Bu eser, “Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hicbir mucizesi olmadığı ve hicbir mucize gostermediği” fikriyle yaralanan gonullere bir merhem olarak hazırlanmıştır. Ve Allah’ın izniyle onlar icin tam bir şifa olacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hicbir mucizesi olmadığı fikrini savunanlar hadisleri inkÂr ettiği ve “Kur’Ân’da mucize yoktur” dedikleri icin bu eserde sadece Kur’an’ı kaynak olarak kullanacağız. Zaten Kur’an her derde kÂfi ve her hastalığa şafidir.
Meselemizi uc başlıkta inceleyeceğiz:
Mucize verilmesinin sebebi ve mucizeye olan ihtiyac. Mucize vermek hususunda Allah-u TeÂlÂ’nın Âdeti ve diğer peygamberlere olan muamelesi. Kur’an’da peygamber Efendimizin mucizeleri olup olmadığı bahsi. Bu eserin yaralanmış gonullere şifa olması dileğiyle eserimize başlıyoruz. İnayet ve tevfik Allah’tandır.
1- MUCİZE VERİLMESİNİN SEBEBİ VE MUCİZEYE OLAN İHTİYAC
Bir peygambere mucize verilmesinin sebeplerinden birisi, peygamberin o mucize ile insanlarakarşı peygamberliğini ispat etmesidir. Bu sebebi Kur’an’ın şu ayetleriyle tetkik edelim:
Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben Âlemlerin Rabbi tarafından gonderilmiş bir peygamberim. Bana duşen, Allah'a karşı hak olandan başka bir şey soylemememdir. Gercekten ben size Rabbinizden bir mucize getirdim, artık İsrailoğulları’nı benimle gonder.Firavun dedi ki: "Eğer bir mucize getirdiysen ve eğer doğru soyleyenlerden isen onu goster" (Araf 105-107)
Gorduğunuz gibi Musa (a.s.) peygamber olduğunu soylemekte, buna karşı Firavun Hz. Musa’dan mucize istemektedir. Allah-u TeÂl da asasının yılan olması ve yed-i beyza gibi mucizeleri Hz. Musa’ya vermiştir. İşte peygamberlere mucize verilmesinin bir sebebi budur: Gonderildiği kavme ve o kavmin ileri gelenlerine Allah’ın peygamberi olduğunu ispat etmek…
Şimdi de başka bir ayet-i kerimeye bakalım:
Salih (a.s) dedi ki: "Gelin! Allah'tan korkun ve bana itaat edin.Yeryuzunde fesat cıkartıp, ıslah etmeyen bozguncuların emrine uymayın." Onlar dediler ki:"Sen ancak buyulenmiş birisin!Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru soyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir." (Şuara 150-154)
Gorduğunuz gibi, bu ayet-i kerimelerde de Salih (a.s.)’ın kavmi Hz. Salih’ten mucize istemektedir. Buna karşı Allah-u TeÂl da Hz. Salih’e dişi bir deveyi mucize olarak vermiştir. İşte mucizeye olan ihtiyac buradan kaynaklanmaktadır: Her ummet, peygamberinden muhakkak mucize gostermesini istemiş; onların bu isteklerine karşı da Allah-u TeÂl peygamberlerine mucizeler vermiştir. Mucizeler, Allah-u TeÂlÂ’nın, peygamberinin sozunu tasdik etmesi ve: “Bu benim peygamberim, işte bakın, onun icin Âdetimi değiştiriyorum. Oyleyse ona iman edin” demesidir.
Şimdi de başka bir ayet-i kerimeye bakalım:
Havariler dediler ki:" Ey Meryemoğlu İsa, Rabbin bize gokten bir sofra indirebilir mi?" İsa da: "İnanıyorsanız Allah'tan korkun" dedi.Havariler: "İstiyoruz ki biz ondan yiyelim, kalplerimiz iyice mutmain olsun, senin bize doğru soylediğini bilelim ve bunu bizzat gorenlerden olalım" dediler. (Maide 112-113)
Bu ayet-i kerimelerde de aynı şeyden bahsedilmektedir. Hz. İsa’nın Havarileri, Hz. İsa’dan mucize olarak gokten bir sofra indirmesini istemektedir. Bunun sebebi de kalplerinin mutmain olması ve Hz. İsa’nın peygamber olduğunu yakinen gormek istemeleridir.
Hz. Musa’nın kavmi, Hz. Salih’in kavmi ve Hz. İsa’nın Havarileri peygamberlerinden mucize istedikleri gibi, butun diğer peygamberlerin kavimleri de kendi peygamberlerinden mucize istemişler ve iman etmelerine mucize getirmelerini şart koşmuşlardır. İşte mucizeye ihtiyac buradan doğmaktadır. Oyle ya, kişi her “peygamberim” diyene iman mı edecek? Ondan bir nişan ya da mucize istemeyecek mi? Siz o asırlarda yaşasaydınız, “Ben Allah’ın peygamberiyim” diyen birisine, mucize istemeksizin iman eder miydiniz?
Peygambere mucize verilmesinin bir başka sebebi de İnsanların yarın mahşer gunu Allah-u TeÂlÂ’nın aleyhinde delil getirmemeleri icindir. Şoyle ki:
Mahşer gunu Cenab-ı Hak insanlara: “Nicin bana iman etmediniz” dediğinde, insanlar “Ya Rab, sen bize peygamberlerini ve elcilerini gondermedin, eğer elcilerini gonderip bize kendini bildirseydin biz sana iman ederdik” dememeleri icin Cenab-ı Hak insanlara peygamberler gondermiştir. Bu mana Kur’an’ın bircok ayetinde gecmektedir. Mesela Nisa suresi 165. ayetinde şoyle buyrulmuştur: “Peygamberleri mujdeciler ve azap habercileri olarak gonderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın.” Yine Maide suresi 19. Ayette şoyle buyrulmuştur: “Ey kitap ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada size Resulumuz geldi, gercekleri acıklıyor ki, (yarın kıyamet gununde): "Bize bir mujdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyiniz. İşte mujdeleyici ve uyarıcı geldi.”
Bu manayı ifade eden daha bircok ayet-i kerime vardır. Demek, peygamberlerin gonderilmesinin bir sebebi, İnsanların hesap gunu “Peygamber gelmedi, eğer peygamber gelseydi iman ederdik” mazeretini one surmemeleri icindir.
O halde şimdi, mucizelere olan ihtiyac sadedinde şunu soruyoruz: Eğer peygamberlere mucizeler verilmeseydi, ahirette mazeret ileri surulmemesi icin peygamberlerin gonderilmesinin bir hikmeti kalır mıydı? Yani bir insan şoyle dese: “Ya Rab, eğer sen peygamber gonderseydin ben seni tanır ve sana iman ederdim.” Allah-u TeÂlÂ’da buna cevap olarak dese: “Ben sana peygamber gonderdim ve kendimi tanıttım.” Sonra o kişi şoyle dese: “Ya rabbi, ben ona inanmak istedim, hatta ondan mucize getirmesini istedim, ama o mucize getiremeyince ben de doğru mu soyluyor yoksa yalan mı soyluyor diye karar veremedim ve şu kısa aklımla dedim ki: eğer bu peygamber olsaydı Allah ona mucizeler verirdi. Mucize getiremediğine gore bu peygamber değildir. Ya rabbi, mucizesi olmazsa doğru mu yalan mı soylediğini nasıl anlayabilirdim…”
İşte insanın bu mazeretinin kalmaması icin peygamberlere mucizeler verilmiş olmalıdır ve verilmiştir. Yoksa peygamber gonderilmesinin bu ikinci hikmeti kaybolur ve hesap gunu insanlar Allah’ın aleyhinde delil getirirler. Nasıl ki Allah-u TeÂlÂ, aleyhinde insanlar delil getirmesin, yani “Biz bilmiyorduk, peygamber gelseydi iman ederdik” demesinler diye peygamberleri gondermiştir. Aynen oyle de, “Ya Rabbi, peygamber olduğunu nasıl bilebilirdik, mucizesi yoktu ki” demesinler diye de peygamberlere mucizeler vermiştir.
Şimdi bu başlığı neticeye bağlayalım: Mucize gonderilmesinin sebebini ve mucizeye olan ihtiyacı ikinci maddeyle izah ettik:
1- İnsanların iman etmek icin mucize istemeleri ve: “Eğer Allah’ın peygamberiysen mucize getir” demeleri.
2- Hesap gunu insanların Allah-u Teala’ya mazeret sunamaması icin, peygamberlere mucize verilmesinin gereği…
Şimdi bu iki sebebi peygamberimiz hakkında duşunelim: Biz, “Peygamberimiz mucize getirmedi” diyen kişiye şimdi sorularımızı soruyoruz:
1- Efendimiz (s.a.v) insanlara: “Ben Allah’ın peygamberiyim, bana iman edin” dediğinde insanlar ondan mucize istemediler mi? Kur’an’ın ayetleriyle gorduk ki, butun ummetler peygamberlerinden mucize istemişler. Butun ummetler peygamberlerinden mucize isterken, o asrın insanına ne oldu da efendimizden mucize istemediler?
2- Peki, mucize olmaksızın Efendimizin doğru mu, -haşa- yalan mı soylediğine ne ile hukmettiler?
3- Cenab-ı Hak diğer peygamberlere mucizeler vererek onları kavimlerine karşı kuvvetlendirirken ve mucizelerle onları tasdik ederken, nicin Efendimize mucize vermemekle onu yalnız bıraktı ve onu mucizenin lisan-ı haliyle tasdik etmedi?
4- Yarın hesap gunu Ebu Cehiller, Ebu Lehebler ve diğer kÂfirler: “Ya Yabbi, Evet Muhammed kulun peygamber olduğunu soyledi, ama bize mucize getirmedi ki. Sen her peygamberine mucizeler vererek onların peygamberliği tasdik etmişsin. Biz zannettik ki, eğer Muhammed kulun peygamber olsaydı ona da mucize verirdin. Ya Rabbi mucizen olmadan onun doğru mu yalan mı soylediğine ne ile hukmedelim…” dediklerinde Allah-u TeÂl onlara ne cevap verecek?
5- Cenab-ı Hak, diğer peygamberlerin ummetlerine acıyor, merhamet ediyor ve onların imanlarını kolaylaştırmak icin onların peygamberlerine mucizeler veriyor da, nicin Efendimizin asrına aynı muameleyi yapmıyor? Onlara acıyıp merhamet etmiyor mu? Nicin onlara imanı kolaylaştıracak olan mucizeleri peygamberimize vermiyor?
6- Kur’an ayetlerinden anlıyoruz ki, peygamberlere mucize vermek ve bu mucizeler ile onların peygamberliğini tasdik etmek Allah’ın bir adetidir ve her peygambere mutlaka mucizeler verilmiştir. Acaba Allah-u TeÂl diğer peygamberlere verdiğini bizim peygamberimize nicin vermiyor? Peygamberimiz -hÂşÃ‚- onlardan daha mı aşağıda? Allah’ın Âdetini değiştirmesinin sebebi nedir?
7- Bir kavmin, mucize gostermeksizin sadece “Ben Allah’ın peygamberiyim” diyen birisine iman etmeleri mumkun mudur? Eğer mumkun değilse –ki değildir- Peygamber efendimize mucize verilmemesi, o asrın insanından mumkun olmayan bir şeyin istenmesi anlamına gelmez mi? Bu da Allah’ın rahmeti ve adaletiyle nasıl barışır?
8- Mucize gostermeyen bir beşerin, Allahın peygamberi olup olmadığına ne ile hukmedeceğiz?
Daha bunlar gibi cok soru sorabiliriz. Lakin sozu daha fazla uzatmaya gerek duymuyoruz.
2- MUCİZE VERMEK HUSUSUNDA ALLAH-U TEÂLÂ’NIN ÂDETİ VE DİĞER PEYGAMBERLERE OLAN MUAMELESİ.
Kur’an ayetleri incelendiğinde Allah-u TeÂlÂ’nın, her peygamberine mucizeler verdiği gozukmektedir. Bazı ayet-i kerimeleri zikrederek bu bahsi ispat edelim:
Hz. İsa’ya verilen mucizeler şoyle zikredilir:
“Allah Onu (Hz. İsa’yı) İsrailoğullarına bir peygamber olarak gonderir (ve o der ki): "Şuphesiz ki ben size Rabbinizden bir Âyet getirdim: Size, kuş biciminde camurdan bir şey yaparım da icine uflerim, Allah'ın izniyle o, kuş olur. Anadan doğma koru ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah'ın izniyle oluleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor ve neleri biriktiriyorsanız size haber veririm" (Ali İmran 49-50)
Hz. İbrahim’e verilen bir mucize olan, ateşe atıldığında ateşin onu yakmaması şoyle zikredilir:
“(Hz. İbrahim) dedi: " Allah'ı bırakıp da size hicbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara mı tapıyorsunuz? Size de Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hÂl akıllanmayacak mısınız?"Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin" dediler.Biz: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol" dedik. (Enbiya 66-69)
Hz. Salih’e verilen deve mucizesi şoyle zikredilir:
Salih dedi ki: "Ey kavmim! İşte şu, Allah'ın dişi devesi size bir mucizedir. Bırakın onu Allah'ın yeryuzunde otlasın. Ve ona kotu bir maksatla el surmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar." (Hud 63)
Hz. Suleyman’a verilen hayvanlarla konuşabilmesi mucizesi şoyle zikredilir:
Suleyman Davud'a varis olup dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuşdili oğretildi ve bize her şeyden verildi. Doğrusu bu apacık bir lutuftur." (Neml 16)
Hz. Musa’ya verilen asasının yılan olması ve Yed-i Beyza mucizeleri şoyle zikredilir:
Firavun: "Eğer bir mucize getirdiysen ve eğer doğru soyleyenlerden isen onu goster" dedi.Bunun uzerine Musa asÂsını yere bırakıverdi, o da birdenbire kocaman bir ejderha kesiliverdi.Ve Musa elini koynundan cıkarıverdi, eli bembeyaz olmuş, bakanların gozunu kamaştırıyordu. (Araf 106-108)
Bunlar gibi, Kur’an’da peygamberlere mucize verildiğine dair daha bircok ayet-i kerime vardır. Hatta bu konuda ozel bir eser bile hazırlanabilir. Biz, maksat hÂsıl olmuştur duşuncesiyle daha fazla ayet beyanına ihtiyac duymuyor ve şu soruları “Hz. Muhammed’in mucizesi yoktur” diyen bedbahta soruyoruz:
1- Kur’an’ın mezkûr ayetleriyle Allah-u TeÂlÂ’nın, peygamberlerine mucizeler verdiğini işittin. Allah-u TeÂl butun peygamberlerine mucizeler verirken Peygamber Efendimizi neden ayırmış ve Ona mucize vermemiştir?
2- Peygambere verilen mucizelerin bircok hikmetinden iki hikmeti birinci başlıkta dinledin. Acaba bu iki hikmet, Efendimizin asrında yok mu oldu? Yani Peygamberimizin mucize gostermeye ihtiyacı yok muydu? Kavmi kendisinden mucize istemedi mi? İstediyse -ki istedi- onlara mucize gosterilmemesinin ve efendimizin, ummetinin inadına karşı caresiz bırakılmasının sebebi nedir?
3- Efendimizin asrında yaşayan Yahudiler yarın hesap gunu Allah-u TeÂlÂ’ya: “Ya Rabbi, Hz. Musa kuluna mucizeler vermiştin. Bu mucizeler sayesinde onun peygamber olduğunu anladık ve ona iman ettik. Hakiki peygamberlerin ile peygamberlik iddiasında bulunan sahtekÂrları bu mucizeler sayesinde biz ayırt ettik. Ama sen Muhammed kuluna mucize vermedin ki. Biz onun peygamber olduğunu nasıl anlayacaktık? Niye Musa kuluna mucize verirken, Muhammed kuluna mucize vermedin ve imanı bize kolaylaştırmadın?” dediklerinde Cenab-ı Hakk’ın cevabı ne olacak?
4- Yahudilerin sundukları mazereti Hıristiyanlar da şu acıdan sunsa ve deseler ki: ya Rabbi, biz de senin İsa kuluna iman etmiştik. Sen onun peygamberliğini mucizeler ile tasdik etmiştin, biz de ona inanmıştık. Ondan sonra peygamberlik iddiasında bulunan nice yalancılar cıktı. Ama biz onlara kanmadık, cunku senin Âdetini şoyle biliyorduk ki: sen peygamberinle, peygamberlik iddiasından bulunan sahtekÂrların arasını mucizen ile ayırırsın. Bu mucize, senin peygamberindeki nişanındır. Ama sen Muhammed kuluna bu nişanını koymadın. O bize mucize gostermedi, biz ona nasıl inanırdık?” dediklerinde Cenab-ı Hakk’ın Hıristiyanlara cevabı ne olacak?
5- Sahabeler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e oyle iman ettiler ki, Efendimiz icin değil sadece mallarını; evlatlarını, eşlerini, babalarını ve canlarını seve seve feda ettiler. Boyle bir imanın, Efendimizden mucize gormeksizin oluşmasına hic imkÂn var mıdır? Sadece, “Ben peygamberim” sozuyle boyle sarsılmaz bir iman meydana gelebilir mi? Bizler Musluman bir toplumda doğmamıza, Musluman bir toplumda yaşamamıza ve şu an dunyada bir bucuk milyar Musluman olmasına rağmen bazen şuphelere duşuyor ve imanımızı bir turlu kemale erdiremiyorken, sahabeler nasıl oldu da bir anda değiştiler ve Efendimizin peşinde canlarını feda ettiler. Sahabeler bu imana hic mucize gormeden mi ulaştılar? Peygamberimizden hic mucize istemediler mi? Mucize istedilerse, Efendimiz onlara mucize gosteremeyince onlar imanda nasıl sebat ettiler?
6- İnsanları adetlerinden bile vazgeciremezsiniz. Mesela, bir sigara tiryakisine, sigaranın ne kadar zararlı olduğunu anlatsanız da kolay kolay sigarayı bıraktıramazsınız. Acaba Peygamber efendimiz (s.a.v.) onların ruhlarına kadar işlemiş olan adetlerini, hatta dinlerini onlara nasıl değiştirtti. Hicbir mucize gostermeden mi?
Daha cok soru sorabiliriz. Ama daha fazla uzatmaya gerek gormuyoruz.
Bu başlıkta yaptığımız şey: Allah’ın, peygamberlerine mucizeler vermesinin bir Âdeti olduğu ve onları mucizelerle desteklediği noktasıdır. Elbette efendimiz de bu destekten mahrum bırakılmamış; ona da, hem de diğer peygamberlere verilen mucizelerden daha buyukleri verilmiştir.

3- EFENDİMİZE (S.A.V.) AİT KUR’AN’DA ZİKREDİLEN MUCİZELER
1. AYET-İ KERİME
“Onları siz oldurmediniz, lÂkin Allah oldurdu. Attığın zaman da sen atmadın, lÂkin Allah attı. Bu, Muminleri katından guzel bir imtihanla denemek icindi. Şuphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 17)
Bu ayet-i kerimede gecen “Attığın zaman sen atmadın, lÂkin Allah attı.” ifadesi hakkında İbni Abbas, Urve İbni Zubeyir, İmam Mucahid, İmam Katade, İmam Suddi, İkrime hazretleri ve diğer butun mufessirler ittifakla şoyle demektedirler: Bu ayet-i kerime, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Bedir gunu muşriklerin yuzlerine toprak atması hakkında nazil olmuştur. Şoyle ki:
Enfal suresinde Bedir savaşı cok detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Zikrettiğimiz ayet-i kerime de Bedir savaşının anlatıldığı bolumde gecmektedir. Bedir gunu Muslumanlar sayıca cok az ve silahca cok zayıftılar. KÂfirler onların uc katı kadardı ve tamamen silahlı ve zırhlı idiler. Savaşın bir bolumunde Muslumanlar mağlup olmak uzereydiler ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hengÂmda ellerini acarak şoyle dua etmiştir: “Ey Rabbim, eğer şu topluluğu helak edecek olursan, bir daha asla yeryuzunde sana ibadet edilmeyecektir…”
Bu dua uzerine Cebrail (a.s.), Efendimize: “Bir avuc toprak al ve bunu onların yuzlerine at.” dedi. Hz. Peygamber de bir avuc toprak alarak bunu onların yuzlerine attı ve “yuzleri kurusun!” buyurdu. Muşriklerden hic kimse kalmadı ki, gozlerine, burun deliklerine ve ağzına bu bir avuc topraktan isabet etmiş olmasın. Muşrikler gozlerine kacan bu toprakla uğraşırken Sahabeler onlara saldırıp bir kısmını oldurdu ve bir kısmını da esir etti. Savaştan sonra da Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimeyi indirerek, Muminlere vermiş olduğu nimeti hatırlattı.
Şimdi, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:
Butun mufessirler bu ayet-i kerimedeki “Attığın zaman sen atmadın, lÂkin Allah attı.” ifadesinin Bedir gunu, anlattığımız hadise uzerine indiğinde ittifak etmiş iken, siz nasıl olur da “Peygamberin Kur’an’da mucizesi yoktur” dersiniz. Yoksa size gore, Efendimizin bir avuc toprağı muşriklere atması ve bu toprağın onların gozlerine, kulaklarına ve ağızlarına kacması mucize değil midir? Yani bu olayın orfte cok emsali mi var ki, bunu mucize olarak kabul etmiyorsunuz. Eğer bu mucize değil ve alelade bir işse, o zaman siz de bir avuc toprak alın ve kalabalık bir cemaate doğru fırlatın. Bakın bakalım, kac kişinin gozune girecek. Ya da siz, “Attığın zaman sen atmadın, lÂkin Allah attı.” ayet-i kerimesini farklı bir şekilde mi tefsir ediyorsunuz. Sahabenin ve Tabiinin butun mufessirleri bu ayet-i kerimenin iniş sebebi hakkında ittifak etmiş ve bu mufessirlerin bir kısmı o gun Bedir’de bu olaya bizzat şahit olmuş iken, siz kafanızdan başka bir iniş sebebi mi uyduruyorsunuz? Yoksa mucizeyi aklınıza mı sığıştıramıyorsunuz. O halde gozunuzu acın da şu Âleme bir bakın! KÂinattaki her fiil zaten bir mucizedir ve beşerin bu fiilleri taklit etmesi mumkun değildir. Bir sinek mucize değil midir? Bir kelebek mucize değil midir? Bulutlardan dokulen yağmur damlaları mucize değil midir? Denizlerde akıp giden gemiler mucize değil midir? Her an boyle milyonlarca mucizeyi gordukten sonra, nasıl olur da Allah’ın, Peygamber Efendimizin elinde mucizeler yaratmasını inkÂr edebilirsiniz. Şunu unutmayın, mucizeler peygamberin değil, Allah’ın bir fiilidir ve O’nun icadıdır. -HÂşÃ‚ ve kellÂ- Allah-u TeÂl peygamberinin elinde mucizeler yaratmaktan aciz midir? Yoksa bunu mu kabul ediyorsunuz? Acaba bu kadar mufessir ve allÂme, ayet-i kerimenin iniş sebebinde ve Peygamber Efendimizin bu mucizesinde ittifak etmiş, bu ittifak edenlerin de bir kısmı bu olaya bizzat şahitlik yapmış iken, bu mucizeyi inkÂr ederek bunca mufessire ve allÂmeye “yalancı” dediğinizden ve yaptığınızın bu manaya geldiğinden haberiniz var mı? Oyle ya, eğer sizin dediğiniz gibi Peygamberin mucizesi yoksa, O’ndan mucize nakleden butun sahabeler ve hadisciler yalancıdır ve mufteridir. Acaba onlara yalancı ve mufteri derken hic vicdanınız sızlamıyor mu? Onlarla yarın hesap gunu karşı karşıya geldiğinizde onların yuzlerine nasıl bakacaksınız? Onlara yaptığınız bu iftiranın cezasına nasıl katlanacaksınız? Bunu hic duşunmuyor musunuz?

2. AYET-İ KERİME
“Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan kendisine bazı ayetlerimizi gostermek icin, etrafını mubarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya goturen Allah her turlu noksan sıfatlardan munezzehtir.” (İsra 1)
Bu ayet-i kerime butun mufessirlerin ittifakıyla, Efendimizin (s.a.v.) Mirac hadisesinin başlangıcı olan İsra hadisesinden yani Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksaya olan seyahatinden haber vermektedir. Seyahatin detaylarını mezkûr ayet-i kerimenin izahını yapan tefsirlere ve hadis kitaplarının Mirac bolumlerine havale ediyor ve sadece İmam Tirmizi’den bir nakil ile yetiniyoruz:
İmam Tirmizi (r.a.) der ki: Bize İshak İbni İbrahim, Şeddad İbni Evs'den şoyle dediğini nakletti: “Ey Allah'ın Resulu, senin gece yuruyuşun nasıl oldu?” Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ben ashabımla birlikte Mekke'de yatsı namazını gecikerek kılmıştım. Bu sırada Cebrail bana beyaz bir hayvan getirdi. Merkepten buyukce, katırdan kucukce idi. Ve “Bin” dedi. Ona binmek bana zor geldi. Bunun uzerine Cebrail, kulağından onu tutup beni uzerine bindirdi. Hayvan yurudu, bizi ucuruyordu. Oyle ki ayağını gozunun ulaştığı yere basıyordu. Nihayet bizi hurmalıklı bir araziye goturdu, beni orada indirdi ve “Namaz kıl.” dedi. Ben namaz kıldım. Sonra bindik. “Nerede namaz kıldın biliyor musun?” dedi. Ben “En iyisini Allah bilir.” dedim. “Yesrib'de, guzellikler yurdunda namaz kıldın.” dedi. Hayvan bizi ucururcasına goturuyordu. Gozunun eriştiği yere tırnağını basıyordu. Sonra bir yere ulaştık. Cebrail “İn” dedi, indim. Sonra “Namaz kıl.” dedi. Namaz kıldım. Sonra bindik. Dedi ki: “Nerede namaz kıldın biliyor musun?” Ben “En iyisini Allah bilir.” dedim. Dedi ki: “Medyen'de, Musa'nın ağacının yanında namaz kıldın.” Sonra hayvan bizi ucururcasına goturdu. Ayağını gozunun erdiği yere basıyordu. Nihayet bir yere vardık. Karşımızda koşkler belirdi. “İn” dedi, indim. “Namaz kıl.” dedi, kıldım. Sonra bindik. “Nerede namaz kıldın biliyor musun?” dedi. Ben “Allah en iyisini bilendir.” dedim. “Beytu-l Lahm'de, Meryem Oğlu İsa Mesih'in olduğu yerde namaz kıldın.” dedi. Sonra hayvan bizi goturdu. Bir şehre Yemen tarafındaki kapısından girdik. Mescidin on tarafına geldi ve oraya hayvanı bağladı. Biz mescide, Guneş’le Ay’ın eğim gosterdiği kapısından girdik. Ben o mescitte, Allah'ın dilediği kadar namaz kıldım… Sonra hayvan bizi goturdu. Nihayet şehrin bulunduğu vadiye girdik… Bu sırada falanca ve falanca yerde Kureyş kervanına rastladık. Develerinden birini yitirmişlerdi. Onu falanca toplamıştı. Ben onlara selam verdim. Bazıları dediler ki: Bu, Muhammed'in sesidir. Sonra Mekke'de sabah olmadan once ashabımın yannına geldim. Ebubekir (r.a.) bana gelerek dedi ki: “Ey Allah'ın Resulu, bu gece neredeydin? Ben senin bulunacağın yerlerde seni aradım.” Hz. Peygamber (s.a.v.) dedi ki: “Biliyor musun, ben bu gece Beytu-l Makdis'e goturuldum?” Hz. Ebubekir dedi ki: “Ey Allah'ın Resulu, orası bir aylık yoldur. Onu bana anlat.” Resulullah (s.a.v.) dedi ki: Bana bir yol acıldı, ben oraya bakıyor gibiydim. O bana ne sorarsa, onu kendisine bildiriyordum. Hz. Ebubekir dedi ki: Ben, senin Allah'ın Resulu olduğuna şehadet ederim. Muşrikler ise dediler ki: İbni Ebu Kebşe'ye bakın. Bu gece Beytu-l Makdis'e gittiğini iddia ediyor. Şeddad İbn Evs der ki: Resulullah (s.a.v.) şoyle buyurdu: Benim soylediğim sozun delili olarak size bildireyim ki, falanca ve falanca yerde sizin kervanınıza rastladım. Onlar develerini yitirmişlerdi. Falanca onu bulmuştu ve onlar bulundukları yer şu kadar şu kadar mesafededir, falanca gun de buraya geleceklerdir. Kervanın onunde siyah bir deve var, uzerinde siyah bir ortu bulunmaktadır. İki de siyah cuval vardır. O gun olunca halk onların gelişini beklemeye koyuldu. Nihayet gunun yarısına yaklaşıldığında kervan dondu. Onlerinde Resulullah (s.a.v.)’in anlattığı deve bulunuyordu. İmam Beyhakî de iki yoldan İmam Tirmizi kanalıyla bu hadisi rivayet etmiştir. Hadisin bitiminde de: “Bunun isnadı sahihtir. Bu olay parca parca olarak başka hadislerde rivayet edilmiştir.” der.
İsra hadisesi naklettiğimiz hadis-i şerif gibi daha bircok hadis-i şeriflerde nakledilmiş ve Âlimler İsra hadisesinin vukuunda ittifak etmişlerdir. Bu makamda İsra hadisesinin beden ve cisimle olduğunun delillerinden bir kısmını nakletmek istiyoruz. Ola ki, bazıları İsra hadisesinin ruyada gectiğini iddia edebilir. “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur” diyen kimsenin, “İsra hadisesi ruyada olmuştur” sozunu demesini akıldan pek de uzak gormuyoruz. Bu sebeple İsra hadisesinin bedenle olduğunun bir kısım delillerini aşağıda maddeliyoruz:
1- İsra hadisesinin anlatıldığı İsra suresinin 1. ayet-i kerimesi “tesbih etmek” manasındaki “Subhan” lafzıyla başlamıştır. “Subhan” lafzı Kur’an’da, cok buyuk işler sırasında ve Allah’ın azametini gosteren olaylarda kullanılan bir lafızdır ve Kur’an’da hep bu şekliyle kullanılmıştır. Eğer İsra hadisesi ruyada gercekleşseydi, ayet-i kerimeye “Subhan” lafzı ile başlanması yersiz olurdu. Zira ruyasında bir kişiye bu gibi şeyler gosterilmesi Allah’ın buyukluk ve azametini hakkıyla gostermez. Bu sebeple de ayete “Subhan” lafzı ile başlanmazdı. Madem ayet-i kerimeye “Subhan” lafzı ile başlanmış, o halde İsra hadisesinde Allah’ın azamet ve buyukluğu gozukmektedir. Azamet ve buyukluğun gozuktuğu hadise de ancak ve ancak bu seyahatin bedenle olmasıdır. Azamet ve buyukluk, bir beşeri bedenle seyahat ettirmede hakkıyla gozukmekte ve dinleyene “Subhanallah” dedirtmektedir.
2- Eğer İsra hadisesi beden ile olmayıp ruyada gorulseydi, muşrikler Efendimizle alay etmez ve ona gulerek yalanlamazlardı. Muşriklerin alay etmesi ve yalanlaması, bu işin orfte emsali olmayan, akılların ve kalplerin kabul edemediği bir iş olduğuna delildir. Orfte emsali olmayan iş ise, ancak beden ve ruh ile birlikte seyahat etmektir.
3- İsra hadisesinin anlatıldığı ayet-i kerimede “abd” ifadesi gecmektedir. “Abd” kelimesi, ruh ve bedenin toplamından ibarettir ve Kur’an’da gectiği butun yerlerde ruh ve beden butunluğunu ifade etmiştir. O halde İsra hadisesini anlatan ayet-i kerimedeki “abd” kelimesiyle de beden ve ruh butunluğu kastedilmiş olmalıdır. Bu da İsra hadisesinin beden ve ruh ile birlikte yapıldığını gostermektedir.
4- Hadis-i şeriflerde İsra hadisesi esnasında Efendimizin Burak’a bindiği rivayet edilmiştir. Ruhun bineğe ihtiyacı yoktur ve ruyadaki bir seyir icin bineğe binilmez. Burak ancak beden icin arac olabilir. Bu da bu seyahatin bedenle olduğuna delildir.
5- İsra hadisesinin anlatıldığı ayet-i kerimede “kulunu yuruttu” ifadesi gecmektedir. “Yuruttu” ifadesi, miracın bedenle olduğuna delildir. Zira hayalen, keşfen veya ruyada bir kişiye bir yerin gezdirilmesi icin “yuruttu” tabiri kullanılmaz.
6- Yine Mirac hadisesinin anlatıldığı Necm suresinde, mirac hadisesi anlatılırken “Goz ne kaydı, ne de haddi aştı.” buyrulmuştur. Goz, ruhun değil; bedenin cihazıdır. Bu da ispat eder ki, mirac ruhla değil, bedenle olmuştur. Eğer mirac, ruhun ruyada bir seyahati olsaydı, bedenin bir cihazı olan “goz” tabiri kullanılmazdı.
7- Sahih hadis-i şeriflerin tamamı İsra hadisesinin bedenle olduğunu bildirmektedir.
Bu makamda, İsra hadisesinin ruyada olduğunu iddia edenlerin gosterdiği sozde bir delile de cevap verelim:
İddia: İsra suresi 60. ayette “(İsr gecesi) sana acıkca gosterdiğimiz o ruyayı…” buyrulmuş. Burada ruya tabiri gecmektedir. Bu da miracın ruyada olduğunu gostermektedir?
Cevap: Eğer ayet-i kerimedeki “ruya” tabiriyle, bildiğimiz uykudaki ruya kastedilmişse, aynı ayetin devamında olan “insanlar icin bir fitne olsun diye…” ifadesi ne anlama gelmektedir? İnsanlar icin bir fitne yani imtihan olabilmesi icin, aklın ve fikrin kavramaktan aciz kalacağı ve orfte emsali olmayan bir hadise olması gerekir. Ancak bu durumda bir imtihan olması soz konusu olabilir. Demek imtihanın olabilmesi icin, İsra ve Mirac hadisesinin bedenle olması gerekmektedir. Oyle ya, eğer Efendimiz (s.a.v.) bu seyahati ruyasında gorduğunu soyleseydi, ne muşrikler onu yalanlar ne de bazı Muslumanlar dinden donerdi. Muşriklerin yalanlaması ve alay etmesi, bazı Muslumanların da dinden donmesi ispat eder ki, bu hadise ruyada gorulen bir hadise değildir. Bu sebeple, ayetteki “ruya” tabiri uykudaki ruya manasına gelemez. O halde gelin ayet-i kerimede “ruya” tabirinin ne manaya geldiğini Sahabenin en buyuk mufessirlerinden olan İbni Abbas hazretlerinden oğrenelim. Buradaki “ruya” tabiri icin İbni Abbas hazretleri şoyle der: Arapcada “ruya” ile “ruyet”; “kurba” ile kurbet” kelimeleri aynı manadadır. Ayetteki “ruya” ile “ruyet” yani “temaşa ve seyir” manası kastedilmiştir. Bu uykudaki ruya değil, o gece Efendimize gosterilen temaşadır.
Bu tahlillerden sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:
İsra suresinin 1. ayet-i kerimesi Efendimizin (s.a.v.) bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya goturulduğunu haber vermektedir. Bu haberi butun hadis-i şerifler tasdik etmektedir. Mufessirler ve Âlimler bu hadisenin vukuundan ittifak etmişlerdir. Bu hadisenin bedenle olduğunun bir kısım delillerini de yukarı da işittin. Acaba ayet-i kerimenin ve hadis-i şeriflerin haber verdiği, Âlimlerin uzerinde ittifak ettiği ve delillerle vukuunu ispat ettiği İsra hadisesi bir mucize değil midir? Eğer bir aylık yolu bir saatte alarak boyle bir seyahati yapmayı mucize olarak gormuyorsanız, bu hadiseyi hangi isimle adlandırırsınız? Acaba bir saatte bir aylık mesafeyi kat etmenin orfte cok emsali mi var ki, buna mucize demiyorsunuz? Mesela siz boyle bir seyahati hic yaptınız mı? Yani gecenin bir saatinde kalkıp, bir aylık mesafedeki bir yere gidip, aynı gece evinize dondunuz mu? Oyle ya, bu hadiseye mucize dememek icin, bu seyahati herkesin yapabiliyor olması gerekir. Acaba siz boyle bir seyahati kac defa yaptınız ya da yapan kac kişi gordunuz? Ya da acaba İsra hadisesini inkÂr mı ediyorsunuz? Eğer İsra hadisesini inkÂr ediyorsanız, İsra suresinin 1. ayet-i kerimesini ve Necm suresinin ilgili ayetlerini ne ile izah ediyorsunuz? Yine ilgili hadis-i şeriflerin tamamını inkÂr mı ediyorsunuz. İnkÂr ederken hangi delillere dayanıyor ve hangi cerh ve tadil usulunu kullanıyorsunuz. Yoksa sadece “Ben inkÂr ediyorum” diyerek hicbir delil gostermeden mi inkÂr ediyorsunuz? Ummetin butun Âlim ve mufessirleri bu hadisenin vukuunda ittifak etmiş ve bu hadisenin bedenle olduğunu delillerle ispat etmiş iken, siz inkÂrınızla bu buyuk cemaate yani icmaya karşı geldiğinizin farkında mısınız? Yoksa sizler İbni Abbaslardan, İmam Azamlardan, İbni Hanbellerden ve emsallerinden daha mı Âlimsiniz? Demek onlardan o kadar yuksektesiniz ki onların goremediği şeyleri goruyor ve onların yanlış anladığı ayetleri siz doğru anlıyorsunuz.
3. AYET-İ KERİME
“Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.” (Kamer 1)
Mezkûr ayet-i kerime Ay’ın yarıldığından haber vermektedir. Sahih ve mutevatir hadislerde sabit olduğu uzere bu yarılma Resulullah’ın (s.a.v) zamanında bir mucize olarak vuku bulmuştur. Ay’ın yarılmasının Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında vuku bulduğu konusu Âlimler arasında ittifak edilmiş bir konudur. Bu, Hz. Peygamberin (s.a.v.) parlak mucizelerinden biridir. Şimdi, bu konuda varid olan hadis-i şeriflerden bir kısmını gorelim:
İmam BuhÂri der ki: Bize Yahya İbni Bukeyr'in... İbni Abbas'tan rivayetine gore, o şoyle demiştir: Ay, Allah’ın Resulu (s.a.v) zamanında yarıldı.
İbni Cerir der ki: Bize İbni MusennÂ'nın... İbni Abbas'tan rivayetine gore, o şoyle demiştir: “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir ayet gorurlerse yuz cevirirler ve ‘suregelen bir buyudur’ derler.” (Kamer 1-2) ayetleri hakkında şoyle demiştir: Bu gecmişte olmuştur. Hicretten once idi. Ay yarıldı ve onlar iki parca halinde gorduler.
Abdullah İbni Omer şoyle demiştir: “Bu, Allah’ın Resulu (s.a.v) zamanında oldu. Ay iki parcaya yarıldı. Bir parca dağın onunde, bir parca da arkasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.v): “Allah'ım şahit ol.” dedi. Muslim ve Tirmizî de hadisi bu şekliyle muhtelif kanallardan olmak uzere Şu'be'den, o A'meş'den, o da İmam Mucahid'den rivayet etmiştir. İmam Muslim, İmam Mucahid’in rivayetini Ebu Ma'mer kanalıyla İbni Mesud'a kadar ulaştırır.
Abdullah İbni Mesud şoyle demiştir: Resulullah’ın (s.a.v) zamanında Ay ikiye ayrıldı ve onlar Aya baktılar. Allah’ın Resulu (s.a.v): Şahit olunuz, buyurdu. BuhÂri ve Muslim de hadisi bu şekli ile Sufyan İbni Uyeyne kanalıyla rivayet etmişlerdir. Yine BuhÂri ve Muslim hadisi A'meş kanalıyla... İbni Mesud'dan rivayetle tahric ederler.
Abdullah İbni Mesud hazretleri başka birrivayette şoyle demiştir: Resulullah’ın (s.a.v) zamanında Ay yarıldı. Kureyşliler: “Bu, İbni Ebu Kebşe'nin buyusudur. Dışarıdan, seferden gelenlerin getireceği haberi bekleyin. Şuphesiz Muhammed butun insanları buyuleyebilecek değildir.” dediler. Seferden gelenler bu durumu aynen haber verdiler.
İmam Beyhaki der ki: Bize Hafız Ebu Abdullah'ın... Abdullah İbni Mesud'dan rivayetle haber verdiğine gore, o şoyle demiştir: Ay Mekke'de yarıldı ve iki parca oldu. Mekkeli Kureyş kÂfirleri: Bu, İbn Ebu Kebşe'nin sizi buyulemiş olduğu bir buyudur. Seferden gelecekleri bekleyin; şayet sizin gorduğunuzu onlar da gormuşse doğru soylemiştir. Eğer sizin gorduğunuz gibi gormemişlerse hic şuphesiz bu onun bizi buyuleyeceği bir buyudur, dediler. Dışarıdan seferden gelenlere soruldu da muhtelif yonlerden gelenler “Onu gorduk.” dediler. İbni Cerir de hadisi Mugire kanalıyla rivayet etmiştir. Onda şu fazlalık da vardır: Ve bunun uzerine Allah TeÂlÂ: “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.” ayetini inzal buyurdu.
Yine İbni Mesud hazretleri şoyle der: Resulullah’ın (s.a.v) zamanında Ay yarıldı ve ben dağı ayın iki parcası arasındaki acıklıktan gordum.
Ay’ın ikiye yarılması mucizesi ile ilgili daha bircok rivayet vardır. Tamamını yazmaya gerek duymuyor ve tamamını incelemek isteyenleri ilgili ayet-i kerimenin tefsirine ve hadis kitaplarının ilgili bolumlerine havale ediyoruz.
Burada şoyle bir soru akla gelebilir: Ayetin başında “Kıyamet yaklaştı” buyrulmuş. HÂlbuki 1.400 sene gecmesine rağmen kıyamet hala kopmamıştır. Bu da Ay’ın kıyamete yakın bir zamanda yarılacağına işaret eder.
Buna cevap olarak şoyle deriz: Kıyamet, insanın değil, kÂinatın olumudur. Bu sebeple de meseleye kÂinatın omru acısından bakmak gerekir. Mesela: İnsan yaklaşık 70-80 sene yaşarken bazı kelebek turleri sadece birkac gun yaşamaktadır. Şimdi, boyle bir kelebeğe “İnsanın eceli yaklaştı.” dediğimizde, bu kelebek bu sozu kendi omrune kıyas ederek insanın 1-2 saati kaldığını anlar. Zira 1-2 gunluk omurde 1-2 saat omrun sonudur. HÂlbuki biz, “İnsanın eceli yaklaştı.” dediğimizde, omrunden geriye 3-5 sene gibi bir zaman kaldığını kastetmiş oluruz. Ya da en azından 6 ayı vardır gibi bir manayı anlarız.
Ya da gelin bu kıyası insanlar arasında yapalım: Hz. Nuh 1.050 sene yaşamıştır. Bu, ayet-i kerimeyle sabittir. Şimdi şoyle desek: “Hz. Nuh’un omrunun sonlarında…” Bu ifadeyle kac seneyi kastetmiş oluruz? Eğer omru 1.050 seneyse, 50-60 yılı kastetmiş oluruz ki, bu bizim omrumuzun tamamından ibarettir.
Dolayısıyla ayet-i kerimedeki “Kıyamet yaklaştı” ifadesini de kÂinatın omrune kıyasla anlamak gerekir. Milyonlarca yıl once yaratılmış Âlem icin 2.000-3.000 sene, bize gore kÂinatın omrunun son dakikaları değil, belki son saniyeleridir. Bu manayı kuvvetlendiren ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler de mevcuttur. Dilerseniz bunlardan bir kısmına bakalım:
Nahl suresi 1. ayet-i kerimede: “Allah'ın emri geldi. Artık onu acele istemeyin.” buyrulmuş. Yine Enbiya suresi 1. ayet-i kerimede: “İnsanların hesap gorme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hÂl gaflet icinde yuz ceviriyorlar.” buyrulmuştur. Bu ayet-i kerimelerde de kıyametin yaklaştığı beyan buyrulmaktadır.
Enes İbni Malik'ten rivayet edilen bir hadis-i şerifte: Allah Resulu (s.a.v.) bir gun ashabına guneşin batmaya yaklaştığı ve kucucuk bir kısmının kaldığı sırada hitap etmiş ve şoyle buyurmuştur: Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, dunyanın gecen kısmına nispetle kalanı, ancak sizin şu gununuzden gecen kısmına nispetle kalanı gibidir… Biz guneşin ancak cok kucuk bir kısmını goruyorduk.
İbni Omer'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte: İkindiden sonra guneş Kuaykıyan Dağları uzerindeyken biz Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Şoyle buyurdu: Gecenlerin omurlerine gore sizin omurleriniz, şu gunun gecen kısmına nispetle kalanı gibidir.
Sehl İbn Sa'd'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v) şoyle buyurmuştur: Kıyamet şoyle iken ben peygamber olarak gonderildim. Bunu soylerken Allah’ın Resulu işaret ve orta parmaklarına işaret buyurmuştur.
Vehb es-SuvÂî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v) şoyle buyurmuştur: Kıyamet şuna nispetle şu gibi iken ben peygamber olarak gonderildim. Neredeyse biri diğerini gececekti.
Naklettiğimiz butun bu hadis-i şerifler kıyametin yaklaştığını haber vermektedir. Zira ifade ettiğimiz gibi, 2.000-3.000 sene, kÂinatın omrune kıyasla saniyeler gibidir. Dolayısıyla “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.” ayet-i kerimesini de bu şekilde anlamalıyız.
Hz. Muhammed’in (asm) ay gibi parlak olan Şakk-ı Kamer yani ayın ikiye ayrılması mucizesini hakikatsiz vehimleriyle sonukleştirmek isteyen bazı filozoflar ve onları koru korune takip eden taklitcileri, inkÂrlarına bahane olarak, “Eğer bu mucize gercekleşmiş olsaydı dunyanın her yerinde gorulur, aşikÂr bir şekilde takip edilirdi ve insanlık tarihi de boyle şaşaalı bir hadiseyi mutlaka naklederdi” şeklinde ifadeler savurmaktadırlar.

Bediuzzzaman Said Nursî Hazretleri, Sozler namındaki muhteşem eserinin 31. Sozunde bu meseleyi reddedilmeyecek delillerle izah ve ispat etmektedir. Biz de oradan aldığımız ders ve dersin istifadesi nispetinde deriz:

Hz. Muhammed’in (asm) ve getirdiği dinin en buyuk duşmanları olan o zamanın inkÂrcıları, Şakk-ı Kamer mucizesini inkÂr etmedikleri gibi, boyle bir olayın gercekleştiğini kabul etmeleri pek muhimdir. Peygamberin davasını hatta peygamberin vucudunu ortadan kaldırmak icin işkence, boykot, her turlu zulum ve ihanete muracaat etmekte tereddut etmeyen bu azılı iman ve İslamiyet duşmanları nihayet savaşlar yapacak kadar ileri gittikleri halde, bu mucizeyi inkÂr edememişlerdir. HÂlbuki onlar bu hadise gercekleşmiş olmasaydı, ellerine buyuk bir koz gecirmişcesine Peygamberin davasının iptali icin ciddi şekilde bunu kullanabilirlerdi. Madem ki inkar edemiyorlar ve şakk-ı kamer mucizesini yalanlayamıyorlar, oyleyse bu mucizenin vuku bulduğuna gozumuzle gormuş gibi inanmamız gerekir.

Peki, ayın ikiye ayrılması gibi buyuk bir mucizeye şahit olan o zamanın inkÂrcıları, kendi takipcilerini kaybetmemek icin nasıl bir yola başvurdular acaba? Hile ve yalan yoluna. Bu mucizenin sihir olduğunu iddia ederek, meseleyi basit ve adi bir şeymiş gibi gosterip, insanların gundeminden cıkarmaya calışmışlar ve şoyle demişler: “Ebu Talib’in yetiminin sihri semaya da tesir etti.”

Bu mucize, yalanda ittifak etmeleri imkÂnsız olan, doğruluk ve adaletleri butun Âlemce tescil edilmiş buluna Sahabeler topluluğu tarafından haber verilmiştir. Onlar, Allah’ın dini uğrunda mallarını, vatanlarını, canlarını, cananlarını feda etmekte bir an tereddut soluklanmamışken, din namına soylenen bir yalana inanmaları veya sessiz kalmaları asla mumkun değildir. Mademki insanlık semasının guneşi Hz. Muhammed’in (asm) yıldızları manasındaki seckin bir topluluk olan Sahabelerin, yalanda ittifak etmesi mumkun değildir, oyleyse onların haber verdikleri bu mucizenin vukuuna dair şupheye duşmek de akıl kÂrı değildir.

Mucize, peygamberlere Allah’ın elcisi olduğunun ispatı olarak verilir ve inkÂrcıları ikna etmek icindir. ”Mademki insan gucunun yetmeyeceği harikulÂde bir hadise, bir insan eliyle gosteriliyor, oyleyse bu insan sıradan biri olamaz, onun elinin arkasında ayı, guneşi ve butun kÂinatı idare eden bir kudret vardır” manasında duşunmeye sevk etmek, akla kapı acmak icindir. Yoksa insanın iradesini elinden alıp inanmaya zorlamak icin değildir. Gokyuzune yıldızlarla “LÂ ilÂhe illallah” yazmak veya ayı ikiye ayrılmış halde gunlerce Âleme ilÂn etmek, milyarlarca gezegeni, trilyonlarca yıldızları idare ve terbiye eden Allah’ın kudretinden uzak değildir; lÂkin imtihan sırrına aykırıdır. Bu durumda Ebu Cehil gibi komur ruhlu kimseler de iman etmek zorunda kalır, Hz. Ebu Bekir gibi elmas ruhlu kimselerle aynı dereceye gelirler ki bu imtihan sırrının zayi olması anlamına gelir.
Oyleyse sırf bazı kimseler istiyor diye imtihan hikmetine muhalefet edilemez. Şakk-ı kamer mucizesi belli olculerle ancak muhatap olanlara gosterilmesi gerekir, oyle de gosterilmiştir.
İşte bu sır icindir ki, hem Âni, hem gece, hem gaflet vaktinde, hem Ayın doğuş yerlerinin farklılığı, sis ve bulut gibi diğer engeller perde edilerek butun Âleme gosterilmemiştir.
Hem Hz. Muhammed’in (asm) peygamberlik davasını işitmeyen insanlara, peygamberliğine delil olan bu hadiseyi ilan etmek hikmete uygun değildir. ŞÃ‚yet gosterilseydi Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliği, guneşin vucudunu kabul etmek gibi zorunlu bir hale gelecek ve herkes mecburen tasdik edecekti; bu da aklın iradesiyle olmayacağı icin makbul manada bir iman olmazdı ve teklif sırrı bozulurdu. Eğer ay iki parca gokyuzunde asılı bir şekilde bekletilseydi, guneş tutulması, ay tutulması gibi semavi bir hadiseymiş gibi mucizevi ozelliğini kaybedecekti; bu durumda da Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğine delil olacak hususiyeti ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla bu hikmetlere istinaden şakk-ı kamer mucizesi umum Âlemlere gosterilmemiştir.
Ayrıca o vakit cehalet sisiyle ortulmuş İngiltere ve İspanya‘da Guneş yeni batıyordu, Amerika’da gunduz, Cin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka engeller ve sebepler vardı. Mesela bazı memleketlerde ay henuz cıkmamış, bazılarında guneş batmamıştı, bir kısmında sabahın erken vakti, bir kısmında akşamın ilk vakitleriydi.
Sozun ozu, Şakk-ı Kamer mucizesinin gercekleşmesine engel hicbir şey yoktur; şimdi bu mucizenin gercekleştiğini ispat eden delilleri maddeler halinde dikkatlerinize sunmak istiyoruz.
1. Hayatlarının şahitliğiyle adaleti kendilerine rehber yapan Sahabelerin hep birlikte bu mucizenin gercekleştiğine dair ittifak etmeleri,
2. Kur’an-ı Kerim’i tefsir etme noktasında ilmi potansiyel ve liyakata sahip butun mufessirlerin “Ay ikiye yarıldı.” ayetini tefsir ederlerken bu mucizeden bahsedildiğini ilan etmeleri ve gercekleştiğine dair hicbir şupheye mahal bırakmamaları,
3. Doğruluğunda zerre kadar tereddut edilmeyecek hadis Âlimlerinin kuvvetli senetler ve rivayetlere dayandırarak bu mucizenin gercekleştiğini haber vermeleri,
4. Manevi mertebelerde yucelmek suretiyle manevi ilham ve keşiflere mazhar olan evliya ve sıddıkların Şakk-ı Kamer mucizesinin gercekleştiğine şahitlik yapmaları,
5. Kelam ilminin buyuk imamları ve deniz gibi ilme sahip Âlimlerin bu mevzuda birbirlerini tasdik etmeleri,
6. Dalalet uzere birleşmeleri mumkun olmayan ummet-i Muhammed’in bu mucizeyi gercekleşmiş olarak kabul etmeleri gosterir ki Şakk-ı Kamer mucizesi guneşin varlığı gibi kesin bir mucizedir.
Eserin orijinal metnine www.sorularlarisale.com sitemizden ulaşabilirsiniz.
Bu tahlillerden sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:
Ay’ın yarılması hususunda butun sahabeler ittifak etmiş ve onların bir kısmı “Biz gorduk.” demişlerdir. Acaba “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyerek butun o cemaat-i uzmaya iftira attığınızın farkında değil misiniz? Allah’ın Resulunun sahabelerine iftira atmak sizi hic korkutmuyor mu? Butun mufessirler “Ay Yarıldı.” (Kamer 1) ayetinin tefsirinde ittifakla Ay’ın yarıldığını haber veriyorken, sizler hangi ilminiz ve kuvvetinizle onların sozlerini hukumden duşuruyorsunuz? Butun muhaddisler farklı senet ve rivayetlerle Ay’ın yarılması hakkında hadis-i şerifleri naklederken ve bu hadislerin sahih olduğunda ittifak ederken, sizler hangi ilminizle onlara meydan okuyorsunuz? Kelam ilminin butun allameleri yine Ay’ın ikiye yarılması mucizesinde ittifak etmiş iken, onların ittifakını hangi bilginizle hukumden duşuruyorsunuz? Butun Ummet-i Muhammed Ay’ın ikiye yarılması mucizesini bilirken ve bunu kabul ederken, Ummet-i Muhammed’in bu telakkisini hangi ilminizle yok etmeye ve yıkmaya calışıyorsunuz? Evet, Ay yarılmıştır ve bu Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bir mucizesidir. “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere Kamer suresinin 1. ayet-i kerimesini gosteriyor ve onları tovbe etmeye ve bu batıl fikirden donmeye davet ediyoruz.

4. AYET-İ KERİME
Savaşlarda meleklerle yardım edilmesi…
Peygamber Efendimize (s.a.v.) savaş esnasında melekler gonderilmiş ve meleklerle yardım edilmiştir. Ali İmran suresi 124 ve 125. ayetler ve Enfal suresi 9. ayet-i kerime Bedir gunu gonderilen meleklerden haber verir. İlk once 1.000 melek, sonra 2.000 melek ve daha sonra yine 2.000 melekle toplam 5.000 meleğin Bedir gunu gonderildiği bildirilir. Tevbe suresi 26. ayet-i kerimede Huneyn gunu gonderilen meleklerden haber verilir. Yine Tevbe suresi 40. ayet-i kerimede, Efendimizin (s.a.v) Hz. Ebubekir (r.a.) ile mağarada iken “gorunmeyen bir ordu ile desteklendiği” bildirilir. Bu gorunmeyen ordunun melekler olduğu tefsirlerde beyan edilmiştir. Yine Ahzab suresi 4. ayet-i kerimede “Onların uzerine gormediğiniz ordular gonderdik.” buyrularak Hendek savaşında gonderilen meleklere işaret edilmiştir.
Yukarıda belirttiğimiz ayet-i kerimeler ile sabittir ki, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ordusunda melekler vardır ve O’nun peygamberliğine bir mucize olması icin bu melekler sahabeler tarafından gorulmuştur.
Kurtubi ve Hazin tefsirlerinde zikredildiğine gore, Ebu Useyd Malik İbni Rabia (r.a.) (Bu zat Bedir ehlinden en son vefat edendir.) şoyle buyurur: Şu an sizinle birlikte Bedir’de bulunsaydım ve gozlerim de gorseydi, elbette hic şuphe ve tereddut etmeden meleklerin cıka geldiği vadiyi size gosterirdim.
Yine Sehl İbni Huneyf (r.a.) der ki: Vallahi ben Bedir gunu bizden birinin, kılıcıyla bir muşrikin kafasına vurmak uzereyken kılıcı ona ulaşmadan o muşrikin kellesinin cesedinden ayrılıp yere duştuğunu gordum.
Yukarıda naklettiğimiz haberler gibi daha bircok haberler vardır ki, sahabeler o gun inen melekleri ve meleklerin icraatlarını goruyorlardı.
Bu bilgilendirmeden sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:
Bedir gunu, Huneyn gunu ve diğer gunlerde Peygamber Efendimize (s.a.v.) meleklerin gonderilmesi ve meleklerin onunla birlikte savaşması bir mucize değil midir? Ordusunda meleklerin bulunması ve O’na yardım etmeleri mucizeden başka hangi isimle yÂd edilir? Eğer meleklerin gonderilmesini ve Efendimizle (s.a.v.) beraber savaşmalarını bir mucize olarak kabul etmiyorsanız, o halde bu alelade bir şeydir ve orfte emsali coktur. Oyle ya, eğer mucize değilse adettendir. İkisinin ortası yoktur; ya mucizedir, ya adettendir. Acaba şimdiye kadar ordusunda melekler olan kac kumandan ve kac melik duydunuz? Zira Peygamber Efendimize (s.a.v.) meleklerin gonderilmesi mucize değilse, bu olayın her vakitte ve her fertte gozukmesi gerekmektedir. Şimdi bize bu hadisenin emsallerini sayın da gorelim. Yok, eğer meleklerin gonderilmesine “Bu Allah’ın yardımıdır.” derseniz, biz de deriz ki: Biz, Allah’ın yardımı olduğunu inkÂr etmiyoruz ki. Hem Allah’ın yardımıdır hem de Efendimizin (s.a.v.) bir mucizesidir. Zira mucize, Cenab-ı Hakkın, Âdetini peygamberi icin değiştirmesi ve Âdetinin dışında ona muamele etmesi demektir. Cenab-ı Hakkın savaş hususundaki Âdeti, insanlarla insanların savaşması ve meleklerin bu savaşa katılmamasıdır. İşte Cenab-ı Hak bu Âdetini Habibi icin değiştirmiş ve O’nun peygamberliğine bir mucize olarak melekleri yardım icin O’na gondermiştir. Sahabelerine de bu melekleri gostererek onların imanlarını artırmıştır. Sozun ozu, meleklerin gonderilmesi ve Efendimizle beraber savaşmaları Hz. Peygamberin (s.a.v.) bir mucizesidir. “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere, Ali İmran suresinin 124 ve 125. ayetlerini, Enfal suresinin 9. ayet-i kerimesini, Tevbe suresinin 26. ve 40. ayet-i kerimeleri ve Ahzab suresinin 4. ayet-i kerimesini gosteriyor ve onları tovbe etmeye ve bu batıl fikirden donmeye davet ediyoruz.
5. AYET-İ KERİME
“Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 67)
Bu ayet-i celile inmeden evvel Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret etmişti. Yahudiler, Efendimize: “Ya Muhammed, biz cok kalabalığız ve silah sahibiyiz. Eğer bu davandan ve dininden vazgecmezsen seni oldururuz.” demişlerdi.
Bunun uzerine Peygamber Efendimizi (s.a.v.) Ensardan ve Muhacirlerden kişiler bekliyor ve koruyordu. Yahudilerin suikast yapması korkusundan O’nun yanında geceliyor ve O’nun ile beraber her gittiği yere gidiyorlardı. Bu ayet-i kerime inince Allah’ın Resulu (s.a.v.) kendisini bekleyenlere şoyle dedi:
“Ey insanlar, gideceğiniz yerlere gidin, artık beni beklemeyin, şuphesiz ki Allah beni insanlardan koruyacaktır.”
Allah’ın bu vaadinden sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gecenin evvelinde ve gec saatlerinde Medine’nin vadilerinde ve tenha yerlerinde duşmanlarının cokluğuna rağmen tek başına gezerdi. Ve ona suikast planı yapanlar bir turlu planlarını gercekleştiremezlerdi. Bu husustaki bir kısım hadis-i şerifleri de nakledelim:
Hz. Aişe şoyle der: Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayet ininceye kadar bekciler tarafından bekleniyordu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) başını kubbeden cıkararak dedi ki: Ey insanlar gidiniz, artık Allah Azze ve Celle beni koruyor.
Rebi İbni Enes (r.a.) İbni Merdûyeh'den (r.a.) rivayet eder ve der ki: Bize Suleyman İbni Ahmed... İsmet İbni Malik'ten nakleder ki, o şoyle demiştir: Biz geceleyin Hz. Peygamberi beklerdik. Nihayet Allah TeÂl “Allah seni insanlardan korur.” ayetini indirince beklemek terk edildi.
Ebu Said el-Hudri (r.a.) şoyle der: Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbas, Allah'ın Resulunu (s.a.v.) bekleyenlerden birisiydi. Bu ayet nazil olunca Resulullah (s.a.v.) bekci edinmeyi bıraktı.
Mufessirler bu ayet-i kerimenin tefsirini yaparken, Allah-u TeÂlÂ’nın, Hz. Peygamberi koruyuşuna ornek olarak bircok hadiseler zikrederler. Bunlardan bazıları şoyledir:
Ebu Cafer İbni Cerir Taberi der ki: Resulullah (s.a.v.) bir yerde konakladığı zaman ashabı O'nun icin golgelikli bir ağac secer ve Resulullah (s.a.v.) onun altında uykuya dalardı. İşte bu esnada bir bedevi gelmiş ve kılıcını kınından cıkararak: “Şimdi seni benden kim korur?” demiş. Allanın Resulu (s.a.v.): “Beni senden Allah korur.” demiş. Bedevinin bu esnada eli titremiş ve kılıc elinden duşmuş. Başını ağaca vurarak beyni dağılmış.
İbni Ebu Hatim der ki: Resulullah (s.a.v.) Enmar Oğullarıyla savaştığında koruyucu bir hurma ağacının uzerine cıkmıştı. O, ayağını uzatıp bir kuyunun başında oturduğu sırada Gavres İbni Haris: “Ben Muhammed'i oldureceğim.” demiş. Arkadaşları: “Onu nasıl oldureceksin?” deyince; O: “Ben kendisine kılıcını bana verir misin?” derim. Verince de onunla kendisini oldururum, demiş. Hz. Peygambere gelip: “Ey Muhammed, kılıcını bana ver de bakayım.” demiş. Resulullah (s.a.v.) kılıcını ona vermiş. Gavres'in eli titremiş ve elinden kılıc yere duşmuş. Bunun uzerine Resulullah (s.a.v.): “Allah, seninle yapmak istediğin şeyin arasına girdi.” demiş.
Ebu Hureyre (r.a.) şoyle demiştir: Biz Resulullah (s.a.v.) ile beraber seferde arkadaşlık ettiğimizde O'nu buyuk bir ağacın altında bırakıp golgelendirirdik. O da burada konaklardı. Bir gun bir ağacın altında konakladı ve kılıcını ağaca astı. Adamın birisi: “Ey Muhammed, seni şimdi benden kim korur?” dedi. Resulullah (s.a.v.): “Beni senden Allah korur. Kılıcı bırak.” dedi ve adam kılıcı bıraktı
Bu mahiyette zikredilen hadiseler coktur. Biz diğerlerini zikre