Altın Kuşak dizisinin bu bolumune Efendimiz'e, İslÂm'ı tebliğe başladığı anda iman etmiş, imanını 6. mu'min olarak tescillemiş bir kutlu insanı misafir etmekle şeref duyuyoruz. İbn Mes'ud, Sahabe-i Kiram'ın en onde gelenlerinden ve Efendimiz'den hic ayrılmayanlardan biridir. Bunun da otesinde bizi doğrudan alÂkadar eden bir yonu daha var: O, aynı zamanda Hanefî mezhebiyle Peygamber Efendimiz arasındaki halkanın en mumtaz kişilerinden ve mezhebimizin kaynaklarından biridir diğeri de Hz. Ali'dir ki, bu iki kutlu insan, Hanefî mezhebi adına iftihar edilecek isimlerdir. Hakkında doktora calışmaları yapılmış ve Kufe'deki gayretleriile bu ilgiyi hak etmiş bu buyuk zatı bir iki sayfa icinde anlatmaya calışmak mumkun olmasa da, hic yoktan iyidir fehvasınca bu işe curet ettik. Curetimizin, O Yuce Zat ve kadirşinas okuyucularımız tarafından bağışlanacağını umit ederiz.

İLK HAYATI
Ne zaman doğduğu hakkında bilgimiz yoktur. Tahmini olarak 592'de doğmuş olduğunu soyleyebiliriz. Ailesi, ileri gelenlerden olmadığı icin hakkında bilgimiz yoktur. Babası Mes'ud b. GÂfil, Mekke'ye Abd b. HÂris'in yeminlisi olarak girmişti. Babası hakkında yeterli malumata sahip değiliz. Durumları gayet fakir olan bu ailenin oğlu olarak İbn Mes'ud, gencliğinin ilk gunlerinden itibaren Ukbe b. Ebî Muayt'ın koyunlarını gutmeye başladı. ZÂhiren basit bir iş olarak gorulen koyun gutme işi, Hz. Abdullah icin bir rahmet olmuştu. Peygamberlerin de yaptıkları cobanlık vasıtasıyla, insanları sevk u idareyi iyi bellemişti.

MERAKLI COBAN
Genc Abdullah, koyunlarının başındaydı o gun. Koyunlarına guzel ot bulmaktan başka bir endişesi yoktu. Başlayan o gunun hayatında diğer gunlerden pek bir farkı yoktu gorunuşte; biraz sonra tanışacağı iki insanın tum hayatının seyrini değiştireceğini bilemezdi tabiî ki.. Az sonra aşağıdan kendi bulunduğu tarafa doğru iki insanın ağır ağır yaklaşmakta olduğunu gordu. Gerci o civarda insan gormeye alışıktı, ama bunlar o insanlara pek benzemiyordu. Hayırdır inşaallah' dedi kendi kendine. Yaklaştılar yanına ve selÂm verdi, buyuk bir insan olduğu vakur tavrından ve yanındakinin hurmet etmesinden anlaşılan Zat. Buyuk bir heyecanla aldı selÂmını. İcinin inşirahla dolduğunu hissetmişti Abdullah. Bu insanlar diğerlerinden farklıydı kesinlikle. Farklı olduklarını hissetmişti ama, bu farkın nereden kaynaklandığını cozememişti. Beklemeye, hÂdiseleri tabiî seyrinde izlemeye karar verdi. Biraz sonra O zat, konuşmaya başladı. Birden dişlerinin arasından bir nurun parıldadığını sandı. Şoyle diyordu: Bize biraz sut verebilir misin?' Bu soru karşısında Abdullah kendinden emin bir şekilde cevap verdi. Var, ama size veremem. Bunlar bana emanet.' O zat bu kez şunu sordu: Sağılmayan bir koyunun var mı peki?' Abdullah evet' dedi. Bir koyunu onların yanına yaklaştırdı. O zat, dudakları kıpır kıpır, koyunun memelerine eğildi; zarif hareketlerle bir kaba bir miktar sut sağdı. Once arkadaşı sonra da kendisi ictiler. Ardından teşekkur ederek koyunun memelerini eliyle yeniden sıvazladı; memeler eski hÂline gelmişti. Bunları seyreden genc coban, okuduklarını bana da oğretir misin' dediğini farketti. Utansa, mahcup olsa da beklemeye başladı. O zat, başını okşadı muşfik bir hareketle ve ardından sen, oğretilmiş, meraklı bir gencsin' sozleri dokuldu ağzından. Mutebessim bir edada soylemişti tum bunları. Yavaş yavaş donduler ve geldikleri gibi ağır ağır gittiler. Genc Abdullah, icinden bir şeylerin de onlarla beraber gittiğini hissetti.

İMANI
Abdullah, yanına gelen bu iki insanı, hele de bir tanesini hic unutamamıştı. Mekke'ye donunce cevresinde yaptığı kucuk bir araştırma ile, bu Zat'ın, kendinin peygamber olduğunu soylediğini oğrenmişti. Hemen yanına gitti. Ve nur insanlar dairesine dahil oldu. Hemen o gunden itibaren tum hayatını değiştirdi. Daha sonraları o gunleri anarken diyecektir: ben Musluman olanların altıncısı idim.'

CESARETİ
Daru'l-Erkam'a sığınmadan onceki donemde iman etmek kolay bir iş değildi. Pek cok tehlikeyi goze almak demekti. İman bir yureği fethetmişse ona kendi rengini verirdi; iman boyasıyla boyanan bir yureğin onunde volkanlar da olsa erirdi. O yurek sahibi dunyaya meydan okuyabilirdi. Genc Abdullah da bu sırrı yakalayanlardan biriydi. Bunyesinin tum celimsizliğine rağmen kufre meydan okumak icin yanıp tutuşuyordu. Kendinden once daireye dahil olanlarla kısa bir istişare yaptı ben' dedi, yarın gidip onların toplu olarak bulundukları KÂbe'de Kur'Ân okumak istiyorum.' Pek razı olmadılar, dayak yiyebileceğini hatırlattılar kendisine; eziyet ve işkenceden bahsettiler. Fakat Abdullah iman sırrını kavramıştı: 'İman hem nurdur, hem kuvvettir, evet, hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir.' Bu buyuk cumleyi soyleyen Yuce Kutlu, acaba, Abdullah'ın bu genc yaşındaki iman kuvvetini değerlendirerek mi soylemişti?

Ertesi gun, kufrun başları hep beraber oturmuşlar, aralarında konuşuyorlardı. Tartıştıkları konu belki de yayılma istidadı gosteren bu yeni dinin Mubelliği'ne ve muntesiplerine ne yapmaları gerektiği hususu idi? Tam bu esnada, kulaklarını cınlatan bir ses duydular: 'Rahman Kur'Ân'ı oğretti, insanı yarattı, ona konuşmayı belletti...' Duydukları bu sesin nereden geldiğini kestirince, ona doğru yoneldiler, azgın hayvanlar gibi genc Abdullah'ın uzerine cullandılar. Epey bir zaman hırpaladıktan sonra artık dersini almıştır diyerek bıraktılar. Onlara gore dersini (!) almamıştı ki, ertesi gun yine aynı yerde, bu kez Kur'Ân'ın bir başka suresini okudu. Yaptıkları işkencelerden hastalanmıştı, lÂkin iman coşkunluğu bunları kendisine hissettirmiyordu.

HİCRETİ
'İslÂm'da hicret, cok tabiî, cok fıtrî, ilahî inayet yuklu safhalarla dolu cok mubarek bir harekettir. Mekke'den kucuk gruplar hÂlinde veya teker teker, Âdeta buharlaşarak kanatlanan sahabeler, birer rahmet damlası gibi Medine'ye inmişler, Medine onlarla canlanmış, hayat bulmuş, yeniden doğmuştur.'

Hicret, kelime anlamıyla bir yerden bir başka yere gocmedir. LÂkin İslÂm tarihindeki hicretleri bu basit lûgat anlamıyla değerlendirmek bizi yanlış sonuclara goturur. Cunku her hicret, her zaman bir gocetme, bir işkenceden kacma değildir; Habeşistan hicretinde olduğu gibi, Medine hicretinde olduğu gibi...

Efendimiz (sav)'de, rahmet bulutları gibi olan sahabelerine yeni bir hedef gosterdi. Burası Habeşistan denilen ulkeydi. Halkı Hrıstiyandılar. Burasının secilmesinde, idarecisinin ilahî dinlerden birine mensup olmasının rolu vardı. Nitekim Efendimiz'in bu tespiti her zamanki gibi doğru cıkmıştı. Mekke muşriklerinin onları geri getirmek icin daha sonraki gayretleri Necaşi denilen bu zat tarafından geri cevrilmiş, hatta Efendimiz'e hediyeler takdim etmişti. Aynı zamanda hidayete erişip Musluman da olmuştu. Bu kutlu kafilenin icinde Hz. Abdullah da vardı. Bu kafiledeki erlere baktığımızda daha ziyade gittikleri yerde İslÂm'ı temsil edebileceklerin secildiğini goruyoruz. Secilenler, vazifelerini guzelce yapmışlar, İslÂm'ı tanımayan ve ulkelerine gelişlerini kendilerine bir noktada meydan okuma kabul eden Hristiyan ruhbanlarına gayet guzel cevaplar vermişler ve onları tatmin etmişlerdi. Hz. Abdullah'ın burada neler yaptığı hakkında kesin bilgimiz yoksa da, bir yandan gecimini sağlamak icin, bir yandan da, İslÂm'ı temsil ve tebliğe calıştığını soylememiz mumkundur. Cunku Ashabı Kiram Efendilerimiz Medine'de boyle yapmışlardı. Onların boyle kitle hÂlinde ulkelerine gelişleri Habeşîlerin dikkatini cekmişti. Bir muddet sonra yeni gelenler Kralın huzuruna cağırıldılar. Geliş maksatlarının ne olduğu soruldu. Sorulara gayet muknî cevaplar veren Cafer b. Ebi Talib ve Hz. Osman, hizmetlerine, rahat ve endişesiz bir şekilde devam ettiler.

Bu arada bir yandan da Mekke'den haber almaya gayret ediyorlardı. Muşriklerin Necm suresi okunması esnasındaki tavırlarını yanlış yorumlayan Habeşistan'daki muhacirler, Mekke'ye donduler. Geldikleri Mekke, bıraktıklarından daha da şedit bir işkence ile karşılamıştı kendilerini. Hz. Abdullah, bu kez de Medine'ye hicret izni cıkınca, oraya gitti; giderken Hz. Peygamber'den ayrılık azabına katlanarak... Giderken geride bıraktıkları, kendisini orada huzurlu hissetmesine engel olmuştu. Efendimiz Medine'ye teşrif edince Hz. Abdullah'ın hicranı dinmişti. Artık bundan sonra durmak yoktu. Zira yapılacak işler pek coktu. Bir yanda Yahudiler vardı, bunlar muşriklerle ortak duşmanlıklar peşindeydiler. Bunların kullandığı insanlar arasında şeklen Musluman olmuş, henuz İslÂm'ın guzelliklerine uyanamamış kimseler vardı. Medine'ye gelen Muslumanlar vardı, bunları canlarından aziz bilip destek olmaya calışan Ensar vardı. Gelenler sadece canlarını kurtarabilmişlerdi. Butun bunlar Efendimiz'in onunde cozum bekleyen problemlerdi.

OZEL MUŞAVİR
Hz. Abdullah burada Efendimiz'-in ozel katib'i veya ozel muşavir'i gibi hizmet gordu. Efendimiz'in daima yanında oldu. Peygamberimiz, kendisini tavzif ederken ona şoyle tenbih etmişti: 'Perdelerin acılıp kapanması ve dinleyemeyeceğin fısıltılı konuşmalar, sırlı konuşmalar hakkındaki izin bana aittir.' Bunların dışında kalan hizmetleri gordu. Her zaman O'nun misvak, takunya, abdest suyu, koku gibi şahsi eşyalarını taşırdı. Abdullah b. Mes'ud, Efendimiz'in ayakkabılarını giydirmiş, yolda yururken ona yol acmış, oturacakları yere varınca ayakkabısını cıkartmıştır. Oradan kalkacağı zaman da yine ayakkabılarını giydirir, O'nun onune duşer, O'ndan once odasına girerdi. Efendimiz'i uykudan uyandırmak gorevi de yine İbn Mes'ud'undu. Efendimiz'in evine o kadar sık girip cıkıyordu ki; Medine'ye yeni gelenler onun da aileden biri olduğu zannına kapılabiliyordu. Hz. Peygamber (sav), onunla ozel meselelerini goruşmuş, cok gizli sırlarını bile ona soylemekten cekinmemişti.

SAVAŞLARDA
İbn Mes'ud, Peygamberimiz tarafından yapılan tum gazalara katılmıştır. İslÂm'ın ilk savaşı olma ozelliğine haiz Bedir'de, kufrun ileri gelenlerinden olan ve Peygamber lisanından bu ummetin firavunu' sozuyle, lÂnetlik bir vasıf kazanan Ebu Cehil'in kellesini kesmek ona nasip olmuştu. İbn Mes'ud, cussesinin nahifliği yuzunden kelleyi ancak sırtına alarak getirebilmişti. Efendimizle beraber Uhud, Hendek, Huneyn gibi tum gazalara iştirak etmiş, bunlarda hep olumu arzulamış, hep şehadeti kovalamıştı. Uhud'da ve Huneyn'de Efendimiz'den ayrılmayan bir avuc sahabinin arasında yine İbn Mes'ud vardı. Hendek muhasarasında ve Hudeybiye musalahasında, İbn Mes'ud, onlerde rolunu oynuyor, gorevinin hakkını veriyordu.

Efendimiz'in dunyasını değiştirmesinden sonra Hz. Ebu Bekir'in Medine'yi savunmak uzere sectiği bir avuc insan arasında İbn Mes'ud da vardı. Bu gorevin dışında o donemde cevresinde hadîs neşretmek ve Kur'-Ân'ı oğretmekle meşgul olmuştu. Hz. Omer devrinde fetih hareketleri hız kazanınca eski gunleri hatırlamış, fetihlere yeniden iştirak etmeye başlamıştı. Bilhassa Yermuk muharebesindeki hamaseti, savaşın Muslumanların zaferiyle sonuclanmasını sağlamıştı.

KADILIĞI
Hz. Omer devrinde, H. 20. seneye gelinceye kadar İbn Mes'ud devletten resmi gorev almamıştı. Hz. Omer de kendi devrinde onu bir yere tayin etmemişti. Bunu nicin yapmadığını, onu Kufe'ye kadı olarak tayin ederken Kufeliler'e yazdığı mektuptan anlıyoruz. Mektup, İbn Mes'ud'un Hz. Omer yanındaki değerini gostermesi acısından anlamlıdır: 'Size Ammar b Yasir'i vali, İbn Mes'ud'u da muallim (ve kadı) olarak tayin ettim. Beytu'l-Mal (şehir hazinesi, defterdarlık) gorevi de İbn Mes'ud'un uzerinde olacaktır. Bunların ikisi de Bedir ehlindendir. Onları dinleyiniz ve itaat ediniz. İbn Mes'ud'u yanımda alıkoymayıp, Kufe'ye tayin ederek sizi kendime tercih ettim.' Bu mektubu yazarken Hz. Omer, cok haklıydı. Zira Peygamber Efendimiz, Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadîste şoyle buyurmuştu: 'Benden sonra iki kişiye, Ebu Bekir ve Omer'e uyunuz. Ammar'ın gosterdiği yoldan gidiniz. İbn Mes'-ud'un tavsiyelerine uyunuz.'

İbn Mes'ud, Kufe'de kaldığı surece, vazifesini liyakatle yerine getirdi. Gorevine son derece bağlı, vazifesinin gerektirdiği iktidar, insaf ve ihtiyata sahipti. Bir yandan ilim adamlığı, ote yandan kadılık, aynı anda bir de Kufe şehri defterdarlığı gibi vazifelerin ne kadar sorumluluk gerektirdiği acıktır.

Hz. Osman doneminin ilk senelerinde herhangi bir şey yoktu. Bir iki sene sonra Kufe'de karışıklıklar baş gosterdi. Halk valileri alenen tenkit etmeye başlamıştı. Kufe'nin bilinen karışık durumunda İbn Mes'ud gibi sağlam birinin olması lÂzımdı ki, pek cok kotuluğun onune gecilebilsin. Gorevi gereği, bazen valileri bile sorguya cekmek durumunda kalabiliyordu. Boyle zamanlarda İbn Mes'ud'un imdadına, Efendimiz'den gorduğu dinî emirlerin yerine getirilmesindeki hassasiyeti yetişiyordu. Emirlerinin infazında hicbir şey ve kimseden cekinmiyordu. 'Seciyesinin metaneti, ilminin kuvveti ve imanının salabeti sonucu, gorevlerini başarı ile yerine getirmişti.' İş bu kadarla da kalmıyordu. Her gun yeni yeni problemler zuhur ediyor, bunların cozumleri gerekiyordu. İbn Mes'ud, bunlara ictihad ederek cevap veriyordu. Boylece Hanefî ekolunun temelleri atılıyordu. Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın valiliğini kaldıramamış bir şehirde Abdullah b. Mes'ud'un ne kadar zor şartlarda gorev yaptığı izahtan varestedir. İslÂm'ı yeni yeni anlamaya başlayan bu insanlara aynı zamanda İslÂm'ı da oğretecek, Hz. Peygamber'in guvendiği bir insanın olması lÂzımdı. Tum bu vasıflar en guzel şekilde İbn Mes'ud'da toplanmıştı.

DEFTERDARLIĞI (Hazinedarlığı)
Yukarıda da bir nebze temas ettiğimiz gibi, İbn Mes'ud aynı zamanda Kufe şehri maliyesine de nezaret ediyordu. Kufe, gelirinin ceşitliliği ve bolluğu ile bilinir, zengin bir şehir idi. Burası o gunlerde, Turkistan, Ermenistan, Horasan gibi yerler uzerine yapılacak seferlerin ikmal merkeziydi. Bu merkezlere gonderilecek ordular, onların iaşe ve diğer masrafları, hep buradan karşılanıyordu. Kufe'nin maliyesine nezaret etmek gercekten hesapcı bir karaktere, teşkilÂtcı bir ruha sahip idareci istiyordu. Binlerce insanı ilgilendiren hususları cozecek liyakatte olmasını gerektiriyordu. Bu da İbn Mes'ud hazretlerinde fazlasıyla vardı. Efendimiz, boşuna ona sen muallem bir gencsin' dememiş, yıllarca kendi en yakınında bulunma şerefini ondan esirgememiş! Efendimiz'in en yakınında bulunmak o kadar kolay olmasa gerek. Bu, bize Efendimiz'in insan secmedeki fetanetini, İbn Mes'ud'un da kabiliyetini gosterir.

İSTİĞNASI
İbn Mes'ud, elinde bu kadar imkÂn olmasına rağmen, şahsen son derece zahid ve muttaki idi. Dunyevî hicbir zevk, onu cezbedememiş, dunya, diğer Ashab Efendilerimiz gibi, İbn Mes'ud'u da aldatamamıştı. Butun vazifeleri tam bir titizlikle yerine getirir, bu hususta son derece hassas davranırdı. Bir seferinde Sa'd b. Ebi Vakkas hazretlerini bile, hazineyle ilgili bir husustan dolayı, tekdirden cekinmemişti.

İbn Mes'ud hazretleri gorevini, her ne kadar basiret ve liyakatle yerine getirse de fesat kumkuması boş durmuyordu. Her yerde olduğu gibi burada da şeytan bir kısım safdilleri aldatmış, onlar vasıtasıyla ortalık karışmıştı. Bunun uzerine zamanın halifesi Hz. Osman (ra), İbn Mes'ud'u, daha fazla yıpranmaması icin oradan almıştı.

Ayrılırken yakın cevresi ve talebeleri, halifeye cıkarak durumun, ona aktarılan gibi olmadığını soylemeyi teklif etmişlerse de İbn Mes'ud, bir fitnenin cıkmasına meydan vermemek icin, buna razı olmamış, umre niyetiyle yola cıkmıştı.

Bu yolculuk dolayısıyla İbn Mes'ud hazretleri memur olduğu bir vazifeyi yapmaya gittiğini tabii ki bilemezdi. Biraz geriye gidelim ve bunun nasıl olduğunu anlatalım:

Hz. Ebu Zerr, bir savaşa ancak ordunun ardından gelerek iltihak etmiş ve o anda da Efendimiz'e Ebu Zerr'in istikbali gosterilmişti. Buyurdular: 'Ebu Zerr, yalnız yaşar, yalnız olur ve yalnız haşrolur.' İstikbale dair bu mucizenin tahakkuku, İbn Mes'ud'un umreden donuş zamanına tevafuk etmişti. Son demlerini yaşayan Ebu Zerr, hanımına dedi ki, cık dışarı bak, gelenler var mı?' Hanımı ise, hac mevsimi gecti, bu zamanda buralardan kimse gecmez,' dediyse de Ebu Zerr, Efendisi'nin verdiği haberin gercekleşeceğine can u gonulden inandığı icin kesin bir dille yeniden cık bak, gelenler olması lÂzım' dedi. Bu kez tekrar ufku tarayan hanımı, bir toz bulutunun yaklaşmakta olduğunu gordu. Gelip kocasına haber verdi. Biraz sonra gelenlerin İbn Mes'ud'un dahil olduğu kafilenin umreden donmekte olduğu gorulmuştu. İbn Mes'ud ve arkadaşları, son demlerini yaşayan Ebu Zerr'e yetiştiler. Onun techiz ve tekfin işlerini yapıp defnettikten sonra hanımını da yanlarına alarak Medine'ye donduler. Boylece Efendimiz'in geleceğe dair verdiği bir haberin tahakkukuna hep beraber şahit oldular.

AshÂb-ı KirÂm,Allah Resûlu'nun en yakın hizmet arkadaşları idiler. İbn Mes'ûd'un ifade ettiği gibi,Allah insanların gonullerine baktı. İclerinden SahÂbileri, Habib'ine arkadaş olarak secti.Ashab, secilmiş 'Mustafa' Nebî'nin arkadaşları olmaya lÂyık gonullleri temiz 'musaffa'dırlar.

VEFATI
H. 32. senesinde İbn Mes'ud hazretleri 60 yaşına erişmişti. Hastalanmıştı. Bir gun ruyasını Efendimiz teşrif etmiş, yanına gelmesi icin onu davet etmişti. Her an olume hazırlıklı olan İbn Mes'ud bu davetle olumunun yaklaştığını iyice anlamıştı. Hastalığı esnasında kendisini ziyarete gelenler arasında Hz. Osman da vardı. Bir dileğinin olup olmadığını sordu. O da herhangi bir isteğinin olmadığı ifade etti. Bu ziyaret bir bakıma helalleşme manası taşıyordu. Hz. Osman, onun, Kufe'deki gorevinden azlettiğinden dolayı kendisine kırgın olabileceği endişesini taşıyordu. Halbuki İbn Mes'ud, Efendiler Efendisi'nden, dunya makamlarının gecici olduğunu dersini almış ve bunu da iyi bellemişti. Dolayısıyla kırgın olması mumkun değildi. Olumunden az once Ashab-ı Kiram'ın buyukleri onu ziyaret ettiler.

Vefatından sonra techiz ve tekfin işlemini Hz. Zubeyr ile oğlu Abdullah yaptılar. Namazını Hz. Osman kıldırdı. Bir ilim ve fazilet abidesi daha fena ve fani dunyadan bakî Âleme gecti.

MEZİYETLERİ
Fıtraten cok nezih, muttaki ve o derecede de hassas olan İbn Mes'ud, hanımının nakline gore, evine girerken, avluda once durur, ayaklarını yere vurur, bilahare iceri girermiş. Nezaketin bu derecesi, ancak 'eddebenî Rabbî' mektebinin hÂlis bir talebesi olmasında aranmalıdır.

İLMÎ YONU
İbn Mes'ud'un ilme merakını başta Efendimiz (sav) olmak uzere butun Ashab takdir ederdi. İslÂmiyet'le yeni tanıştığı gunlerde onun ilme olan merakını goren Efendimiz, 'Sen muallim olacak bir gencsin' buyurmuştu. Bu mubarek tespitiyle Efendimiz, onu iyi tanımış, ondaki oğretme kabiliyetini keşfettiğini gostermiştir.
Bu merakını ilim yolunda değerlendiren İbn Mes'ud, Ashab-ı Suffe'den biri olarak tum vaktini Efendimiz'le birlikte, O'nun ilim halkasında, soz incileri devşirmekte gecirmişti. İlme hizmetini birkac başlık altında toplamayı duşunuyoruz.

KUR'ÂN'A HİZMETİ
İslÂm, tum prensiplerini Kur'Ânı Kerim'de cemetmiştir. Kur'Ân, Hz. Peygamber'e meleğin vahyi olarak gelmiştir. Acıklama ve tefsir etme yetkisi ilk olarak Hz. Peygamber'e tanınmıştır. O'nun en yakınları arasında yer alan İbn Mes'ud, bu ilÂhî vahyi en iyi anlayanlardan biri olmuştur.

İbn Mes'ud, Hz. Peygamber zamanında Kur'Ân'ı hıfzeden ve cemeden bir kac kişiden birisiydi. Hz. Peygamber kendisine Kur'Ân okutur ve dinlerdi. Diğer Ashab-ı Kiram'a şu tavsiyede bulunmuştu: 'Kur'Ân'ı şu dort kişiden alınız.' buyurduktan sonra ilk olarak İbn Mes'ud'un adını zikretmişti. Kur'Ân'ın tum manasına vakıftı. Bunu da itiraf eder, şoyle derdi: 'Kur'Ân'ı benden daha iyi bilen birisini bilsem, nerede olursa olsun, hic uşenmeden onun yanına kadar giderdim.'

Kur'Ân'ın tefsirini iyi bilenlerden biri olduğu icin bu bilgisini daima cevresindekilere aktarmış, Kur'Ân'ın mÂnÂsının herkes tarafından bellenmesine gayret etmiştir.

HADÎSE HİZMETİ
Hz. Peygamber'in sunnetinin yayılmasına en ciddi gayret edenlerden biriydi. Oğrencilerini ziyaret eder, onlarla hadis muzakeresinde bulunurdu. Onların Hz. Peygamber'den hadîs rivayetinde daima ihtiyatlı olmalarını salıklardı. Hadîs rivayetinde muksirun' arasında olmasa da (rivayetleri toplam 848 tanedir) hadîsleri daima aktarmış, bunların yayılmasına calışmıştır. Oğrencilerine hadîs rivayetinde cok titiz olmalarını oğutlemiş, bunun en guzel orneğini de bizzat kendisi vermiştir. Onunla beraber bir yıl geciren bir talebesi, 'bu sure icinde bir kere bile Resulullah buyurdu ki' demedi.' diyerek bu hassasiyetine parmak basar. Hadîs rivayet edeceği zaman tum vucudu urperir, alnından boncuk boncuk terler akardı.

FIKIH İLMİNE HİZMETİ
İbn Mes'ud hazretleri fıkıh ilminin kurucularından olan fakîh sahabilerden biridir. Ozellikle Hanefî ekolunun temel taşıdır. Yukarıda da bir nebze temas edildiği gibi, Kufe ekolune mensup olan Hanefîlerin, Ebu Hanife ile Hz. Peygamber arasındaki bağın en guclu halkalarından birini İbn Mes'ud teşkil etmektedir. Hz. Ali ile beraber İbn Mes'ud, Ebu Hanife'nin ictihat kaynaklarından biridir. Bu acıdan kendisine medyunu şukranız. Talebelerinin onde gelenlerinden olan Alkame ve Esved, fıkıhtaki derinlikleriyle mumtaz idiler. Bunların talebesi olan İbrahim en-Neha'i, Ebu Hanife'nin hocası Hammad'ın ustadıdır. Irak kıtasının tum alimleri İbn Mes'ud'u rehber tanımaktadırlar. İbn Mes'ud'un fetvalarını ustadlarının ictihadlarıyla zenginleşmiş bir hÂlde devralan Ebu Hanife, bunları bugunku genişliğine kavuşturmuştu.

Bu satırlarda biz, İbn Mes'ud hakkında soylenmesi gerekenlerden sadece bir demet takdim etmeye calıştık. Onu da gerektiği gibi yapamadığımızın bilincindeyiz. Maksadımız, sizleri kaynaklardan bu zatın hayatını oğrenmeye teşvik etmektir. Bunda da başarılı olabilirsek ne mutlu bize.

Radıyallahu anhu rahmeten vasi'a.

__________________