanmaları icin dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp guven. Cunku Allah, kendisine dayanıp guvenenleri sever." (Âl-i İmran, 3/159)
7. Diğer Canlılara ve Cevreye olan Sevgisi: O'nun, insan dışındaki canlılara, hayvan ve bitkilere de buyuk değer verdiğini ve temiz bir cevre icin elinden gelen her şeyi yaptığını goruyoruz. O,"Yerdekilere merhamet edin ki goktekiler de size merhamet etsin." (Tirmizî, Birr, 16)
buyurarak merhamete erişmeyi, tum yeryuzundeki varlıklara merhamet etmeye endekslemiştir. Bir kopeğe su veren kadının bağışlandığını belirtirken, bir kediye eziyet edip olumune sebep olmanın Allah'ın gazabını cektiğini vurgulamıştır. Bir keciyi sağan adama uğradığında ona şunları soylemiştir:"Sağdığında yavrusu icin de sut bırak." (Mecmua'z-Zevaid, 8:196)
Kendisine, "Hayvanlara yapılan iyilik icin de mukÂfat var mı?" diye soranlara şu cevabı vermiştir: "Evet, her canlıya yapılan iyilik icin mukafat vardır." (Buhari, Şurb, 9) O, hayvanları bile keserken, bilenmiş bıcakla ve hayvana fazla eziyet cektirilmeden kesilmelerini ozellikle emretmiştir. (Muslim, "Sayd". 57)

Kendisi bir defasında beş yuz hurma ağacını birden dikmiş (İ. Hanbel, 5:354) ve bu konuda şunları soylemiştir:"Bir Musluman bir ağac diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş yiyecek olsa, yenen şey diken icin bir sadaka hukmune gecer." (Muslim, Musakat, 10)
"Kıyamet kopma anında bile olsa, elinde bir ağac filizi bulunan onu mutlaka diksin." (Buharî, el-Edebu'l-Mufred, 168)
Davarları yapraklarını yesin diye, bir ağacı sopayla cırpan adama şoyle mudahalede bulunmuştu:"Biraz ağır ol bakalım, ağaca vurarak, onu kırıp dokerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dok!" (Usdu'l-Ğabe, 3:276)
Yuce Allah'ın Mekke'yi Harem bolge yaparak bir anlamda sit alanı ilÂn etmesi yanında, O da (s.a.s.), Medine ve Taif'i sit alanı ilÂn etmişti (Bayraktar, 5:223-227)
"Yeryuzu bana mescid kılındı, onun toprağı temiz ve temizleyicidir,"
buyuran Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mekke, Medine, Uhud dağı ve başka yerlerin sevgisini dile getiren pek cok hadisi vardır. O, gok cisimleriyle de ilgilenmiş, onların doğuş ve batışlarını dua fırsatı olarak değerlendirmiştir.

Peygamber'i Sevmek

Sevgi gonulde yer eden, dış dunyaya soz ve davranışlarla yansıyan bir duygudur. Sevgi bir verme eylemidir. Sevdiğine gonul verme, sevdiği uğruna verilmesini gerekeni vermedir sevgi. Peygamber (s.a.s)'i sevmek, O'na gonul vermek, ozveride bulunma, hatt gerektiğinde O'nun uğruna malını ve canını verme ile olur. Bu ise, O'nu tanımak, O'nu izlemek, O'nun sevdiklerini sevmek, O'nun bize emanetleri olan Kitap ve Sunnet'e saygı duymak ve sahip cıkmak, hicbir konuda O'nun onune gecmemekle gercekleşir.

Bilgi olmadan sevgi olmaz. Bu yuzden, O'nu doğru bir şekilde tanımadan lÂyıkıyla sevemeyiz. O'nun sevgisini sadece adını taşımak ve adını saygıyla anmak, O'nun ozel eşyalarına (Mukaddes Emanetler) saygı duymakla sınırlamak doğru değildir. O'nu sevmek demek, O'nu saygıyla ve cokca anmak demektir. Tevhidi okurken, ona salÂvat getirirken, ezan-ı Muhammedî okurken-dinlerken, namazda tahıyyatta "Allah'ın selÂmı, rahmet ve bereketi senin uzerine olsun ey Nebî!" derken, salli-bÂrik dualarını okurken O'nu andığımızın farkında olmaktır.

Sevilmek icin sevmek gerekir. Sevgiyi hak etmek, sevmek ve sevilmek icin ise sevgi kaynağı Yuce Allah ile bağlantılı olmakla mumkundur."İman edip, makbul ve guzel işler yapanları Rahman, (hem Allah, hem de mahluklar nezdinde) sevgili kılacaktır..." (Meryem, 19/96)
Sevginin kaynağı, bir adı da Vedûd olan Allah'tır."De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah'a ve peygamberine itaat edin. Eğer yuz cevirirlerse bilsinler ki, Allah kÂfirleri sevmez." (Âl-i İmran, 3/31-32)
Anadoluda Peygamber Sevgisinin Tezahurleri

O'nun ismi ve O'nu hatırlatan isimler: Muhammed, Ahmed, Mustafa,.. Gul, Gullu, Guldane, Gulber,.. Her Turk kucuk Muhammed, yani bir Mehmetciktir. Ehl-i Beytinin isimleri: Hasan, Huseyin, Ali, Fatma, Ayşe, Hatice,.. Her Turk kızı bir kucuk Ayşe'dir, Fatma'dır.

Sırf O'nun ismine saygısızlık olmasın diye, O'nun ismini taşıyan bir kişi bir yaramazlık yapınca adının başına kotu bir ek alır da yanlış anlaşılmalara sebep olur diye, 'Muhammed' ile aynı şekilde yazılan ve fakat 'Mehmed' diye telaffuz edilen isim bize hastır.

O'nun en guzel medhiyeleri olan mevlidler, kaside ve natlar ve diğer şiirler, bizim edebiyatımızda buyuk bir yer tutar.

O'nun adı anılınca, kalbimizdesin anlamına ellerimizi goğsumuze gotururuz. Adını saygı ve salÂvatlarla anarız. Mubarek gun ve geceler, duğun, cenaze, asker uğurlama gibi pek cok ozel gun, O'nun mevlidi okunarak kutlanır. Mevlidde O'nun doğumunu anlatan dizeler okunurken, sanki O karşımızdaymış gibi ayağa kalkarız. Mescidlerimiz, evlerimiz O'nun adı, şemaili yazılı levhalarla susludur.

O (s.a.s.), Allah'ın sevgilisi (Habîbullah) dir.

O'ndan bize kadar gelen ozel eşyaları, tarih boyunca bizim onurumuz ve gururumuz olmuştur.

Şairlerimiz saba ruzgarlarıyla, akan sularla, hacca giden insanlarla, cocuklarımız hacı leyleklerle hep ona selÂm gondermişlerdir.

Ama O sevgi odağına karşı sorumluluklarımız bunlarla sınırlı kalmamalıdır. O'nu butunuyle ve sağlıklı bir bicimde tanıyarak, O'nu izlemeli ve O'na yaraşır
Muslumanlar olmaya gayret etmeliyiz.

Kaynaklar:
Asım Koksal, İslÂm Tarihi; Buharî, el-Edebu'l-Mufred; Doğuştan Gunumuze İslÂm Tarihi; Ebû AvÂne, Musned; İbn Hişam, es-Sîratu'n-Nebeviyye; İbnu'l-Arabî, İlÂhî Aşk, (Cev. Mahmut Kanık), İstanbul, 1998; KÂdî IyÂz, KitÂbu'ş-ŞifÂ; Ma'mer b. Raşid, el-Cami'; Mehmet Bayraktar, "Asr-ı Saadette Cevre Bilinci", Butun Yonleriyle Asr-ı Saadet'te İslÂm; Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları; Munavî, Feyzu'l-Kadîr; Taberî, Tefsîr; İbn Kesîr, Tefsîr; RÂzî, Tefsîr; Kurtubî, Tefsîr.
__________________