Kur'Ân-ı Kerim'in gerek Mekke ve gerekse Medine inişli bircok ayette kendi mucizeliğiyle meydan okuduğundan kuşku yoktur. Butun bunlar gosteriyor ki, Kur'Ân olağanustu bir mucizedir. Hatta soz konusu ayet-i kerime, ikinci ihtimaliyle de, Kur'Ân'ın mucizeliğini kanıtlamaktadır. Şu ayeti kastediyorum: "Eğer kulumuza indirdiğimizden şup-hedeyseniz, o zaman siz de onun gibi bir sure getirin." Yani, Peygamber (s.a.a) gibi birisinden onun getirdiğine benzer bir sure getirin.

Burada, Peygamber gibi eğitim gormemiş, okuma-yazması olmayan bir şahıstan onun getirdiğine benzer bir surenin getirilmesi noktasında meydan okunarak, asıl Kur'Ân'ın mucize olduğu kanıtlanmaktadır, direkt ve dolaysız olarak Peygamberimizin peygamberliği kanıtlanmamaktadır. Bunun delili, ayetin başındaki şu ifadedir: "Eğer kulumuza indirdiğimizden şuphedeyseniz." Dikkat edilirse, "Eğer kulumuzun peygamberliğinden şuphedeyseniz." denmiyor.

Dolayısıyla, Kur'Ân-ı Kerim'de yer alan butun meydan okumalar, Kur'Ân'ın Allah katından gelen olağanustu bir mucize olduğunu kanıtlama amacına yoneliktir. Meydan okumaya ilişkin mesajlar iceren ayetlerin bir kısmı genel ve bir kısmı da ozel niteliklidir. En genel nitelikli meydan okuma da şu ayet-i kerimede ifadesini bulmaktadır: "De ki: Andolsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'Ân'ın bir benzerini getirmek uzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka olsalar da." (İsrÂ, 88) Bu ayet, Mekke inişlidir ve icerdiği meydan okuyuşun genel nitelikli olduğundan hic kimse en ufak bir kuşku duymaz.

Şayet meydan okuma, sırf Kur'Ân'ın ifadesinin belÂgati, uslûbunun guzelliği ile ilgili olsaydı, sadece belli kavme karşı, yani cahiliye devrinin oz Arapları ile Arap dilinin (başka dillerle) karışıp bozulmasından onceki İslÂmiyet devrinin Araplarına karşı meydan okunurdu. Oysa bu ayette butun insanların ve cinlerin kulağı cınlatılmıştır.

Aynı şekilde, ifadenin belÂgati ve fesahati dışında hakikî bilgiler, ustun ahlÂka ilişkin oğretiler, yasalar, hukumler, gayb Âlemine ilişkin haberler ve Kur'Ân'ın indiği sıralar insanlığın henuz uzerindeki perdeyi aralayamadığı nice bilgiler gibi Kur'Ân-ı Kerim'in kapsadığı niteliklerden herhangi birisiyle ozellikle meydan okunmamıştır. Dolayısıyla, her iki topluluğa da mutlak bir şekilde meydan okunması, niteliksel acıdan ustunluk sağlanabilecek tum hususlarla ilgilidir.

Şu hÂlde, Kur'Ân belÂgat ve fesahat acısından beliğ ve etkin soz soyleyebilen insanlar icin, hikmet acısından hekimler icin, ilim acısından Âlimler icin, sosyoloji acısından sosyologlar icin, yasalar acısından yasamacılar icin, siyaset acısından siyasetciler icin, yonetim acısından yoneticiler icin bir ayet, bir mucize olduğu gibi, tum Âlemler icin de birlikte ulaşamadıkları, birlikte cozemedikleri konular acısından -gayb Âlemi ile ilgili bilgiler, yargıda, bilgide ve ifadede goruş ayrılıklarının cozumu gibi- olağanustu, erişilmez bir mucizedir.

Buradan anlaşılıyor ki, Kur'Ân, butun yonlerden mucizelik niteliğine sahip olduğunu ilÂn ediyor. O, insan ve cin turunun tum bireyleri, geneli ve ozeli, bilgini ve cahili, erkeği ve kadını, ustun yetenekli veya daha alt duzeydeki tum soz anlayan akıl sahipleri acısından bir mucizedir. Cunku insan, oz yaratılışı itibariyle iyiliğin, ustunluğun bilincindedir; bu niteliklerin az veya cok oluşunu fark eder.

Şu hÂlde her insan, kendisinin veya aile efradının sahip bulundukları iyi ve ustun nitelikler uzerinde gozlemci bir yaklaşımla duşunsun, sonra da algıladıklarını Kur'Ân'ın icerdiği iyi ve ustun niteliklerle karşılaştırsın, o zaman hak ve adaletle hukmetsin. Acaba insan gucu, gerceklik noktasında Kur'Ân'ın icerdiği bilgilere denk, kanıtlanmış ilÂhî bilgiler ortaya koyabilir mi? Kur'Ân'ın ortaya koyduğu ahlÂkî sistemin saflığına ve ustunluğune denk, gerceklere dayalı bir ahlÂk sistemi ortaya koyabilir mi? Kur'Ân-ı Kerim'in getirdiğine benzer insanların butun amellerini kapsayan eksiksiz fıkhî hukumler koyabilir mi? Hem de tum genişliğine rağmen bu hukumler celişkiye neden olacak herhangi bir ihtilÂfın bulunmaması şartıyla?! Bunun yanı sıra, her hukmunde ve elde ettiği her sonucta tevhit ruhunu ve takva olgusunu koruyabilir mi? Koyduğu her hukmun temeline ve ayrıntısına temizliği, arılığı egemen kılabilir mi? Bu olağanustu ozen ve bu akıllara durgunluk veren titizlik, insanı hayran bırakan duyarlılık, okuma-yazması olmayan bir insandan kaynaklanabilir mi? Ustelik, bu insanın icinde yaşadığı toplumun tek ayrıcalığı haksız saldırı, talan etme, calıp cırpma, insanların mallarını zorla gasp etme, kız cocukları diri diri toprağa gomme, yoksulluk korkusuyla cocukları oldurme, atalarla ovunme, annelerle evlenme, gunahları normal sayma, bilgiyi yerme, cehaletle belirginleşme olsa?! Ve sozde gayretkeşlik karakterine sahip olmalarına rağmen tum zorbaların karşısında onursuzca ezilen, bir gun Yemenlilerin, bir gun Habeşlilerin, bir gun Romalıların ve bir gun İranlıların egemenliği altında yaşamış olan bir topluluk olsa, bu toplum?! Ki, Hicaz bolgesindeki cahiliye Araplarının durumu bundan ibaretti.

Bir insan, tum Âlemler icin yol gostericilik iddiasıyla bir kitap ortaya koymaya yeltensin, sonra bu kitapta gayba ilişkin bilgilere, gecmiş ve geleceğe dair haberlere, gecip giden veya ileride ortaya cıkacak toplumların hayatına yer versin; bu kitapta bir değil, iki değil, bircok kıssaya, olaylara, geleceğe ilişkin gaybî bilgilere değinsin ve ama doğrudan hic sapmasın; bu mumkun mudur?!

Surekli bir donuşum ve tekÂmul icinde olan maddî doğa Âleminin bir parcası olan insan, mumkun mudur ki, insanlık Âleminin her işine el atsın; dunyaya kucuk-buyuk, ince-kaba her konuda bilgiler, ilimler, kanunlar, hikmetler, oğutler, ornekler ve kıssalar sunsun ve fakat omrunun sonuna kadar butun bunların hicbirinde en ufak bir değişiklik getirmeye bile ihtiyac duymasın?! Oysa usuluyle, furuuyla butun bunlar, aşamalı bir surecten gecmeye, değişik aşamalarda değişik değerlendirmelere tÂbi tutulmaya, ceşitli deneyimlerden gecirilmeye mahkûm olan şeylerdir. Buna, bir de hicbir insanın duşunce ve eylem noktasında kemal ve eksiklik acısından aynı yerde olamayacağı gerceğini eklersek, Peygamberin (s.a.a) ve getirdiği ebedî mesajın yuceliği cok daha iyi anlaşılacaktır.

Bu anlamlar uzerinde duşunebilecek aklı başında bir insan, Kur'Â-n-ı Kerim'in kapsadığı bu genel veya başka nitelikli meziyetlerin, beşer gucunun ustunde ve doğal aracların otesinde olduklarından kuşku duymayacaktır. Şayet bunların uzerinde duşunulebilecek kapasitede olmasa bile, insana yaraşır cizgiden sapmayacak, oz yaratılışından kaynaklanan duyarlılığı uyarınca, uzmanlık alanına girmeyen, hakkında bilgi sahibi olmadığı hususları uzmanlarına havale etmekten kacınmayacaktır.

Denebilir ki: Meydan okumayı ozel kapsamlılıktan cıkarıp genele yoneltmenin ne yararı var? Cunku kitleler, bir cağrı karşısında cabuk heyecanlanırlar, ortaya konan her şeye koşabilecek karakterdedirler. Nitekim Bab, Baha, Kadiyanî ve Museyleme gibi yalancıların getirdiklerini, deli sacmalarını ve hezeyanı andıran kanıtlarını onaylayıp benimseyenler coktur.

Buna vereceğim cevap şudur: Butun insanlar ve butun zamanlar icin mucize olabilmenin tek yolu, ilim ve bilgi turunden olmasıdır. Burada, insanların anlayış kapasitelerinin zorunlu olarak farklılık arzetmesi, yeteneklerinin aynı duzeyde olmaması sebebiyle herkesin bu mucizeyi kavrayamayacağı sorunu ise, ustun anlayışa ve isabetli bakış acısına sahip kişilerin onu iyice kavraması, ondan daha alt duzeyde olan kimselerin de onlara başvurmasıyla cozumlenir. Bu konuda insanın fıtrat ve icgudusu hÂkim pozisyonundadır.

Bunu biraz daha acalım: İnsanın kavrama gucuyle algıladığı ve anlayışının ulaştığı her şey, her zaman ve mekÂndaki her birey icin ay-nı kapsamlılığı ve genelliği ifade edemez. Ancak sozunu ettiğimiz şey, ilim ve bilgi turunden bir şey olursa o zaman durum değişir. Cunku ilim ve bilginin dışında olağanustu bir mucize olarak değerlendirilen her şey, doğal bir varlıktır ya da somut bir olgudur ve madde Âleminin yasalarına boyun eğmeye mahkûm olup zaman ve mekÂnla sınırlıdır. Şu hÂlde, ancak bazı insanlar tarafından gozlemlenebilir. Olasılığı bulunmayan bir varsayımla boyle bir mucizenin tum bireyler icin genellik ifade ettiği farz edilse dahi, ancak tum mekÂnlar icinde, bir tek mekÂn icin soz konusu olabilir. Tum mekÂnları kapsadığı da varsayılsa, tum zamanları kuşatması mumkun değildir.

Ancak Kur'Ân oyle bir şey getirmiş ki, onunla tum zamanlar ve tum mekÂnlardaki bireylere meydan okuyabilmektedir.

alıntı
__________________